Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Zayif
ifadesini içeren
380
kelime bulundu...
a'cef
İnce, zayıf.
abd-i aciz / abd-i âciz
Allah'ın âciz ve zayıf kulu.
acafet
Zayıflık. Çelimsizlik.
aceze
(Tekili: Âciz) Âcizler.
Düşkünler, zayıflar.
aciz / âciz
Gücü yetmeyen, güçsüz, zayıf.
acizan / âcizân
(Tekili: Âciz) Âcizler, beceriksizler, zayıflar, güçsüzler.
agtaş
Karanlık.
Zayıf gözlü.
ahfeş
Küçük gözlü, zayıf bakışlı.
Yalnız gece gören kimse.
Üç büyük Arab âliminin lâkabı.
Bulutlu günde görüp bulutsuz günde görmeyen.
akzem
Zayıf.
aliz / alîz / âlîz
Cılız, zayıf.
Alihten veya Aliziden fiilinden emirdir. İsm-i fâili Alizende Türkçedeki mânası: Zayıf, cılız.
(Farsça)
Farsçada: Hayvanın ürküp sıçraması, çifte atması, huysuzluk edip sıçramasına denir.
(Farsça)
ameş
Gözü zayıf olan, gözü yaşlanıp durmadan akan.
aşebe
Zayıflığından gövdesi kurumuş olan yaşlı kimse.
Büyük azı dişi.
Küçük adam.
aşş
Zayıf adam.
Az, kalil.
Kuş yuvası.
aşşe
Yaprağı uzun ve ince olan hurma ağacı.
Zayıf vücutlu, uzun boylu kadın.
avca
(Müe.) Eğri. Şaşı.
Yay. Kavs.
Arık, zayıf deve.
ba'l
(Çoğulu: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı.
Karıkocadan herbiri.
Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer.
Hayret.
Zaaf, zayıflık.
bac / bâc
Vergi.
(Farsça)
Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi.
(Farsça)
Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi.
(Farsça)
Renk.
(Farsça)
Çeşit.
(Farsça)
baliye
Zayıf ve çürümüş olan şey.
batş
Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.
becbac
Semiz, besili.
Zayıf kimse.
bel'ak
Yaşlı, zayıf.
Bir hurma cinsi.
berd
Soğuk. Soğukluk. Soğutmak. Noksan hararet.
Ölmek.
Soğuk su ile gusletmek.
Uyumak.
Sabit olmak.
Zayıf olmak.
Bir şeyi eğelemek.
Sürme çekmek.
Söğmek.
Tutya, çinko.
bi-mecal / bî-mecal
Mecalsiz, halsiz, dermansız, zayıf.
(Farsça)
bistuh
Beceriksiz, âciz. zayıf, cılız kimse.
(Farsça)
cihet-i zaaf
Zayıflık yönü.
cirşab
Hasta olduktan sonra zayıflayıp gövdede çıban çıkmak.
cism-i nizar / cism-i nizâr
Zayıf vücud.
cüfur
Zayıf olmak.
cuham
İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık.
da'da
Aklı ve fikri olmayan kişi.
Her nesnenin zayıfı.
da's
Titremek.
Zayıf olmak, zayıflamak.
daele
Zayıf ve ince olmak.
Hor ve zayıf olmak.
dafate
Ayağa giydikleri bir cins pabuç.
Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak.
Bir oyun çeşidi.
dail
Arık, zayıf, küçük hacimli.
damir
Zayıf, ince.
danık
(Çoğulu: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı. (Her kırat beş arpa ağırlığıdır.)
Zayıf düşkün davar.
dara'
Zayıf. Zelil, hakir.
Muti, itâat eden, boyun eğen.
daraa
Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak.
Emre uymak, muti olmak.
Zayıf ve zelil olmak.
davy
Arıklık.
Zayıflık.
dü'bub
Zayıf nesne.
Çirkin huylu, kısa boylu kimse.
Kolay yol.
Uzun at.
Karınca nevinden bir nev.
Hububattan bir cins.
du'k
Zayıf adam.
dumr
Zayıflık.
