REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ZİB ifadesini içeren 68 kelime bulundu...

aldatıcı fecr

  • (Bak. FECR-İ KÂZİB)

an / ân / آن

  • Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. (Farsça)
  • Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. (Farsça)
  • Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. (Farsça)
  • Alım, cazibe, hava. (Farsça)

aşk-ı kimyevi / aşk-ı kimyevî

  • Fıtrî meyil ve alâka. Kimyevî unsurlar arasında birbirlerine karşı olan cazibe ve birleşme meyelanları ki; birer İlâhi emir ve kanunlardır.Fransızcası: Affinite (afinite) dir.

aşkbazi / aşkbazî

  • Aşk oyunu. Sever görünmek. Aşk-ı kâzib. (Farsça)

azar

  • İncitme. Tâzib. Kırılma. Tekdir. Zulüm. Ukubet. (Farsça)

behreme

  • Saç ve sakalın kınayla boyanması.
  • Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
  • Hindlilerin ibadeti.

cazib

  • Çekici, cazibeli.
  • Hoş görünüşlü olup dikkati çeken.

cazibe

  • Çekme kuvveti.
  • Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. (Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)

cazibe-i i'caz / câzibe-i i'câz

  • Mu'cizeliğin cazibesi, çekiciliği.

cazibedar / câzibedâr / جاذبه دار

  • Çekici, câzibeli. (Farsça)
  • Cazibeli, çekici.
  • Çekici, cazibeli. (Arapça - Farsça)

cazibekarane / câzibekârâne

  • Cazibeli şekilde.

cezr

  • Kök, asıl, temel. Bünyâd.
  • Kesmek.
  • Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur.
  • Derya, deniz.
  • Arı kovanından bal almak.
  • Ay ve güneşin câzibesi te'siri ile deniz

cezzab / cezzâb / جذاب

  • Çekici, cazibeli. (Arapça)

dil-aviz

  • Câzib, çekici, gönle asılan. Gönlü asılı tutan, dilber. (Farsça)

dil-firib

  • Gönlü aldatan, câzibeli. (Farsça)

dilkeş / دلكش

  • Cazibeli, gönül çekici. (Farsça)

fecr

  • Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
  • Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak.
  • Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek.
  • Tekzib eylemek.
  • İsyan ve muhalefet eylemek.
  • Haktan sapmak. Meyletmek.
  • <

fecr-i sadık / fecr-i sâdık

  • Fecr-i kâzibi tâkibeden tam karanlıktan sonraki beyazlık. Sabah namazının ve orucun başlama vakti.
  • Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.

fettan

  • Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan.
  • Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın.

füsunsaz / füsunsâz

  • Büyüleyici, câzibedâr. (Farsça)

gamze-i fettan / gamze-i fettân

  • Câzibedar ve süzgün bakış.

gılale

  • (Çoğulu: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek.
  • Küçük kaftan zıbını.

hassa-i cazibedar / hâssa-i cazibedar

  • Cazibeli, çekici özellik.

hezb

  • (Çoğulu: Hizâb-Ehazıb) Yağmur damlası birbiri ardınca damlamak.

hunzeb

  • (Bak: HINZIB)

hunzüb

  • (Çoğulu: Hanâzıb) Erkek çekirge.

inaka

  • Aşırı güzelliği ve câzibedarlığı ile hayret verme.

incizab / incizâb / انجذاب

  • Cazibeye kapılma. (Arapça)

incizab-ı muhabbet-i şems-i ezel

  • Ezel Güneşi olan Cenâb-ı Allah'ın sevgisinin çekiciliği, cazibesi.

inzibati / inzibatî

  • Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı.

kazıb

  • (Çoğulu: Kavâzıb-Kızâb) Kesici, kesen.

kazib

  • (Çoğulu: Kuzıbân) Ağaç dalı.

kazibe / kâzibe

  • (Bak: KÂZİB)

kaziye-i mevhume

  • Man: Mâkul işler üzerine kuvve-i vâhimenin hükmeylediği kâzib kaziyyedir.

kimya-yı saadet

  • Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek.
  • İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.

kırzab

  • (Çoğulu: Karâzıbe) Keskin kılıç.
  • Hırsız.

künase

  • Süprüntü, zibil, çöp.

kuvve-i cazibe / kuvve-i câzibe

  • Kendine çekici kuvvet. Dünyanın câzibe, yani çekme kuvveti.

merzuban

  • (Çoğulu: Merazibe) Mecusiler reisi.

mi'zab

  • (Çoğulu: Meâzib) Dam oluğu.

mıknatıs

  • yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
  • Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne

milzab

  • (Çoğulu: Melâzib) Aşırı derecede cimri, pek hasis.

mirzab

  • (Çoğulu: Merâzib) Ululuk.
  • Uzun ve büyük gemi.

mirzebe

  • (Çoğulu: Merâzib) Tokmak.

mizab

  • (Çoğulu: Meâzib) Oluk, su yolu.

muazzib

  • Ta'zib edin, azapla eziyet veren.

mubassır

  • Gözetici, bekleyici, bakıcı.
  • Eskiden gümrüklerde muhafaza memuru ve mektebte talebenin inzibatına bakan memur.

müeyyed

  • Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.

muhazzab

  • Boyanmış, tahzib olunmuş.

mükezzib

  • Tekzib eden. Yalanlayan, yalan çıkaran.
  • Tekzib eden, yalanlayan.

müteazzibin / müteazzibîn

  • (Tekili: Müteazzib) Evlenmeyenler, bekâr kimseler.

mütehatir

  • Birbirini yalanlayan, tekzib eden.

nezab / nezâb

  • (Bak: NEZİB)

şagzebiyye

  • (Çoğulu: Şegâzib) Ayak bağlamak.

şahne

  • İnzibat memuru, emniyet memuru.

sevim

  • Sevme.
  • Câzibe.

şıhne / شحنه

  • Emniyet memuru. İnzibat memuru.
  • Güvenlik görevlisi, inzibat görevlisi. (Arapça)

sühre

  • Seher vaktinin evveli.
  • Fecr-i kâzib zamanı.

ta'zibat / ta'zibât

  • (Tekili: Ta'zib) Eziyetler, tâzibler, azablar.

ta'zir-i te'dib

  • Âkıl bâliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun yaptığı bir suçtan dolayı hakkında te'dib ve ta'zib maksadıyla yapılan ta'zirdir.

tahzib

  • (Hizb. den) Takım haline getirmek. Hizibleştirmek. Gruplaştırmak.

tefnid

  • Tekzib etmek, yalanlamak.
  • Zayıflatmak.
  • Aciz etmek.
  • Korkutmak.

tekzib / tekzîb / تكذیب

  • Yalanlama. (Arapça)
  • Tekzîb edilmek: Yalanlanmak. (Arapça)
  • Tekzîb etmek: Yalanlamak. (Arapça)

unzub

  • (Çoğulu: Anâzıb) Erkek çekirge.

vedud

  • Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)

zabu'

  • (Çoğulu: Zıbâ) Sırtlan.

zebzeb

  • (Çoğulu: Zebâzib) Adam zekeri.

zeyb

  • (Bak: Zîb)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın