Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
a za
ifadesini içeren
111
kelime bulundu...
ab-ı hayat / âb-ı hayât
Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek
ahadi hadis / ahadî hadis
Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)
akibet / âkibet
Son, netîce.
Dünyâda zafer, âhirette sevâb ve kurtuluş.
an / ân
En kısa zaman.
an-karib / an-karîb
En kısa zamanda.
asalak
Başka hayvan veya bitkilerin üstünde yaşayan ve onlara zarar veren hayvan veya bitki. Parazit.
Mc: Başkalarının sırtından geçinen kimse.
asr-ı evvel
İmâmeyn'e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.
asr-ı sani / asr-ı sânî
İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı.
avrupalılaşmak
Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği
bedarf
Muayyen bir gayenin gerçekleşmesi için zaruri olan veyâ zaruri görülen muayyen kalitede bir mal veya meta miktarıdır.
beldaran
Geçit yerleri muhafızlarının adı. Tanzimattan sonra bunlara zaptiye denmiştir. İkinci Meşrutiyetten beri jandarma olarak adlandırılırlar.
bizatihi / bizâtihi
Kendi kendine, aslında, kendiliğinden, esasında, kendisi, yalnızca zâtından, aslından.
büdela / büdelâ
Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânın insanlardan gizlediği evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk şeklidir. Ebdâl de denir.
celd
Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır.
Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.
cirşab
Hasta olduktan sonra zayıflayıp gövdede çıban çıkmak.
da'va / da'vâ
Takib edilen fikir, iddia.
Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi.
Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek.
Mes'ele.
İnat. Ayak diremek.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek.
def'i / def'î
Birdenbire, kısa zamanda gerçekleşme.
dergah / dergâh
Makam, kapı girişi, eşik. Tasavvuf mektebi. Tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ zâtlar tarafından, talebelere, tasavvuf, İslâm ahlâkı ve diğer dînî ilimlerin ve zamânın fen ilimlerinin okutulduğu yer.
Cenâb-ı Hakk'ın rahmet kapısı.
diger-bar / diger-bâr
Başka zaman, başka defa.
(Farsça)
düşeş
İki altılık. Tavla zarında iki defa altı gelmesi.
(Farsça)
ehadis-i sahiha / ehâdis-i sahiha
Sahih hadisler; uydurma veya zayıf olmayan hadisler.
ehlullah
Allah adamları, Allahü teâlânın emirlerine uyup, O'nun sevgisini ve ism-i şerîfini gönlünden hiç çıkarmayan evliyâ zâtlar.
ehveniyet
Ucuzluk, ehvenlik, daha hafif, daha zararsızlık.
emhal
(Tekili: Mehl) Mehiller, mühletler, vâdeler, zamanlar, bir iş veya vazifenin yapılması için verilen fazla zamanlar.
es'al
Dişinin yanında zâid bir diş daha biten kimse.
fecir
Havanın ağarma zamanı.
fiil
(Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş.
Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)
geh
Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder.
(Farsça)
güncide / güncîde
Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış.
(Farsça)
habel
Ana rahmindeki çocuk, cenin.
Gebelik, gebe olma zamanı.
Fls: Musallat fikir.
hadd-ı büluğ / hadd-ı bülûğ
Ergenlik çağı; cünüp olup, gusül abdesti almaya başlama zamânı.
hallac-ı mansur
Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
harif
Güz mevsimi, sonbahar.
Meyve toplama zamanı.
havs
Ayrılmak.
"Haysü" mânâsına zarf-ı mekân için lügattır.
hayal-i fener
Sihirbaz feneri denilen ve resimli camları olan ve bu resimleri duvara aksettiren fenere benzer bir âlet.
Mc: Son derece vücutça zayıf olan kimseler için kullanılır.
hem-matla'
Güneş ve ay gibi gök cisimlerinin ufakta doğdukları yerin veya zamanların aynı oluşu. Aynı meridyen üzerinde olup ay ve güneşi aynı saatlerde gören ülkeler.
herifçioğlu
Kızılan kimse hakkında zamir gibi kullanılan argo bir tabirdir.
hevamm
Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.
hisbe
Ecir, sevap.
İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi.
Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu.
hu
"O" mânasına zamir olup müstakil olarak "hüve" diye okunur.
hürriyet-i vicdan
Vicdan hürriyeti; kişinin, başkasına zarar vermemek şartıyla, inancını özgürce yaşayabilmesi.
huzre
Arka zahmeti.
ila / îlâ
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
imate-i vakt
Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.
imsak / imsâk
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
Oruca başlama zamanı.
Hapsetmek.
Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
Oruca başlama zamanı.
Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
El çekme, oruca başlama zamanı.
imsak vakti / imsâk vakti
Oruca başlama zamânı. Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit. Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar.
ina'
Yemiş toplama zamanı gelme.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
inna / innâ
(İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)
israf
Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.
istihkamat-ı hafife / istihkâmat-ı hafife
Harbde kısa zamanda yapılan sığınaklar.
ıtlal
Havâle olma, birşey üzerine yüklenme.
Boşu boşuna zaman geçirme, vakit öldürme.
