REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Zama ifadesini içeren 1128 kelime bulundu...

"icl" meselesi

  • Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.

a'lem-i ulema-i zaman / a'lem-i ulemâ-i zaman

  • Zamanın en iyi bileni, en büyük âlimi.

a'ver

  • Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm. (Âhirzamanda gelecek Süfyan adındaki bir zâlimden "Aver" diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir.)

abad / âbâd

  • Ebedler. Sonsuz gelecek zamanlar.
  • Ebedler, sonsuz gelecek zamanlar.

abesiyyun

  • Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h

abone

  • Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen bir zaman için müşteri olan kimse. (Fransızca)

acibe-i hilkat

  • Her zaman yaratılan şekilden farklı olarak yaratılmış olan. (Meselâ: Normalinden çok fazla büyük cüsseli veya üç ayaklı olmak gibi)

acilane / âcilane

  • Acele edene ait. Acele olarak. (Farsça)
  • şimdiki zamana ait. (Farsça)

adalet-i nisbiye

  • Zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören göreceli adalet.

adette bid'at / âdette bid'at

  • Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.

adi / âdî

  • Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz.
  • Her zamanki.
  • Âd kavmine âid.

adiyat / âdiyat / âdiyât

  • (Tekili: Âdi) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti bilinmeyen hâdiseler.
  • Kıymetsiz şeyler.
  • Her zaman olagelen alışılmış şeyler.

adiyat-ı umur / âdiyât-ı umûr

  • Günlük işler, her zamanki değersiz işler.

adiyen / âdiyen

  • Her zamanki gibi. Adice. Fevkalâde olmayarak.

adl-i adil / adl-i âdil

  • Her zaman adaletle hükmeden adalet sahibi Allah.

afur

  • Boz tüylü ve kısa boyunlu olan geyik.
  • Zaman.

ahd

  • Söz verme.
  • Yemin, and.
  • Devir, zaman, gün.

ahir zaman / âhir zaman

  • Dünyânın son zamânı, son devresi. Genel olarak Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) teşriflerinden, özel olarak hicrî bin senesinden sonraki zaman.
  • Son zaman, dünyamızın son çağı.

ahir zaman peygamberi / âhir zaman peygamberi

  • Son zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).

ahiren / ahîren / اخيرا

  • En son, en son olarak.
  • Son zamanlarda, yakında.
  • Geçenlerde, son zamanlarda, son olarak. (Arapça)

ahirzaman / âhirzaman

  • Dünyanın son zamanları.
  • Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi.

ahkab

  • Uzun zamanlar.

ahkam-ı ezeli / ahkâm-ı ezelî

  • Bütün zamanlarda geçerli olan ezelî hükümler, esaslar.

ahval-i zaman / ahvâl-i zaman / اَحْوَالِ زَمَانْ

  • Zamanın şartları.
  • Zamanın halleri.

ahyan

  • (Tekili: Hin) Arasıra. Vakit vakit. Vakitler. Zamanlar.

ahyanen / ahyânen / احيانا

  • (İhyânen) Zaman zaman, arasıra. Kâh kâh.
  • Arasıra, kimi zaman. (Arapça)

akab

  • Topuk. Ökçe.
  • Bir şeyin hemen arkası.
  • Bir şeyin gerisinde olan zaman veya mekan.

akçe

  • Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.

akderi

  • Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri.

akıncı

  • Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır.

aklam

  • (Tekili: Kalem) Kalemler. Oklar. Yayla atılan eski zaman silahlarından biri.

aktab / aktâb

  • Kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler.

alam-ı maziye / âlâm-ı mâziye

  • Geçmiş zamanın elemleri, acıları.

alay emini

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askerin hesap işlerine bakan subay ki, binbaşıdan alt derecededir.

alay imamı

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askere imamlık vazifesini yapan subay.

aleyh

  • (Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine.

alim / âlim

  • Bilen, ilim sâhibi.
  • Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
  • Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),

allame / allâme

  • İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.

allame-i vakit / allâme-i vakit

  • Zamanın en büyük âlimi.

allame-i zaman / allâme-i zaman

  • Yaşadığı zamanın allâmesi, büyük âlimi.

amazon

  • Eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın.

amer

  • (Amr, ömr, imâret) Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak.

amud-ül fecr

  • Sabah yeri ağarıp uzama.

an / ân

  • En kısa bir zaman. Lahza. Dem. Cüz'i bir zaman.
  • En kısa zaman.

an-be-an

  • Gittikçe, yavaş yavaş, zaman ilerledikçe.

an-ı seyyal / ân-ı seyyal

  • Bir anda akıp giden zaman dilimi.

an-ı seyyale / ân-ı seyyâle

  • Bir anda akıp giden zaman dilimi.

an-karib / an-karîb

  • Yakından, çok zaman geçmeden.
  • En kısa zamanda.

anat

  • (Tekili: An) Anlar, zamanlar.

anen fe anen

  • Zamanla, gittikçe, devamlı.

anfeanen

  • Gitgide, zamanla.

antika

  • yun. Kıymetli san'at eseri. Eski zamandan kalma eser.

aruf

  • Uzun zaman ıztırab, elem çeken.

asal

  • (Tekili: Asil) İkindi ve akşam arası mânasına, öğleden geceye kadar olan müddet.
  • Zamanlar ve vakitler.

asaletlu / asaletlû

  • Asâletli, soy ve neseb sahibi, necib, asil.
  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında resmi yazışmalarda büyükelçilere, Hristiyan büyüklerine, devlet adamlarına ve prenslerine denirdi.

asayiş

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)

ashab-ı fil / ashâb-ı fil

  • İslâmiyetten önce Kâbe-i Muazzamayı tahrib için Mekke'ye hücum eden Habeş ordusunun ismi ( Önlerinde fil bulunduğundan, zırhlı vasıtalar gibi ondan faydalandıklarından bu isim verilmiş olduğu nakledilir.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.

ashame

  • Peygamberimizin zamanında Müslümanlığı kabul eden Habeş Necaşisinin ismi.

asib-i rüzgar

  • Zamanın belâsı.

aşirat / âşirât

  • Dakikanın sâniye, sâlise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimleri.

aşire / âşire

  • Saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi.

aşire-i dakika / âşire-i dakika

  • Saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi.

asla / اصلا

  • Hiçbir zaman.
  • Hiçbir zaman. (Arapça)

asr

  • (Asır) Bir devrelik zaman.
  • İkindi vakti.
  • Zamanın bir cüz'ü.
  • Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
  • Yüz yıl.
  • Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
  • İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
  • Gece ve gündüzden
  • Zaman, devir, yüz yıllık zaman.
  • İkindi vakti.

asr-ı evvel

  • İlk asır.
  • Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendisinin bir misli daha uzadığı zamandan başlayıp, iki misli uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
  • İmâmeyn'e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.

asr-ı hazır / asr-ı hâzır

  • Şimdiki asır, yeni zaman.

asr-ı sani / asr-ı sâni / asr-ı sânî

  • İkinci asır.
  • Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki misli daha uzadığı zamandan başlayan ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
  • İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı.

asr-ı seadet / asr-ı seâdet

  • Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaşadığı mübârek, bereketli ve hayırlı devir. Zamân-ı seâdet ve vakt-i seâdet de denir.

asran

  • (Asaran) İki devir. Gece ve gündüz.
  • İki asır.
  • Gündüzün zamanı.

asri / asrî / عَصْر۪ي

  • Zamanla ilgili, o döneme ait, modern, yeni tarz.
  • Devre, modaya ve israflı fantaziyelere uyan. Taklitçi. Zamana uygun. Bir devreye, asra âit ve müteallik.
  • Zamana uygun.

asrısaadet

  • Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman.

athar

  • (Tekili: Tâhir) Kadınların aybaşı ve doğumdan çıktıkları zamanlar.

ati / âtî

  • Önde. Aşağıda. Sonra. Vâki olan. Gelecek zaman.
  • Gelecek zaman, ilerisi.

avan / âvân / avân / اوان

  • Anlar. Zamanlar. Vakitler.
  • Zamanlar, anlar.
  • Zaman. (Arapça)

avan-ı tekamül / avan-ı tekâmül

  • Tekâmül, olgunlaşma ve terakki zamanları.

avine

  • (Tekili: Evân) Vakitler, zamanlar, anlar. Devirler.

avniye

  • Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından ilk olarak, daha sonra da Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında giyilen kolsuz asker kaputu.
  • Bir nevi yağmurluk.

avrat

  • (Tekili: Averât) (Avret) Kadınlar.
  • Gizli yerler.
  • Mahrem zamanlar.

avret

  • İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.
  • Kadın, hanım.

avrupalılaşmak

  • Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği

ayasofya

  • İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi : 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih

ayin / âyin

  • Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
  • Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi

ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn

  • Görerek bilme.
  • Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.

azal

  • (Tekili: Ezel) Ezeller. Başlangıcı olmayan zamanlar.

azam

  • (Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
  • Öfke, hiddet.
  • Kıskançlık.

aziz / azîz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
  • Kıymetli, şerefli, üstün.

azoik

  • En eski jeolojik zaman.
  • İçinde fosil bulunmayan toprak.

ba'd

  • Zaman zarfıdır ve te'hir ifade eder.
  • Helâk olmak mânâsına mastardır.

ba'de bu'din

  • Hayli zaman geçtikten sonra, neden sonra.

ba'zan / بعضا

  • Bazen, kimi zaman. (Arapça)

baharistan

  • İlkbaharın hüküm sürdüğü zaman. (Farsça)
  • Yeşil ve çiçekli yer. (Farsça)
  • Molla Câmi'nin eseri. (Farsça)

bahira / bahîra

  • Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovu

bahr-ı bikeran-i zaman / bahr-ı bîkeran-i zaman

  • Uçsuz bucaksız olan zaman denizi.

baki-i layezal / bâkî-i lâyezâl

  • Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah.

balyemez

  • Osmanlıların bir zamanlar kullandıkları uzun menzilli toplar.

barani / bârânî

  • Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey. (Farsça)
  • Yağmurla ilgili. (Farsça)

barha

  • Def'alarca, zaman zaman, sık sık, devamlı olarak. (Farsça)

bari'

  • Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (C.C.)

başıbozuk

  • Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır. (Türkçe)

basın

  • Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın hepsi.

bast-ı zaman / بَسْطِ زَمَانْ

  • Az zamanda çok uzun bir zaman yaşamış olmak.
  • Az bir zaman dilimi içine uzun bir zamanı sığdırmak ve onu yaşamış gibi olmak.
  • Zamanın genişlemesi.

bastan / bastân

  • Tarih. (Farsça)
  • Mazi, geçmiş zaman. (Farsça)
  • Eski. (Farsça)

bastan-şinas / bastân-şinâs

  • Geçmiş zaman, tarih. (Farsça)

baştina

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.

bastızaman

  • Zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.

bayram

  • İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
  • Cumâ günü.
  • Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
  • Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama

bazen / بعضا

  • Kimi zaman (Arapça)

bebr

  • Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır. (Farsça)

bediüzzaman / bedîüzzaman / بديع الزمان

  • Zamanın bedi'i olan. Zamanında kendisi gibi görülmedik olan. Kimseye benzemiyen ve zamanın garib ve acibi bulunan.
  • Zamanın, çağın eşsiz güzelliği.
  • Zamanın harikası ve en mükemmeli
  • Zamanın harikası.

behc

  • Her zaman neşeli olma. Birisini şâd ve mesrur etme, sevindirme.
  • Güzellik, hüsn.

belkıs

  • Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir.
  • Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.

beniyye

  • Kâbe-i Muazzama.

berhe

  • Müddet, an, zaman.

bermu'tad

  • Her zamanki gibi. Âdet olduğu üzere, alışıldığı gibi. (Farsça)

berzah-ı kübra / berzâh-ı kübrâ

  • Kabirden kalkıp, mahşer yerinde hesâbın görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman.

berzah-ı sugra / berzâh-ı sugrâ

  • Kabre konduktan kıyâmet kopup kabirden kalkıncaya kadar olan zaman.

besk

  • Tükürmek.
  • Uzamak.
  • Büyümek.

besmele-i hayat-ı dünyeviye

  • Dünyadaki hayatının ilk başladığı zaman dilimi.

beyt-i atik

  • Kâbe-i Muazzama. (Çok eskiden beri Cenab-ı Hak tarafından her türlü tehlikelerden korunduğu ve kurtarıldığı ve hiçbir kimsenin ona mâlik olmayıp aslının hür olduğundan kinaye olarak bu isim verilmiştir.)

beyt-ül haram

  • (Beyt-ül Haram) Kâbe-i Muazzama'nın etrafının bir ismi. Kâfirlerin yaklaşmaları men' edildiği, onlara haram olduğu için bu isimle alınır.

beytullah

  • Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
  • Câmi, mescid.

bi'set

  • Gönderilme. İnsanları hak ve doğru yola sevk için gönderilen Cenab-ı Peygamberimiz Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) nübüvvetinin başlangıç zamanı, nübüvvetinin bidayeti.

bi-gah / bî-gah

  • Vakitsiz, zamansız. (Farsça)

bi-hengam / bî-hengam

  • Vakitsiz, zamansız. (Farsça)

bid'at-ı hasene

  • Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.

bid'at-ı seyyie

  • Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.

bid'at-üz zaman

  • Zamanın bid'ası. Yeni çıkan harikulâde şey. Zamanın acib ve garibi.

bid'atüzzaman

  • Zamanın bid'ası; zamanın yenilikçi acayip kişisi.

bidatüzzaman / bidâtüzzaman

  • Zamanın görülmemiş ve harika olanı.

bilamühlet / bilâmühlet / بلامهلت

  • Zaman tanımadan, süre vermeden. (Arapça)

borç

  • Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d

bu zaman ehli

  • Bu zamanda yaşayanlar; çağdaşlar.

buhran

  • Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
  • Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.

bülten

  • Halka bilgi veren, özet olarak yazılmış resmi yazı. (Fransızca)
  • Bir müessesenin, kurumun faaliyetlerini tanıtan ve belli zaman aralıklarıyla yayınlanan mevkute. (Fransızca)

bürhe

  • Zaman, an, müddet.

büsuk

  • Bir kimsenin, akranına üstün olması.
  • Ağacın uzaması.
  • Uzunluk.

cabir-ül-ensari / câbir-ül-ensarî

  • Câbir Bin Abdullah El-Ensarî (R.A.) da denir. Meşhur sahabelerdendir. Bizzat Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ilim ve feyiz almış ve zamanında Medine-i Münevvere'nin müftüsü olmuştur. En çok hadis rivayetiyle meşhur olan altı sahabeden biridir. 1540 hadis rivayet etmiştir. 19 gazada hazır bulunmuştur. Hic

çağ

  • Zaman, vakit, esnâ, hengâm, mevsim.
  • Yaş.
  • Boy, kamet, tenâsüb, lüzumu derece semizlik.
  • Devir, tarih çağları. (İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ.)

çağrışım

  • Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de

cahd-ı mutlak, cahd-ı müstağrak

  • Arab gramerinde menfî olan iki geniş zaman sigası. Muzari fiillerinin başına (Lem) ve (Len) getirilerek olur.

camit

  • Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.

çark

  • (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. (Farsça)
  • Vapur, değirmen ve dolap çarkı. (Farsça)
  • Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. (Farsça)
  • Dönerek işleyen âlet. (Farsça)
  • Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, efl (Farsça)

çark-ı felek

  • Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü.
  • Mc: Tâlih, baht.
  • Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği.
  • Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.

cazibe

  • Çekme kuvveti.
  • Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. (Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)

cehad

  • Nimet az olmak.
  • Ot uzamayıp kalmak.
  • Su az olmak.

cehr

  • Görünmek, zâhir olmak.
  • Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.
  • Tecvid'de: Harf hareke ile okunduğu zaman, mahreçte aralık kalmıyarak nefesin akmayıp, küllisi veya ekserisi hapsolmuş bir şekilde sesin çıkmasına denir.

çekide

  • Gürz ve topuz gibi eski zamanlarda kullanılan savaş âletleri. (Farsça)
  • Damlamış. (Farsça)

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

celaleddin-i süyuti / celaleddin-i süyûtî

  • (Hi: 849 - 911) Abdurrahman bin Ebu Bekir Muhammed adı ile de anılır. Hadis imamı ve müctehid bir zattır. Mısırlıdır. Süyût şehrinde doğdu. Mısır'da vefat etti. Zamanının büyük İslâm allâmelerindendir. Asıl adı: Ebû Bekir oğlu Abdurrahman'dır. Tefsir, fıkıh, hadis ilmine dair eserleri vardır. Celale

cem-i mükesser

  • Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.

cem-i sahih

  • Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes.
  • Mat: Toplama.

cemir

  • Zaman, dehr.

çend / چند

  • Kaç. (Farsça)
  • Birkaç. (Farsça)
  • Ne zamana kadar. (Farsça)

cerib

  • İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü.
  • Dönüm.
  • Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.

cerre çıkma

  • Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.

cers

  • Gizli ses.
  • Arının ağaçtan ve çiçeklerden emmesi.
  • Bir miktar zaman.

