Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Yerin
ifadesini içeren
715
kelime bulundu...
a'mal-i mükellefin / a'mâl-i mükellefîn
Dini emirleri yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri.
a'yan
(Tekili: Ayn) Gözler.
Bir yerin ileri gelenleri.
Meclis âzaları. Senato âzaları.
Muayyen ve müşahhas olan şeyler.
Altınlar.
Kaymakam.
abdest
Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
abdurrahman bin avf
Aşere-i mübeşşereden ve çok fedakar olan Sahabelerdendir. İlk müslüman olan sekiz kişiden birisidir. Bütün ihya-yı din için olan muharebelerde çok fedakârlıkta bulunmuş, birisinde yirmibir yerinden yaralanmıştı. Bir gazada oniki dişini birden kaybetmişti. Medine'ye ve Habeşistan'a hicret edenlerdend
abid / âbid
İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd'dır.
adak
Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e.
adalet-i mutlaka
Sınırsız, tam ve yerinde adalet.
adem-i hikmet
Hikmetsizlik; her şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaması.
adem-i ifa
Yapmama, yerine getirmeme.
adem-i merkeziyet-i siyasiye
Siyasî olarak yerinden yönetim; bir ülke sınırları dahilinde bulunan eyâlet ve bölgelerin tek merkezden değil, yerel yönetimler tarafından idare edilmesi.
adiliyet / âdiliyet
Allah'ın haklıyı haksızı ayırması, her hakkı yerine getirmesi, sonsuz adalet sahibi olması.
adl
Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
Meyletmek.
adl-i hakem
Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.
ahd-i atik
Eski ahd. Hıristiyanlarca Mûsâ aleyhisselâma inen kitab. Bu ismi ilk olarak hıristiyanlar kullanmışlardır. Hıristiyanların Kitab-ı mukaddes denilen kitabları Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd'den meydana geldiğinden onlar da Ahd-i Atîk'i kutsal kabul etmekt edirler. Yahûdîler, Ahd-i Atîk yerine Tanah demek
ahde vefa / ahde vefâ
Sözünde durma, sözünü yerine getirme.
ahlaf / ahlâf
Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler. Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti.
Halefler, öncekilerin yerine geçenler.
aka
İran Türkleri "ağa" yerine kullanırlar.
akakir
(Tekili: Akkar) Tıb: İlaç yerine kullanılan nebâtî kökler.
akderi
Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri.
amel
İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
Kâr, iş işleme.
Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
Yapma, uygulama; dinin emirlerini yerine getirme.
amil / âmil
İş yapan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.
amin
İlerlemeyen. Yerinde sâbit ikamet eden.
an
Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
apsis
Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
(Fransızca)
Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı.
(Fransızca)
ar'ar
Arap diyârında bir yerin adı.
Bir oyun çeşidi.
arafat / arafât
Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.
arz-ı belde ta'yini
Ast: Herhangi bir bölgede kutup yıldızı veya diğer yıldızlarla astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tayin etmek.
arzi / arzî
Genişliğine ait. Bir yerin enine ait.
arzın halifesi
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
arzın tahtı
Yerin altı.
arzu-şikesten
Arzunun olamaması, yerine gelmemesi. Hayâl kırıklığı, inkisar-ı hayâl.
(Farsça)
as'as
(Çoğulu: Asâis) Bir yerin adı.
Kurt, zi'b.
Kirpi.
as'ase
Oturak yerin yumuşağı.
Helâk olmak.
Fesâd etmek.
asayiş / âsâyiş
Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik.
aşık / âşık
Çok fazla seven. Mübtelâ. Birisine tutkun.
Saz şairi.
(Cümledeki yerine göre) : Ahbab, hazret, ma'hut, seninki gibi mânâlara gelir. (Müennesi: Aşıka)
asit
Terkibindeki hidrojenin yerine element alarak tuz meydana gelmesine sebep olan ve mavi turnusolü kırmızıya çevirmek hâsiyetinde hidrojenli birleşik hamız.
(Fransızca)
asude-dil / asûde-dil
Başı dinç, huzuru yerinde, gönlü rahat.
(Farsça)
ayn-ı isabet
Tam isabet, tam yerinde.
aytemus / aytemûs
(Çoğulu: Atâmıs) Bütün vücut organları yerli yerince ve tam olarak yaratılmış olan.
azin / âzin
Kefil. Birinin yerine kefalet eden.
Kapıcı, perdeci.
İzin veren.
azl
Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak.
azze ensaruh / azze ensâruh
Yardımı çok olsun. (Bu tabir, padişahlara ait dua yerinde olup eski fermanlarda geçer.)
balin
Yastık. Koltuk. İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık.
(Farsça)
ban
Dam, çatı.
Sorgun ağacı. Bey söğüdü.
yun. Sevgilinin boyu. Farsçada kelime sonuna gelerek, Türkçedeki "ci, cu" ekleri yerini tutan mânâda kullanılır. Meselâ: Bağban: Bağcı.
barograf
yun. Hava basıncını ölçen bir alet. (Bu alet vasıtasıyla bir yerin yüksekliği de ölçülür.)
basala
Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde yaradılıştan olan kabartı.
basın
Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın hepsi.
batn-ı arz
Yerin karnı, içi.
be-ca / be-câ
Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib.
(Farsça)
beca / becâ / بجا
Yerinde, münasip, lâyık, uygun, şâyeste.
(Farsça)
Yerinde, uygun, lâyık.
Yerinde.
(Farsça)
bedadan / bedâdân
Eyerin iki yanı.
bedel
(Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
Başkasının adına hacca giden.
Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
Bir şeyin yerini tutan, yerine geçen; başkasının yerine iş yapan kimse.
Değer, kıymet.
Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
bedel-i nakdi / bedel-i nakdî
Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.
bedel-i rakabe
Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.
bedelen
Mukabilinde, karşılığında, yerine.
belagat / belâgat
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belağat / belâğat
Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.
belagat ü fesahat
Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
belağat-i ayet / belâğat-i âyet
Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.
belağat-ı beyan / belâğat-ı beyan
Açıklama ve ifadenin yerine ve hedefine ulaşması.
belagat-ı i'caz ve icaz / belâgat-ı i'câz ve îcâz
Bir mânâyı az sözle ve başkasının yapmaktan aciz kalacağı mükemmellikte, tam yerinde ifade etme san'atı.
belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye
Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.
belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye
Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
beliğane / belîğâne
Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
belkaa
Şam vilâyetinde bir yerin adı.
Kara ile ak alaca nesne.
Parlak nesne.
bende-zade
Köle çocuğu.
(Farsça)
Mc: Çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzi muâmelede bulunan.
(Farsça)
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
ber-ca
Yerinde, münâsib.
(Farsça)
beray / berây
İçin, dolayı, binâen. (Arabçadaki "Li, li ecli" yerinde bir tâbirdir.)
(Farsça)
berca / bercâ / برجا
Yerinde, uygun.
(Farsça)
berkarar / berkarâr / برقرار
Yerinde duran, karar eden.
(Farsça - Arapça)
Berkarâr olmak:
Devam etmek, kalmak.
(Farsça - Arapça)
bermurad
Emeline kavuşan, arzusu yerine gelen, dileğine eren.
(Farsça)
berzah-ı kübra / berzâh-ı kübrâ
Kabirden kalkıp, mahşer yerinde hesâbın görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman.
besa'
Yumuşak yer.
Benî Selim vilayetinde bir yerin adı.
besek
(Besdek) Esneme.
(Farsça)
Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar.
(Farsça)
beyan ilmi / beyân ilmi
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.
beyhaki / beyhakî
(Hi: 384-458) Büyük hadis ve fıkıh âlimlerinden olup asıl adı Ebubekir Ahmed bin Hüseyn'dir. İmam-ı Şâfii mezhebinde sözü sened yerine geçen büyük bir hadis âlimidir. Kendisi gibi daha birçok faziletli âlimler yetiştiren Beyhak bölgesinin Hüsrevcurd köyündendir. "Kitab-ün Nusus-uş-Şafiî" ile "Kitab-
beysan
Şam hududunda bir yerin adı.
bezirgan
(Bâzâr-gân) Tacir, tüccar, alışveriş eden esnaf. Efendi ve ağa yerine Yahudiler için söylenen ünvandır.
(Farsça)
bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
bila / bilâ
Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.
bilisan-ı arz
Arzın, yerin diliyle.
bitüm
Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.
boylam
Yer yüzünde bir yerin başlangıç dairesine olan uzaklığının açı cinsinden değeri.
(Türkçe)
bücbuha / bücbûha
Bir yerin orta kısmı. Orta yer.
bügeyg
Koyun.
Besili erkek geyik.
Semiz keçi.
Bir yerin adı.
bühbuha
Bir yerin ortası, orta yer.
bühüvv
(Tekili: Behv) Misafirlere mahsus odalar.
Hayvanlar için yerin altına yapılmış ahırlar.
bukalemun
Bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.
Bulunduğu yerin rengine giren, fare büyüklüğünde, böcek yiyen bir hayvan.
(Farsça)
Mc: Sık sık fikir ve kanaat veya meslek değiştiren.
(Farsça)
burc
Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
cahiliyyet
Cahilliğe âit.
İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil
cail
Cevelân eden. Yerinde durmayıp hareket eden.
çakmaklı
Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.
çal-at
Hareketli, yerinde duramayıp şahlanan at.
çalak
Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan.
(Farsça)
Akıl ve ferâseti açık.
(Farsça)
canişin / cânişin / جانشين
Birinin yerine geçen, birinin yerine vekâlet eden. Vekil.
Halef, birinin yerine oturan.
(Farsça)
cay-mend
Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan.
(Farsça)
cay-nişin
Yer tutan. Birinin yerine geçen.
(Farsça)
caynişin / câynişîn / جاینشين
Birinin yerine geçen, halef.
(Farsça)
cazibe-i umumiye-i kainat / cazibe-i umumiye-i kâinat
Kainatın her yerinde olan genel çekim özelliği.
cebr-i mafat / cebr-i mâfat
Kaybedilen bir şeyin yerine başka bir şey bularak, onunla avunma.
cefa
Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.
Bir şey yerinde durmayıp bir tarafa ayrılmak.
cehennem
Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl
celhe
(Çoğulu: Cülâhet) Gidermek. Yerinden ayırmak.
Nâhiye.
celvet
Yerini, yurdunu terketme.
Tas: Abdin fenâfillah olup halvetten ayrılması.
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cenab-ı hakim-i rahim / cenâb-ı hakîm-i rahîm
Her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, yarattıklarına sonsuz şefkat gösteren Allah.
cevelan / cevelân / جَوَلَانْ
Dolaşma. Kaynama. Yerinde durmayıp gezme.
Yerinde durmadan dolaşma.
çevik çalak
Tez, hareketli, çalışan. Yerinde durmayıp hareket eden.
çi
(Çe) Ne? Nasıl? (Soru edatı)
(Farsça)
Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır.
(Farsça)
cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber
Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.
ciran
(Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.
cuhfe
Medine yakınında bir yerin adıdır ve Şam ehli orada ihram giyerler.
cülul
Kişinin, yerinden başka yere çıkması.
cürş
Yemen diyarında bir yerin adı.
Başı tırnakla taramak.
cüşur
Sabah yerinin ağarması.
dabık
Bir yerin adı.
dad-bahş / dâd-bahş
Hakkı yerine getiren, adaletli.
(Farsça)
dağlama
Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma.
dar-ül-fünun
Üniversite. (1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur.)
dar-ün nedve / dâr-ün nedve
Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)
dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf
Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.
darin
Bir yerin adı.
dekdeke
Yerin deprenmesi.
Sancıma.
Def etme, kovma.
delil-i ihtirai / delil-i ihtirâî
Kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması.
derem
Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.
deruhte
Yerine getirme.
deruhte etme
Üstlenme, yerine getirme.
deşne-i subh
Tan yeri. (Bu tabir, tan yerinin ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak denmiştir.)
deveran
Dönüş, dolaşmak. Tedavül. Yerinde durmamak. Devretmek.
devriye
Dairesel, çember gibi; birbirinin yerini alma.
dikta
Lât. Diktatörlerin davranışları.
Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir.
dindar
Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
(Farsça)
direktuvar
Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.
(Fransızca)
divan-ı deavi nezareti / divan-ı deâvî nezareti
Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.
dua-yı fiili / dua-yı fiilî / duâ-yı fiilî
Fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme.
Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.
düden
Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu.
dürüst
Sıhhati yerinde, sağ, sahih, salim.
(Farsça)
Doğru, hatasız.
(Farsça)
Bütün, tam.
(Farsça)
ebdal / ebdâl
Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.
eblağ
Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ebrkar / ebrkâr
Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.)
(Farsça)
eda / edâ / ادا
Yerine getirme, verme.
Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.
Ödeme, verme.
Zamanında yerine getirme.
Tarz, üslûp.
Ödeme.
(Arapça)
Yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Tarz, tavır.
(Arapça)
Çalım.
(Arapça)
eda eden / edâ eden
Yerine getiren.
eda etme / edâ etme
Yerine getirme.
eda etmek / edâ etmek
Yerine getirmek.
eda' / edâ'
Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak.
Tarz. Üslub.
Şive.
Tekebbür.
Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir.
eda-i emanet / edâ-i emanet
Emaneti yerine getirme.
eda-i feraiz / eda-i ferâiz
Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.
eda-yı ibadet
İbadeti yerine getirme.
edaen / edâen
Yerine getirerek.
eddai
"Mâlum bir duâcı. Duâcınız. Hayrınızı isteyen" meâlinde imza yerine yazılan bir tâbir.
ef'al-i hakime / ef'âl-i hakîme
Hikmetli fiiller; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olan işler, faaliyetler.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.
ehl-i taat ve ibadet
Allah'ın emirlerini yerine getirenler ve ibadete düşkün olanlar.
el-hakem
Haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah.
elcezire
Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.
elsa'
Sık dişli.
Sin telâffuz edecek yerde sâ telâffuz eden. Râ yerine yâ telâffuz eden (meselâ "er" diyecek yerde "ey" demek gibi.)
elveda
Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).
emirkulu
Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.
enseb
En lâyık, çok münasib, tam yerinde.
enva-ı salihin / envâ-ı salihîn
Dinin emir ve yasaklarını eksiksiz olarak yerine getirenler.
ercan
Fars diyarında bir yerin adı.
ergen
(Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre
erkan ve ahkam-ı zaruriye / erkân ve ahkâm-ı zaruriye
İslâmın yerine getirilmesi zorunlu temel esasları ve hükümleri.
erzan
Ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan.
(Farsça)
Lâyık, münâsib, muvafık, elyâk, şâyân, müstehak, uygun, yerinde.
(Farsça)
esihha'
(Tekili: Sahih) Özürsüz olanlar, sıhhati yerinde ve vücudu sıhhatte olan kimseler.
evamir-i teşriiye / evâmir-i teşriiye
Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği ve yerine getirilmesini istediği emirler.
eviy
Yerleşme. Yerine gelme. Koruma.
evy
Bir nesne yerine gelmek.
eyvallah
Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.
ezell
Kurtla sırtlandan doğan hayvan.
Oturak yerinin iki yanları arık ve yeyni olan.
fakir-i pür-taksir / fakir-i pür-taksîr
Kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan ifade.
fakir-i pürkusur
Kusurlarla dolu muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan söz.
fakire
Muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak, bayanlar için "ben" yerine kullanılan söz.
farat
Öne çıkan, geçen.
Issız yerlerde konan nişan ve işaret.
Kervan halkından önce su yerine varıp sakalık eden kimse.
farz-ı ayn
Her mükellef Müslümanın yerine getirmesi gereken farz.
Her müslümanın yerine getirmesi lâzım olan farz.
farz-ı kifaye / farz-ı kifâye
Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz.
Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.
fatır-ı hakim-i zülcelal / fâtır-ı hakîm-i zülcelâl
Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve her şeyi bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde benzersiz yaratan Allah.
fe
(Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.
fecir
Tan yerinin ağarması, sabah.
fecr
Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak.
Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek.
Tekzib eylemek.
İsyan ve muhalefet eylemek.
Haktan sapmak. Meyletmek.
<
Sabaha karşı, güneş doğmadan önce, ufkun gün doğusu tarafında görünen aydınlık, tan yerinin ağarması.
Fecir; sabaha karşı güneş doğmadan önce, ufkun aydınlığı, tan yerinin ağarması.
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Gerçek aydınlık, tan yerinin ağarması, gerçek sabah.
fekk
Açmak. Ayırmak.
Kırmak.
Kaldırmak.
Kesmek.
El ve bilek, yerinden burkulup çıkmak.
Rehin verilen şeyi kurtarıp çıkarmak.
Köle azadetmek.
Pir-i fâni olmak.
fenn-i maani / fenn-i maânî
Mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
fi / fî
Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, husus
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge
fitrak
Atın terkisi, terki kayışı, eyerin ardındaki tasma.
(Farsça)
gafak
Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.
galeyan
Kaynayış. Çoşup taşmak. Yerinde duramamak.
Tuğyan ve azgınlık.
gaylule / gaylûle
Sabah, tan yerinin ağarmaya başlamasından, tâ güneşin bir mızrak boyu (yaklaşık 45 dk.) yükselmesine kadar geçen zaman dilimi.
gazze
Şam'ın doğusunda bir yerin adı. (Resullulah Efendimizin ceddi Hâşim'in kabri ordadır.)
geçer akça
Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı.
(Türkçe)
gem vurmak
Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir.
gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik
Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.
gurm
Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur)
gusül
Bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
hacce / hâcce
(Çoğulu: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız.