Hafiflik.
dumur
Büyüyüp gelişememek. Zayıflıktan, hayvanların karnının içeri çökmesi.
dun / dûn
Aşağı, alçak. Kolay. Zayıf. Gölgeli. Aşağılık. Altta, aşağıda.
durr
Zayıflık. Hâli yaramaz olmak.
efekk
Zayıflıktan dolayı omuzu mafsaldan ayrılmış olan kimse.
efin
Çürük ceviz.
Zayıf fikirli ahmak kimse.
ehadis-i sahiha / ehâdis-i sahiha
Sahih hadisler; uydurma veya zayıf olmayan hadisler.
elves
Zayıf kimse.
Ahmak kimse.
engiştal
Hasta ve zayıf kimse. Dermansız, bî-derman kişi.
(Farsça)
er'as
Zayıflığından veya yorulduğundan dolayı yab yab yürüyen kişi.
ersah
Uylukları etsiz, zayıf (adam).
Kurt.
eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild
esrik
Sarhoş, mest.
Azgın, kızgın.
Zayıf, hasta, hâlsiz, dermansız, tâkatsiz.
etnoloji
yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı
evhen
En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.
ez'af
Çok zayıf, en zayıf.
ez'af-ı nas / ez'af-ı nâs
İnsanların en zayıf olanı.
ez'af-ül ibad
Kulların en zayıf olanı.
ez'afü'l-ibad / ez'afü'l-ibâd
Kulların en zayıfı.
fadır
(Çoğulu: Füdr) Zayıf.
Âciz, güçsüz.
Yaşlı dağ keçisi.
fedir
Akılsız, ahmak kimse.
Zayıf ve âciz kimse.
felces
Haris kimse.
Baldırı ve mak'adı zayıf olan kadın.
fened
Yalan söz.
İhtiyarlıktan dolayı aklın zayıflaması.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
fetret
Uyuşukluk, zayıflık.
Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
feyyil
Zayıf hüküm.
fütur / fütûr
Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, endişe.
gabane
Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması.
gabavet / gabâvet
Anlayıştaki kıtlık, zayıflık.
gaben
Rey ve tedbirin zayıf ve eksik olması.
gamız
Anlaşılmaz, anlaşılması güç.
Kapalı ve karışık söz.
Çukur yer.
Zayıf kişi.
gamize / gamîze
Akıl zayıflığı, ahmaklık, geri zekâlılık.
gamtaş
Gözü zayıf gören.
garan
Tavşancıl kuşunun erkeği.
Açlık.
Zayıflık.
gasase
(Gasis-Gususe) Davarın zayıf olması.
Sözün boş ve faydasız olması.
Yaradan irinin akması.
gass ü semin
Fakir ve zengin. Zayıf ve semiz.
gataş
(Çoğulu: Agtaş) Karanlık.
Devamlı su akan gözdeki zayıflık.
gücük
Kuvvetsiz, zayıf, gevşek.
guss
Leîm, zayıf adam.
Bir şeyi beğenmeyip ayıplamak.
hadba'
(Çoğulu: Hudeb) Kalçaları sıyrılıp çıkan zayıf dişi deve.
hadisin meratibi / hadîsin merâtibi
Hadîsin mütevatir, sahih, hasen zayıf gibi dereceleri.
hafeş
Gözün küçük olması ve görme kuvvetinin zayıf olması. (Öyle kişiye "ahfeş" derler.)
hamec
Zayıflık.
hanis / hanîs
Zayıflık, gevşeklik.
hara'
Süstlük, zayıflık.
haraz
Tasadan veya aşktan dolayı zayıflayan.
hariset / harîset
(Çoğulu: Harâyis) Zayıf deve.
haser
Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması.
hasıf
Zayıf.
hasir / hasîr
Feri gitmiş, donuklaşmış göz.
Hasret çeken. Meramına nail olamayan.
Yorulmuş.
Açılmış.
Zayıf.
hasl
Zayıflık.
hatem
Kırılmış olan şey.
Hayvanın çok yaşamaktan dolayı zayıf olması.
havebe
Zayıf adam.
haver
Zayıf olmak.
Yumuşak, çukur yer.
Denize suyun akıp döküldüğü yer.
havkale
(Çoğulu: Havâkıl) İhtiyar, zayıf, kuvvetsiz ve çelimsiz adam.