ızrar-ı nas / ızrar-ı nâs
İnsanlara zarar verme.
ka'b / كعب
Aşık kemiği.
(Arapça)
Tavla zarı.
(Arapça)
Küp.
(Arapça)
kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz
Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.
kaziye-i nazariyye
Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.
keramet-i kevniye
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin
la / lâ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve
lağım
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
Kazurat ve çirkef sularının akmasın
lahza
Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
En kısa zaman, an.
An, en kısa zaman.
leh
Hakkında, onun için, onun faydasına veya zararına.
levs-ül katl
Birisini katletmekle müttehem olan şahısta, katlin nişânesi veyahut maktul ile aralarında zâhir bir düşmanlık bulunması gibi alâmet ve karineler.
lügaz
(Çoğulu: Elgâz) Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
Yaban fâresinin delikleri.
Yolcuya zahmet veren çapraşık yol.
Bilmece.
maarif
Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi.
Meharet. Üstadlık. Hüner.
Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
mansur / منصور
Tanrı'nın yardımıyla zafer kazanan.
(Arapça)
mebde-i cihad
Allah yolunda girişilen cihadın başlama zamanı.
metali'
Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler.
Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzeri
mevkit
(Çoğulu: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.
mevlid
Doğma. Dünyaya gelme.
Doğulan yer veya zaman.
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume.
mezheb taklidi
Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu
mikat / mîkat / ميقات
Buluşma yeri.
(Arapça)
Buluşma zamanı.
(Arapça)
mızya'
Malını çok harcayan kimse. Malını fazlaca zâyi eden adam.
muhill-i namus / muhill-i nâmus
Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.
mürcie
"Günâh işlemek insana zarar vermez. Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka.
nezib
Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses.
nimlahza
Yarım bakış. Gözucuyla bakış.
(Farsça)
Çok kısa zaman.
(Farsça)
perhiz
Sakınmak, çekinmek.
(Farsça)
Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak.
(Farsça)
Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.
(Farsça)
ra
İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana.
(Farsça)
rüşd
Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
Hayra isabet etmek.
Büluğa ermek.
İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
sakin / sâkin
Bir yerde veya zamanda oturup yaşayan, bulunan.
sayd
Av hayvanı yâni eti yenen hayvanların etleri için, eti yenmeyenlerin ise (domuz hâriç) deri ve diş gibi yerlerinden faydalanmak veya zararlarından emin olmak için avlanan hayvan.
selamün aleyküm / selâmün aleyküm
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.
seyahat-i cüz'iye
Kısa zaman içindeki yolculuk.
sütre
Perde. Örtü. Perdelenecek şey.
Namaz kılarken kıble cihetinde duvar ve sâir olmadığından, önden geçenlerin namaza zarar vermemeleri için, ön tarafa dikilen şey. (En az altmış cm. yükseklik)
sütut
Zulmet, karanlık.
İnsanlara zahmet verenler.
ta'dil
(Adl. den) Aslına zarar vermeden değiştirmek. Tebdil etmek.
Hafifletmek.
Doğrulaştırmak. Vasat hale koymak.
Aslına zarar vermeden değiştirmek, tadil etmek, tebdil etmek, hafifletmek, doğrulaştırmak.
tahtaha
Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.
taklid / taklîd
İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna
taksim-i gurama / taksim-i guramâ
Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek.
Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.
tarfetü'l-ayn
Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa zaman.
tariz / târiz
Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.
tavsim
Azalardan bir uzva zahmet vermek.
Kırmak.
Tenbellik.
tayyetmek
Atlamak; uzun mesafeleri kısa zamanda geçip gitmek.
tayyızaman
Bir zamandan birdenbire başka zamana geçmek.
te'cil
Başka zamana bırakma.
Acele etmeme. (Zıddı: Ta'cil)
tecil
Başka zamana bırakma, tehir, erteleme.
tevatür
Kuvvetli haber.
Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.
ücra
Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek "hücra" yazılması yanlıştır.)
(Farsça)
vakt-i kıraat
Okuma zamanı.
vakt-i nüzul
İnme zamanı, yağmurun yağma zamanı.
vasi
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
zaaf-ı din
Dini yaşamada zayıflık, gevşeklik.
zaaf-ı dine
Dini yaşamada zayıflık, gevşeklik.
zahib / zâhib
Gidici, giden.
Bir fikre veya zanna uyan, kapılan.
zaman-ı kasır
Kısa zaman.
zaman-ı kasir / zaman-ı kasîr
Kısa zaman.
zaman-ı kàsıra
Kısa zaman.
zaman-ı zuhur
Ortaya çıkma zamanı.
zat-ı ahar / zât-ı âhar
Diğer, başka zât.
zeman-ı vusul / zeman-ı vusûl
Varma zamanı.
zeval
Zail olma, sona erme.
Aşağılama, inme.
Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
cihat-ı erbaa
kimya
pençezen
erih
Iştigal
barekallah
Alat-ı lehv
Tekalif-i Hayati
Mubin
Aşuk
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
a za
Vard
huylu
kabzetmek
alanlar
CAGDAS
pera
Takribe
Biçilmez
çeşni