Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
a lâ
ifadesini içeren
71
kelime bulundu...
abd
Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
abülhayat-ı marifet / âbülhayat-ı marifet
Hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah'ı tanıtıcı bilgi.
adab / âdâb
(Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar,
ahra
Daha lâyık, daha münasib, en elverişli.
allame / allâme
İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.
basar
(Çoğulu: Ebsâr) Görme duygusu.
Kalble hissetme. Kalb gözü.
Gözün görmesi.
İdrak. Fikir.
İlm-i Kelâm'da: Kendi şânına lâyık bir vecih ile Cenab-ı Hakk'ın "görme sıfatı"dır. Kâinatta hiçbir şey O'nun görmesinden hâriçte kalamaz.
dar-ı şura-yı askeri / dâr-ı şura-yı askerî
1296 yılında lağvolunan bu yüksek askeri meclis 1253 yılının muharrem ayında kurulmuştu. 1259 tarihinde çıkarılan kanun ile vazifesi tesbit edildi. Askeri ve mülki ricâlden onbir daimi, altı tane ise geçici azası bulunan bu mecliste bir reis ve bir de müftü yer alıyordu.
derece-i hürmet
Hürmet ve saygıya lâyık mertebe, derece.
efdal
Daha faziletli, daha lâyık, daha iyi.
ehl-i sevap
Allah tarafından mükâfata lâyık görülenler.
eltaf
Daha lâtif. Daha hoş. Çok lâtif.
elyak / elyâk
Daha lâyık.
Daha münâsib. Daha lâyık.
Daha lâyık.
elzem
Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib.
Küçük parmaklı.
gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş
Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.
gıda
Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
Kuşluk vakti yenen yemek.
Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.
gudde
Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş.
hak
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
İslâmiyet.
Gerçek, doğru.
Alacak.
Pay, hisse.
Hâtır, hürmet.
İnsanı
haremeyn
Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ
hoşter
Daha lâtif, daha hoş.
(Farsça)
iftihar-ı mukaddes / iftihâr-ı mukaddes / اِفْتِخَارِ مُقَدَّسْ
(Allah'a layık) övünme.
ism
(İsim) Ad, nâm.
Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız.
Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır.
kàbil-i hitap
Muhatab olabilen, hitaba lâyık.
keffaret-i katl
Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.
keffaret-i yemin
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol
kemal-i liyakat / kemâl-i liyakat
Tam anlamıyla layık oluş.
kur'an-ı mecid / kur'ân-ı mecîd
Her şeyin üstünde şeref sahibi olan ve takdis ve senâlara lâyık olan Kur'ân.
lazım-ı eamm / lâzım-ı eamm
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ayrılmaya engel olana lâzım denir (matbaa ve kitap gibi; matbaa lâzımdır).
lisan-ı tesbih
Allah'ı tesbih eden, şânına lâyık ifadelerle anan dil.
lüsga
Söylerken rı'yı gayn'a veya lâm'a; ve sin'i te'ye kalbetmek.
makzuf
(Kazf. den) İftira edilmiş. Namusu hakkında lâf edilmiş.
Hazfolunmuş. Atılmış.
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
mübayenet-i lazime / mübâyenet-i lâzime
İki şey arasında lâzım olan zıtlık ve zorunlu olan farklılık.
muhatab ittihaz etmek
Karşısındakilerini dinleyen.
Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek.
Konuşmaya lâyık görmek.
müsebbih
Tesbih eden; Allah'ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan.
müşfikane
Şefkatle, merhametle. Müşfik olana lâyık surette.
(Farsça)
mütekellim-i alim / mütekellim-i alîm / مُتَكَلِّمِ عَل۪يمْ
Gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan Allah.
Her şeyi hakkıyla bilen, şânına lâyık konuşan (Allah).
namaz tesbihatı / namaz tesbihâtı
Namazdan sonra, Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.
nebiyy-i muhterem
Hürmete ve saygıya lâyık olan nebi, peygamber.
put
Allah'tan başka tapılan herşey.
Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.
refs
Edeb hârici söz söyleme.
Kadınlara lâf atma.
rızk
Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.
ruh-u behişti
Cennete ehil ve ona lâyık ruh.
şahnişin
Şahların oturmalarına lâyık yer.
(Farsça)
Evin sokak üzerine olan çıkmaları.
(Farsça)
sakare
Kâfir.
Koğucu, dedikoducu, nemmam.
Müstehak olmayana lânet eden.
Pekmezci.
şayan-ı hürmet / şâyân-ı hürmet
Saygı duymaya değer, saygıya layık.
şayan-ı teberrük / şâyân-ı teberrük
Bereketli ve mübarek olmaya lâyık.
şayanter
Daha lâyık, çok lâyık. Elyak.
(Farsça)
şevk-i mukaddes / شَوْقِ مُقَدَّسْ
(Allah'a layık) Mukaddes istek, arzu.
sıfat-ı zatiye / sıfât-ı zâtiye
(Sıfât-ı lâzime - Sıfât-ı vâcibe) Allah'ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlar.
Tecvidde: Harflerin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlarıdır.
sürur-u mukaddes / sürûr-u mukaddes / سُرُورِ مُقَدَّسْ
(Allah'a layık) Mukaddes sevinç.
taaddi / taaddî
Geçme, öteye geçme, saldırma.
Zulmetme, adaletsizlik.
Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
tekellümat-ı tesbihiye / tekellümât-ı tesbihiye
Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anan konuşmalar.
teleclüc
Söylerken şaşırarak ağzında lâkırdıyı karıştırarak söylemek.
Kımıldatmak. Hareket etmek.
Tereddüt.
tenzih / tenzîh
Allahü teâlâyı, şânına lâyık olmayan şeylerden, her türlü eksik ve noksanlıklardan uzak tutmak.
tesbih
Sübhânallah demek. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: Allah'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir.
Allah'ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.
tesbih eden
Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anan.
tesbih-i ilahi / tesbih-i ilâhî
Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.
tesbihat
(Tekili: Tesbih) Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) sıfatına lâyık ifadelerle yâdetmeler.
tesbihat-ı ahmediye
Peygamber Efendimizin Allah'ı şanına lâyık derin ifadelerle anması.
tesbihat-ı hususiye
Özel tesbihler; Allah'ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma.
tesbihat-ı mahsusa
Özel tesbihler, Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma.
tesbihat-ı uzma / tesbihât-ı uzmâ
Büyük, azim tesbihât bütün varlıkların Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anmaları.
tesbihhan / tesbihhân
Tesbih eden; Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anan.
vacib-ül-vücud / vâcib-ül-vücûd
Varlığı mutlaka lâzım olan Allahü teâlâ.
vahdet-i vücut
"Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzında, Allah'tan başka varlıkları âdeta inkar eden bir tasavvufî görüş.
vahdetü'l-vücud
"Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve varlık adını almaya lâyık değildirler" şeklinde bir görüş; Allah'tan başka varlıkları yok saymak.
vahdetü'l-vücud ehli
"Allah'ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık' adını almaya lâyık değiller" tarzındaki tasavvufî görüş sahipleri.
vahid-i hakiki / vahid-i hakikî
Eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allah.
vazife-i tesbihiye
Allah'ı övme ve şanına layık ifadelerle anma görevi.
vefa
Ahdinde, sözünde durma.
Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödeme.
Yetişme.
Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
yemin keffareti / yemîn keffâreti
Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret, cezâ.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
şerifeyn
sufiyye
şeriat-ı museviye
Şehremin
şeriat-ı iseviye
devr-i alem
ve hakeza
şeriat-ı fıtrıye
ihata
Hatsi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
a lâ
MAÇ
asâm
şerhe
şerefsadır
şeref sahibi
Ramak
Arş-ı alâ
Sarip
şenlendirme