Hızlı yürüme.
hayal-i fener
Sihirbaz feneri denilen ve resimli camları olan ve bu resimleri duvara aksettiren fenere benzer bir âlet.
Mc: Son derece vücutça zayıf olan kimseler için kullanılır.
hayat-ı zaif
Zayıf hayat.
hayvan-ı zayıf ve aciz / hayvan-ı zayıf ve âciz
Güçsüz ve zayıf hayvan.
hayvanat-ı zalime / hayvanat-ı zâlime
Güçsüz ve zayıflara zulmeden hayvanlar, zâlim hayvanlar.
hebit
Zayıf, ince deve.
hebt
(Hübut) İniş. Aşağı inme.
Aşağı indirme. Bir yere inip konmak.
Nüzul, illet, maraz.
Zayıflama.
Bir memlekete birisini dâhil ettirmek.
Eksiltmek.
Kötü bir hale uğratmak.
hedd
Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek.
Zayıf ve korkak.
heman
İnce zayıf süngü.
Huysuz ve kötü insan.
hemece
Zayıf koyun.
heri'
Acele, sür'at.
Akıcı kan.
Korkak kimse.
Zayıf kimse.
hevaya
Zayıflık.
hezil / hezîl
Zayıf, arık. Bitkin.
hidbar
(Çoğulu: Hadâbir) Zayıflığından arkasında eti kurumuş deve.
hıff
Hafif, zayıf nesne.
hıffe
Yeynilik.Hafiflik, zayıflık.
hikal
Zayıflık, süstlük.
hıra
Zayıf, cılız.
Küçük, ufak.
hirta
(Çoğulu: Hırâ) Zayıf dişi koyun.
hıvkal
Zayıf olmak, zayıflamak.
hüdüd
Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak.
Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek.
hükumet-i zaife / hükûmet-i zaife
Zayıf hükûmet.
hülas
Zayıf davar.
humud
Düşme. Zayıflama.
Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
Bayılmak ve kendini kaybetmek.
Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
hurkuf
Zayıf davar.
hüzal
Zayıflık, bitkinlik.
hüzul
Arıklık, bitkinlik, zayıflık.
i'caf
Devamlı olarak hastaya bakma.
Zayıflatmak.
ıd'af
Zayıf etmek, zayıflamak.
Muzaaf etmek, fazlalaştırmak. İki kat yapmak.
ıdna'
Hastalığın hastayı zayıflatması.
idrihmam
İhtiyarlıktan dolayı zayıflayıp iş yapamamak.
ihale
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
Zayıf addetmek.
Muhal söz söylemek.
ihan
(Vehn. den) Bir kimseyi zayıf, kuvvetsiz tutma. Güçsüzlendirme.
Hor görme, tahkir etme.
ihfa
Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek.
Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
ihtiyar-ı cüz'i / ihtiyar-ı cüz'î
(İhtiyar-ı cüz'iye) İnsanın küçücük ihtiyarı, iradesi. Pek az, zayıf ihtiyar.
ina
Geciktirme, alıkoyma, zayıf düşürme.
inhaf
İnceltme, zayıflatma.
inhirat
Bilmediği bir işe danışmadan girişme.
Zarar verme, ziyana sokma.
İpliğe boncuk dizme.
Beden çelimsizlenip zayıflama.
Bir yola süluk etme, girme.
inkıhal
Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.
intihak
Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme.
İşe yaramaz bir hale sokma.
intikah
İyi bir haber veya söz işitip sevinme.
Zayıflama, kuvvetsizleşme.
irade-i cüz'iyye
Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
ism-i nur
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamına gelen Allah'ın Nur ismi.
istiz'af / istiz'âf / استضعاف
(Za'f. dan) Zayıf ve âdi görme, küçümseme.
Zayıf düşürme, zayıf görme.
(Arapça)
ız'af
Bir şeyin üstüne bir misli koyma.
Zayıflama.
iz'af
Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek.
İki kat etmek. İki misline çıkarmak.
ız'af / ız'âf / اضعاف
Zayıf düşürme, zayıflatma.
(Arapça)
iz'af / iz'âf / اضعاف
Zayıflatma.