(Çoğulu: Hâcc) Bir cins diken.
hacı
(Çoğulu: Hüccâc) Hacc farizasını yerine getirmiş olan müslüman.
haciyan
(Tekili: Hâcı) Hacılar, hacc farizasını yerine getirmiş olan müslümanlar.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
hafire
Evvelki hâline ve evvelki yerine dönmek.
hakim-i arz ve semavat / hâkim-i arz ve semâvât
Göklerin ve yerin hâkimi Allah.
hakim-i bimisal / hâkim-i bîmisâl
Hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve yerli yerinde yaratan ve eşi, benzeri olmayan Allah.
hakim-i hakem-i hakim-i zülcelali ve'l-cemal / hâkim-i hakem-i hakîm-i zülcelâli ve'l-cemâl
Herşeyin hâkimi, her varlığın küllî hükmünü veren, her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi.
hakim-i kerim / hakîm-i kerîm
Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah.
hakim-i mutlak / hâkim-i mutlak
Herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah.
hakimiyet / hâkimiyet
Hikmetlilik; Allah'ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı ve tecellîsi.
hakimiyet-i ilahiye / hâkimiyet-i ilâhiye
Allah'ın her şeyi belli bir amaç ve fayda doğrultusunda yerli yerinde yaratması.
hal-i sahv / hâl-i sahv
Arızi veya dâimi sebeplerle, şuurunu kaybetmiş bir kimsenin, muvakkaten şuurunun yerine gelmesi hâli.
halef / خلف / خَلَفْ
Birinin yerine sonradan geçen kimse. Babadan sonra kalan oğul.
Bir meslek veya konumda öncekilerin yerine geçenler.
Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl.
Birinin yerine geçen.
Evlat, oğul.
(Arapça)
Halef, yerine geçen, arkadan gelen
(Arapça)
Birinin yerine geçen.
halefiyyet
Haleflik, birinin yerine geçmiş olma.
halfe
Yerine adam koymak.
Kılavuz.
halif
Karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik.
İki dağ arasındaki yol.
Eski elbise.
Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen.
halife / halîfe
Öncekinin yerine geçen.
Fık: İlâhî, yâni şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (A.S.M.) vekil olan zât. İmam. İmamet-i kübra. (Namazda imama uyan cemaat gibi, halifeye de şer'î emirlerde öylece itaat edilir. Halifede aranan dört şart: İlim, adalet, kifayet, a'zâ ve havâs
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
Birinin yerine geçen.
Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.
Öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili.
halife-i evvel
Devlet dairelerinde yazı işlerinde çalışanlar. Tanzimattan evvel kalem teşkilâtı; halife, halife-i sâni, halife-i evvel olmak üzere üç derece idi. Ondan sonra bir kısım dairelerde bunun yerine baş kâtib, bazılarında da mümeyyiz-i evvel denilmiştir.
halife-i resulullah
Peygamberimizin adına ve yerine icra makamında olan.
halık-ı arz / hâlık-ı arz
Yerin yaratıcısı olan Allah.
halık-ı hakim-i alim / hâlık-ı hakîm-i alîm
Her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan ve yarattığı herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah.
halık-ı semavat ve arz / hâlık-ı semâvât ve arz
Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah.
hallak-ı hakim / hallâk-ı hakîm
Herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Yaratıcı.
hamele-i arş ve yer ve gök
Arş'ın, yerin ve göğün taşıyıcısı.
hamele-i mümtesil
Aldığı emri yüklenip yerine getiren taşıyıcılar.
hanis
Ettiği yemini yerine getirmeyen. Yeminini bozan.
harac-ı mukasseme
Arazinin hâsılatından yerin tahammülüne göre alınacak bir vergidir. bu harac, hâsılata taallûk eder. Bir sene içinde hâsılat tekerrür ederse bu harac da tekerrür der. Fakat mahsulât mevcud olmayınca bu vergi de alınmazdı.
harbat
Ahmak, bön, ebleh.
(Farsça)
İri yapılı kaz.
(Farsça)
Kalıp ve kıyafeti yerinde olduğu halde ahmak olan kimse.
(Farsça)
harbi / harbî
Harble ilgili.
Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse.
Anlaşma yapılmamış düşman.
Tüfek doldurma âleti.
hareket
Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı.
hareket-i devriye
Dairesel hareket; birinin gidip yerine başkasının geçmesi.
harita
Bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler.
hasanet
Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması.
Kadının kendisini haramdan koruması.
hasba
Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
hasf
Yerin çökmesi, göçmesi.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
hatem / hâtem
Mühür. Üzerinde yazı olan ve mühür yerine kullanılan yüzük.
Son. En son.
hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân
Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.
hatt-ı şakul / hatt-ı şâkul
Çekül doğrultusu; yer çekimi istikametinde yerin merkezine doğru uzanan hat.
hava
(Hevâ) Hava. Dünyayı çeviren atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası.
Hafif yel.
Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı.
Bir yerin hâli ve sıhhat bakımından durumu.
Müzikte ezgili ses, sadâ.
havale / havâle
Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde râzı olması. Ciro etme.
havel
Eğrilik.
Şaşılık. Bir şeyin yerinden ayrılması.
havran
Şam diyarından bir yerin adı.
Balıkesir'in bir ilçesi.
hayret
Taaccüb, şaşkınlık. Şuuru yerinde olmama hâli.
hayrülhalef
Bir kişinin ardından bıraktığı ve onun yerine geçecek olan hayırlı kişi.
hayrulhalef / خَيْرُ الْخَلَفْ
Birinin yerine geçen hayırlı kimse.
hel
Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.
hem-matla'
Güneş ve ay gibi gök cisimlerinin ufakta doğdukları yerin veya zamanların aynı oluşu. Aynı meridyen üzerinde olup ay ve güneşi aynı saatlerde gören ülkeler.
hemze
Elif veya elif yerine kullanılan işaret. Elif, vav, ya, he üzerine konulan ve "e" diye okutan işaret.
Parmakla sıkma, dürtme, sıkıştırma.
hendeme
Bir şeyi yerli yerince yapmak.
hezarmih / hezarmîh
Bin yerinden yamalı derviş hırkası.
(Farsça)
Çok süslü.
(Farsça)
Gök yüzlü.
(Farsça)
hidayet / hidâyet
Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem
hıfz
Koruma, ezberleme, saklama.
Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek.
Ezberlemek.
hikmet
Herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması.
hikmet-i alem / hikmet-i âlem
Âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması.
hikmet-i bahire / hikmet-i bâhire
Ap açık hikmet; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmanın ap açık oluşu.
hikmet-i basire / hikmet-i basîre
Her şeyi gören hikmet; herşeyi belli bir gayeye göre yerli yerinde yapan Allah'ın hikmeti.
hikmet-i ebediye
Allah'ın sonsuz hikmeti; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.
hikmet-i ezeliye / hikmet-i ezelîye
Allah'ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması.
hikmet-i ilahi / hikmet-i ilâhî
Allah'ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.
hikmet-i ilahiye / hikmet-i ilâhiye
Allah'ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.
hikmet-i intizam
Kâinatta var olan düzenin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olması.
hikmet-i kainat / hikmet-i kâinat
Kâinatın yaratılmasındaki hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması.
hikmet-i mutlaka
Sınırsız hikmet; yaratılıştaki gaye, herşeyin yerli yerinde ve anlamlı oluşu.
hikmet-i rabbani / hikmet-i rabbânî
Kâinatın Rabbi olan Allah tarafından herşeyin belirli gayelere yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması.
hikmet-i rabbaniye / hikmet-i rabbâniye
Allah'ın her şeyi terbiye ederek, muhtaç olduğu şeyleri verip bir fayda ve gayeye yönelik olarak, anlamlı ve yerli yerinde yaratması.
hikmet-i tamme / hikmet-i tâmme
Tam ve mükemmel hikmet; eksiksiz ve yerli yerinde iş.
hikmetin desatiri / hikmetin desâtiri
Herbir şeyi belirli gaye ve faydalara yönelik olarak tam yerli yerine yerleştiren ilmin kanunları, düsturları.
hikmetle
Bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde.
hikmettar
Herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapan.
hilafet / hilâfet / خِلَافَتْ
Bir kimseye halef olmak ve onun yerine geçmek.
Din ve dünya işlerinde umumi reislik. İmam-ül Mü'minîn olan zât, şer'î hükümlerin icrasında Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) halef olduğu için hilafet vazifesini alana Halife denmiştir. Buna İmamet-i Kübra da denir.Hilafet, 1517 (Hi
Birinin yerini tutma.
Peygamberin vekilliği, halifelik.
Birinin yerine geçme, Peygamber vekili olarak âlem-i İslama reislik etme.
hilafeten / hilâfeten
Birinin yerine geçerek.
Halife olarak.
hilkat-i arz ve semavat / hilkat-i arz ve semâvât
Göklerin ve yerin yaratılması.
hilkat-i semavat ve arz / hilkat-i semâvât ve arz
Göklerin ve yerin yaratılışı.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
Hilal.
Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.
hıllifi / hıllîfî
Bir kimseyi yerine bırakmak.
hiyamiyye nezareti
Tar: 1826 senesinde Yeniçeri Ocağı'nın ilgası üzerine kaldırılan Çadır Mehterleri yerine kurulan daire.
hıyata
Terzilik, dikiş dikme işi.
Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.
hududname
Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor.
(Farsça)
Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika.
(Farsça)
hükm / حكم
Hüküm, emir, kesin karar.
(Arapça)
Hükmünde:
Yerinde, gibi.
(Arapça)
Hükmünü almak:
Yerine geçmek, gibi olmak.