çeşm-i istikbal-bini / çeşm-i istikbâl-binî

  • Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.

cirit

  • Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi.

cum'a-i atik

  • (Eski Cum'a) Osmanlılar zamanında, Bulgaristan'da Şumnu ile Razgrat arasında yer alan meşhur bir bölge.

çun

  • (Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir. (Farsça)

cüneyd-i bağdadi / cüneyd-i bağdadî

  • (Hicri: 207-298) Şafii Hz.lerinin talebesinden ders almıştır. Zamanın kutbu sayılmıştır. 30 defa yaya olarak hacca gitmiştir. Büyük velilerdendir. (K.S.)

cünun

  • Delilik, cinnet. Delirmek.
  • Çok olmak.
  • Otun uzaması.

dabbet-ül arz / dâbbet-ül arz

  • Hadis-i şerifle âhir zamanda olacağı haber verilen ve âhir zaman alâmetlerinden olan bir nevi mahluk.

dabbetülarz / dâbbetülarz

  • Âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.

dabh

  • Atların koşu esnasındaki nefeslerinin sesleridir ki, sahil denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü zaman yaptığı gibi hamhame denilen sesi de değil; hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır. Denilmiştir ki: Dabh, bir at ve bir de köpek koşarken olur.

dahh

  • Bevlin uzaması.

daime

  • Sürekli; fertlerde her zaman gerçekleşiyor olma.

daiye / dâiye

  • İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu.
  • Mücib ve sebep.
  • Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti.
  • Arzu, hırs.
  • Dava.
  • Bahane.

dakika

  • (Çoğulu: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri. Altmış saniyelik zaman.
  • İnce fikir, mülâhaza, nükte.
  • Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar.
  • Pek ince olan, zaman birimi.

Dalyarak / dalyarak

  • budalalığı yüzünden her zaman densizlik yapan (kimse). Bön, salak, budala.
  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "sallamak" anlamına gelir.
  • Türkiye Türkçesinde dal-1 "sallamak" fiilinden türetilmiştir.
  • Dalyarak kelimesi tarihte bilinen ilk kez dallamak "sallamak, eliyle tartmak" TDK, Tarama Sözlüğü (1600 yılından önce) eserinde yer almıştır.
  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "Budalalığı yüzünden her zaman densizlik, küstahlık eden (kimse)." anlamına gelir.

dana-i bi-müdani / dânâ-i bî-müdanî

  • Eşsiz âlim. Zamanında emsali olmayan âlim.

dar-ı ridde / dâr-ı ridde

  • Aslında Müslim iken sonradan irtidâd eden veya bir zaman İslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulundukları yer.

dar-ül maarif / dâr-ül maarif

  • Sultan Mecid zamanında Valide Sultan'ın İstanbul'da Sultan Mahmud türbesi civarında yaptırmış olduğu mekteb.

darbum

  • Bizanslılar zamanında Eskişehir'in ismi.

darülhikmet / dârülhikmet

  • Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.

def'i / def'î

  • Birdenbire, kısa zamanda gerçekleşme.

deharir

  • Zamânın şiddetleri.

dehir

  • Zaman, çağ, devir.

dehkel

  • Zahmet, meşakkat.
  • şiddetli ve meşakkatli zaman.

dehl

  • Zamandan bir saat.
  • Azca nesne.

dehr / دهر

  • Zaman, çok uzun zaman, ebedi.
  • Bin yıllık zaman.
  • Dünya.
  • Devir, çağ, zaman.
  • Zaman, devir. Âlemin (varlıkların) varlığının başlangıcından son bulmasına kadar olan bütün zaman.
  • Zaman, devir.
  • Dünya. (Arapça)
  • Devir, zamane. (Arapça)

dehri / dehrî / دَهْر۪ي

  • Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.
  • Zaman yönünden, çağları içine alan.
  • Dehr ve zamana dair ve müteallik.
  • Zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.
  • Zamana âit.

dehrin şikayeti / dehrin şikâyeti

  • Zamandan, çağdan şikâyetçi olma.

dehriye

  • Devre ait. Zamana dair ve müteallik.
  • Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka.

dehriyyun / dehriyyûn

  • Zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.

dek

  • Edat olup zaman ve mekân için kullanılır. "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir. Meselâ: Akşama dek çalıştım. (Türkçe)

dem / دم / دَمْ

  • Kan,
  • Soluk, nefes.
  • Zaman, an.
  • Kan,
  • Soluk, nefes.
  • Zaman, an.
  • Kan, zaman, konu, kıvam.
  • Zaman. (Farsça)
  • Nefes. (Farsça)
  • İçki. (Farsça)
  • Kan, zaman.

dema / demâ

  • Her zaman. Vaktâki. (Farsça)
  • Soluk. Nefes. Hastalık sebebiyle tez tez solumak. (Farsça)
  • Ürpermek. (Farsça)
  • Dem. An. (Farsça)
  • Her zaman.
  • Her zaman.

demadem / demâdem

  • Zaman zaman. An be an. Sık sık. Her vakit. (Farsça)
  • Zaman zaman.
  • Zaman zaman.

deman

  • Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış. (Farsça)
  • Vakit, zaman. An. (Farsça)
  • Bağırıp çağırma, feryat, figân. (Farsça)
  • Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim. (Farsça)
  • Kükremiş. (Farsça)

demankeş

  • Zaman, müddet, vakit, an. (Farsça)

dembedem

  • Zaman zaman.

dergah / dergâh

  • Makam, kapı girişi, eşik. Tasavvuf mektebi. Tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ zâtlar tarafından, talebelere, tasavvuf, İslâm ahlâkı ve diğer dînî ilimlerin ve zamânın fen ilimlerinin okutulduğu yer.
  • Cenâb-ı Hakk'ın rahmet kapısı.

devirli

  • Fiz: Müsavi zaman aralıkları ile tekrarlanan hareket. Periyodik.

devletlü necabetlü / devletlü necâbetlü

  • Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir.

devletlü semahatlü / devletlü semâhatlü

  • Zamanında Şeyh-ül İslâmlara verilen bir ünvan.

devr-i bid'at

  • Dinde olmayıp sonradan dine aykırı ve zarar verici şekilde ortaya çıkan şeylerin çok olduğu zaman.

devr-i dil-ara / devr-i dil-ârâ

  • En hoş devir. Gönlü hoş eden zaman.

devr-i felek

  • (Bak: Devr-i zaman)

devr-i fetret

  • Fetret devri; Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen peygamber gönderilmeyen zaman dilimi.

devr-i lale / devr-i lâle

  • Lâle devri, lâle mevsimi, lâle zamanı.

devran / devrân / دوران

  • Devir, felek, zaman, deveran, dünya.
  • Felek, zamane. (Arapça)

devre

  • (Çoğulu: Devrât) Dönüş dönme, dönem.
  • Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi.
  • Elektrik devresi. Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı.

devvar

  • Durmayıp dönen, devreden. Devredip gezen.
  • Gerdân.
  • Kâbe-i Muazzama'nın bir adı.
  • Haremden alıp beraber tavaf edilen taş.

diger-bar / diger-bâr

  • Başka zaman, başka defa. (Farsça)

dinde bid'at

  • Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.

dir-baz

  • Uzun zaman, uzun müddet, uzun. (Farsça)

dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri

  • Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.

dirhem-i şer'i / dirhem-i şer'î

  • Peygamber efendimiz zamânında kullanılan (3,36) üç gram ve otuz altı santigram ağırlığındaki gümüş para.

divan-ı harb-i örfi / divan-ı harb-i örfî

  • İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi.

dogmatizm

  • Bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.

duha vakti / duhâ vakti

  • Kuşluk vakti. Oruç zamânının yâni imsak ile iftar vakti arasındaki müddetin dörtte birinin tamam olmasından îtibâren başlayan vakit.

dühur / dühûr

  • Devirler, zamanlar. Dünyalar.

dümdar

  • Askerlikte arttaki emniyeti te'minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik. Ordunun geriden emniyet kuvveti. (Farsça)
  • Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah. (Farsça)

düvel-i muazzama

  • Büyük devletler. Düvel-i muazzama-i İslâmiyye gibi. (Farsça)

eacib-i dehr / eâcib-i dehr

  • Dünyanın ve zamanın çok şaşılacak yerleri, şeyleri.

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebed / ابد

  • Sonsuz gelecek zaman.
  • Sonsuz gelecek zaman. (Arapça)

ebeden / ابدا

  • Asla, hiçbir zaman. (Arapça)

ebediyyen / ابدیا

  • Ebedî olarak, ilel-ebed.
  • Hiç bir vakit, hiç bir zaman.
  • Sonsuza kadar, asla, hiçbir zaman. (Arapça)

ebu cehl

  • "Cehalet babası" demek olan bu kelime, Hazret-i Resul-i Ekrem (A.S.M.) zamanında, mu'cizeleri ve çok delilleri ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gördüğü halde iman etmeyen din düşmanı puta tapan gururlu bir müşrikin lâkabıdır. Bedir Gazasında öldürüldü.

ecel-i inkıraz

  • Dağılıp yok olma vakti, çökme zamanı.

ecel-i müsemma

  • Muayyen bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm. (Farsça)

ecir-i has / ecîr-i hâs

  • Belli zamanda, belli işi yapmak için husûsî tutulan işçi.

eda / edâ

  • Ödeme, verme.
  • Zamanında yerine getirme.
  • Tarz, üslûp.

edvar

  • (Tekili: Devr) Devirler, zamanlar.

edvar-ı sabıka / edvar-ı sâbıka

  • Geçen zamanlar.

efendi

  • (Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederl

eflak

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)

efrenc

  • (Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız. (Fransızca)

egarib

  • Firak anı, ayrılış zamanı. Savaş ânı.

egosantrizm

  • Psk: Benmerkezcilik. Zihnî gelişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayırmaya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile düşünür. Sanki dünyada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve isteğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve (Fransızca)

ehl-i fetret

  • Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Muhammed'in (a.s.m.) devirleri arasında vahiysiz geçen zaman diliminde yaşayanlar.

ehyan

  • (Tekili: Hîn) Zamanlar.

ekmel-i ahirzaman

  • Âhirzamanın en mükemmeli.

ekolali

  • yun. Psk: Sesleri taklit etme, yansıtma. Çocuk dünyaya geldiği zaman çevresinde konuşulan dilin seslerini çıkaramaz. Kendine mahsus sesleri çıkarır. Çevrede konuşulan dilleri dinleye dinleye çevredeki sesleri taklid etmeye başlar, bu taklid edebildiği sesleri sık sık tekrar eder. Meselâ: ba, ba, ba

ekseri

  • Çoğu zaman, çok defa, ekseriyetle. (Farsça)

ekseriya

  • (Ekseriyya) Pek çok zaman, en ziyade, sık sık, ekseriyet üzere, alel-ekser.

ekseriyya / ekseriyyâ / اكثریا

  • Çoğu zaman, sık sık. (Arapça)

elest günü

  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.

elfaz-ı küfr / elfâz-ı küfr

  • Söylendiği zaman, îmânı gideren, müslümanlıktan çıkmaya sebeb olan sözler.

elkab

  • (Tekili: Lakab) Lakablar, namlar. Rütbe ve makam sahiblerinin derecelerine göre söylenen ve çok zaman hürmet ifâde eden isimler.

emhal

  • (Tekili: Mehl) Mehiller, mühletler, vâdeler, zamanlar, bir iş veya vazifenin yapılması için verilen fazla zamanlar.

emperyalizm

  • Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sins (Fransızca)

emsiye

  • (Tekili: Mesâ) Akşamlar, akşam vakitleri. Günün son zamanları.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

enbude

  • İstif edilmiş, katlanmış, nizamlanmış, nizama konmuş, devşirilmiş. (Farsça)

endişe-i istikbal

  • Gelecek zamanı düşünmekten gelen merak, üzüntü, keder. Geleceği düşünmek.

engam

  • Vakit, zaman, an. Mevsim. (Aslı: Encam'dır.) (Farsça)

erbab-ı kulub / erbâb-ı kulûb

  • Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.

ersusa

  • Şeair-i İslâmiyeden olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan kavuk, büyük sarık.

eş'iya

  • (A.S.) Beni-İsrail peygamberlerindendir. (M.Ö. 759-700) tarihlerine kadar Beni-İsrail arasında peygamberlik yapmış, birçok mucizeler göstermiştir. Zamanının padişahı tarafından takib ettirilerek bir ağaç oyuğunda gizli olduğu halde, ağaçla beraber biçki ile kesilerek şehid edilmiştir. 66 babdan ibar

esabi' / esabî'

  • (Tekili: Üsbu') Haftalar, yedi günlük zamanlar.

esatir

  • İlk zamanlara ait uydurma hikâyeler. Masallar. Mitoloji.
  • Saflar. Sıralar.

esatir-ül evvelin / esatir-ül evvelîn

  • İlk zamanlara ait efsâneler.

eshab-ı kehf / eshâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları; Îsâ aleyhisselâmdan sonra din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişi ile Kıtmîr adındaki köpekleri. Kur'ân-ı kerîm de Kehf sûresinde kıssaları uzun bildirilmektedir

eşhas-ı ahirzaman / eşhâs-ı âhirzaman

  • Âhirzamanda geleceği haber verilen şahıslar.

eşhür-ül-hacc

  • Hac ayları mânâsına gelen bu kelime; İslâmiyetten evvel Kâbenin tavaf edildiği; Şevval ve Zilka'de ile Zilhicce ayından da alınan 10 günle cem'an 70 günlük zamana verilen addır.

eşkal-i zeman / eşkâl-i zeman

  • Zamanın şekilleri.
  • Ahmet Rasim'in bir romanı.

esma-i züruf

  • Gr: Zarf olan isimler. Bir şeyin bir zamanda veya mekânda veya diğer bir şey ile beraber veya ondan evvel veya sonra vuku' bulduğunu ifade eden kelimelerdir. Bunlar Arapçada (maa, kabl, ba'd, ind) gibi kelimelerdir.

esna / esnâ

  • Ara. Aralık. Sıra. Vakit. Zaman. Hengâm.
  • Vakit, zaman.

esna-i harb

  • Ask: Savaş anı, harb sırası, ceng zamanı, muharebe esnâsı.

esna-i tesadüm

  • Ask: Çarpışma anı, müsademe zamanı, vuruşma esnası.

esnan

  • (Tekili: Sinn) Dişler.
  • Yaşlar. İnsanın doğduğu andan ölümüne kadar uzvî sîretinde birbirini takibeden muhtelif zamanlar. (Yâni: Tufuliyet, Sabavet, Şebabet, Kühûlet ve Şeyhuhet denilen zamanlar.)

eşvak

  • Dikenler. (Nebat)
  • Tıb: Kemiklerin uzaması.

eşvat

  • (Tekili: Şavt) Sıçrayışlar, zıplamalar, koşmalar, koşuşmalar.
  • Kâbe-i Muazzama'yı yedi defa tavaf etme, etrafını dolaşma.

evham-ı zamaniye

  • İçinde yaşanılan zaman diliminin yönelttiği vehimler.

evkat / evkât

  • Vakitler, zamanlar.

evkat-ı muayyene

  • Belli vakitler, belli zamanlar.

evkat-ı nüzul

  • İniş zamanı.

eyne

  • Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır).
  • Zaman. An.
  • Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)

eyyan

  • Vakit, zaman.

ezame

  • (Çoğulu: Ezamât) Hışım ve gadap etmek. Kızmak, hiddetlenmek.

ezel

  • İbtidası ve başlangıcı olmayan, her zaman var olan.

ezman / ezmân / ازمان

  • Zamanlar. Vakitler. Müddetler.
  • Zamanlar.
  • Zamanlar, devirler.
  • Zamanlar, vakitler.
  • Zamanlar. (Arapça)

ezmine / ازمنه

  • (Tekili: Zaman) Zamanlar.
  • Zamanlar, çağlar.
  • Zamanlar, anlar, vakitler, çağlar.
  • Zamanlar.
  • Zamanlar, çağlar. (Arapça)

ezmine-i kadime / ezmine-i kadîme / ازمنهء قدیمه

  • Eski zamanlar.
  • Eski zamanlar, eski çağlar.

ezmine-i maziyye / ezmine-i mâziyye

  • Geçmiş zamanlar.

ezmine-i müstakbele

  • Gelecek zamanlar, müstakbel zamanlar.

ezmine-i selase / ezmine-i selâse

  • Üç dönem; geçmiş, bugün ve gelecek zaman.

fahamet-lu / fahamet-lû

  • Osmanlı İmparatorluğu devrinde sadrazama, prenslere ve Mısır Hidivi'ne verilen bir ünvan.

fakir

  • Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
  • Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.

fakr

  • Fakirlik. Tasavvufta her zaman her işte Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek.

fasıl / fâsıl

  • Ara; zaman aralığı.

fasıla-i saltanat / fâsıla-i saltanat

  • Yıldırım Bayezid'in Ankara savaşında Timur'a esir düşmesinden, Çelebi Mehmed'in pâdişah olmasına kadar geçen zaman.

fasl-ı zaman

  • Zaman dilimi, bölümü.

fasl-ı zamanın sahife-i selasesi / fasl-ı zamanın sahife-i selâsesi

  • Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman.
  • Asr-ı saadetten evvelki devir, Asr-ı saadet ve ondan sonraki zamanlar.

fecir

  • Havanın ağarma zamanı.

fela / felâ

  • Öyleyse. O zaman. O halde... (gibi mânalara gelir.)

felak / felâk

  • Tan zamanı, subh, fecir.
  • İki tepe arasındaki düzlük.
  • Bütün mahlukat.
  • Suçlunun ayağına vurulan tomruk, falaka.
  • Cehennem.
  • Tan zamanı.
  • Sabah aydınlığı.

fera'

  • Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)

ferd-i ferid-i deveran / ferd-i ferîd-i deveran

  • Bütün zamanların benzeri olmayan tek ferdi.

ferdiyet zamanı

  • Bireysellik dönemi; büyük velîlerin çıktığı zaman.

ferid

  • Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
  • Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
  • Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
  • Dizilmiş inci.
  • Bir tane, nefis ve müntehab

ferid-i asru'z-zaman / ferîd-i asru'z-zamân

  • Asrın ve zamanın biricik, benzersiz insanı, doğrudan Kur'ân'a dayanan büyük kişisi.

ferid-i kevn ü zaman / ferîd-i kevn ü zaman

  • Bütün varlıkların en değerlisi ve bütün zamanlarda biricik ve tek olan.

ferid-ül-asr

  • Asrın bir tanesi, zamanın eşsizi.

ferman-ı ezeli / fermân-ı ezelî

  • Ezelî buyruk, hükmü belli bir zamanla kayıtlı olmayan ferman.

fersah

  • Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m.
  • İki şey arasındaki açıklık.
  • Sükun ve hareket arasındaki vakit.
  • Zaman. Saat.
  • Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.

fetk

  • Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek.
  • Yaralamak.
  • İnadetmek.

fetret / فترت / فَتْرَتْ

  • Uyuşukluk, zayıflık.
  • Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
  • Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
  • İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
  • İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen zaman.
  • İki vakıa arasındaki zaman.
  • Aynı cinsten iki hâdise (olay) arasındaki kesinti devresi.
  • İki peygamber veya iki hükümdâr arasında peygambersiz ve hükümdârsız geçen zaman.
  • Karanlık, mânevî buhran zamanı.
  • İki peygamber arasındaki bulanık zaman.
  • Duraklama. (Arapça)
  • İki olay arasındaki zaman. (Arapça)
  • İki dönem arasındaki boşluk zamanı.

fetret devri

  • Karanlık dönem, vahyin kesildiği mânevî buhran zamanı.

fevkalmu'tad / fevkalmu'tâd

  • (Fevk-al mu'tâd) Her zamankinden üstün. Âdetin fevkinde.

fevkalzaman

  • Zaman üstü.

fevkazzaman

  • Zaman üstü.

fey-i zeval

  • Güneşin garba doğru dönmesinin başlaması, Güneş tam ortada gibiyken yerde dikili olan şeylerin gölgeleri batıdan doğuya dönüp kısalmakta son bulduğu zamandır. Bundan sonra öğle namazı vakti başlar.

feylule / feylûle

  • İkindiden akşama kadarki zaman dilimi.

feyne

  • Zaman. Saat.

fi / fî

  • Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, husus

fi zamanına / fî zamanına

  • İçinde bulunduğumuz dönemde, zamanda.

fi'l-i hikaye / fi'l-i hikâye

  • Gr: Geçmiş zamanda olmuş fakat konuşan kimsenin görmüş olduğu bir işi anlatan fiil. Meselâ: Okumuş idi, yazmış idi, vurdu gibi.

fi'l-i muzari / fi'l-i muzâri

  • Gr. şimdiki, geniş ve yakın gelecek zamanı gösteren fiil kipi.

fi-zamanina / fî-zamanina

  • Devrimizde. Zamanımızda.

fiil

  • (Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş.
  • Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)

fiil-fi'l

  • İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup mânâya yol açan kelime.
  • Eylem.

fiil-i mazi / fiil-i mâzi

  • Gr. geçmiş zaman fiil kalıbı, kipi.

fiil-i mazinin hey'eti / fiil-i mazînin hey'eti

  • Gr. geçmiş zaman fiiline ait mânâlar.

fiil-i muzari / fiil-i muzâri

  • Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı ifade eden fiil kipi.

fil-i mahmudi / fil-i mahmudî

  • Yemen Valisi Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için geldiği zaman, ordusunda bulunan Mahmud adlı fil.

fir'avn

  • Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
  • İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.

fıthıl

  • Âdem Aleyhisselâm'ın yaratılışından evvel olan zaman.

fitne-i ahirzaman / fitne-i âhirzaman

  • Âhirzaman fitnesi; dünyanın son devresinde görülen fitneler, bozulmalar.
  • Âhirzamandaki fitne. Deccal fitnesi.

fursat

  • Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.

gabir

  • İstikbal.
  • Gr: Gelecek zaman.
  • Kalan.

gadat

  • Sabahın erken zamanı. Sabah vakti.

gah / gâh / گاه

  • (Geh) Yer. (Yer ve zaman bildiren "ek" dir.) (Farsça)
  • Kâh. (Farsça)
  • Yer ve zaman bildiren kelimeler türetir. (Farsça)

gah ba-gah / gâh bâ-gâh

  • Zaman zaman. (Farsça)
  • Zaman zaman.

gah ü na-gah / gâh ü na-gâh

  • Vakitli vakitsiz, zamanlı zamansız.

gahi / gâhî / گاهى

  • (Gehî) Arasıra, zaman zaman.
  • Kimi zaman, bazen, arasıra. (Farsça)

galiba

  • Tahminen. Çok zaman. Her halde. Galiben, ekseriyetle.

galiben

  • Çok zaman, üstün olarak.
  • Ekseriya. Çok zaman. Üstün olarak. Tahmin olduğu üzere.

gani / ganî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya, hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da denir.

garibüzzaman / garîbüzzaman

  • Zamanın garibi; zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.
  • Zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.

gaybi i'caz / gaybî i'câz

  • Geçmiş zamanda gelecekte gerçekleşecek hâdiselerin bir mu'cize olarak haber verilmesi.

gaylule / gaylûle

  • Sabah, tan yerinin ağarmaya başlamasından, tâ güneşin bir mızrak boyu (yaklaşık 45 dk.) yükselmesine kadar geçen zaman dilimi.

geh / گه

  • Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder. (Farsça)
  • Kimi zaman, bazı. (Farsça)

gehan

  • Zaman, an, vakit. (Farsça)

gerdiş-i zeman / gerdiş-i zemân

  • Zamânın dönüşü.

gibet / gîbet

  • Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.

gılman-ı hassa

  • Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v

girdab

  • Suların dönerek çukurlaştığı yer. (Farsça)
  • Tehlikeli yer. Mühlike. Tehlikeli yer ve zaman. (Farsça)

girift

  • Yakalama, tutma. (Farsça)
  • Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. (Farsça)
  • Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. (Farsça)
  • Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç (Farsça)

gönder

  • Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanı

gülhane hatt-ı hümayunu

  • Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa

gulv

  • Haddini tecavüz etmek, haddini aşmak.
  • Yiğitlik zamanının evveli ve sür'ati.

güzar

  • Geçiş, geçme. (Farsça)
  • Beceren, halleden, yapan. (Farsça)
  • Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar : Zaman geçiren, vakit öldüren. (Farsça)

habel

  • Ana rahmindeki çocuk, cenin.
  • Gebelik, gebe olma zamanı.
  • Fls: Musallat fikir.

hacc-ı asgar

  • Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.

hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun

  • Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb

hacer-ül-esved

  • Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.

hacib / hâcib

  • Perde.
  • Perdeci. Kapıcı.
  • Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Devlet Reisinin en yakın me'muru. Vezirler veya âmirler.
  • Kaş.

hadd-ı büluğ / hadd-ı bülûğ

  • Ergenlik çağı; cünüp olup, gusül abdesti almaya başlama zamânı.

hadis-i mensuh / hadîs-i mensûh

  • Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.

hadis-i meşhur / hadîs-i meşhûr

  • İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.

hadis-i nasih / hadîs-i nâsih

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.

hadisat-ı zamaniye / hâdisât-ı zamaniye

  • Zamanın hâdiseleri, olayları.

hadise-i ahirzaman / hâdise-i âhirzaman

  • Âhirzaman hâdisesi, dünya hayatının kıyamete yakın son devresindeki meydana gelen olay.

hadise-i ezeliye

  • Zaman üstü olay.

hakikat-i zaman

  • Zamanın gerçeği.

hakim-i ezel / hâkim-i ezel

  • Hükümranlığı ve hâkimiyeti bütün zamanları kaplayan Allah.

hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed

  • Varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah.

hakimiyet-i mutlaka / hâkimiyet-i mutlaka

  • Nitelik ve niceliğe bakmaksızın her zaman ve zeminde geçerliliği olan bir egemenlik.

hal / hâl / حال / حَالْ

  • Şimdiki zaman.
  • Hal, durum. (Arapça)
  • Şimdiki durum, şimdiki zaman. (Arapça)
  • Şimdiki zaman.

hal-i hazır / hâl-i hâzır

  • Şimdiki durum, şimdiki zaman.
  • Şimdiki zaman, bu anki durum.

halet-i nez' / hâlet-i nez'

  • Ölüm hâleti. Can verme zamanı. Sekerat vakti.

hali hazır

  • Şimdiki zaman.

hali kalmayan / hâli kalmayan

  • Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).

hali zaman / hâlî zaman

  • Hiç kimsenin olmadığı zaman.

halid bin sinan

  • Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.

halihazır / hâlihazır

  • Şimdiki zaman.

halil-ür rahman

  • Allah'tan başkasından hiçbir zaman yardım dilemeyip, O'nun dostluğunu ihtiyar eden Hz. İbrahim'in (A.S.) lâkabıdır.

haliyen

  • Şimdiki hâlde, şimdiki zamanda.

hallak-ı baki / hallâk-ı bâkî

  • Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.

haman

  • Peygamber Hz. Musa (A.S.) zamanındaki Mısır Fir'avununun vezirinin ismi.

han

  • Eski zaman oteli.

handemu'tad

  • Devamlı gülmeye alışmış olan, her zaman gülme alışkanlığı olan. (Farsça)

haratin-i hassa / haratîn-i hassa

  • Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.

harazet

  • Hastalığın uzaması, derdin müzminleşmesi.

hareket-i dahil / hareket-i dâhil

  • Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.

harem-i şerif / harem-i şerîf

  • Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın ortasında yeralan etrâfı kubbeli revaklarla çevrili mescid. Kâbe'nin etrâfı.

haremeyn

  • Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ

harf-i mezid

  • Arabçada masdar olan kelimeye harf ilâvesi ile başka masdar yapılır. Bu ilâve edilen harflere "Harf-i mezid" denir. Meselâ: kelimesinde harf-i aslî üçtür. (mükâtebe) dendiği zaman, "Müfâale masdarı şekline göre, mim ve elif harfleri, harf-i meziddendir" denir.

harfiye

  • Kendi başına müstakilen bir mânası ve te'siri olmadığı halde, kendi cinsinden bir topluluğun içinde olduğu zaman ancak bir vazife gören şeylere denir.

harif

  • Güz mevsimi, sonbahar.
  • Meyve toplama zamanı.

harika-i zaman

  • Zamanın harikası.

harika-i zamani / harika-i zamanî

  • Zamanın harikası, eşsiz olanı.

hasr

  • Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma.
  • Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak.
  • Sıkıştırma. Kısaltma.
  • Okurken tutulup kalmak.
  • Vakfetmek.
  • Zaman ayırmak.

hasr-ı tesbihat

  • Bir zaman dilimini tesbihe ve Allah'ı anmaya ayırma.

hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret

  • Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü

hatem-i tai / hatem-i taî

  • (Ebu Adi bin Abdullah bin Said) Arab kabile reislerinin büyüklerinden ve şairlerinden olup, cömertliği ile meşhurdur. Adı, cömertlik ve keremde darb-ı mesel halini almıştır. Bazı şiirleri toplanarak bir divan yapılmış ve Londra'da bastırılmıştır. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zamanına yetişmiş ise, de,

hatim / hatîm

  • Kâbe'nin şimâl (kuzey) duvarı hizâsında yarım dâire şeklindeki duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yer.
  • Kâbe-i Muazzama'nın şimal tarafındaki taş. Duvar gibi olan sur.

hatırat

  • (Tekili: Hâtıra) Hâtıralar. Hatırda kalan şeyler.
  • Edb: Bir adamın yaşadığı zamana, bulunduğu işlere, görüştüğü kimselere dair düşüncelerini ve duygularını hâvi olmak üzere yazdığı eser.

havamis-i süleymaniye

  • Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis med

hayalat-ı muhitiye / hayalât-ı muhîtiye

  • İçinde yaşanılan zaman, mekân ve çevreye ait hayaller.

hayat / hayât

  • Diri olmak, dirilik.
  • Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
  • Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
  • Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.

hayat-ı ilmiye

  • İlimle geçen zaman.

hayt-i esved

  • Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı.

haytü'l-ebyaz

  • Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.

hayyir

  • (Çoğulu: Ahyâr) Çok hayırlı.
  • Her zaman iyilik yapan kimse. Hayırsever, iyiliksever.

hayz

  • Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.

hazar

  • Sulh zamanı. Barış zamanı.
  • Bir kimsenin huzuru, yakını.
  • Mukim olmak. Yolcu olmamak.
  • Barış zamanı.

hazar ve sefer

  • Barış ve muharebe zamanı.
  • Evde mukim olma ve yolculuk.

hazari / hazarî

  • Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli.
  • Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı.

hazine kethudası

  • Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.

hazine-i hassa / hazine-i hâssa

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.

hazır / حَاضِرْ

  • Şimdiki (zaman).

hazır hamdler

  • Şimdiki zaman içinde yapılan hamdler, şükürler.

hazır ve nazır / حَاضِرْ و نَاظِرْ

  • Zaman ve mekandan münezzeh olarak her yerde var olan ve her şeyi gören, gözeten.

hazır zaman

  • Şimdiki zaman.

hazret-i mehdi / hazret-i mehdî

  • Âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât.

hebbe

  • Vak'a.
  • Zamandan bir asır.

hem-matla'

  • Güneş ve ay gibi gök cisimlerinin ufakta doğdukları yerin veya zamanların aynı oluşu. Aynı meridyen üzerinde olup ay ve güneşi aynı saatlerde gören ülkeler.

hem-vare

  • Her zaman, dâima. (Farsça)

hem-zeman

  • Aynı zamanda işleyen. (Farsça)
  • Çağdaş, muâsır. Aynı çağda yaşayan insan veya geçen hâdiselerin her biri. (Farsça)

hemare

  • Her zaman, her an, dâima.

hemgame-i azab / hemgâme-i azab

  • Azab zamanı.

hemişe / hemîşe / هميشه

  • Dâima. Her zaman. (Farsça)
  • Daima, her zaman. (Farsça)

hendesehane-i bahri / hendesehane-i bahrî

  • Bahriye Mektebinin ilk adıdır. Abdülhamid zamanında miladi 1773 yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersane içinde açılmıştır. Okulun ilk baş muallimi, Türk riyaziyecisi Gelenbevi İsmail Efendi'dir.Şimdiki ismiyle "Gemi İnşa Mühendisliği" olan Bahriye Mektebi, 1795 senesinde daha muntazam

hengam / hengâm / هنگام / هَنْگَامْ

  • Zaman, devir, çağ,sıra, vakit, mevsim. (Farsça)
  • An, zaman.
  • An, sıra, zaman.
  • Vakit, zaman. (Farsça)
  • Zaman.

hengam-ı sabavet / hengâm-ı sabavet

  • Çocukluk zamanı.

hengam-ı şebab / hengâm-ı şebab

  • Gençlik zamanı, delikanlılık çağı.

her / هر

  • Her. (Farsça)
  • Her halde: Mutlaka, her durumda. (Farsça)
  • Her vakit: Her zaman, daima. (Farsça)

her dem

  • Her zaman, her dakika. Dâimâ. (Farsça)

her-çend

  • Her ne kadar. Her ne zaman. (Farsça)

herdem

  • Her zaman, daima.
  • Her zaman.

herem

  • Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
  • Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
  • Geo: Mahrutî şekil, piramit.

hergah / hergâh

  • Her vakit, her an, her zaman. (Farsça)

herşefe

  • Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.)
  • Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın.
  • Çok eski olan kova.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

hicaz demiryolu

  • Şam'dan Hayfa'ya kadar uzanan demiryolu. Yapımına 1900'de başlanan bu demiryolunun uzunluğu 1465 km, genişliği ise 1050 m. idi. Başlıca özelliği tamamıyla İslâm dünyasının yardımı ile yapılmış olmasıdır. II.Abdülhamid zamanında yapılan bu demiryolu 1908 yılında tamamlanmıştır.

hıdiv / hıdîv

  • Vezir, âsaf. (Farsça)
  • Kral nâibi. (Farsça)
  • Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan (Farsça)

hıkb

  • (Çoğulu: Ahkâb) Uzun zaman, dehr.