(Arapça)
ka'ka'
Korkak, zayıf kişi.
kaba'ser
(Çoğulu: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu.
Deniz canavarlarından bir canavar.
kabba
İnce belli, zayıf kadın. (Müz : Akbeb)
kadid / kadîd
Kurutulmuş et.
Pek zayıf, kuru ve çelimsiz insan.
Etleri dökülmüş olup yalnız kemikten ibaret olan gövde. İskelet.
kafer
Zayıf ve etsiz olmak.
kapris
Geçici heves. Maymun iştahlılık. İnsanın zayıf tarafı. Evham.
kaş'
(Kış') Şaşkın ve ahmak adam. Zayıf adam.
Açmak.
Gidermek. Dağıtmak.
Kuru deri. Deriden olan çadır.
Hamam pisliği.
Deriden yapılmış döşek.
Balgam.
kaşvan
Zayıf erkek.
kazf
(Çoğulu: Kızâf) İncelik, zayıflık.
kehkah
Zayıf erkek.
kelal / kelâl
Yorgunluk. Bitkinlik. Usanç.
Göz nuru zayıf olmak, yorgun olmak.
kelul
Kütelip kesmez olmak.
Göz nuru zayıf olmak.
Çocuğu ve anası olmayan şahıs.
kem-bidaa
Sermayesi az.
(Farsça)
Bilgisi zayıf, câhil. Az okumuş.
(Farsça)
kemal-i acz ve zaaf
Tam bir acizlik ve zayıflık hâli.
kemal-i zaaf / kemâl-i zaaf / كَمَالِ ضَعَفْ
Tam bir zayıflık.
kemal-ı zaaf ve acz / kemâl-ı zaaf ve acz
Tam bir zayıflık ve güçsüzlük.
kett
Zayıf vücutlu kimse.
Mal kazanıp yığan.
kısl
Zayıf kişi.
kiyae
Zayıflık.
Korkaklık.
kusa
Zayıflık.
Nâhiye.
lagar / lâgar / لاغر
Cılız ve zayıf hayvan.
(Farsça)
Zayıf, cılız.
(Farsça)
lagari / lagarî
Cılızlık, zayıflık.
(Farsça)
lagb
Zahmet, meşakkat.
Güve yemiş kuş kanadı.
Zayıf adam.
laşe
Cife. Kokmuş et parçası.
Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
Zayıf ve cılız hayvan.
Mc: Kıyıda
lasg
Kemik üstündeki derinin zayıflıktan kuruması.
legabe
Hamâkat, ahmaklık.
Zayıflık, zaaf.
legub
Fikri, re'yi zayıf olan. Ahmak.
lehaa
Zayıflıktan dolayı âzâların sülpük ve sarkık olması.
lehib / lehîb
Eti az deve, zayıf deve.
lehle
Süst ve zayıf nesne.
Seyrek dokunmuş bez.
Fusaha indinde makbul olmayan şiir ve söz.
lekik / lekîk
(Çoğulu: Likâk) Zayıf ağaç.
Kemik aralarında olan et.
levs
Pislik, murdarlık. Kir.
Zor. Kuvvet.
Tam olmayan, zayıf beyyine.
Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
Deprenmek.
Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
Cerâhet, yara.
lüvse
Zayıflık.
Eğlenmek.
İsabet etmek.
ma'şuş
Zayıf ve cılız adam.
mahmasa
Azlık.
Açlıktan zayıf düşme.
main mehin
Zayıf, hakir su.
Meni.
maz'uf
Zayıf ve cılız. Zayıflamış.
medl
Zayıf, yeyni kimse.
medş
Elin zayıf olması. Elin eti az ve siniri sarkmış olması.
mefafun
Aklı ve fikri zayıf olan.
mehanet
Küçültme. Küçük görülme.
Hor ve zelil olmak. Zayıf ve zebun olmak.
Tedbiri azca olmak.
mehbut
Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan.
mehin / mehîn
Hor ve hakir. Zayıf. Zebun.
Az şey.
Rey', fikir ve tedbirde temyizi zayıf, ahmak.
mehzul
Düşkün. Zayıf. Arık.
memşuk
Yazılmış olan, meşkolunmuş.
Uzun boylu zayıf at.
menhus
Zayıf, etsiz.
menin
Toz.