(Arapça)
hükumet konağı / hükûmet konağı
Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.
hulf-ül va'd
Ahdinden dönmek. Verdiği sözü yerine getirmemek.
hulf-ül vaid / hulf-ül vaîd
Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)
hulfü'l-vaid / hulfü'l-vaîd
Söz verdiği halde azap ve cezayı yerine getirmeme.
hünkar mahfili / hünkâr mahfili
Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.
hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması
husale
Harman yerinde arta kalan tane.
i'tibaren
...den beri, ... başlıyarak, ... den başlıyarak, ...den (yerinde kullanılır.)
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
iane-i askeriye
Tanzimattan sonra cizye yerine Hristiyan tebeadan alınan vergi. Bu vergi sonradan "bedel-i askerî" adını almış ve 1908 Temmuz inkılâbına kadar devam etmiştir.
ibadet / ibâdet
Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.
Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak.
Allahın emirlerini yerine getirmek.
ibadetullah
Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.
ibdal
Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.
ibka
Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
Mc: Sınıfta bırakmak.<
ibkaen / ibkâen / ابقاء
Eski yerinde bırakarak.
(Arapça)
ibtidai / ibtidaî
Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ.
Ham, işlenmemiş.
İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
icla-yi vatan / iclâ-yi vatan
Yerinden yurdundan sürgün etme, başka tarafa nefyetme.
icra / icrâ / اجرا
Bir işi yürütmek.
Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme.
Vekil göndermek.
Mahkeme kararını yerine getirmek.
Suyu akıtmak.
Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
Yürütme, yerine getirme.
Yerine getirme.
Yürütme, yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Yapılma, yerine getirilme, yürütülme.
(Arapça)
İcrâ edilmek:
Yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
İcrâ etmek:
Yürütmek, yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
icra etme
Yerine getirme.
icra-yı icabi / icra-yı icabî
Lüzum eden muamelenin yerine getirilmesi.
icra-yı vazife / icrâ-yı vazife
Vazifenin yerine getirilmesi.
ifa / îfa / îfâ / ايفا / ایفا / ا۪يفَا
Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
Yerine getirme, yapma.
Ödeme, yerine getirme.
Bir işi yapma.
İş görme.
Yerine getirme.
Ödeme, yerine getirme.
Yerine getirme.
Yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Ödeme.
(Arapça)
Îfâ edilmek:
(Arapça)
Yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
Ödenmek.
(Arapça)
Îfâ etmek:
(Arapça)
Yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
Ödemek.
(Arapça)
Yerine getirme.
ifa eden / ifâ eden
Yerine getiren.
ifa etme / îfâ etme
Yerine getirme.
ifa etmek / îfa etmek
Yerine getirmek.
ifa eylemek
Yerine getirmek.
ifa-i hak / ifâ-i hak
Hakkın yerine getirilmesi.
ifa-i vazife / îfa-i vazife
Görevin yerine getirilmesi.
ifa-yı şükran / ifâ-yı şükran
Teşekkür görevini yerine getirme, teşekkür etme.
ifa-yı sünnet / ifâ-yı sünnet
Sünneti işleme, yerine getirme.
ifa-yı ubudiyet / ifâ-yı ubudiyet
Allah'a olan kulluğu yerine getirme.
ifa-yı vaad
Sözünü yerine getirmek.
ifa-yi vazife
Görevini yapma, vazifesini yerine getirme.
ifa-yı vazife / îfâ-yı vazife / ایفای وظيفه
Görev yapma.
Îfâ-yı vazife etmek:
Görev yapmak, görevini yerine getirmek.
ifa-yı vazife-i ubudiyet / ifâ-yı vazife-i ubudiyet
Kulluk görevini yerine getirme.
igna'
Ganileştirmek. Zengin etmek.
Kifâyet edip bir şeyin yerini tutmak.
ıhdac
Doğan çocuğun bir yerinin eksik olması.
ihkak
Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak.
Hakkı yerine getirme.
ihkak-ı hak
Haklıya hakkını vermek. Hakkı, usülü dairesinde yerine getirmek.
ıhlaf
Su aramak. Yerine halef etmek.
Kılıç çıkarmak için elini uzatmak.
ihracat / ihrâcat
Bir madeni yerin altından çıkarma işlemleri.
ihtican
Bir yerin etrafına duvar yapma, çit çekme.
ihtilaf-ı metali'
Güneş, ay gibi gök cisimlerinin ufukta doğdukları yerin farklı oluşu.
ikame / ikâme / اقامه
Yerine koyma.
Kaldırma.
(Arapça)
Oturma.
(Arapça)
Yerine koyma.
(Arapça)
İkâme etmek:
Yerine koymak.
(Arapça)
ikame etmek
Yerine koymak.
iki dirhem bir çekirdek
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
ıklim
Bir yerin hava şartları. Memleket. Küre-i arzın kıt'a ve her bir memleketi.
iklim
Bir yerin hava durumu.
iktiva'
Dağlama. Kızgın demirle vücudun bir yerine dağ vurma.
ılac
Bir şeyi yerinden alıp gidermek.
ilbas-ı hil'at
Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)
ilm-i belagat / ilm-i belâgât
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.
ilmiye ricali
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
imame / imâme
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
iman
İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.
imaret / imâret
Bayındırlık; bir yerin ömür sürülür, yaşanır hâle getirimesi.
imsak vakti / imsâk vakti
Oruca başlama zamânı. Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit. Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar.
imtisal etmek
Emre uymak, bir emri yerine getirmek.
imza-i kaza
Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.
inabe / inâbe
Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek.
Bir mürşidden el alıp yerine geçme.
incaz
(Çoğulu: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma.
incaz-i va'd
Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
ince donanma
Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kali
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
infaz / infâz / انفاذ
Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme.
Aldığı emre göre birisini öldürme.
Öte tarafa geçirme.
Emri yerine getirme; uygulama.
Yerine getirme.
Uygulama, yerine getirme, yapma.
(Arapça)
infaz eden
Bir hükmü yerine getiren.
infaz-ı ahkam / infaz-ı ahkâm
Hükümleri yerine getirme, uygulama.
inficar / inficâr
Tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması.
infikak
Yerini terk etme. Yerinden ayrılma.
Ayrı düşme.
Çözülme.
infisal
Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme.
Yerini bırakıp gitme.
Azledilme.
infisalat
(Tekili: İnfisal) Yerinden ayrılmalar.
Azledilmeler.
inkılab ale-l a'kıb / inkılâb ale-l a'kıb
Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan meca
intihab
Seçmek. Ayırıp beğenmek. İhtiyar ve âmâde eylemek.
Bir şey yerinden çıkmak.
intizam
Düzgünlük, düzen, yerli yerindelik.
intizam-ı hikmet
Hikmetin düzenlemesi; herbir şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmasındaki düzenlilik.
inziac
Yerinden koparma, sökülme.
Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak.
irgandi
Yerinde oynama, sallanma, kımıldama.
irsa'
Yerinden ayrılmama. Mukim olma.
irsah
Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma.
irtat
Tenbellik etme. Yerinden kımıldamama.
irtimaz
Yerinden kaldırıp sıçratma.
Birini koruma, himâye etme.
ırtır
Yerinden ayrılmak.
irtişaf
Emerek ve azar azar içme.
Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde toplanan suyun, dışarı atılması.
is'af / is'âf
Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek.
Yardım isteğini yerine getirme.
İs'af olunmak:
Yerine getirilmek.
Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
is'af etmek
İsteği yerine getirmek.
isabet / isâbet
Yerini bulma, rast gelme.
isabet-i re'y
Fikir doğruluğu. İsabetli ve yerinde bir düşünce.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
islambol
Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
ism-i adl ve hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri.
ism-i hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırdığını, her hakkı yerine getirdiğini ve hüküm sahibi olduğunu ifade eden ismi.
ism-i hakim / ism-i hakîm
Her şeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan mânâsında Allah'ın Hakîm ismi.
ism-i mensub
Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî
ism-i mevsule
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
ismail
Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.
isna aşeriyye / isnâ aşeriyye
Şiîliğin kollarından biri. Hazret-i Ali'nin halîfe olması açıkça emr olunmuştu, Eshâb (Peygamber efendimizin arkadaşları) bu emri yerine getirmediği için kâfir oldu diyen, Peygamber efendimizin vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû (geçerli) imâm kabûl eden v
ısr
Ahd. Sözleşme. Yemin.
Kulakta küpe deliği.
Şiddetli ahkâm ve teklifler.
Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.
isti'dad-şure
Verimsiz istidad. Çorak yerin kabiliyeti.
(Farsça)
isti'mar
Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek.
Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek.
istibdal
(Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek.
Bir vakfı mülk ile mübadele etmek.
Birşey verip yerine başka şey istemek.
Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.
istifa-yı kısas
Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması.
istigase / istigâse
Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme.
istihlaf
Halef bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek. Kendi yerine başkasını tayin etmek. Kuyudan su çekmek.
istikbal-i erkan / istikbal-i erkân
Rükünlere yönelmek, şartları yerine getirmek.
istinabe
Duruşmada yasal gerekçelerle bulunamayan zanlının, ilgili mahkemece, yasal prosedürün yerine getirilmesi için zanlıya en yakın bölgedeki bir mahkeme veya kişileri yetkili kılması.
istinfaz
Bir yerin bütün her tarafını iyice öğrenebilmek için dikkatle bakma, inceleme.
istinga
İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.
istiska / istiskâ
Su isteme.
Yağmur duasına çıkma.