hikmet-i imhal / hikmet-i imhâl

  • Zaman tanımanın sebebi.

hil'at-ı veda / hil'at-ı vedâ

  • Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.

hilaf-ı ade / hilaf-ı âde

  • Âdet ve kaidenin aksine. Kaide ve nizama aykırı.

hilaf-ı adet / hilâf-ı âdet

  • Alışkanlık dışı, her zamanki âdetin tersine.

hilal

  • Sâfi ve halis.
  • Sıdk ile dostluk etmek.
  • Ara. Aralık.
  • Zaman ve vakit.
  • İki şey arasına sokulmuş olan.
  • Buluttan yağmurun çıktığı yer.
  • Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
  • Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull

hill

  • Helâl. Yapılması günah olmayan.
  • Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
  • Hilal.
  • Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.

hin / hîn / حين

  • An, zaman, vakit. Sıra. Çağ.
  • Kıyamet.
  • An, zaman, vakit, sıra.
  • Zaman, vakit.
  • Zaman, vakit, esna. (Arapça)

hin-i hacet / hîn-i hâcet

  • Hîn-i hâcette: İhtiyaç duyulduğu zaman.

hin-i hacette / hîn-i hacette

  • Lüzumlu zamanında, ihtiyaç olduğu vakit.

hin-i sefer / hîn-i sefer

  • Yolculuk.
  • Ölüm zamanı. Sefer zamanı.

hina / hînâ

  • Ne zaman ki.

hina ki / hîna ki / hînâ ki

  • Vakta ki, ne zaman ki.
  • Vaktâ ki, ne zaman ki.
  • Vakta ki, ne zaman ki.

hineizin / hîneizin

  • (Zaman zarfı) o zaman, o sıra.

hinen / hînen

  • Zamanca, vakta, vakitçe, zaman olarak.

hinoğlu

  • Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli.

hitabet beratı

  • Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o

hiyan

  • Zaman, devre.

hıyar-ı rü'yet

  • Bir şey hakkında görülmeden yapılan bir akitten dolayı, âkitlerden biri için görüldüğü zaman sabit olan muhayyerliktir.

hız

  • Sür'at, çabukluk.
  • Gayret, şevk.
  • Fiz: Alınan yolun zamana oranı.

hobi

  • ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu.

hoşgüzeşte

  • Hoş geçmiş tatlı zaman. (Farsça)

hotoz

  • Eski zamanda kadınların başlarına giydikleri süslü serpuş.
  • Hayvan, kuş ve tavuk tepesi.
  • Yapıların ve eşyaların üzerine konulan tepelik.

hudud-u maziye ve müstakbele / hudud-u mâziye ve müstakbele

  • Geçmiş ve gelecek zamanın sınırları.

hulefa-i mehdiyyin / hulefa-i mehdiyyîn / hulefâ-i mehdiyyîn

  • Mehdî olan halifeler; âhirzamanda gelen büyük mehdînin bazı niteliklerine sahip olan halifeler.
  • Mehdi olan halifeler. Yani âhir zamanda gelen büyük mehdinin bazı vâsıflarına sahib olan halifeler.

humbaracı

  • Ask: Yeniçeri teşkilâtı zamanındaki topçu eri. Bu teşkilâtın mensubları havan toplarıyla humbara attıkları için bu adı almışlardı.

huneyn vak'ası

  • Hicretin sekizinci senesinde şirkten kurtulmamış bazı Arap kabileleri Mekkeyi geri almak maksadıyla hücum ettikleri zaman burada müslüman askerlere karşı gelerek başlangıçta galip gibi görünmüşlerse de daha sonra galebe ve zafer, İslâm askerlerine nasib olmuştur. Bu muhârebede Sahabe-i kiramdan birç

hünsaiyyet

  • Aynı kimsede ve aynı zamanda hem erkeklik hem dişilik.

hunut

  • Mumyalama.
  • Bir ölünün uzun zaman çürüyüp kokmaması için kullanılan eczalar.

hurc

  • Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında

hürriyetin başında

  • 1908'de Hürriyetin ilân edildiği zamanın ilk döneminde.

huruf-u nasibe / huruf-u nâsibe

  • Gr: Muzari (geniş zaman) fiilinin başına getirildiğinde o fiili nasbeden harfler. (En), (Len), (İzen), (Key) harfleri gibi.

hüseyin-i cisri / hüseyin-i cisrî

  • (Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ki

hutve

  • Adım atıldığı zaman iki ayak arasındaki mesafe.
  • İz.

huzur-u tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.

i'sar

  • İkindi zamanında bulunmak.
  • Kızın gelinlik çağına gelmesi.
  • Kasırga.

i'tikaf / i'tikâf

  • İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.

iane-i cihadiye

  • Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra

ibadette bid'at / ibâdette bid'at

  • Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler.

ibban / ibbân

  • Uygun zaman, vakit. Her şeyin mevsimi.

ibda'

  • Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
  • Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
  • Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.

ibdad / ibdâd

  • Ezân-ı Muhammedî okunduğu zaman, her işi terk edip, cemâatle namaz kılmağa gitmek.

ibn-i rüşd

  • (Kadı Muhammed Bin Ahmed) (Hi: 514-595) Endülüs Devleti zamanında yetişen bir filozoftur. Kurtuba'da doğmuştur.

ibn-i sina

  • (Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır.

ibn-i vakt

  • Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
  • Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.

ibn-ül-vakt

  • Kalbi halden hâle değişen velî. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler. Bunlara erbâb-ı kulûb da denir.

ibn-üz zaman

  • Zamanın çocuğu. Devrin adamı.

ibnüzzaman

  • Zamanın oğlu, devrin adamı.

ibrahim

  • Halilullah ve Halil-ür Rahman da denir. Peygamberlerden İshak ve İsmâil'in (A.S.) babasıdır. Yirmi sahifelik kitap kendisine nâzil olmuştur. Süryanice konuşurdu. Peygamberimizin de (A.S.V.) ceddi idi. Urfa'da doğduğu da rivayet edilir. Zamanın kralı Nemrud tarafından ateşe atılmak istendi, mu'cize o

ibtida-i cülus

  • Hükümdarlığın başlangıcı. Tahta çıkışın ilk zamanları.

iç hazine

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında sarayda muhafaza edilen bir kısım paralar. (Türkçe)

iç kale

  • Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme (Türkçe)

iç oğlanı

  • Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla (Türkçe)

icalet

  • El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap.
  • Acele ile ve derhal yapılan iş.

icare-i münecceze

  • Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.

icl-i samiri / icl-i samirî

  • Musa (A.S.) zamanında Samirî'nin yaptığı buzağı heykeli.

idbak

  • Ulaştırmak. Yapıştırmak.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin üst damağa yapışmasına denir. Bu sıfatın harfleri. Sad, dad, tı, zı'dır. İsimlerine müdbaka denir.

idde

  • Müddet. Zaman. Vakit.
  • Küfüv. Hemta. Arkadaş.

iddet

  • Bekleme müddeti.
  • Sayılmış. Madud.
  • Cemaat.
  • Hıfz.
  • Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
  • Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.

iddihar

  • Biriktirmek, toplamak, yığmak.
  • Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.

ifakat

  • (Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman.
  • Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.

ifate-i vakt

  • Vakit kaybetme, zaman harcama.

iftariyye

  • İftarlık. İftar için hususi olarak hazırlanmış nevale. Bunlar oruç bozulduktan sonra yemek yenmeden evvel yendiği için bu ad verilmiştir.
  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında padişah sarayında, vüzera, eşraf ve âyân konaklarında, davetlilere iftardan sonra diş kirası namıyle verilen bahşi

igdidan

  • Saç uzamak.
  • Ot yeşermek.

ihbar-ı gaybi / ihbar-ı gaybî

  • Gayıbdan verilen haber. Geçmiş zamandan veya gelecekten verilen haber.

ihbarat-ı gaybiye-i kur'an / ihbârât-ı gaybiye-i kur'ân

  • Geçmiş ve gelecek zamana ait olan haberleri bildiren Kur'an.

ihbari / ihbarî

  • Haberle alâkalı. Haber vermeğe dair.
  • Gr: Bir işin ne zaman olacağını bildiren fiil.

ihram / ihrâm / احرام

  • Hac zamanı giyilen beyaz giysi. (Arapça)

ıhrıvvat

  • Uzamak.

ihticab

  • Örtünme. Saklanma. Gizlenme. Perdelenme.
  • Doğumun belirli zamanından fazla uzaması.

ihtikar / ihtikâr

  • İnsan ve hayvan için lüzumlu gıdâ maddelerini şehre girmeden yâhut girince halka satılmadan toplayıp, stok edip, pahalandığı zaman satmak.

ihtilaf-ı matali / ihtilâf-ı matâli

  • Ay'ın doğuşunun zaman olarak farklı yerlerde farklı oluşu.

ihtilaf-ı metali / ihtilâf-ı metâli

  • Ay'ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu.

ihtilaf-ı metali' / ihtilâf-ı metali'

  • Ayın doğuş zamanlarının farklı yerlerde farklı oluşu.

ihtilaf-ı zaman ve mekan / ihtilâf-ı zaman ve mekân

  • Yer ve zaman farklılığı.

ihtiyac-ı zaman

  • Zamanın, dönemin ihtiyacı.

ihtiyati / ihtiyatî

  • İhtiyatla alâkalı. Gelecek zamana ait olan.

ikindi divanı

  • Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işl (Türkçe)

ikindi namazı

  • İslâm'ın şartlarından biri olan beş vakit namazın üçüncüsü, öğle vakti ile akşam vakti arasında kılınan namaz.Gökten yere iner kamû (bütün) melekler, Meleklere müştâk olur (can atar) felekler, Kabûl olur anda bütün dilekler, İkindi namâzın kıldığın zaman.

ikramiye

  • Hürmet ve mükâfat için verilen para veya hediye.
  • Memurlara maaş haricinde ve her sene belli bir zamanda verilen para.
  • Yapılan iyilik karşılığı olarak verilen hediye veya para.
  • Satıcı tarafından pazarlığın hâricinde olarak müşteriye yahut arada vasıta olana verilen şey

ila / îlâ

  • Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.

ila-ahiri'd-deveran / ilâ-âhiri'd-deveran

  • Devirlerin, zamanların sonuna kadar; kıyamete kadar.

ilcaat-ı zaman

  • Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
  • Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.

ilm-i ezeli / ilm-i ezelî

  • Allah'ın herşeyi ve bütün zamanları kuşatan sonsuz ilmi.

ilm-i muhit-i ezeli / ilm-i muhit-i ezelî

  • Allah'ın, geçmiş ve gelecek bütün zamanları ve herşeyi kuşatan sonsuz ilmi.

iltizamiye

  • Bilerek yapılmış olan ve iltizama müteallik.

ilyas

  • Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, ç

imam-ı gazali / imam-ı gazalî

  • Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)

imam-ı mübin / imâm-ı mübîn / اِمَامِ مُب۪ينْ

  • İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.
  • Her şeyin vukūundan evvel ve sonra yazılı olduğu kader defteri; Allahın şimdiki zamandan ziyâde, geçmiş ve geleceğe bakan ilmi.

imameyn

  • İki İmam.
  • Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.

iman-ı hılki / îmân-ı hılkî

  • Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.

imate-i vakt

  • Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.

imdadiye

  • Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.

imkan-ı adi / imkân-ı âdî / اِمْكَانِ عَاد۪ي

  • Her zaman olabilen, olmasına alışılan şeyler.
  • Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan.
  • Her zaman olabilme.

imsak / imsâk

  • Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Hapsetmek.
  • Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
  • Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
  • El çekme, oruca başlama zamanı.

imsak vakti / imsâk vakti

  • Oruca başlama zamânı. Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit. Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar.

imtidad / imtidâd

  • Uzama.

in'am

  • Nimet vermek. İhsan etmek.
  • Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak.
  • İyilik etmek, bahşiş vermek.
  • Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam.

ina'

  • Yemiş toplama zamanı gelme.

inbisat

  • Genişleme. Yayılma.
  • Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma.
  • Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı.
  • Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme.

ind

  • Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz

inde'l-hace / inde'l-hâce

  • İhtiyaç zamanında.

indelicab

  • (İnd-el icab) İcab ettiği zaman, gerekince, iktiza ettiğinde.

infitah

  • Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya

inhiraf

  • Doğru yoldan sapma.
  • Dönme.
  • Bozulma. Değişme.
  • Kırıklık.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.

inkılab-ı zaman / inkılâb-ı zaman

  • Zamanın değişimi; yönetimdeki değişim süreci.

inkılabat-ı zaman / inkılâbât-ı zaman

  • Zaman içinde meydana gelen değişmeler.

inkılabat-ı zamaniye / inkılâbât-ı zamaniye

  • Zamana bağlı olarak meydana gelen değişimler.

inkıza-yi müddet

  • Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.

inşaallah / inşâallah

  • Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.

inşikak-ı kamer

  • Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması.

intisaf

  • Hakkını tam olarak alma, haklaşma.
  • Zaman, yarı olma. Vakit, yarıyı bulma.

ipotek

  • Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin. (Fransızca)

irade-i ezeliye / irâde-i ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah'ın irâdesi.

ırak-ı arab / ırâk-ı arab

  • Arap Irak. Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan ve Bağdat'ın kuzeyine kadar uzanan topraklara Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen isim.

irşad / irşâd

  • Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.

irtifa almak

  • Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek.
  • Yükselmek.

ışa' / ışâ'

  • Yatsı zamanı. Akşam ile yatsı namazı arasındaki vakit.
  • Güneş batmasından ertesi günü fecre kadar olan zaman.

ışaeyn

  • Akşam ile yatsı zamanı.

ışaya

  • (Tekili: Işâ) Akşam ezanından yatsı ezanına kadar geçen zamanlar.

isfirar-ı şems vakti / isfirâr-ı şems vakti

  • Güneşin sararması vakti. Tozsuz, dumansız, berrak bir havada güneş ışığının geldiği yerlerin veya kendisinin bakacak kadar sararmaya başlamasından (güneşin alt kenarının görünen ufuktan bir mızrak boyu yükseklikte olduğu vakitten) güneş batıncaya kadar geçen zaman. İslâm astronomi âlimleri, bir mızr

ısham

  • Biçim vakti yetişmek, hasat zamanının gelmesi.

işhas

  • Gitme zamanı gelip çatma.
  • Tedirgin ve rahatsız etme.

işkampaviya

  • İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği

islam alimi / islâm âlimi

  • Dînî ilimleri bütün incelikleri ile zamânın fen bilgilerini de lüzûmu kadar bilen âlim.

islambol

  • Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.

ismet

  • Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
  • Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.

israiliyat

  • Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.

işrak vakti / işrâk vakti

  • Güneşin ufuk hattından beş derece (bir mızrak boyu) yükselmesinden, yâni güneşin çıplak gözle bakılamıyacak kadar parlamasından îtibâren başlayan zaman, bayram namazı vakti.

isti'la

  • (Ulüv. den) Yükselmek. Üste çıkmak. Yüce olmak. Terfi' eylemek. Galib olmak.
  • Gr: Bir şeyin bir şey üzerine çıkması.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin, üst damağa kalkmasına denir.

istifale

  • Tecvidde: Bir harfin, okunduğu zaman aşağı çene tarafına düşüp üst damağa yükselmesi. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler: "Müsta'liye" harflerinin zıddıdır. Bu harfler: "Elif, Be, Te, Se, Cim, Ha, Dal, Zel, Rı, Ze, Sin, Şın, Ayın, Fe, Kaf, Kef, Lâm, Mim, Nun, Vav, He, Yâ" dır.

istihase

  • Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme.

istihkamat-ı dahiliye / istihkâmat-ı dâhiliye

  • Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar.

istihkamat-ı hafife / istihkâmat-ı hafife

  • Harbde kısa zamanda yapılan sığınaklar.

istihsad

  • Ekinlerin hasad (biçilme) zamanı gelme.

istikbal / istikbâl

  • Ati, gelecek zaman.
  • Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
  • Gelecek zaman.
  • Gelen bir kimseyi karşılamak.
  • Gelecek zaman, yönelme.

istikbal-i kıble / istikbâl-i kıble

  • Kıbleye yönelme; namazda Mekke-i mükerremedeki Kâbe-i muazzamaya doğru durma.

istikbalen

  • Karşılayarak, karşılamak üzere.
  • Gelecek zamanda, ilerde.

istikbali / istikbalî

  • Gelecek zamanla alâkalı. İstikbale mensub.

istikbaliyat / istikbâliyât

  • Gelecek zamanda olacaklar.

istimhal

  • (Mehl. den) Zaman isteme, mühlet isteme.

istirca' / istircâ'

  • Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.

istitale

  • Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek.
  • Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak.
  • Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir.
  • Tıb: Vücutta bazı organların uzaması.

istiva

  • Müsavi oluş. Temasül.
  • İ'tidal, istikamet ve karar.
  • Kemalin sâbit olması.
  • Kaba kuşluk zamanı.
  • Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak.
  • İstila eylemek.

itfa'

  • Söndürme. Bastırma. Dindirme.
  • Bir borcu ödeyerek bitirme.
  • Fizikte: İntizamlı ve eşit zamanlarla sallanan bir hareketin yavaş yavaş azalarak sıfıra inmesi.