Zayıf kişi.
Zayıf ip.
menn
Nimet vermek. İyilik etmek.
Minnet.
Rıza.
Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek.
Kesmek.
Zayıf etmek.
Ettiği iyiliği başa kakmak.
İki batman ağırlık.
Kudret helvası.
merehan
Sevinç, ferah, sürur.
Zayıf olma.
Fâsid olmak.
Kurumak.
mesha'
İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük.
Ufak taşlı, otsuz düz yer.
Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın.
Uylukları ince ve zayıf olan kadın.
meslut
Mağlub. Yenilmiş.
Zayıf, cılız, arık.
metruk
Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.
mevahıf
Zayıf deve.
mevhun
Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse.
mezbul
Solmuş çiçek.
Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.
mezheb-i zaif
Zayıf mezhep, yol.
mezil
Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan.
Ayağı uyuşmuş.
Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan.
Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.
mi'zal
(Çoğulu: Meâzil) Zayıf ahmak adam.
Silâhsız kimse.
Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse.
mincab
Zayıf kimse.
Yeleği ve temreni olmayan ok.
mısva
Uylukları zayıf ve etsiz olan kadın.
mubattın
Kin tutan, hased eden.
Karnı zayıf ve içine çökük olan.
mübattın
Zayıf karınlı kimse.
mücessele
Zayıf kadın.
müdnef
Hastalıktan dolayı zayıflamış olan.
muhin
Zayıflatan, hor ve hakir eden. İhanet eden.
muhnak
(Çoğulu: Mehânik) Zayıflamış davar.
muhrenşim
Azametli, kibirli kimse.
Zayıf ve rengi değişmiş kişi.
mühtelis
Zayıflamış, düşkünleşmiş.
mukavere
Zayıflamak.
mukvere
İnce, zayıf kadın.
mumya
Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu.
(Farsça)
Çok zayıf (kimse).
(Farsça)
mütetahtıh
Görmesi zayıf olan.
müvahene
Süstlük, zayıflık.
müzlec
Zayıf ve kaypak nesne.
müzmen
Müzmin hale gelmiş.
Mc: Halsiz düşmüş, dermansız kalmış, zayıflamış.
müztaz'if
(Za'f. dan) Zayıf gören.
müzzemmil
Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce
na-tuvan
(Nâtüvân) İktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çâresiz.
(Farsça)
na-tuvani / na-tuvanî
Güçsüzlük, zayıflık, kuvvetsizlik.
(Farsça)
nabız-aşna / nabız-âşnâ
Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen.
(Farsça)
nahafet
Zayıflık, arıklık, cılızlık.
nahif / nahîf / نَح۪يفْ
Çelimsiz, zayıf, ince. Arık.
Çelimsiz, zayıf.
Çelimsiz, zayıf.
nahife / nahîfe / نَح۪يفَه
Zayıf, nazik, ince.
Çelimsiz, zayıf (hanım).
nahil
(Nâhile) Zayıf, arık, ince.
nahş
Zayıflamak.
naif
Zayıf, cılız.
nakih
(Nekahet. den) Hastalıktan yeni kurtulmuş olup henüz zayıf olan kimse.
narin
İnce, zayıf, nazik.
(Farsça)
İç oda.
(Farsça)
natüvan / nâtüvan / nâtüvân / ناتوان
Güçsüz, zayıf.
Güçsüz, zayıf.
(Farsça)
nazenin
İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı
(Farsça)
ne'nee
Zayıflık.
necnece
Geriye döndürmek.
Engel olmak, men'etmek. Bir nesneyi aşağı getirmek.
Zayıf etmek, zayıflatmak.
nehafe
Zayıflık.
nehif
Zayıf.
nehk
Zayıf etmek, zayıflatmak.
Eskitmek.
Mübâlağa etmek.
nekahet
Hastalıktan sonraki zayıflık.
nihaf
(Tekili: Nahif) Cılız, zayıf kimseler.
niks
Ters doğan çocuk.
Zayıf ve cılız adam.
nizar
Zayıf, arık, düşkün, bitkin.
nizaret
Zayıflık, arıklık.