Vücudun bir yerinde su toplanması.
istislaf
(Selef. den) Birinin yerine geçme. Selef olma.
ittiham
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
iz'ac
Rahatsız etmek. Bunaltmak.
Yerinden koparıp ayırmak.
jeoloji
yun. Yerin (Arzın) yapı kütlelerini inceleyen ilim kolu.
jeton
Para yerine kullanılan marka.
(Fransızca)
Telefonlarda veya garsonların kasa ile hasaplaşmasında kullanılır.
(Fransızca)
ka'f
(Çoğulu: Kıâf) Ayağı sert olarak basmak.
Ayak ile toprağı yerinden koparıp küremek.
Kap içindeki suyun tamamını içmek.
Koparmak.
ka'sa
Devamlı olarak yerinde sabit olan kadın.
Arkası içerisine girdiğinden arkasını yere koyamayan kadın.
kad
Gr : İsmiyye veya harfiyye olan bir kelimedir. İsmiyye olduğunda iki vecihle kullanılır. yerine muzari olur. Yetişir, kifayet eder mânasınadır. Yahut kelimesine müradif isim olur. Harfiyye olduğunda dâhil olduğu fiil, tahkik, ümid, rica, intizar, yakınlık, azlık veya çokluk ifade edebilir.
kadastro
Bir ülkedeki arazi ve mülklerin alanını, sınırlarını ve yerini belirtip plânlama işi.
(Fransızca)
kadi-ül hacat / kadî-ül hâcât
Bütün ihtiyaçları yerine getiren Hâkim. Allah (C.C.)
kafil / kâfil
Birinin yerine ödemeyi kabul eden. Kefil olan.
kaim / kâim / قائم
Ayakta.
(Arapça)
Yerine geçen.
(Arapça)
Dik.
(Arapça)
Kâim olmak:
Yerine geçmek.
(Arapça)
kaim-makam
Birinin yerine geçen. Kaymakam. Bir kazayı (İlçe) idâre eden memur. Osmanlılarda, binbaşı ile miralay arasındaki askeri rütbe. Yarbay.
kaimmakam / kâimmakam / قائم مقام
Kaymakam.
(Arapça)
Yerine geçen.
(Arapça)
kal' / قَلْعْ
Yerinden sökme.
kamara
Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar.
Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar.
Buğday ve arpa gibi mahsul demetlerinden harman yerinde yapılan küme.
Avrupa devletlerinde millet meclisi.
kambahş / kâmbahş
Herkesin isteğini yerine getiren.
(Farsça)
Bağışçı, ihsan edici.
(Farsça)
kanaat-ı kamile / kanâat-ı kâmile
Tam ve yerinde bir kanaat.
kararında
Yerinde.
karn
Zaman, devre.
Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
Yüz yıllık zaman. Asır.
Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki
karun
İki şeyi bir araya getiren.
Tez terleyen hayvan.
Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.
kaşire
Derisi yarılmış olan baş yarığı.
Yerin yüzünü kazıp götürmüş olan yağmur.
kavad
Katili maktul yerine kısas etmek.
kavval
(Kavl. den) Geveze, çok konuşan, çok söyliyen.
Sözü yerinde söyliyen. Lâf ebesi.
kaza
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
kaza-i ilahiye / kaza-i ilâhiye
Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.
kaza-yı ilahi / kazâ-yı ilâhî
Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.
kaza-yı ilahiye / kaza-yı ilâhiye
Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.
kaza-yı rabbaniye / kaza-yı rabbâniye
Allah'ın takdiri; Allah'ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi.
kazi
(A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
Yapan, yerine getiren.
kazi-yül hacat / kazi-yül hâcât
Bütün ihtiyaçları yerine getiren Allah (C.C.)
ke
"Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)
keden
Toprak suyu çekip, yerinde bulanıklık kalmak.
kefalet / kefâlet
Kefillik. Bir kimse kendine âid bir işi yapamadığı veya borcunu ödeyemediği takdirde, yerine onun işini göreceğini kabul etmek.
Birine kefil olmak. İşini üzerine almak.
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
kefaret-i yemin vermek
Yerine getirilemeyen yeminin karşılığını ödemek.
keffaret-i zıhar / keffâret-i zıhâr
Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre.
kelimat-ı hikmet
Hikmetin kelimeleri; Allah'ın her bir varlığı belirli gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatının kelimeleri, sözleri.
kelime-i menhute
Aslı iki kelime olan bir tâbirin bir kelime ile söylenişi: "El Hamdüllilâh" yerine "Hamdele" söylenmesi gibi. "Bismillâh" yerine "Besmele" denmesi gibi.
kemter
İtibarsız, eksik anlamında, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan bir söz.
ker'
(Çoğulu: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek.
Yağmur suyu.
(Kız) erkek istemek.
keskese
Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak.
Çabuk kesmek.
ketebe
Kâtibler. Yazıcılar.
Bir hattatın yazdığı eserinde imza yerinde "Ketebehu; Onu yazdı" mânasında kulllanılır.
key
Arapçada muzari fiilini nasbeden (son harfini üstün okutan) ve "İçin, tâ ki, hangi, nasıl?" yerinde kullanılan harf.
kira / kirâ
Bir malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret. Bir evin, bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir müddet için başkasına verilmesi.
kira'
Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi.
Böyle bir şey karşılığı alınan para.
kirdar
Bir kimse, tasarruf ettiği yerin bir zirâ veya iki zirâ toprağını almak için başkasına satmak.
Bina.
Ağaç.
kıss
Nasâra tâifesinin ulusu, reisi ve danişmendi.
Bir yerin adı.
kitab-ı hikmet
Hikmet kitabı; her şeyin belirli fayda ve gayelere yönelik olarak tam yerli yerinde olduğunu bildiren kitap.
kitabet / kitâbet
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.
kompetan
Bir işi iyi bilen. Bir şey hakkında yerinde kararlar alabilen kimse.
(Fransızca)
küdu / küdû
Yerin otu geç bitmek.
kufe / kûfe
Kızıl kum.
Kızıl kumlu bir yerin adı ki o sebebten "Kûfe" diye isim verilmiştir.
küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet
Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.
kuhkub
Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan.
(Farsça)
Kuvvetli at veya katır.
(Farsça)
Kale veya sur döven top.
(Farsça)
kürsüf
Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
la / lâ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve
lam-ut-takviye / lâm-ut-takviye
Takviye lam'ı. Bu harf Arabçada ve yerine ve mânâsına da kullanılır.
lemma
(Harf-i cerdendir) Vaktâki, o zaman (mânâsındadır.) İstisna için: "İllâ" yerinde de olur.
lenger
Gemiyi yerinde sâbit kılmak için denize atılan zincir ucundaki büyük demir çapa.
(Farsça)
Bakırdan yayvan ve kenarları genişçe sahan veya tepsi.
(Farsça)
letm
Davarın boğazlanacak yerine bıçak çalmak.
levh
Görünen ibretli manzara.
Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük.
Seyredilen yerin çizili sureti.
Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey.
Şimşek çakmak.
Susamak.
Zâhir olmak.
Çalıp almak.
li
Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.
lihaz
Düşünme, mülâhaza etme.
Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.
lokavt
ing. Bir işverenin, isteklerini kabul ettirmek gayesiyle işyerini kapaması.
maddi temizlik / maddî temizlik
Bedenin, elbisenin ve oturulan yerin temizliği.
mağmure / mağmûre
Adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen, harap olmuş.
Adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen.
mahcuc
Kasdolunmuş olan.
Çok gidilip gelinen.
Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan.
Mekke-i Mükerreme'nin bir adı.
Kendi yerine hacca gidilmiş olan.
mahluk-u musahhar / mahlûk-u musahhar
Emir altında bulunan ve kendinden istenilen şeyleri yerine getiren yaratık, varlık.
mahz-ı belagat / mahz-ı belâgat
Her yönüyle belâgatlı olan, tam yerinde ve tam şartlara uygun söz söylemek.
mahzuf
Silinmiş.
Yerinden düşürülmüş. Kaldırılmış. Hazfolunmuş.
Edb: Noktasız harflerle yazılmış olan.
maksad ve müstekarrın temeyyüzü
Kelâmın maksadının ve karar kıldığı yerin açık olarak belli olması.
makta'
Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri.
Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü.
Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', son beytine makta' denir; makta'da şâirin ismi bulunur.
me'ani ilmi / me'ânî ilmi
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.
mecaz
Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak.
(Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol.
Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
mele'
(Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
Hırs, tama'.
Zan.
Güzellik.
Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
Dolu mekân.
Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
melkeme
El ile vurulan yerin yarası.
men
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
menab
Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri.
meni / menî
Yerinden şehvetli (lezzetli) veya şehvetsiz olarak kopup, ayrılıp, erkekten koyu beyaz, kadından akıcı sarı olarak gelen sıvı.
mensubat / mensubât
(Tekili: Mensub) Bir yere mensub olanlar. Bir yerin adamları.
mensubin / mensubîn
(Tekili: Mensub) Mensublar. Mensub ve alâkadar olanlar. Bir daire veya yerin adamları.
menzilnişin
Yerinde oturan.
(Farsça)
merhun
(Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey.
Belirli müddetle bir şeye bağlı olan.
Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
merkez
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
meş'ar-ül haram
Hac zamanında ziyaret edilecek muayyen yer. Cebel-i Kuzah, Müzdelife'de bir yerin ismi.
mesabe / mesâbe
Yerinde, değerinde.
mescid
Secde edilen yer. Namazgâh. Cami yerine kullanılan namaz yeri.
meşerre
Eyerin içine konulan yastık.
meşlah
Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
mest
Abdest alırken ayağın yıkanması farz olan yerini yâni topuklarla birlikte ayakları örten deriden yapılmış su geçirmez ayakkabı.
meta
Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.
meth
Yerinden koparmak ve çıkarmak.
Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması.
Vurmak ve uzaklaştırmak.
meunet
Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği.
Külfet.
Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.
mev'id
Va'din yerine getirildiği yer.
Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.
mevaid-i kazibe / mevaid-i kâzibe
Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.
mida'
Bir şeyin son bulduğu yerin sonu.
Yolun sıklaştığı yeri.
midrebe
Demir yerine ucuna boynuz takılan süngü.
mim
Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<
mimsiz medeniyet
Vahşilik, denîlik. Alçaklık.
Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.
misak-ı ezeliye / misâk-ı ezeliye
Ezelde gerçekleşen sözleşme; bütün ruhların kendilerini yaratan Allah'a iman ve emirlerini yerine getireceklerine dair yaptıkları yemin.
mita'
Bir şeyin son bulduğu yerin sonu.
Geniş yol.
Yolların birleştiği yer.
mu'teberan
(Tekili: Mu'teber) Şerefli, haysiyetli ve itibarlı kimseler.
Bir yerin, bir mesleğin veya bir sınıfın ileri gelenleri. Hükmü geçip, inanılır olanlar.
mübadil
Mübâdele olunmuş. Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş.
mübteda
Baş taraf, başlangıç. Baş.
Gr: Cümlenin birinci kısmı. Arabçada isim cümlesinde fâilin bulunduğu kısım. Bu, isimden veya isim yerine geçen fiilden de olabilir.
müdavim olma
Devam etme, devamlı olarak yerine getirme.
müekkil
Vekil tayin eden. İşine vekilini ikame eden. İşleri için başkasını yerine bırakan.
müeyyide
Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici.
Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.
mufi / mufî
İfa eden, ödeyen, yerine getiren.
muhakat
Bir kimseyi ahmak yerine koyma.
muhıkk
(Muhik) Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan.
mühr
Mühür. İmza yerine basılan yazılı damga. Damga. Sikke.
Tay.
mühür
İmza yerine kullanılan damga.
mükellef
Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.
mülzim
İlzam eden, susturucu.
Lüzumlu gören. Gerektiren.
Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.
mumatala-i hak / mumâtala-i hak
Hak, borç vs. yerine getirmeme ve ödemeyi erteleme, tecil etme.
mümtesil
İmtisal eden, sıkı sıkıya bağlanan ve yerine getiren.
müna
(Minâ) Arzular.
Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
Suya giden yol.
Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.
müncez
Sözü yerine getirilmiş, incâz edilmiş.
münciz
Verdiği sözü yerine getiren. Ahdini yapan. İncâz eden.
munfasıl
İnfisal etmiş. Birbirinden ayrılmış. Yerinden ayrılmış, fasl olmuş. İşinden ayrılmış.
muntazam
Düzenli. Tertibli. İntizamlı. Düzgün sıralanmış. Her şeyin yerli yerinde olması. Derli toplu olma.
müntezi'
(Nez'. den) Yerinden çekip koparan. Bir şeyi söken.
müreccim
Sözü tam söyleyip yerli yerince edâ ve beyân eden.
müretteb
Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş, sıralanmış.
Kasden uydurulmuş.
Tayin edilmiş. Bir şey, bir yer için ayrılmış.
Sonradan kurulmuş.
mürettib
(Retb. den) Tertib eden, nizâma, sıraya koyan.
Matbaada harfleri ve yazıyı yerine dizen.
mürtekiz
(Rekz. den) Yerli yerinde sağlamca duran.
mürüvvet
İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.
musa
Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (A.S.) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (A.S.) kadar devam etti. Yusuf'un (A.S.) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır
müsabega
Tamamlamak, yerli yerince etmek.
müsafir / müsâfir
Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.
müşekkel
(Şekl. den) Kalıbı, şekli, biçimi, kıyafeti gösterişli ve yerinde.
Şekil verilmiş, şekillendirilmiş.
müşevvik-i imtisal
Dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlanmaya ve yerine getirmeye teşvik eden unsur.
müslim
Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müsliman
Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müstahlef
(Halef. den) Kendi yerine geçirilmiş. Başkasının yerine konulmuş.
müstahlif
(Halef. den) Kendi yerine geçiren. Başkasının yerine koyan.
müştemilat-ı arziye / müştemilât-ı arziye
Yerin içinde bulunan şeyler.
müstenciz
Va'din yerine getirilmesini isteyen.
mutahhem
Hilkati yerli yerine tamam olup noksan olmayan.
Yuvarlak.
müteazzir
Özürlü, zararlı, yerine getirilmesi zor.
mütebadil
(Bedel. den) Birbirinin yerine geçen, tebâdül eden.
Nöbetle değişen.
mütedeyyin
Din sahibi; dinin emirlerini yerine getiren, dindar.
müteharrik
Harekete geçen, kımıldanan. Yerinde durmayıp hareket eden. Devir ve hareket eden.
mütevelli
(Vely. den) Birinin yerine geçen.
Bir vakfın idaresine memur edilmiş kimse.
mutlak adalet / mutlak adâlet
Bir şeyi yerli yerine koymak. Kendi mülkünde olanı kullanmak.
muvafık
Uygun. Yerinde. Denk.
müvekkel
Birinin yerine vekil tâyin edilmiş kimse.
müvekkil
İşini başkasına tevkil edip o işte o kimseyi kendi yerine ikame eyleyen. Vekil tâyin eden.
Vekil eden, bir kimseyi kendi yerine geçiren.
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
na-bemahal
Yerinde olmadan. Mahallinde olmayan.
(Farsça)
Münasebetsiz. Yersiz.
(Farsça)
na-cunban
Kımıldamaz. Yerinde durur. Sağlam.
(Farsça)
naib / nâib / نَائِبْ
(Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen.
Şeriat hâkimi olan kadı vekili.
Nöbet bekleyen.
Vekil, birinin yerine geçen.
Birinin yerine geçen, vekil.
Vekil, yerine geçen.
naib-i fail / naib-i fâil
Meçhul fiilin mevzuu olan kelime ki, harekesi merfu olur. (Küsirel kalemü: "Kalem kırıldı" cümlesinde " kalem", "Naib-i fâil" olmuş ve fâilin yerine geçmiştir.)
naip / nâip
Başkasının yerine geçip onun işini yürüten, yerine getiren.
nakkaş-ı hakim / nakkaş-ı hakîm
Varlıkları sanatlı nakışlarla donatan ve her şeyi hikmetle, yerli yerinde yaratan Allah.
nazd
Her şeyi yerli yerine koymak.
nazid
(Nazide) Tertibli, nizamlı, yerli yerinde.
Minder yastık vs. gibi ev eşyası.
nebve
Uzaklaşmak.
Ok hedefe varamamak.
Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması.
Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması.
Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması.
necran
Susuz.
Kapı ökçesi. ("süve" denir).
Yemen diyarında bir yerin adı.
necz
Bitip tükenmek.
İhtiyaç bitirmek.
Vâdeyi yerine getirmek.
nemekin / nemekîn
Tuzlu, lezzetli, tadı yerinde.
(Farsça)
Tuzlu gözyaşı.
(Farsça)
nerbdan
Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm yerine hafifletilmişi olan nerdbân denilmiştir.)
(Farsça)
nets
Deri yüzmek.
Bir şeyin yerinden ayrılması.
nevvab
Nâiblik eden. Birinin yerine vekil olarak iş gören.
nezr
Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.
nida-i beliğ / nidâ-i belîğ
Düzgün, kusursuz, yerinde sesleniş.
nokta-i istimdad
Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.
nühud
(Nühuz) Kalkmak, kıyam etmek, yerinden yükselmek.
Şiddetle muharebe etmek.
nüktesenc
(Çoğulu: Nüktesencân) Nükteyi değerlendiren. Nükteden anlayan. Nükteyi yerinde kullanan.
(Farsça)
nüsük
İbâdet. Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri.
ömr-ü arz
Yerin (dünyanın) ömrü.
ona bedel
Onun yerine.
örfi idare / örfî idare
(İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.
orhan gazi
(Mi: 1288 - 1359) Osmanlı Devletinin kurucusu olan Babası Osman Gazi vefat edince (1326) Onun yerine tahta geçti. Onu yetiştiren, Hocası Şeyh Edebâli idi. Genç yaşta gazi akıncılar arasına karıştı, çok cesur ve atılgandı. Akıncı Gaziler onun oğlu Süleyman Paşa kumandasında Rumeli'ye geçtiler. Türbes
oruç
İslâm'ın beş şartından biri. Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.
osmanlı
Osmanlı Devleti teb'asından olan.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin Bizans sınırındaki Beyliğin reisi olan Ertuğrul Bey'in vefatından sonra, Mi: 1288'de yerine geçen Osman Beyin kurduğu devlete mensup olan.
paberca / pâbercâ / پابرجا
Yerinde, duran, ayakta duran.