ıtk-ı müneccez

  • Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben "seni azad ettim." demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur.

ıtk-ı muzaf

  • Bir zamana, bir vaktin girmesine veya çıkmasına izafe edilen ıtkdır. "Sen gelecek ayın başında hürsün." denilmesi gibi ki, o ayın başında ıtk hadisesi vücuda gelir.

ıtlal

  • Havâle olma, birşey üzerine yüklenme.
  • Boşu boşuna zaman geçirme, vakit öldürme.

ittihad ve terakki

  • 1918 tarihine kadar devam eden ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında mühim rol oynamış bir siyasî parti.

ivar

  • İkindi vakti, ikindi zamanı.

iz

  • "Hem, vakt, yevm, hîn" gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi.
  • Mâzi fiillerinden evvel "iz" gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur

iza-ma

  • Gr: Zaman zarfı olan "izâ"ya müsavidir. Müzari fiilinden evvel gelirse onu cezm eder.

izaa-i vakt / izâa-i vakt

  • Zamanını boş yere harcama, vakit kaybetme.

ıztırar vakti

  • Çaresizlik içinde kalındığı zaman dilimi.

ka'beteyn / kâ'beteyn

  • İki Kâbe. Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Muazzama ile, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ.

kaba kuşluk

  • Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki zaman.

kabr hayatı / kabr hayâtı

  • İnsanın ölüp kabre konmasından, kıyâmet koparak, mahlûkların diriltilmelerine kadar geçen zaman.

kadi iyaz / kadî iyaz

  • Lâkabı: Ebu-l Fadl bin Musa el Yahsabî'dir. Muhaddislerin meşhurlarından ve edebiyatçılardan olup, 476 hicrî tarihinde Site kasabasında doğmuş, sonra Endülüse geçerek Kurtuba'da ve diğer ilim merkezlerinde ilim tahsili yapmıştır. Daha sonra Site kasabasında uzun bir zaman durmuş, bir ara Garnata şeh

kadim / kadîm

  • Eski zaman.
  • Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan.
  • Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
  • Başlangıcı olmayan.
  • Allahü teâlânın zâtına âit sıfatlarından. Varlığının evveli, başlangıcı olmayan.
  • Zaman bakımından eski olan şey.
  • Eski zaman.

kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî

  • Herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah.

kadir-i layezal / kadîr-i lâyezâl

  • Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek, sonsuz kudret sahibi Allah.

kahhar / kahhâr

  • Herşeye her zaman mutlak galip gelen ve boyun eğdiren Allah.

kahhar-ı zülcelal / kahhâr-ı zülcelâl

  • Haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah.

kahr-ı dehr

  • Dünyânın ve zamanın kahrı.

kalb-i muntazam

  • Edb: Harfleri ters okunduğu zamanda da bir mâna çıkan kelimedir. Meselâ: "Reşat, taşer" gibi.

kalem-i kaza ve kader / kalem-i kazâ ve kader

  • Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri zamanı gelince meydana getirmesi.

kalib / kalîb

  • Kuyu, çok eski zamandan kalmış kuyu.

kamuflaj

  • Gizlenme, örtme. Aldatma gayesiyle yapılan tertibat. Daha ziyade harp zamanlarında araçlar ile insanların, bulundukları mekâna göre kılığa girmeleri. (Fransızca)

kane / kâne

  • (Kevn. den) İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.

kanun / kânun

  • Ocak. Ateş yanan yer. Zaman.
  • Kış mevsimi.
  • Sakil, ağır adam.
  • Kış mevsiminin ilk iki ayı.
  • Mangal. Soba.

kapçak

  • Tar: Eski zaman muharebelerinde muhasara edilen kalelerin duvarlarına tırmanmak için kullanılan büyük çengel.

kar-ı kadim / kâr-ı kadim

  • Eski zaman işi.

karib-ül ahd

  • Yakın zamanda.

kariben

  • Bir zaman sonra, yakın vakitte. Çok zaman geçmeden.
  • Sülâlece ve soyca yakın olan.
  • Yakında, yakın zamanda.

karin hacı / kârin hacı

  • Hac ile ömreye birlikte niyyet eden. Önce ömre için Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan.

karn

  • Zaman, devre.
  • Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
  • Yüz yıllık zaman. Asır.
  • Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki
  • Boynuz.
  • Yüz yıllık zaman.
  • Vakit, zaman.
  • Yaşıt, bir yaşta olan.

karz-ı hasen

  • Ödünç verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme.

kat'a / kat'â

  • Aslâ, hiçbir zaman.
  • Asla, kesinlikle, hiçbir zaman.

kat'an

  • Hiçbir zaman, aslâ, katiyyen.

kat'iyyen

  • Kat'i ve kesin olarak.
  • Aslâ, hiçbir zaman.

katıbeten

  • Tamamıyla, bütünüyle, cümleten, hepsi.
  • Hiçbir zaman, aslâ.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kaylule / kaylûle

  • Kuşluk vaktinden öğlenden biraz sonraya kadarki zaman dilimidir ki bu zaman diliminde uyumak sünnettir.

kayyumiyet-i ilahiye / kayyûmiyet-i ilâhiye

  • Allah'ın her zaman ve her yerde var olması ve bütün varlıkların ancak Onunla var olabilmeleri.

kayz

  • Yaz mevsiminin en sıcak zamanları.

kaza / kazâ

  • Allah'ı takdir ettiği şeyin zamanı gelince meydana gelmesi; kaderde yazılı olanın meydana gelmesi.
  • Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması. Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca.

kaza ve kader / kazâ ve kader

  • Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması ve Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması.
  • Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et

kaza ve kader kalemi

  • Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem.

kaza ve kader-i ezeli / kaza ve kader-i ezelî

  • Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.

kaza-i ilahi / kazâ-i ilâhi

  • Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.

kazan kaldırmak

  • Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı. (Türkçe)

kazasker

  • İlmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri. Lügat mânası asker kadısı, ordu kadısı demektir. Osmanlılarda Kazaskerliğin ihdası Sultan I.Murat zamanındadır. İlk Kazasker de "Çandarlı Kara Halil"dir.

kaziye-i vaktiye-i münteşire

  • Hükmü herhangi bir zamanda ve herhangi bir fertte gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan kaziye, önerme.

kefalet-i muvakkata

  • Geçici bir zaman için kefil olma.

kehribar

  • Birşeye hızlı bir şekilde sürüldüğü zaman hafif şeyleri kendine çeken değerli bir taş.

kehrüba

  • Saman kapan. (Farsça)
  • Bir yere hızlıca sürüldüğü zaman, hafif şeyleri kendine çeken bergâmi taş. (Türkçede tahrif edilerek "Kehribâr" denilir.) (Farsça)

kelam-ı ezeli / kelâm-ı ezelî

  • Ezelî, zaman üstü söz.

keramet-i kevniye

  • Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin

keşşaf zaman

  • Gizli şeyleri ortaya çıkaran zaman, keşfedici zaman.

key

  • Ne vakit, ne zaman? (Soru için kullanılır.) (Farsça)

kıble

  • Kâbe-i Muazzamanın bulunduğu Mekke-i Mükerreme ciheti. Kıble tarafı, güney.
  • Cenubdan esen rüzgâr.
  • Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf; Kâbe tarafı. Mekke-i mükerreme şehrindeki Kâbe-i muazzama.

kıdem

  • Öncelik ve eskilik.
  • Evveli bulunmamak. Ezeli olmak.
  • Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak.
  • Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu.

kira'

  • Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi.
  • Böyle bir şey karşılığı alınan para.

kırat-ı şer'i / kırât-ı şer'î

  • Peygamber efendimiz zamânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismi geçen bir ağırlık birimi.

kıtmir / kıtmîr

  • Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı.

kıyamet

  • Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
  • Mc: Büyük belâ.
  • Fazla sıkıntı.

kıyamet-i kübra / kıyâmet-i kübrâ

  • Büyük kıyâmet. Canlıların öldükten sonra tekrâr diriltildikleri gün, zaman. Kıyâmet günü.

klasik / klâsik

  • Zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.

köhne

  • Eski, eskimiş. (Farsça)
  • Zamanı geçmiş. Demode olmuş. (Farsça)

kritik

  • yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
  • Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.

kudema

  • (Tekili: Kadim) Kadimler. Eski büyükler. Eski adamlar. İleri gelen büyükler. Eski zamanda gelmiş olanlar.

kühen

  • Eski, zamanı geçmiş. Demode olmuş. Yıpranmış. (Farsça)

külli / küllî

  • Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün.
  • Çok, ziyade, fazla.
  • Man: İnsan dediğimiz zaman küll'ü ve küllîyi ifade etmiş oluyoruz. İnsanın eli, ayağı, kolu, gözü dersek cüz' ve cüz'îyi ifade etmiş oluruz. Dünya denilirse küll; dünyanın karaları, kı

külliye

  • (Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik.
  • Bolluk, çokluk, ziyadelik.
  • Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.

künh

  • Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi.
  • Vakit, zaman.

kurb

  • Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
  • Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.

kurbiyet-i zaman / قُرْبِيَتِ زَمَانْ

  • Zaman yakınlığı.
  • Zamanın yakınlığı.

küreyvat-ı beyza

  • Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl

kürsüf

  • Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk.

kurun

  • Zamanlar, devirler, büyük tarih bölümleri.

kurun-u ahire / kurun-u âhire

  • Son asırlar. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından zaptedildiğinden sonraki zaman. Hicri 857, Mi. 1453 yılından sonraki devir.

kurun-u ula / kurun-u ulâ

  • Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılması zamanına kadar olan eski devir. İlk çağ.

kurun-u vusta / kurun-u vustâ

  • Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılmasından, İstanbul'un Müslümanlar tarafından zabtedildiği tarihe kadar olan zamandır. Orta asırlar.

kuşluk vakti

  • Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.

kuşluk zamanı

  • Güneşin doğuşundan yaklaşık iki saat sonrasından başlayıp öğle vaktine kadar devam eden zaman dilimi.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kutb

  • (Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
  • Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
  • Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın

kutb-u azam / kutb-u âzam

  • En büyük kutup; birçok Müslüman'ın kendisine bağlandıkları büyük evliyadan zamanın en büyük mürşidi.

kutb-uz zaman

  • Zamanın en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi.

kutbuazam / kutbuâzam

  • En büyük kutub, zamanın en büyük velîsi.

kuvve-i an-il-merkeziye

  • Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.

la ve neam / lâ ve neam

  • Hayır ve evet. (Daha çok, hiçbir fikir beyan edilmediği zamanlar kullanılır.)

laedri / laedrî

  • Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm.

lahza / lâhza

  • Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. Bir an. En kısa zaman. Göz ucu ile bir bakış. Zaman.
  • En kısa zaman, an.
  • An, en kısa zaman.
  • Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, an.

lala

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi. (Farsça)
  • Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler. (Farsça)
  • Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine (Farsça)

lam-ı ta'rif veya lam-ı istiğrak / lâm-ı ta'rif veya lâm-ı istiğrak

  • Kelimenin mânâsını umuma teşmil ettiği için, istiğrak mânâsı verilir. El-i istiğrak veya harf-i ta'rif de denir. Meselâ: Hamd kelimesi herhangi bir hamdi ifâde ettiği halde; El-Hamd dediğimiz zaman her ne kadar hamd varsa, bütün hamd ve senâlar mânâsına gelir. Bu, harf-i ta'rif ile olur. Harf-i ta'r

lam-uz-zarfiye / lâm-uz-zarfiye

  • Zaman bildiren lâm.

latife / latîfe

  • Hoş, tatlı söz, şaka.
  • Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.

layebgıyan / lâyebgıyan

  • Biri ötekine tecavüz edip karışmaz ve hâsiyetini bozamaz (meâlinde olup, nefyedilmiş muzari fiilidir.)

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...

lazistan

  • Lazlar'ın oturduğu bölge olan Rize dolayları. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rize sancağına verilen ad.

lede-l havale

  • Havale olunduğu zaman.

lede-l-hace / lede-l-hâce

  • İhtiyaç görüldüğü zaman. Hacet ânında.

lede-l-iktiza

  • İktiza edip gerektiği zaman.

ledün

  • İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kel

lemh-i basar

  • (Lemhat-ül basar) Göz atma. Bakma. Çabuk bir bakış.
  • Çok az bir zaman.

lemha-i basar

  • Pek az bir zaman. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman.

lemma

  • (Harf-i cerdendir) Vaktâki, o zaman (mânâsındadır.) İstisna için: "İllâ" yerinde de olur.

leyla-yı zaman / leylâ-yı zaman

  • Zamanın Leylâ'sı, çağın Leylâ'sı.

lezc

  • Kaypak olmak.
  • Çekilip uzamak.

libs

  • Kâbe-i Muazzama'ya örtülen örtü.

lokman hakim / lokman hakîm

  • Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et

lokman hekim / lokman hekîm

  • Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.

ma'ra

  • Vücudun çok zaman çıplak olan yeri.

maaş

  • Kazanma yeri ve zamanı; dünya hayatı.

mabud-u baki / mâbûd-u bâkî

  • İbadete lâyık olan ve varlığı hiçbir zaman son bulmayan Allah.

mabud-u layezal / mâbud-u lâyezâl

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mabud-u lemyezel / mâbûd-u lemyezel

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah.

mah

  • (Meh) Senenin onikide birisi. Yirmisekiz, yirmidokuz, otuz veya otuzbir günlük zaman. (Farsça)
  • Gökteki ay. Kamer. (Farsça)

mahbel

  • Hayvanın gebelik zamanı.

mahbub-u baki / mahbub-u bâkî / mahbûb-u bâkî

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.
  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.

mahbub-u layezal / mahbûb-u lâyezâl

  • Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek yegane sevgili olan Allah.

mahitab-ı ahirzaman / mâhitab-ı âhirzaman

  • Âhirzamanın mehtabı.

mahiz / mahîz

  • Hayız hali zamanı.

mahluk / mahlûk

  • Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.

mahmudiye

  • Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi.
  • Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın.
  • Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.

maklub

  • (Kalb. den) Altı üstüne çevrilmiş, kalbolunmuş. Ters döndürülmüş. Başka şekle sokulmuş.
  • Harfleri tersinden okunduğu zaman yine aynı olan kelime veya cümle. (Anastas mum satsana cümlesi gibi)

mameza

  • Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi.

mançurya

  • (Mançu memleketi) Asya'nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı'na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibir

manend-abad / manend-âbâd

  • Ölümle kıyamet arasında geçen zaman.

manevra

  • Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli. (Fransızca)
  • Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir biçimde düzenlenmesini te'min eden bütün hareketler. (Fransızca)
  • Barış zamanında kıt'alara ve kurmay hey'etle (Fransızca)

masbah

  • Doğacak zaman ve yer.

masdar

  • Bir şeyin sudur ettiği (çıktığı) menba.
  • Gr: Fiilin şahsa ve zamana bağlı olmayan şekli, fiil kökü. Okumak, yazmak, kitabet, kıraat, ahz, almak... gibi. Masdar kelimesi.; ism-i mekândır, sudur etmek mânasına gelir. Fiilin mâna ve lâfız ciheti ile mebde' ve me'hazidir.

matekaddem

  • (Mâtekaddem) Geçmiş zaman, mâzi.
  • Sâbık. Geçen şey.
  • Önceleri.

matla'ların ihtilafı / matla'ların ihtilâfı

  • Doğuş yeri ve zamanlarının farklılığı.

mazi / mazî / mâzi / ماضى

  • Geçmiş zaman. Geçen, geçmiş olan.
  • Gr: Bir işin geçen zamanda yapıldığını bildiren fiil. Fiil-i mâzi. Mazi sigası.
  • Geçen, geçmiş olan, geçmiş zaman.
  • Geçmiş zaman.
  • Geçmiş zaman.
  • Geçmiş, geçmiş zaman. (Arapça)

mazi kıt'ası / mâzi kıt'ası

  • Geçmiş zaman ve dönemler.

mazi sigası / mâzi sigası

  • Gr. geçmiş zaman kipi, kalıbı.

maziyat / mâziyât

  • Geçmişler. Geçen zamanlar.
  • Geçmiş zamanlar.

me'cuc / me'cûc

  • Çok eski zamanlarda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundan gelecek olan kötü bir millet. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır.

mebde-i cihad

  • Allah yolunda girişilen cihadın başlama zamanı.

mebde-i nüzul

  • İnmeye başladığı zaman.

mebrade

  • Soğukluk.
  • Soğukluk verecek zaman ve mekan.

mecidiye

  • Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.

meclis-i a'yan / meclis-i a'yân

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)

meclis-i ruhani / meclis-i ruhanî

  • Ruhanîler meclisi, meleklerin ve ruhların toplanma yer ve zamanı.

medain

  • (Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
  • Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm

medaris

  • Medreseler. Ders okunan yerler. Talebe-i ulumun ikametgâhları. Din, imân, ahlâk dersi ve fenni ilim okutulan ve aynı zamanda talebenin ikamet ettiği mektebler.