(Farsça)
nızv
(Çoğulu: Nuzuv, Enzâ') Gitmek.
Sebkat etmek.
Kesmek, kat'etmek.
Çekip çıkarmak.
Bırakmak.
Zayıf deve.
Eski elbise.
nuhul
Zayıflık, arıklık.
nühul
Arık, zayıf olmak.
Arılar. Bal arıları.
nükke
Zayıflıktan dolayı sesi çıkmayan deve.
nur ism-i azimi / nur ism-i azîmi
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın büyük ismi.
nur ism-i celili / nur ism-i celîli
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın yüce ismi.
nuru'l-envar / nuru'l-envâr
Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.
pir-i fani / pir-i fanî / pîr-i fânî
Pek yaşlı, zayıf adam. Dünyayı terketmiş ihtiyar.
Pek yaşlı ve zayıf adam, dünyayı terk etmiş ihtiyar.
radib
Zayıf yağan yağmur.
Sidre ağacından bir cins.
rahin
Rehin veren, malını rehine koyan.
Sâbit, dâim, devamlı.
Devenin ve adamın zayıfı.
rakik ü nizar / rakik ü nizâr
İnce ve zayıf.
raum
Burnundan sümükleri akan zayıf hasta koyun.
recac
Her şeyin zayıfı.
rehket
Güçsüzlük, kuvvetsizlik, zayıflık.
rehyat
Acizlik.
Zayıflık, süstlük.
Bir dengi birinden ağır etmek.
rekaket
Kekeleme, dil tutukluğu.
Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak.
Zayıf ve ince olmak, yufka olmak.
El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak.
Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.
rekik
Dili tutuk, kusurlu, peltek.
Rey ve idraki zayıf olan.
Gayret ve namusu olmayan.
Zayıf, kuvvetsiz.
renf
(Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.
resh
Âcizlik, zayıflık.
Uyluk etleri az olmak.
rezaz
Zayıf yağan yağmur.
rihve-i mehmuse harfleri
"Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.
ru'bub
Zayıf, korkak kişi.
rüyuh
Zelillik, horluk, hakirlik.
Zayıflık.
rüzah
Davarın çok zayıf olması.
rüzam
Davarın çok yorulup zayıflaması.
sa'v
Duymak. İşitmek.
Zayıf adam.
Serçeden küçük bir kuş.
sadaga
Zayıflık.
sadig
Zayıf.
sahafet
Zayıflık, bozukluk.
Hafiflik.
sahe
İnce ve zayıf deve.
sahfe
Zayıf akıllılık ve az fikirlilik.
sahif
(Sahâfet. den) Zayıf akıllı. Az fikirli kimse.
Gevşek dokunmuş. Boş.
sahime
Zayıf dişi deve.
şasif
Kuru ve zayıf.
şazib
(Çoğulu: Şüzeb) Zayıf, ince belli davar.
Katı yer, sert arazi.
se'd
Zayıf yağan yağmur.
Yaz gecelerinde olan rutubet.
Boğaz ıslatan her cins nesne.
şecze
Zayıf yağan yağmur.
şefşefe
Zayıflatmak.
Hareket ettirmek, depretmek.
Karışmak.
şekva
Şikâyet, âciz kaldığını ve zayıflığını haber vermek.
Su kabının ağzını açmak.
semadir
Sarhoşluk vaktinde veya uyku geldiğinde göze ârız olan zayıflık.
şenun
Aç. Ne zayıf, ne semiz olan deve.
seres
Zayıf endamlı.
sertiye
Zayıf vücutlu, ahmak adam.
seva
Mukim olmak, ikamet etmek, oturmak.
Zayıf olmak.
şiddet-i zaaf
Zayıflığın şiddeti.
şıkşaka
(Çoğulu: Şekâşık) Devenin ağzında olan dağarcığı. (Ağzından çıkarıp kükretir.)
Zayıf, yaşlı kimse.
Uzun ince çubuk.
Ağzın çevresi.
sill
Bir çıban.
Sırtmadan zayıflamak. Erime.
Verem.
şüfuf
Zayıf olmak.
sühal
Çocuk doğunca beraber çıkan su.
Zayıf adamlar.
suhf
Akıl ve fikrin zayıf olması.
sümame
(Çoğulu: Sümâm) Bir zayıf ot.