(Farsça)
pençe
El ayası ile beş parmağın tamamı.
(Farsça)
Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları.
(Farsça)
Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra.
(Farsça)
Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.
(Farsça)
peyman-şiken
(Peyman-şikân) Yemin bozan, ahdini yerine getirmeyen.
postnişin
Posta oturan. Daha evvelkinin yerine geçen.
ra
İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana.
(Farsça)
rabb-i hakim / rabb-i hakîm
Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayıp idare eden Allah.
rabb-i muhtar-ı hakim / rabb-i muhtar-ı hakîm
Herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan, dilediğini dilediği gibi yapan, herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan Allah.
rabbü's-semavati ve'l-arz / rabbü's-semâvâti ve'l-arz
Göklerin ve yerin Rabbi.
racife
Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.
rakım
Bir yerin deniz seviyesinden yükseklik derecesi. Kod.
Rakam yazan. Çizen. Tahrir eden, yazan.
rakis
Yol gösteren, kılavuz.
Harman yerinde harmanı döğerken öküzün dönmesi.
rakk
Kitap, sahife.
Kâğıt yerine kullanılan ince deri parçası.
Tomar.
Yama.
rakka
Dere yanında olup sel geldiğinde üzerine yayılan arazi.
Bir yerin adı.
ramile
Yelmek.
Şam vilâyetine bağlı bir yerin adı.
rehin
(Rehn-Rehine) Bir şeyin yerine teminat olarak tutulmuş olan şey, rehin edilmiş.
Mevkuf ve mahpus kılmak.
Bir şeyin yerine garanti olarak tutulan.
reml
Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.
resh
Bir şeyin, yerin sabit olması.
reşid / reşîd
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.
resm-i küşad
Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.
resmen
Devlet namına, resmî olarak, devlet tarafından.
Kat'i olarak anlaşıldığına göre.
İsteye isteye. Bile bile.
Görünüşte, âdet yerini bulsun diye. Nezaket icabı olarak.
rifa'
Ekini tarladan getirip harman yerine ilettikleri vakit.
rüsuh
İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak.
Meharet, meleke.
sabit / sâbit / ثابت
Duran, yerinde durup hareket etmeyen.
Doğruluğu isbat edilmiş olan.
Kanıtlanmış.
(Arapça)
Yerinde duran.
(Arapça)
sabit-kadem
Mizacı oynak olmayıp işine ve sözünde kararlı olan, yerinde direnen. Sözünde duran.
sabite
Yerinde durur gibi olan yıldız.
Yerinde durup hareket etmeyen herhangi bir şey. (Seyyare'nin zıddı)
sadha
Şarabın iyisi. Kendine nisbet olunan bir yerin adı.
sadık-ul va'd
Va'dinde duran, söz verdiği şeyi yerine getiren, ahdine sâdık olan. Cenab-ı Hak.
safa
Gönül şenliği, eğlence.
Duru olmak, itmi'nan ve meserret üzere olmak. Temiz, sâfi olmak.
Hava açık ve ayaz olmak.
Mekke-i Mükerreme'de bir yerin ismi.
şahid
Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar mâkul ve mu'teber sayılan. Gören.
Resul-ü Ekrem Efendimizin (A.S.M.) bir vasfı.
Melâike-i kiram.
Hazır.
şahıs zamiri
İsim yerine kullanılan ve insanlara işaret eden kelimeler. Farsçada: (Men: ben), (Tu: sen), (U: o), (Mâ: biz), (Şümâ: siz), (İşân: onlar). Bunlar gayr-ı muttasıl (bitişik olmayan) zamirlerdir.Arapçada; gayr-ı muttasıl zamirler: (Ene: ben), (Ente-sen), (Entümâ: ikiniz), (Hu: O), (Entüm: siz), (Entünn
sahv
Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı. Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli. Fenâdan sonraki bekâ hâli.
şakul
(Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.
sancak beyi
Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı
sanduka
Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan y
şantiye
Bir inşaat yerinde inşaat ve malzeme için hazırlanan yer.
(Fransızca)
Gemi tezgâhı.
(Fransızca)
savm
Oruç. Fecrin (tan yerinin) ağarmasının evvelki vaktinden (imsaktan) akşam namazı vakti girinceye kadar, yemeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.
sebat / sebât / ثبات
Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
Yerinden kımıldamama, kararından vazgeçmeme.
(Arapça)
sebatkar / sebatkâr
Sağlam, yerinden oynamaz.
(Farsça)
Ahdine, vefakârlığına sâdık ve sağlam olan.
(Farsça)
şebeke-i seadet / şebeke-i seâdet
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i seâdet denilen yerin dış duvarı etrâfında yerden Mescid-i Nebî'nin tavanına kadar yükselen demir parmaklık.
secde-i tilavet / secde-i tilâvet
Kur'ân-ı kerîmin on dört yerindeki secde âyetinden birini okuyan veya duyanın yapması vâcib olan secde.
şecere-i nariye / şecere-i nâriye
Bir ağacın dalları gibi kâinatın her yerine yayılmış olan ateş.
şeddad
Kâfir.
Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
sefer
Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak.
Harbe gitme, savaş.
seferilik / seferîlik
Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak.
seher vakti
Tan yerinin ağarmaya başladığı zaman.
sekban
Köpek besleyicisi.
(Farsça)
Padişahın köpeklerini av yerine götüren seyman.
(Farsça)
Vaktiyle Yeniçeri Ordusunda bir asker sınıfının ismi.
(Farsça)
Köy düğününde silâhlı ve oyun yapan gençler kafilesi. (Türkçede seğmen denir.)
(Farsça)
selef
Eskiden olan, önce bulunmuş olan.
Yerine geçirilen.
Önde olmak, ileri geçmek.
(Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan.
Yerine geçilen.
Önde olmak, ileri geçmek.
Eski adam.
seliha
Kabuk.
Soyulmuş veya bozulmuş şey.
Tarçın yerine kullanılan bir ağacın adı.
semsem
Tilki.
Bir yerin adı.
sencide
Ölçülmüş, tartılmış, değerli.
(Farsça)
Tam yerinde söylenmiş söz.
(Farsça)
şerh-i sadr
Peygamber efendimizin çocukluğunda ve peygamberliği sırasında (mîrâc gecesinde) mübârek göğsünün açılarak kalbinin çıkarılması ve yıkanıp ilim, hikmet ve mârifet ile doldurulduktan sonra yerine konması hâdisesi.
Göğsün yâni kalbin ilâhî nûr, ilim, hikmet ve mârifet ve sekîne (ferahlı
sevel
Koyunlarda olan bir hastalıktır. Hasta koyun sürüye uymaz, otlak yerinde döner durur.
şeyhan
(şeyheyn) Esasen iki şeyh demek olup; bazı eserlerde, Buharî ve Müslim yerinde kullanılır. Her ikisinin Hadis Kitablarına birden Sahihan denir.
Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ömer'in (R.A.) beraberce bâzı mühim kitaplarda geçen isimleri.
Bazı fıkıh kitablarında, İmam-ı A'zam
seyyalat / seyyalât
(Tekili: Seyyale) Akıcı olanlar, yerinde durmayıp gidenler, akanlar. Seyyal maddeler.
şicab
Divit kapağı.
Her nesnenin ağzına, yarığına ve gedik yerine koyup tıkadıkları nesne.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
şisı'
Büyük ve çok mal.
Dar yer. Bir yerin uç tarafı.
Nalın kayışı.
Bir malı dikkatle bekleyip koruyan.
sismoğraf
Zelzelenin yerini, saatini, yön ve hızını kaydeden âlet.
(Fransızca)
şit (şis) aleyhisselam / şit (şîs) aleyhisselâm
Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Babası vefât edince peygamber oldu. Kendisine elli suhuf kitâb verildi. Şit ismi İbrânice olup Arapça'da Allah'ın hibesi (hediyesi) mânâsındadır. Şit yerine Şîs de denilmiştir.
sü'b
Akıl geri gelmek.
Gittikten sonra yine eski yerine dönmek, mekânına gelmek.
şükr
Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.
sultan-ı adil / sultan-ı âdil
Her işini sınırsız bir adaletle ve yerli yerinde yapan Sultan; Allah.
sünat
(Çoğulu: Sünut Esnât) Sakalı olmyaan veya bir maktar çenesinde olup başka yerinde olmayan köse kimse.
sür'at-i imtisal
Hızlıca uymak, yerine getirmek.
sütre
Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.
ta'biye / تعبيه
Yerine koyma.
(Arapça)
Kurulu düzen.
(Arapça)
ta'dil-i erkan / ta'dil-i erkân
Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak v
ta'yin / ta'yîn
Yerini belli etmek.
Vazifeye göndermek, vazifelendirmek.
Ayırmak.
Tayın, erzak.
Bir malın cinsini, miktârını, yerini belli etmek.
Me'mur etmek, vazîfelendirmek.
taahhüd
(Ahd. den) Bir işin veya bir şeyin yapılması için söz verme, üzerine almak. İltizam etme. Resmi söz verme. Yüklenme.
Postaya verilen bir şeyin, yerine varmasını sağlama.
taassubat-ı na-bemahal / taassubat-ı nâ-bemahal
Yerinde olmayan taassuplar.
taat
İbadet etmek, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, itaat etmek.
İbadet etmek. Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
tabaka'
Kelâmdan âciz kimse, konuşamayan kişi.
Cimaı yerince yapamayan kimse.
tabiat-ı arz
Yerin tabiatı.
tahlif
(Halef. den) Birini kendi yerine bırakmak.
tahrif
(Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak.
Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek.
Başka tarafa meylettirmek.
Bir yazıdaki cümlenin anlamını değiştirme.
Bir yazıdaki adın veya cümlenin yerini değiştirme, bozma.
tahrik
Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme.
Gr: Cezimli bir harfi harekeli okuma.
Yola çıkarma.
Azdırma, kışkırtma.
Uyandırma.
Azdırma, kışkırtma, kımıldatma, yerinden oynatma, hareket ettirme, yola çıkarma.
taht-ı belkıs
Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)
takallu'
Ayağını kuvvetiyle kaldırmak.
Yerinden kopmak.
takat-i beşer / tâkat-i beşer
İnsanın bir şeyi yerine getirebilme gücü.
takrir
İyi ifade etmek. Bildirmek.
Ağzından anlatmak.
Yerleştirmek. Kararlaştırmak. Yerini belirtmek.
Resmî olarak yazı ile bildirmek.
Tapuda, mülkünü başkasına sattığını bildirmek.
Siyasî nota.
takvib
Bir şeyi yerinden çekip koparma.
Yeri kazma.
takziye
(Kaza. dan) Eksiği yerine getirme. Kaza etme.
tatbik
Yakıştırmak. Yerine getirmek.
Karşılaştırmak.
Bir kaide, kanun veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
Benzetme, uydurma.
Yakıştırmak. Yerine getirmek. Bir kanun hükmünü, kaide veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
tavassut
Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma.
tavtid
Bir nesneyi yerinde tutmak.
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
tayin / tâyin
Yerini belirleme, atama.
tebadül / tebâdül
Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa.
Birbirinin yerine geçme, yer değiştirme.
tecafi
Uzak olma. Yerinden bir tarafa ayrılma.
tedekdük
Taşlıkta ve kum arasında olmak.
Dağ, yerinden ayrılıp pâre pâre olmak.
Zelzele olup yerin deprenmesi.
tedvir
Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek.
İdare etmek, yönetmek.
Daire şekline sokmak.
Edb: Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânanın bozulmamasıdır.
Kur'an-ı Kerim kıraatında: Tahkik ile hadr ortasında bir okuma usulüdür. Her iki yönde meşru m
tekabül edecek
Karşılığı olacak, yerini tutacak.
tel'a
(Çoğulu: Tilâ) Su yolu, su mecrası.
Sel yolu.
Yerin alçağı ve yükseği. Çukurluk ve tepe.
telafi
Eksik olan bir şeyin yerini doldurmak. Tamamlamak.
Ziyanı karşılamak. Zararı ödemek.
teleccüc
Geminin denizin derin yerine varması.
temkin zamanı / temkîn zamânı
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta
temren
Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı.
tenciz
Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme.
Sözünü yerine getirme.
terim
Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır.
terk-i iltizam-ı nefs
Nefsin isteklerini yerine getirmeyi terk etme, nefsi dinlememe.
terk-i mevki
Yerini terk etme.
tertib-i mebadi / tertib-i mebâdi
Bir işin gerçekleştirilmesi için gerekli ön şartların yerine getirilmesi.
tertil
Muvafık ve yerli yerinde, güzel, uygun ve lâtif konuşmak.
Düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okumak. Beyan eylemek ve âşikâr kılmak.
Kur'an-ı Kerim'i usul ve kaidesine göre, acele etmeksizin dura dura anlaya anlaya okumaktır. Kur'an-ı Kerim tertil üzere nâzil olmuştur.
tesbit
Sağlam olarak yerleştirme. Yerinden kımıldayamaz hâle getirme.
Bir şeyin aslını kat'i olarak bulma.
tescih
(Eşek) dişiyle bir yerini tutup ısırmak.
teşeffü'
Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.
teşric
Cem'etmek, birbiri üstüne yığmak.
Kerpiçi yerinden ayırmak.
tesrid
Davar boğazlandığında daha soğumadan bir yerini kesmek veya kırmak.
tetavvuf
Tavaf etme. Ziyaret maksadıyla bir şeyin veya bir yerin etrafını dolanma.
tetliye
Nezretme. Adağı yerine getirme.
Farzdan sonra nafile namaz kılma.
tevekkül-ü tembelane / tevekkül-ü tembelâne
Tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah'tan isteme.
tübbet
Bir yerin adı. (İyi miskler ona nisbet olunup "Misk-i Tübbetî" derler)
tuhm
(Çoğulu: Tühum) Her yerin ve her köyün nihayeti.
ufk
Kıyı, kenar.
Rüzgârın estiği cihetler.
Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler.
Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
umumi vekil / umûmî vekil
Yerine geçirilen kimseye mutlak halde istediğini yap diyerek verilen vekâlet.
va
"Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.
va'd
Söz verme, söz verilen şey.
Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
(Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.
vacibe / vâcibe
Yapılıp yerine getirilmesi vâcib derecesinde lüzumlu olan şey.
vacibülifa / vâcibülîfâ / واجب الایفا
Yapılması gereken, yerine getirilmesi gereken.
(Arapça)
vafi / vâfi
(Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter.
Sözünün eri.
Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
vaka'
Yufka bulut.
Taş.
Yerin taşlı olmasından ayak incinmek.
Cefa, eza.
Vurma, darp.
var / vâr
(Teşbih edatıdır) Gibi, ...li, kerre, def'a, sâhib, mâlik, lâyıklık (yerinde kullanılarak birleşik kelimeler yapılır). Meselâ: Melek-vâr : Melek gibi. Ümid-vâr: Ümidli.
(Farsça)
vasati saat / vasatî saat
Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.
vasi
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
vasıb
Yerinde duran. Sürekli.
vecibe
Borç hükmünde olan vazife.
Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey.
vefa
Ahdinde, sözünde durma.
Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödeme.
Yetişme.
Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
vefa-i ahid / vefâ-i ahid
Sözünü yerine getirme, sözünde durma konusu.
vega'
Kavga gürültüsü. Harp yerinden çıkan sesler. Savt. Patırtı.
vekalet / vekâlet
Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi. Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir.
Birinin yerini tutma.
vekar
Ağır başlı olup yerine göre uygun davranmak, şahsiyetli olmak.
vekil / vekîl
Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse.
Nâzır. Bakan.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.
vez'
(Çoğulu: Evzâ) Hapsetmek.
Engel olmak, men'etmek.
Islah etmek, yerli yerince etmek, düzeltmek.
Topluluk, cemaat.
ya hakim / yâ hakîm
Ey herşeyi belirli maksat ve gayelere uygun olarak faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, hikmet sahibi Allah.
yaver / yâver
Komutanların yanında bulunan ve onların emirlerini yazmakla ve gerektiğinde yerine ulaştırmakla görevli subay.
yelemlem
Deri.
Bir yerin adı. (Yemenliler ihramı orada giyerler.)
zabıtname / zabıtnâme
Olay yerinde ilgili kimselerin olayın oluş şeklini kaydettikleri kâğıt.
zabt-name / zabt-nâme
Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.
(Farsça)
zamair
(Tekili: Zamir) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri.
İsim yerine kullanılan kelimeler.
zamair-i şahsiyye
Şahıs zamirleri. " Ben, sen, o" gibi isim yerine geçen kelimeler.
zamir / zamîr / ضَمِيرْ
İsmin yerini tutan kelime.
Her şeyin iç yüzü.
Yürek, vicdan.
Gizli fikir.
Zamir, ismin yerini tutan kelime.
Arapçada ismin yerini tutan harf (buradaki "he" harfi).
İsmin yerini tutan kelime.
zamir-i mütekellim
Mütekellim zamiri, yani konuşanın isminin yerini tutan zâmir. ("Ben" gibi)
zamir-i şahsi / zamir-i şahsî
Gr: Şahıs gösteren ve şahısların ismi yerine kullanılan zamirler; Ben, sen, o, biz, siz, onlar gibi.
zarar-ı mahz
Fık: Kendisinin faydası yerine zararı olan.
zat-ı hakim / zât-ı hakîm
Herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Zât, Allah.
zellet-ül kari / zellet-ül kârî
Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.
zerrat-ı arziye / zerrât-ı arziye
Yerin, maddenin yapı taşları.
zeval
Zâil olma, sona erme.
Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.
Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman.
Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.
zevd
Koyunu su yerinden sürmek.
Sevk.
zıhar / zıhâr
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
Erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması harâm yerine; "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" gibi sözlerle benzetmesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ikaniyye
iktiza
İstinsak
haliçe
dirin
remz
hali'
matemhane-i umumiye
minfe
letafet
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Yerin
beyhude
öğretmek
Ahde
Mühürlenme
SEVGİLİ
Akid
doğmak
recül
müstef'ilün