mehdi / mehdî / مَهْد۪ي

  • Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz-zaman. "Hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı Hak tarafından yol gösterilen" mânasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi muntazır da denir. Ahir zamanda gelip bü
  • Âhirzamanda gelip insanları hak dine sevk edecek ve Müslümanların yenilemeye sebep zât.
  • Hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim.
  • Âhirzamanda gelecek vazîfeli zât.

mehdi-i al-i resul / mehdî-i âl-i resul

  • Resulullah'ın neslinden gelen, âhir zamanın en büyük mürşidi, hidâyete sevk edicisi.

mehdi-i resul / mehdî-i resul

  • Resulullah'ın neslinden gelen, âhirzamanın en büyük mürşidi, hidâyet edicisi.

mehdi-yi abbasi / mehdi-yi abbasî

  • (Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı

mehl

  • Vakit verme. Vâde. Mühlet. Bir işi belli bir zamana kadar te'hir etme.

mekare / mekâre

  • Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı.
  • Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli

mekke

  • Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir.

mekke-i mükerreme

  • Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın bulunduğu, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu mübârek şehir.

melavet

  • Vakit, zaman.

meliyy

  • Uzun zaman.
  • Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf.

menam

  • Uyku. Uyku zamanı.
  • Rüya. Düş.
  • Uyunacak yer, yatak odası.

menasik / menâsik

  • Nüsükler. Hacda belli yerlerde ve belli zamanlarda yapılan belli ibâdetler, vazifeler. Nüsük kelimesinin çoğuludur.

menun

  • (Menn. den) Kesmek.
  • Vakit, zaman, ömür ve sâireyi kesen mânâsınadır.

menzil-i kamer

  • Koz: Ayın dünya etrafındaki mahreki. Bu mahrekte aynı noktaya tekrar gelmek için geçen zaman.

merhun / مرهون

  • Rehinli, ipotekli. (Arapça)
  • Zamana bağlı, bir şeye bağlı. (Arapça)

merve

  • Kâbe-i muazzamanın yakınında bulunan ve hacda, aralarında sa'y denilen ibâdetin yapıldığı iki tepeden biri.

meş'ar-ül haram

  • Hac zamanında ziyaret edilecek muayyen yer. Cebel-i Kuzah, Müzdelife'de bir yerin ismi.

mesai

  • Çalışma. Çalışmalar.
  • İş zamanı.

mesaib-i dehr / mesâib-i dehr

  • Zamanın musibetleri, felâket ve güçlükleri.

mesbah

  • Doğacak yer ve zaman. Tulu' edecek yer. Tulu' edecek vakit.

mescid-i dırar / mescid-i dırâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid.

mescid-i haram / mescid-i harâm

  • Ka'be-i muazzamanın etrâfında üstü açık olan câmi.

mest-i müdam

  • Her zaman, devamlı sarhoş.

meta

  • Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.

metali / metâlî

  • Güneş ve ayın doğduğu yerler ve zamanlar.

metali'

  • Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler.
  • Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzeri

mevaid

  • (Tekili: Mev'ud ve Miad) Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar.

mevkit

  • (Çoğulu: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.

mevkufat

  • (Tekili: Mevkufe) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para.
  • Vakfedilmiş mal, emlâk.
  • Gelirden artıp hazineye mâl edilen para.

mevkute

  • Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.

mevlid

  • Doğma. Dünyaya gelme.
  • Doğulan yer veya zaman.
  • Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume.
  • Dünyâya gelme; doğum yeri ve zamânı. Peygamber efendimizin dünyâya gelişini, mi'râcını ve mübârek hayâtını anlatan eser.

mevludat

  • (Tekili: Mevlud) Belirli bir zaman içinde doğanlar.

mevsim

  • (Çoğulu: Mevâsim) Pazar yeri.
  • Arap pazargâhları.
  • Yılın dört kısmından biri.
  • Zaman. Vakit. Alâmet.

mevsim be mevsim

  • Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.

mey'a

  • (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı.
  • Atı koşuya alıştırmak.
  • Erimiş sıvı madde.
  • Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi.
  • Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.

mezahim-i hazıra / mezahim-i hâzıra

  • Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.

miad

  • Vaad edilen gelecek zaman veya yer.
  • Müsaade edilen zaman.
  • Kıyâmet. Mahşer.
  • Vaad. Müddet.

mihail

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid

mikat / mîkat / ميقات

  • Bir iş için tayin edilen zaman veya yer.
  • Mekke-i Mükerreme yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
  • Bir iş için belirtilen zaman veya yer.
  • Mekke yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
  • Buluşma yeri. (Arapça)
  • Buluşma zamanı. (Arapça)

mikdar-ı kamet

  • Namaza başlamak için okunan kamet zamanı kadar.

mirilu

  • Uzayan harblerde ve askerin kifayetsizliği zamanlarında aylıkla toplanan askerler. Bunlar talimsiz, intizamsız oldukları için "Nefer-i âm: Bütün halkın cenge sürülmesi" hükmünde kalıyor, bir istifade te'min olunamıyordu. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla muntazam askerî teşkilât yapılınca bu türl

mişrak

  • Her zaman güneşli olan yer.

mitam

  • Her zaman ikiz doğuran kadın.

modern

  • Şimdiki zamana uygun, asri. (Fransızca)

mu'sırat

  • Sıkım zamanı gelmiş üsâreliler. (Üzüm gibi)
  • Bora ve kasırgalar.
  • Yetişkin kızlar.

mu'tadi / mu'tadî

  • (Mu'tâdiye) Alışılmış. Her zamanki.

muasara

  • (Muâsarat) (Asr. dan) Muâsır olma. Aynı asır ve zamanda yaşama.

muasker

  • (Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer.

mücavir / mücâvir

  • Komşu.
  • Bir mâbed veya tekke yakınında çekilip oturan.
  • Yurdunu terkederek zamanını Haremeyn-i Şerifeyn'de ibadetle geçiren.
  • Komşu. Memleketini ve yurdunu terk ederek, zamânını Haremeyn-i şerîfeynde yâni Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Harâm'da ve Medîne-i münevverede ise Mescid-i Nebî'de (Peygamber efendimizin mescidinde) ibâdetle geçiren kimse.

mücevher

  • Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli.
  • Mc: Kıymetli fikir veya söz.
  • Edb: Yalnız noktalı olan harfleri, ebced hesabına göre sayıldığı zaman, tarih çıkan beyt veya mısra.

müctehid

  • İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.

müdam-kare / müdam-kâre

  • Her zaman yapan, işleyen. (Farsça)

müddet

  • Zaman, vakit, bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman.
  • Süre, zaman.

müddet-i ma'lume

  • Malum olan ve bilinen zaman.

müddet-i medide

  • Uzun zaman, uzun müddet.

müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb

  • Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı

müellefe-i kulüb

  • Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.

mugayyebat-ı hamse / mugayyebât-ı hamse

  • Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara me

muhayene

  • Belirli bir zaman için kiralama.

muhayyire

  • Âdet zamânını unutan kadın.

muhit-i zaman ve mekan / muhit-i zaman ve mekân

  • Zaman ve yer bakımından yaşanan çevre, ortam.

muhit-i zamani ve mekani / muhît-i zamânî ve mekânî

  • Zaman ve mekân itibariyle oluşan şartlar, ortam, çevre.

mühlet

  • Vakit. Bir işi bir zaman için geri bırakmak.
  • Rıfk ve teenni ile meydan vererek tutmak.
  • Zaman, vakit.
  • Belli zaman, vade.

mukaddem

  • Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan.
  • Askerin ön tarafına sevkedilen karakol.
  • Değerli, üstün.
  • Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.

mükam

  • Durulacak yer, ikametgâh. İkametgâhta geçen zaman.

mukannen

  • (Kanun. dan) Muntazam. Tertibli.
  • Kanun ile vâcib ve mukarrer olan.
  • Zaman ve miktarı hiç şaşmayan. Tertibe dahil olarak kararlaşmış olan.
  • Zaman ve miktarı hiç şaşmayan, düzenli.

mukannin

  • Kanun yapan. İntizama koyan. Kanun tertib ve ihdas edici olan.

mültezem

  • Kâbe-i muazzamanın kapısı ile Hacer-ül-esved denilen mübârek siyah taş arasında kalan Kâbe duvarı.

münteşire-i muvakkate

  • Hükmü herhangi bir fertte ve herhangi bir zamanda gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan.

mürettib

  • (Retb. den) Tertib eden, nizâma, sıraya koyan.
  • Matbaada harfleri ve yazıyı yerine dizen.

mürettibin / mürettibîn

  • (Tekili: Mürettib) (Retb. den) Mürettibler. Tertib edenler, nizama koyanlar.

mürid / mürîd

  • Her şeyi istediği gibi, istediği zamanda ve keyfiyette yapan ve bir anda sonsuz şeyleri dilemekten âciz olmayan Allah.

mürur-i zaman / mürûr-i zaman / مرور زمان

  • Zamanın akışı.

mürur-ı zeman / mürûr-ı zemân

  • Zaman aşımı, zaman geçmesi.

mürur-u zaman / mürûr-u zaman / مُرُورِ زَمَانْ

  • Zamanın geçmesi.
  • Zamanın geçmesi.
  • Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi.
  • Zamanın geçmesi.
  • Zamanın geçmesi.

müsagsag

  • Konuştuğu zaman dişleri ağzından hareket edip ızdırap çektiğinden sözü anlaşılmayan kimse.

müsalemet / müsâlemet

  • Uyuşmak; fikirler ayrıldığı, sözler çoğaldığı zaman münâkaşa etmemek; sertliği, bölücülüğü, ayrıcılığı istemeyip, barışmak istemek.

müsbet hareket

  • Doğruluğu âşikâr olan ve belli ve isbat edilebilen; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket.
  • Allah'ın (C.C.) emrine uygun, tahribkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tâmir edici tarzda olan, mizan, adâlet ve insafa uyan hareket.

müselleman

  • (Selm. den) Tar: Yeniçeri zamanında yol işleriyle vazifeli asker kısmı.

müsemma

  • İsimlendirilen, ad verilmiş olan, bir ismi olan.
  • Muayyen zaman. Belirli vakit.
  • Bir ismi olan, adlandırılmış, adlı.
  • Muayyen, belirli zaman.

müşir

  • Emreden, işaret eden, bildiren.
  • Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife

müsnid

  • Söyleyene isnad edilen söz.
  • Zaman, dehr.

müsrif

  • Boş yere malını harcayan, tutumsuz, Allah'ın (C.C.) razı olmayacağı şeylere parasını, malını ve zamanını harcayan.

müstahfız

  • Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine

müstakbel

  • Karşılanan, istikbâl edilen, önde bulunan. İlerdeki, gelecek.
  • Gelecek zaman.
  • Gelmesi beklenen zaman.

müste'cel

  • Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar te'hir edilmiş olan.

müstekbelat / müstekbelât

  • (Tekili: Müstakbel) Gelecek zamanlar, istikbâller.
  • Önde bulunanlar.

müstemhil

  • (Mehl. den) Belirli bir vakit ve zaman isteyen. Mühlet isteyen.

müt'a nikahı / müt'a nikâhı

  • Şâhidsiz olarak bir kadına belli miktarda para verip, belli bir zaman için berâber yaşamağı sözleşmek.

mütareke

  • İki tarafın geçici bir zaman için savaşı durdurması, ateşkes.

mutasarrıf-ı fa'al / mutasarrıf-ı fa'âl

  • Her zaman Zâtına has ve lâyık iş yapan, daima faaliyette bulunan, idâre eden ve tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hak.

müteahhirin / müteahhirîn

  • Son zamanlarda gelenler ve yetişenler. (Büyük allâmeler hakkında söylenir.)

mütefavit

  • Birbirinden farklı, çeşitli.
  • Zamanca birbirinden ayrı.

mütemayilen imtidad

  • Eğimli olarak birleşme noktasına doğru uzaması.

mütemehhil

  • Teenni ve sükûn üzere olup acele etmeyen.
  • Zamana muhtaç, büyüyüp gelişmesi belli bir zaman içinde olan şey, tedric kanununa tabi olan.
  • Büyüyüp gelişmek için zamana ihtiyacı olan şey.

muttarid

  • Muntazaman devam eden. Bir düziye olan. Bir küllî kaideye mümasil ve muvafık olan. Sıralı. Düzgün.

muvakkat nikah / muvakkat nikâh

  • Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.

muvakkaten

  • Az bir zaman için, şimdilik, geçici ve muvakkat olarak.

müz

  • Gr: Harf-i cer oldukları zaman (Fi: ) vazifesini görürler. Zarf veya isim olduklarında ismin başına gelirlerse kendileri mübteda, sonra gelen haber olur. Fiilin başına gelirlerse kendilerinden önceki bir fiilin mef'ulünfihi olarak mahallen mensub bulunurlar.

muzaf

  • (Zayf. dan) Bağlı. Katılmış. İzâfe olmuş. Bağlanmış.
  • Gr: Başka bir isme katılmış ve onu tamamlamış olan isim.
  • "Evin kapısı" dediğimiz zaman; "kapı", "ev"i tamamlıyor. Bu muzâfdır.

muzafun ileyh

  • İsim tamlamasında (izâfet terkibinde) muzâfın (belirtenin) bağlı bulunduğu ismin hâli.Türkçede muzâf sonra gelir. "Evin kapısı" dediğimiz zaman, ev; muzâfun ileyh; kapı; muzâfdır.

müzamene

  • Zamanla çalışıp ücret almak.

muzari / muzâri

  • Şimdiki zaman veya geniş zaman kipi.
  • Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi.
  • Arapçada şimdiki ve geniş zamanı ifade eden fiil kipi.

muzari sigası / muzâri sigası

  • Gr. Arapçada şimdiki, geniş ve yakın gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi, kalıbı.

muzari'

  • Ortak. Arkadaş.Benzer, müşabih.
  • Gr: Geniş zamanı ifade eden fiil hali. "Yazar, okur, görür, gelir" gibi.
  • Edb: Aruz kalıplarından birisinin ismi.

müzmin / مُزْمِنْ

  • Eskimiş. Üzerinden zaman geçmiş. Zamanla yerleşmiş olan (hastalık).
  • Zamanla yerleşmiş.

na-behengam / na-behengâm

  • Vakitsiz, mevsimsiz, zamansız. (Farsça)

nakkaş-ı ezeli / nakkâş-ı ezelî

  • Başlangıcı ve sonu olmayıp zamanla sınırlı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah.

nakur

  • Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâk

nasreddin hoca

  • (Mi: 1208 -1284) Mizahlı, güldürücü sözleri ile meşhur bir zâttır. Akşehir, Sivrihisar Medreselerinde okumuş, Selçuklular zamanında yaşamıştır.

nazar değmesi

  • Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.

nazc-ı kabl-el vakt

  • Zamanından önce büluğa erme.

nazımin / nazımîn

  • (Tekili: Nâzım) Tanzim edenler, düzenleyenler, nizama koyanlar.

nebiy-yi ahirzaman / nebiy-yi âhirzaman

  • Âhirzaman nebisi, peygamberi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

nebiyy-i ahirzaman / nebiyy-i âhirzaman

  • Âhirzaman peygamberi ve son peygamber olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

nefha

  • Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.

nefs-i mülhime

  • Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs.

nehar-ı örfi / nehar-ı örfî

  • Güneşin tuluundan gurubuna - doğuşundan batışına - kadar olan zaman.

nehar-ı şer'i / nehâr-ı şer'î

  • İmsâktan, akşam namazının vaktinin girmesine kadar olan zaman.

nema

  • Artma, çoğalma, büyüme, uzama.
  • Gelişme, büyüme.
  • Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek.
  • Faiz.

nemrud

  • Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb
  • Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.

nesh

  • Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)
  • Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
  • İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.
  • Nakletmek, kaldırma
  • Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.

neşr-i suhuf

  • Haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi.

nev

  • Yeni, tâze, cedid. Son zamanda çıkmış. (Farsça)

nezib

  • Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses.

nikah-ı mut'a / nikâh-ı mut'a

  • Bir zamanlık, geçici nikâh olup meşru değildir.

nikah-ı müt'a / nikâh-ı müt'a

  • Şâhidsiz olarak, bir kadınla belli para verip, belli zaman için berâber yaşamağı sözleşmek.

nimlahza

  • Yarım bakış. Gözucuyla bakış. (Farsça)
  • Çok kısa zaman. (Farsça)

nisbet-i kayyumiyet / nisbet-i kayyûmiyet

  • Varlıkların her zaman var olan Allah ile bağlantısı.

nizam-ı cedid

  • Yeni nizam. Osmanlı Devletinde III. Sultan Selim zamanında yeni nizamla yetiştirilen bir askerî teşkilât.

nizamen

  • Nizam dairesinde. Nizama ve kanuna tabi olarak.

nizami / nizamî

  • Düzenli, tertipli, usulüne uygun.
  • Kanun ve nizama ait, onunla alâkalı.

nüsha-i nadire-i zaman / nüsha-i nâdire-i zaman

  • Zamanın nadir bulunan bir nüshası, örneği.

nüşur

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama

ödünç vermek

  • Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere verme.