Cem etmek, toplamak, biriktirmek.
suret-i zaife-i vahiye / suret-i zaife-i vâhiye / sûret-i zaife-i vâhiye
Zayıf ve esassız görüntü.
Hakikatsız, saçma sapan zayıf suret ve vesvese.
Zayıf ve yıkılmaya mahkum görüntü, şekil.
şüsub
Atın ince ve zayıf olması.
Şiddet.
ta'rik
Şaraba biraz su katmak.
Kovayı doldurmak.
Terletmek.
Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.
tad'if
İki kat yapmak.
Çoğaltmak.
Zayıflatmak.
tadci'
Süstlük etmek, zayıflamak.
tahmin
(Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
tahric / tahrîc
Çıkarma, meydana koyma; hadîs-i şerîflerin kaynağını, nasıl geldiklerini, kimlerin naklettiklerini, sahih ve zayıflık gibi derecelerini bulup gösterme, bildirme işi.
tahtaha
Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.
tahtit
Zayıflık.
Kurmak.
Pare pare etmek, parçalamak.
taksir
(Kasr. dan) Kısaltma, kısma.
Kusur, hata, kabahat, suç. Günah.
Bir işi eksik yapma.
Bir şeyi yapabilir iken yapmama.
Zayıflatmak, süstlük etmek.
Geri kalmak.
talah
Yorulmak, zayıflamak.
tarayyuh
Zayıflık, süstlük.
taşr
Zayıf yağan yağmur.
tasy
Sütü ve suyu çok içmekten dolayı vücudun ağırlaşması.
Süst olmak, zayıflamak.
taz'if / taz'îf / تضعيف
İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak.
Zayıf addetmek.
Zayıf düşürme.
(Arapça)
İki kat yapma.
(Arapça)
tednih
Zayıf görüş.
Oturmak, ikamet etmek, mukim olmak.
tefnid
Tekzib etmek, yalanlamak.
Zayıflatmak.
Aciz etmek.
Korkutmak.
teftir
(C. Teftirat) Bıkkınlık verme. Fütur verme. Usandırma.
Zayıf etmek, zayıflatmak.
Naksetmek, eksiltmek.
tefyil
Bir kimsenin bir kimseye "fikrin zayıf" demesi.
tehellüs
Zayıflamak.
tehzil
(Çoğulu: Tehzilât) Zayıflatma.
Alaya alma. Alay şekline sokma.
tela'lu'
Açlıktan zayıflamak.
Küçük olmak.
temriz
(Maraz. dan) Zayıf gösterme.
teneccüc
Çok olmak.
Zayıflamak, süst olmak.
Aşağı gelmek.
Geniş yer tutmak.
tenük
Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf.
(Farsça)
İnce, rakik, nârin.
(Farsça)
Az, hafif.
(Farsça)
Yumuşak.
(Farsça)
tenvik
(Deve) Zayıflamak.
tera'buz
Noksan etmek.
Zayıflatmak.
terkik
Zayıflatma. Lisanı veya ibareyi kusurlu ve bozuk kullanma.
ternik
Bir nesneye bakıp durmak.
Gözün zayıflaması.
tesavük
Yürek zayıflığından eğilip sendelemek.
teskir
(Sekr. den) Sarhoş etme.
Gözü kamaştırıp görmesini zayıflatmak.
tevhin
(Vehn. den) Zayıf kılmak, zâfiyete duçâr eylemek veya edilmek.
Zayıfa nisbet etmek veya edilmek.
tevil-i zayıf
Zayıf yorum.
tılh
(Çoğulu: Tılâh-Talâyıh) Zayıf.
Yorulmuş.
Geç gelmek.
tımle
Zayıf kadın.
turmus
Zayıf.
Kül içinde pişen ekmek.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
ünah
Süstlük, zayıflık.
vahin
Zayıf kimse.
vasi / vasî
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
Çocuk, yetim, hasta, deli gibi zayıf kimselerin mal ve işlerini idare eden görevli.
vegf
Görme zayıflığı.
vehm
İnsanın kalbinde bir şey hakkında iki ihtimâlden az, zayıf olanı.
vehn
Gevşeklik, kuvvetsizlik.
Zayıf.
Gövdesi kalın ve kısa adam.
Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman.
vehnane
Zayıf kadın.
vekel
Zayıf adam.
vena
Gevşek.
Zayıf.
Hâlsiz olmak.
venn
Zebunluk, zayıflık, zaaf.
Çengilerin ve köçeklerin parmaklarıyla çaldıkları çalpara.
vesn
Hafif.
Uyku.
Uyku anında aklın gitmesi.
Uykudan dolayı kişiye ârız olan zayıflık.
vüşul
Mal azlığı.
Zayıflık.
za'f / ضعف
Zayıflık, güçsüzlük.
Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
Zayıflık, zaaf.
(Arapça)
Za'f gelmek:
Zayıflamak.
(Arapça)
za'f-ı fakr
Fakirliğin verdiği zayıflık.
za'f-ı iman
İman zayıflığı.
za'fi / za'fî / ضعفى
Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair.
Zayıflıkla ilgili, zaaf ile ilgili.
(Arapça)
za'fiyet
Zayıflık.
za'fiyyet / ضعفيت
Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük.
Zayıflık, zafiyet.
(Arapça)
zaaf / ضعف / ضَعَفْ
Zayıflık, güçsüzlük.
Zayıflık.
Zayıflık.
Zayıflık.
zaaf-ı akide
İnanç zayıflığı.
zaaf-ı asab / zaaf-ı âsâb
Sinirlerin zayıflığı, hastalığı.
zaaf-ı din
Dini yaşamada zayıflık, gevşeklik.
zaaf-ı dine
Dini yaşamada zayıflık, gevşeklik.
zaaf-ı diyanet
Dinde zayıflık, gevşeklik gösterme.
zaaf-ı iman
İman zayıflığı.
zaaf-ı ittisal
Bir hadis veya haberi Peygamber Efendimizden (a.s.m.) aktaranların isim listesi demek olan seneddeki bağlantı zayıflığı.
zaaf-ı kalb
Kalb zayıflığı.
zaaf-ı milliyet
Milliyetin zayıflığı, güçsüzlüğü.
zaaf-ı mutlak
Son derece zayıflık.
zaafiyet
Zayıflık, güçsüzlük.
Zayıflık.
zaf / zâf
Zayıflık, kuvvetsizlik.
zafiyet / zâfiyet
Zayıflık.
zagzag
Zayıf nesne.
zaif / zaîf / zâif / ضعيف
Zayıf, güçsüz.
Güçsüz, zayıf.
Zayıf olan.
Zayıf, güçsüz.
(Arapça)
zaif-i kavi / zaif-i kavî
Zayıflığında kuvvet bulunan.
zaif-i mutlak
Son derece zayıf.
zaife / zâife
Zayıf.
Zayıf, güçsüz.
zaifem / zaîfem / zâifem
Zayıfım.
Zayıfım, güçsüzüm.
zaifü'l-akide
İmanı zayıf.
zaifü'l-itikad
Zayıf inançlı.
zar
İnleyen, sesle ağlayan.
(Farsça)
Zayıf, dermansız.
(Farsça)
zat-ı nuru'l-envar / zât-ı nuru'l-envâr
Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.
ze've
(Çoğulu: Ze'vât) Zayıf koyun.
zebun
Zayıf, güçsüz, âciz.
(Farsça)
Alışverişte aldanan.
(Farsça)
zebuni / zebunî
Zayıflık, güçsüzlük, âcizlik.
(Farsça)
zekk
Zayıf.
Yürürken adımların birbirine yakın olması.
zelilane / zelîlâne
Zayıflık içinde, horlanarak.
zıll-i zaif / zıll-i zâif
Zayıf gölge.
zıll-i zalil / zıll-i zalîl
Gölgenin gölgesi, zayıf gölge (güneşin aynadaki görüntüsüne "güneşin gölgesi" denir).
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ṣane
Giriban
Mekîn
zad-ı ahiret
hasbe'l
marziyat-ı ilahiye
mercu
dîn
Allahu teala
takdire şayan
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Zayif
diken
Gönül
Kök
Yükseklik
Zam
dûr olmak
hâfız
Vadedilen
azimli