ömer

  • Resül-ü Ekrem'in (A.S.M.) ikinci halifesi, Aşere-i Mübeşşere'den ve sahabenin en büyüklerindendir. Çok âdil, âbid, zâhid ve merhametli idi. Fakirce yaşadı. Adaleti, şecaat ve cesareti, İlâ-yı Kelimetullah için fedakârlığı meşhurdur. Çok Hadis-i Şeriflerle medhedildi. Zamanında çok fütühat ve ilerlem

ömr

  • Hayat, yaşama, yaşayış. İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

osmanlıca

  • Osmanlılar zamanındaki Türkçe.

özr sahibi / özr sâhibi

  • Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.

patriklik

  • Osmanlı saltanatı zamanında muhtelif gayr-i müslimlerin dinî ve medenî bazı işlerini idare eden makamlar.

pertev-suz

  • Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.

peyveste

  • Her zaman, dâima. (Farsça)
  • Ulaşmış, ermiş. (Farsça)
  • Bitişik, muttasıl. (Farsça)

pişhane

  • Balkon. (Farsça)
  • Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası. (Farsça)

pişini / pişinî

  • (Çoğulu: Pişiniyan) Evvel zaman adamı. (Farsça)

posta

  • İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi.
  • Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri.
  • Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta.
  • Takım, kol.
  • Hizmet nöbetinde bulunan er.
  • Sefer.

radıyallahü anh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.

rags

  • Nimet. Lütf-u İlâhî. Bereket. Hayır.
  • Çoğalmak ve uzamak.

rakraka

  • Şimşek çaktığı zaman duyulan gök gürültüsü.

ravda-i mübareke / ravda-i mübâreke

  • Mübârek, bereketli bahçe. Medîne-i münevverede, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan mübârek mekan, yer.

ravda-i mukaddese

  • Mukaddes bahçe. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevveredeki mescidinin içinde kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberinin arasında kalan mübârek mekân, yer.

ravda-i mutahhera

  • Temiz bahçe. Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m. uzunluğundaki mübârek yer. Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir.

rayb-el menun

  • Zamanın hâdiseleri.
  • Ölüm.
  • Iztırab veren hâdiseler.

reform

  • Düzeltme, tanzim. Asıl şeklini verme. Islah etme. Avrupa'da başlayan dinde reform hareketini, İslâm dinine tatbik etmenin yeri yoktur. Çünkü İslâm dini, bütün zaman ve mekânların insanlarına her cihetle cevap verecek câmiiyette olduğundan ve ilmi esaslara dayanmış olarak asliyetini muhafaza ettiğind (Fransızca)

resul / resûl

  • Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
  • Elçi, haberci.

reyean

  • Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme.
  • Her şeyin evveli, tazelik zamanı.

rikaz

  • Yer altında bulunan madenler.
  • Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.

rububiyet

  • Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti.
  • Artırmak. Ziyade kılmak.

ruman / rûmân

  • Ölü, kabre konduğu zaman, kendisine gelen melek.

rüzgar / rüzgâr

  • Zaman, devir, hengâm, vakit. (Farsça)
  • Dünya, âlem. (Farsça)
  • Yel. (Farsça)
  • Yel, zaman, dünya.

ruzgar / rûzgâr / روزگار

  • Zaman. (Farsça)

rüzgar / rüzgâr / روزگار

  • Zaman. (Farsça)
  • Devir. (Farsça)

ruzname / rûznâme

  • Günlük, olayların zaman sırasına göre yazıldığı defter, takvim.

sa'

  • Vakitler, saatler, zamanlar.

sa'd bin ebi vakkas

  • Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş

saat / sâat

  • Bir günün yirmi dörtte biri, saat. Zaman, vakit. Muayyen, belli bir vakit. Altmış dakikalık zaman.
  • Kıyâmet.
  • Saat, zaman, devir, kıyamet.
  • Zaman birimi, altmış dakikalık zaman, bir günün yirmi dörtte biri.
  • Kıyâmet.

sabah

  • Gün doğmasına yakın vakitten, öğle vaktine kadar olan zaman.

sabık / sâbık

  • Geçmiş. Önceki.
  • Zamanca veya rütbece ileride olan.
  • Eskiden işlenmiş suç.

sacid

  • Secde eden, Allah'ın (C.C.) huzurunda başını yere koyarak dua eden. Hâdis meâli: "Bir kulun Rabbine en yakın olduğu an: O'na secde ettiği zamandır."

sadaret

  • Vezirlik, başvezirlik. Osmanlı Devleti zamanında Başvekillik makamına verilen isim.
  • Öne geçme, başta bulunma.

safa ve merve / safâ ve merve

  • Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı. Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir.

şafak

  • Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
  • Nahiye. Cânib.
  • Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
  • Merhamet.
  • Harf.
  • Tan zamanı.

sahib-i zuhur

  • Zuhur sahibi; inkârcılık fikrine karşı ortaya çıkıp insanları hidayete ulaştırmaya vesile olan ve âhirzamanda ortaya çıkması beklenilen.

sahib-kıran

  • Her zaman muvaffak olan ve üstünlük kazanan hükümdar. (Farsça)

sahib-üz zaman / sâhib-üz zaman

  • Zamânın sahibi. Zamânında İnd-i İlâhide en makbul insan. Müceddid.
  • Mehdi-i zaman.

sahibüzzaman

  • Yaşadığı zamanın manevî sahibi.

şahid / şâhid

  • Bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.

şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî

  • Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah.

sahife-i müstakbel

  • Gelecek zaman sayfası.

sahih

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y

sahih kan / sahîh kan

  • Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka

sahih temizlik / sahîh temizlik

  • Ergenlik çağına erişmiş bir kızda veya kadında, âdet zamânından sonra başlayan ve içinde hiç kan görülmeyen, öncesi ve sonrası hayız günleri olan on beş veya daha fazla sayıdaki temiz gün.

sahur / sahûr

  • Güneşin batmasından imsak vaktine kadar olan zamânın son altıda biri, seher vakti; oruç tutmak için yemeğe kalkılan vakit.

saih

  • Seyahat eden.
  • Çok zaman oruçla veya ibadetle meşgul olan.

sakin / sâkin

  • Bir yerde veya zamanda oturup yaşayan, bulunan.

salat-ı istiska / salât-ı istiska

  • Yağmur duasına çıkıldığı zaman kılınan namaz.

salat-ı sefer / salât-ı sefer

  • Yola çıkıldığı zaman kılınan iki rekât namaz.

salif-ül arz

  • Dünyanın ve arzın evveli veya geçmiş zamanı.
  • Evvelce arz olunan.

samiri / samirî

  • Hz. Musa Peygamber zamanında Yahudileri şirke sevk eden. Hz. Musa'nın (A.S.) bulunmadığı yerde kavmini yaptığı buzağı heykeline taptırmağa çalışan bir yahudi.

sancak beyi

  • Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı

sani-i sermedi / sâni-i sermedî

  • Zaman üstü ve yüce olmakla beraber her şeyi san'atla yaratan Allah.

saniye

  • Dakikanın altmışta birisi. Çok kısa bir zaman.

şebanruz

  • 24 saatlik zaman. "Gece gündüz". (Farsça)

sebeb-i istimrar-ı zaman

  • Zamanın sürekliliğinin sebebi.

sebike-i hak

  • Hak külçesi.
  • Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.

secis

  • Yılın ve zamanın sonu.

şedide / şedîde

  • Harf sükun ile ve nefesin hepsi hapsolarak sâkin bir halde okunduğu zaman sesin aslâ akmaması.

şeffaf

  • Saydam, bakıldığı zaman arkasındaki cisim görülen.

seher vakti

  • Tan yerinin ağarmaya başladığı zaman.
  • Duâların kabûl olduğunun bildirildiği, gecenin (güneşin batmasından imsâk vaktine kadar olan zamânın) son altıda biri.

sehergah / sehergâh

  • Sabahlık. Sabah zamanı. Sabah vaktine âit. (Farsça)
  • Seher zamanı, yeri.

şehr

  • Ay. 30 günlük zaman.
  • Bir şeyi izhar etmek. Teşhir etmek.

selefisalihin / selefisâlihîn

  • Dinin ilk zamanlarındaki rehber âlimler.

selem

  • İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu

selif

  • Eski zamanda geçmiş olan.

semen-i rayic / semen-i râyic

  • Geçer değer, o zamanki kıymeti, fiyatı.

şemhar

  • Büyümek. Uzamak.

semi'

  • İşiten, duyan.
  • Fık: Allah'ın (C.C.) insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. (O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur.)

seneb

  • Zamandan bir parça.

senem

  • Yüce olmak, yükselmek.
  • Uzamak.

serdar-ı ulema

  • Zamanın en bilgili ve en yaşlı âlimi.

setr-i avret

  • Mükellef olan yâni akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına erişmiş) bir kimsenin namazda veya her zaman başkasına göstermesi haram olan yerlerini örtmek.

sevad-ı a'zam

  • Büyük şehir.
  • Mekke-i Mükerreme.
  • İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha

seyahat-i cüz'iye

  • Kısa zaman içindeki yolculuk.

şeyh-ül islam

  • Osmanlı Devleti zamanında din işlerine bakan ve sadrazamdan sonra gelen en yüksek vazifeli şahıs. Âlimlerin reisi.

şeyhülislam / şeyhülislâm

  • Osmanlı Devleti zamanında dînî meselelerle şerîat mahkemelerine bakan en yüksek rütbeli din adamı.
  • İslâm devletinde en yüksek dînî yetkili. Dînî işlerde zamânın en yetkili ve söz sâhibi âlimi.

seyl-i huruşan-ı zaman / seyl-i huruşân-ı zaman / seyl-i hurûşân-ı zaman

  • Zamanın gürültü ve coşkunluklarının seli.
  • Zamanın çağlayarak akan seli.

seyl-i zaman / seyl-i zamân / سَيْلِ زَمَانْ

  • Zamanın akışı.
  • Zaman seli.

şiddet

  • Sertlik, katılık.
  • Ziyadelik.
  • Sıkılık.
  • Tecvidde: Harf sükun ile ve nefesin hepsi habs olarak sakin bir halde okunduğu zaman savtın asla akmamasına denir. Şiddet iki kısma ayrılır:Şedide-i mechure : Elif, bâ, cim, dal, tı harfleri.şedide-i mehmuse : Kaf ve tâ harfleri.<

sıddik / sıddîk

  • Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan.
  • Hazret-i Ebû Bekr'in lakabı.

siga-i mazi / sîga-i mâzi

  • Gr. geçmiş zaman kipi.

siga-i muzari / siga-i muzâri

  • Gr. Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi.

silahşör

  • Silahları karıştırıcı, silahlarla oynayıp uğraşıcı.
  • Eski zamanda bir sınıf silahlı asker, hususiyle muhtelif silahları kullanmakta fevkalâde meleke ve maharet ile mümtaz olup, maiyyette istihdam olunanlara verilen addı. Yeniçeri Ocağı zâbitlerinin bir takımı hakkında da kullanılır bi

sinn

  • (Çoğulu: Esnân) Yaş. Yaşanmış olan zaman.
  • Diş.
  • Medine'de bir dağın ismi.
  • Yaban öküzü.

sinn-i iyas

  • (Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.

sipahi

  • Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ed

sır

  • Gizli, gizlenilen şey.
  • Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.

sırr-ı kayyumiyet / sırr-ı kayyûmiyet

  • Allah'ın her zaman ve her yerde olması ve bütün varlıkları ayakta tutmasında gizli olan sır.

sittin sene / ستتين سنه

  • Altmış sene.
  • Belirlenemeyecek kadar uzun bir zaman.

sıyga

  • Gr. kip fiillerde belirli bir zamanla konuşanın, dinleyenin ve konuşulanın teklik veya çokluk olarak belirtilmiş biçimi.

sübat

  • Dalgınlık.
  • Uzun dinlenme.
  • İstirahat zamanı.
  • Uzun uyku şeklinde olan baygınlık. Koma.
  • Dehir, zaman.

subbuhun kuddusün / subbûhun kuddûsün

  • "Allah (C.C.) subbûhtur, kuddûstür. Zâtına ve sıfatına fena, noksan ve kusur yanaşamaz. Her zaman ve her dilde, her mahluk onu tesbih ve takdis eder." gibi mânâları ifade eder.

subh

  • Sabah vakti. Sabah. Tan vakti. Şafak zamanı.

süfyan / süfyân

  • Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs.
  • Âhirzamanda gelen ve kendisi gibi münafıklara "ulu önder"lik ederek dini yıkmaya çalışan dehşetli bir dinsiz, islâm deccalı.
  • Âhirzamanda geleceği ve İslâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs.

sühre

  • Seher vaktinin evveli.
  • Fecr-i kâzib zamanı.

sükun-i mu'tadi / sükûn-i mu'tadî

  • Her zamanki sessizlik.

sümuk

  • Yüce olmak, yükselmek.
  • Uzamak.

sünnet-i hasene

  • İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.

sünnet-i müekkede

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) çok az terk edip, çoğu zaman yaptığı ameller.

sünnet-i seyyie

  • İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.

sur / sûr

  • Kıyâmet kopacağı zaman, dört büyük melekten biri olan İsrâfil aleyhisselâmın üfleyeceği, nasıl olduğu bilinmiyen boru.

surre

  • (Çoğulu: Surer) Para kesesi, para çıkını.
  • Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.

sutur-u hadisat-ı dehr / sutûr-u hâdisât-ı dehr

  • Zamanın hâdiselerinin satırları.

sütur-u hadisat-ı dehr / sütûr-u hâdisat-ı dehr

  • Zamanın, çağın olaylarının satırları.

sutur-u kainat-ı dehr / sutur-u kâinat-ı dehr

  • Kâinatın her biri asırlara karşılık gelen satırları, kâinat zamanlarının satırları.

ta'lik

  • Asmak, geciktirmek, bağlamak, bir zamana bırakmak, Arap yazısının bir çeşidi.

taaddüd-ü enbiya / taaddüd-ü enbiyâ / تَعَدُّدُ اَنْبِيَا

  • Aynı zamanda birden fazla peygamberin bulunması.

tağayyürsüz

  • Hiçbir zaman değişmeyen.

tahiyyat-ı muayyene / tahiyyât-ı muayyene

  • Belirli zamanlarda okunan, canlıların hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar.

takaddüm

  • (Kıdem. den) Önde bulunma. İleri geçme.
  • Zaman veya mevki bakımından ileride olma.

takadüm

  • Üzerinden zaman geçmek.

takarrüb

  • Yakınlaşmak. Yaklaşmak.
  • Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak.

taksit

  • (Kıst. dan) Belli zamanlarda parça parça ödenecek para.
  • Bir borcun belli zamanlarda ödenmesi.

takvim / takvîm

  • Zamânı; sene, ay, hafta, gün ve saat gibi sâbit bölümlere ayıran, dînî-millî gün ve bayramları gösteren cetveller.

talak-ı selase / talâk-ı selâse

  • Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.

tam temizlik

  • Sıhhatli bir kadının âdet zamânından sonra başlayan, on beş gün veya daha fazla devâm eden temizlik.

tamam-ı ıttırad-ı ahval

  • Bir kimsede var olan huy ve hasletlerin sekteye uğramadan biteviye devam etmesi, her zaman aynı durumu göstermesi.

tanzimat-ı hayriye

  • Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kuru

tarfetü'l-ayn

  • Göz kapağının açılıp kapanışı kadar geçen kısa zaman.

tarih

  • Hâdiseye vakit tayin etmek.
  • Vak'anın vukuuna tayin olunan vakit. Zaman tesbiti.
  • Geçen hâdiseleri kaydetmekten hâsıl olan ilim.
  • Vak'anın vukuuna vakit tayin eden söz ve makam.
  • Memlekette vâki olan hâdiseleri zamana nazaran tertip ve sırasıyla zikir ve beyan ede

tarih-i kadim / tarih-i kadîm / târîh-i kadîm / تَار۪يخِ قَد۪يمْ

  • Eski zaman tarihi.
  • Eski zaman tarihi.
  • Eski zaman tarihi.

tasafün

  • Suyun az olduğu zamanlarda herkese eşit miktar su vermek.

tasdik

  • Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak.

tasrif

  • İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak.
  • Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek.
  • Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimele

tatar

  • (Tetar) (Arapçada: Teter) Bu isim, asıl itibariyle Moğol milletlerinden bir kavmin adıdır. Bu kavmin efrâdı, Cengiz Han askerlerinin pişdarları hükmünde olduğundan eski zamanlarda Moğollar mânasında kullanılmıştır.Arap ve Fars tarihlerinde de yukardaki mânada kullanılmıştır. Sonra bu isim bü

tavaf / tavâf

  • Kâbe-i muazzamanın etrâfında Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlamak sûretiyle Kâbe sola alınarak yedi defâ dolaşmak. Tavâf edene tâif; Kâbe etrâfında tavâfa mahsûs mahalle (yere) metâf denir.

tayy-ı mekan / tayy-ı mekân

  • Mekânı atlama; Allah'ın yardımıyla uzun bir mesafeyi kısa bir zamanda aşmak, kat'etmek.

tayy-i mekan / tayy-i mekân

  • Mekânı, mesâfeyi katetme, geçme, mesâfelerin dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle az zamanda çok uzak yerlere gitme.

tayy-ı zaman

  • Zamanı aşma; çok uzun zamanı pek kısa bir sürede görme ve yaşama.
  • Zamanı ortadan kaldırmak. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamak. Meselâ: Kur'an-ı Kerimde beyan edilen "Ashab-ı Kehf" mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün veya bir gün kadar kaldıklarını söylemişlerdir.

tayy-i zeman / tayy-i zemân

  • Zamânın dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle uzun zamanda yapılacak bir işi çok az zamanda yapma.

tayyetmek

  • Atlamak; uzun mesafeleri kısa zamanda geçip gitmek.
  • Silmek. Kaldırmak.
  • Mc: Uzun zaman veya mesafeyi az zamanda geçip aşmak.

tayyızaman

  • Bir zamandan birdenbire başka zamana geçmek.

tazyi-i evkat

  • Boş yere vakit geçirme. Zaman harcama. Vakit kaybetme.

te'cil

  • Başka zamana bırakma.
  • Acele etmeme. (Zıddı: Ta'cil)

tebarekallah / tebarekâllah

  • "Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm.

tebarük

  • Çoğalmak, ziyâde olmak.
  • Uzamak.
  • Büyüklük.
  • Genişlemek.
  • Zâhir olmak, görünmek.

tebaşir

  • Müjde.
  • Her şeyin öncesi, ilk zamanı.

tebaüd

  • Uzaklaşma. Uzağa çekilme.
  • Uzama.

tebeddülsüz

  • Hiçbir zaman değişmeyen.

tecil

  • Başka zamana bırakma, tehir, erteleme.

tefeşşi

  • İntişar etmek, dağılmak.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman sesin ağız içinde dağılıp uzatılmasına denir. Sin, sad, se, ra, fe, şın, mim, dad harflerine mütefeşşi harfleri denir.

tekaddüm

  • Geçmiş bulunma.
  • Öne geçme. İlerleme.
  • Birine gelmesi muhtemel bir zararın def'i için evvelceden iş'ar ve tenbih eylemek.
  • Fık: Mürur-u zaman olmak. Zamanı geçmiş bulunmak.

tekadüm

  • Geçmiş bulunma.
  • Mürur-u zaman olma.

tekbiratü'l-huccac fi arafat / tekbirâtü'l-huccac fî arafat

  • Hacıların Arafat Dağına çıktıkları zaman tekbir getirmeleri.

tekemmül-ü mebadi / tekemmül-ü mebâdî

  • Alt yapının gelişmesi; bir şeyin başlangıç prensiplerinin ve temellerinin zaman içinde gelişmesi, mükemmeleşmesi.

tekerrür-ü zaman

  • Zamanın tekrarlanması.

tekrir

  • Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama.
  • Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir.

temadi / temâdî / تمادی

  • Uzama, sürme. (Arapça)
  • Temâdî etmek: Uzamak, sürmek, devam etmek. (Arapça)

temeddüd

  • Çekilmek.
  • Uzamak.
  • Gerinmek.

temk

  • Uzamak.
  • Yükselmek, yüce olmak.

temkin zamanı / temkîn zamânı

  • Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta

tensik

  • Nizam üzere dizmek. Nizâma koymak.
  • Edb: Bir ibârede zikredilecek birkaç şeyi sırasıyla irad eylemek. Sıra tertibi ile mânâ yükselirse tensik-i irtifâî, alçalırsa tensik-i inhitatî denir.

tensikat

  • (Tekili: Tensik) Islahat. Düzen ve nizama koymalar.

terakkiyat-ı hazıra / terakkiyat-ı hâzıra

  • Zamanımızdaki ilmî ve teknik ilerlemeler.

teravuh

  • Ayakta çok durmak icab ettiği zamanlar, kâh sağ ayak üzerine ve kâh sol ayak üzerine durmak.

tesir-i zaman ve mekan / tesir-i zaman ve mekân

  • Yer ve zamanın tesiri, etkisi.

teşmit / teşmît

  • Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye "Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin" demek.

tetavül / tetâvül

  • Uzun olma, uzama.
  • Zulüm etme.
  • Birbirine muhalefet, kibir ve taazzum etme.
  • Musallat olma.
  • Mugayeret eylemek.
  • Uzama.

tevali / tevâli

  • Uzama, devam.

tevarih

  • (Tekili: Târih) Tarihler. Hâdiselerin zuhur zamanını kaydeden kitaplar.

tevarih-i muhtelife

  • Farklı tarihler, zamanlar.

tevazi

  • (Vezy. den) İki çizginin birbirine değmeden sonsuza kadar yanyana uzaması, paralellik.

tevellüdat

  • (Tekili: Tevellüd) Belli bir zaman içinde doğum. Umumi doğumlar.

tevsim

  • Hacıların hac zamanı toplanmaları.
  • Dağlamak sureti ile ten üzerine işaret koyma, döğme yapma.
  • İsimlendirme, ad verme.

tezekkür

  • Hâfızadaki bilgileri, istenildiği zaman hatırlamak.

Troçkizm / Troçkist

  • Troçkizm, Marksizm'in Troçki'nin bakış açısıyla yorumlanmasıdır. Aynı zamanda 1917 Ekim Devrimi'nden sonra ortaya çıkmış bir ayrımı ifade eder. Sovyetler Birliği'nde "sol muhalefet" olarak örgütlenmiş, Troçki'nin kurduğu 4. Enternasyonal'le başlayarak günümüze kadar gelmiştir. Troçkizm'in en önemli unsurları; özgürlüğü ortadan kaldıracak bir sistem olarak görülen "tek ülkede sosyalizmi" fikrinin reddi, dünya devrimi fikri, enternasyonalin gerekliliği, sürekli devrim ve Doğu Bloku ülkelerinin gerçek sosyalizm olmadığı fikirleridir.

    Kaynak: Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Troçkizm


tufan

  • Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
  • Nuh Peygamber (A.S.) zamanındaki büyük su baskını hâdisesi.

tul

  • Boy.
  • Uzunluk.
  • Ömür ve hayat.
  • Uzamak.
  • Zaman çokluğu.
  • Çokluk, bolluk.

uddet

  • Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat.
  • İstidad.
  • Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.

ulema / ulemâ

  • Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i

umre

  • Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe'yi ve Mekke ve Medine'deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki arasında sa'yetmekten ibarettir. Farz olan hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk
  • Ziyâret etmek. Hac zamânı olan beş günü yâni Arefe ve Kurban bayramının dört günü dışında, istenildiği zaman ihrâma girip Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek ve Safâ ile Merve arasında sa'y etmek (yürümek), saçı kazımak veya kesmekten ibâret olan ibâdet. Umreye Hacc-ı asgar (küçük hac) da denir.
  • Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.

umur-u gaybiye

  • Gaybi olan ve hissiyâtımızla bilinmeyen işler. Geçmiş zamana yahut geleceğe dâir olan ve hazırda mevcut olmayan işler.

unfuvan

  • Gençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı.
  • Parlaklık, tazelik.

üsbu'

  • Hafta. Yedi günlük zaman.

usr

  • (Çoğulu: Usur - A'sâr) Sığınacak yer. Melce'.
  • Dehr, zaman, devir.

üveys-el karani / üveys-el karanî

  • Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u

va'de

  • Bir iş için önceden belli edilen zaman. Bir işi te'hir etmek, sonraya bırakmak için olan belli vakit.
  • Ecel.
  • Bir iş için önceden tâyin edilen zaman, târih.
  • Ecel.

vahid-üd dehr / vahîd-üd dehr

  • (Vahîd-üz zaman) Zamanın, devrin eşi bulunmaz tek insanı.

vak'a-i hayriye

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b

vak'a-nüvis

  • Osmanlı İmparatorluğu devrinde, zamanın hâdiselerini kaydetmekle vazifeli olan resmi devlet tarihçisi. (Farsça)

vakit

  • Zaman.
  • Zaman.

vakit be vakit

  • Zaman zaman.

vakit-be-vakit

  • Vakit vakit, zaman zaman.

vakt

  • (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim.
  • Boş zaman.
  • Geçim.
  • Fırsat.
  • Muayyen, belli bir zaman.
  • Namazın dışındaki farzlardan birisi.
  • Zaman
  • Vakit, zaman.

vakt-i hacet / vakt-i hâcet

  • İhtiyaç zamanı.

vakt-i hazar

  • Barış zamanı.

vakt-i kıraat

  • Okuma zamanı.

vakt-i merhun

  • Belli edilen, muayyen bir zaman.

vakt-i münasip

  • Uygun zaman.

vakt-i nüzul

  • İnme zamanı, yağmurun yağma zamanı.

vakt-i tefrih

  • Tıb: Çiçek hastalığı aşısının yapılmasından te'sirini gösterinceye kadar geçen zaman.

vakt-i zeval

  • Güneşin tam ortada, bize göre doğu ve batı ortasında bulunduğu ve gölgenin gündüzde en kısa olduğu zaman. Zeval vakti.

vakta / vaktâ

  • Ne zaman, ne vakit.

vakta ki

  • Ne vakit ki, ne zaman ki.

vaktaki / vaktâki / وقتاكه

  • Ne vakit ki, o zaman ki, olduğu vakit. (Farsça)
  • Ne zaman ki.
  • –diği zaman. (Arapça - Farsça)

vakten

  • Vakit ve zamanca.

varaka

  • Tek yaprak hâlindeki kâğıt.
  • Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı.
  • Hasis kimse.
  • Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı.

vasati saat / vasatî saat

  • Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.

vehf

  • Bitkinin yapraklanması. Uzama. Çoğalma, artma.

vehn

  • Gevşeklik, kuvvetsizlik.
  • Zayıf.
  • Gövdesi kalın ve kısa adam.
  • Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman.

velh

  • Büyümek.
  • Uzamak.

vezani / vezanî

  • Esinti zamanı. (Farsça)

vezir

  • Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.

vukuat-ı zamaniye

  • Zamanın olayları.

yahya

  • Zekeriya'nın (A.S.) oğludur. Benî İsrail Peygamberlerinden ve İsa Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edenlerden olmuştu. Hz. İsa'dan (A.S.) önce Tevrat'a göre hareket ederdi. Kudüs'ün o zamanki reisi, Hz. Yahya'nın, Hz. Musa şeriatı üzere amel etmediğini ileri sürdüklerinden şehid ettiler.

yar-ı gar / yâr-ı gar

  • Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.

yarı ümmi

  • Yazıyı tam yazamayan.
  • İlmi daha ziyade ilhama istinad eden.

yekçeşm

  • Tek gözlü.
  • Âhir zamanda gelecek olan Deccal'ın bir ismi. "Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden" meâlinde mecazen söylenilmiştir.
  • Güneş.

yeksan

  • Beraber. Bir.
  • Düz.
  • Her zaman.

yevm

  • Gün. Yirmidört saatlik zaman.
  • Sene.
  • Asır. Devir.
  • Devre.

yevm-i ahir / yevm-i âhir

  • Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür.

yezid

  • (Hi: 26-64) Hz. Muaviye'nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.

yezid bin ebi süfyan

  • Ebu Süfyan'ın oğlu. Hz. Muaviye'nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme'nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh'ın Şam'a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vef

yılbaşı

  • Sene başı. Yeni bir senenin başlaması. Başlangıç zamânına göre iki çeşit sene vardır. Mîlâdî ve hicrî sene.

zaman ve mekan / zaman ve mekân

  • İçinde bulunulan yer ve zaman.

zaman ve mekan-ı muayyen / zaman ve mekân-ı muayyen

  • Belirli bir zaman ve mekân.

zaman-ı adem / zamân-ı âdem

  • Hz. Âdem zamanı, insanlığın ilk devresi.

zaman-ı cahiliyet

  • İslâmdan önceki küfür ve cehalet zamanı, dönemi.

zaman-ı elim / zaman-ı elîm

  • Acı veren, sıkıntılı zaman.

zaman-ı esaret

  • Esirlik zamanı.

zaman-ı hal / zaman-ı hâl / زَمَانِ حَالْ

  • İçinde bulunulan zaman dilimi (Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem.
  • Şimdiki zaman.
  • Şimdiki zaman.

zaman-ı hazır / zaman-ı hâzır / زَمَانِ حَاضِرْ

  • Şimdiki zaman.
  • Şimdiki zaman.

zaman-ı hazıra / zaman-ı hâzıra

  • Şimdiki zaman.

zaman-ı hilafet / zaman-ı hilâfet

  • Halifelik zamanı.

zaman-ı imtihan

  • İmtihan zamanı.

zaman-ı isa / zaman-ı isâ

  • Hz. İsâ'nın zamanı.

zaman-ı istikbal / zaman-ı istikbâl

  • Gelecek zaman.

zaman-ı istimdad

  • Yardım dileme zamanı.

zaman-ı kalil

  • Az zaman.

zaman-ı kasır

  • Kısa zaman.

zaman-ı kasir / zaman-ı kasîr

  • Kısa zaman.

zaman-ı kàsıra

  • Kısa zaman.

zaman-ı mazi / zaman-ı mâzî

  • Geçmiş zaman.

zaman-ı medeniyet

  • Medeniyet zamanı.

zaman-ı müstakbel

  • Gelecek zaman.

zaman-ı müthişe

  • Dehşet veren zaman dilimi.

zaman-ı nüzul

  • İnme zamanı.

zaman-ı saadet / zaman-ı saâdet

  • Saadet zamanı, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem olan asr-ı saadet dönemi.

zaman-ı sabık

  • Geçmiş zaman.

zaman-ı salif / zaman-ı sâlif

  • Geçmiş zaman.

zaman-ı salife / zaman-ı sâlife

  • Geçmiş zaman.

zaman-ı telif

  • Yazılış zamanı.

zaman-ı vahid / zaman-ı vâhid / zamân-ı vâhid / زَمَانِ وَاحِدْ

  • Tek bir zaman. Aynı zaman dilimi.
  • Bir zaman.

zaman-ı vahidde / zaman-ı vâhidde

  • Aynı anda, bir tek zamanda.

zaman-ı veladet / zaman-ı velâdet

  • Doğum zamanı.

zaman-ı zuhur

  • Ortaya çıkma zamanı.

zamanen

  • Zaman olarak.
  • Zaman içinde, zaman bakımından.

zamani / zamanî

  • Zamanla ilgili, zamana ait.
  • Zamanla ilgili.

zamir-i fiili / zamir-i fiilî

  • Gr: Geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -Di, -dik, -diniz, -diler... gibi eklerdir.

zamzam

  • (Çoğulu: Zamâzim) Büyük ve kuvvetli arslan.
  • Gadaplı ve kızgın kimse.

zarf

  • Yer ve zaman bildiren edat.
  • Kap, kılıf. Mahfaza.
  • İçine mektup konulan kılıf kâğıt.
  • Gr: Bir fiilin veya bir sıfatın veya başka bir zarfın mânasına "yer, zaman, mâhiyyet" (Nicelik, nitelik) gibi cihetlerden başkalık katan vasıflarını belirten kelime.

zarf-ı zaman

  • Gr: Zaman gösteren kelime. ("Erken, geç" gibi)

zat-ı ezeliye / zât-ı ezeliye

  • Varlığının başlangıcı olmayıp zaman üstü sonsuz olan Zât, Allah.

zeamet / zeâmet

  • Osmanlılar zamânında subaylara verilen ve geliri en az yirmi bin ve en çok 99.999 akçe olan toprak.

zebanzed

  • Ata sözü, darb-ı mesel. (Farsça)
  • Alışılmış, her zaman söylenen söz. (Farsça)

zekat / zekât

  • İslâm'ın beş şartından biri. Dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesi.

zemahşeri / zemahşerî

  • (Hi: 467-538) Türkistan'da Harzem'in Zemahşer köyünde doğdu. Hanefî fukahasındandır. Fevkalâde iktidar ve faziletine rağmen bir zamanlar itikadça Mu'tezile'den olmuştu. Meşhur bir ilm-i belâgat âlimidir.

zeman / zemân / زمان

  • Zaman, devir, vakit, çağ, mevsim, mehil.
  • Zaman.
  • Zaman. (Arapça)
  • Çağ. (Arapça)
  • Süre. (Arapça)

zeman-ı medide

  • Pek uzun zaman.

zeman-ı vusul / zeman-ı vusûl

  • Varma zamanı.

zemane

  • şimdiki zaman. (Farsça)
  • Vakit, devir. (Farsça)
  • Tâlih, baht, şans. (Farsça)

zemanen

  • Zamanca, zaman bakımından.
  • Vaktinde, vaktiyle.

zemani / zemanî

  • Zamanla ilgili, zamana ait.

zemen

  • Zaman, vakit.

zemin ü zaman

  • Yer ve zaman.

zemzem

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.

zemzem kuyusu

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.

zeval

  • Zâil olma, sona erme.
  • Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.
  • Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman.
  • Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.
  • Zail olma, sona erme.
  • Aşağılama, inme.
  • Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti.

zımad

  • (Çoğulu: Zamâid) İlâç.
  • Merhemle yaraya sarılan sargı, bez.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın