Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Ye s
ifadesini içeren
148
kelime bulundu...
adet / âdet
Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle boz
agaliş
Kışkırtma.
(Farsça)
Birşeye saldırmak için kışkırtma.
(Farsça)
ahd ü misak / ahd ü mîsâk
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.
aleyhim, aleyhima
Aleyh edatının cemi ve tesniye şekilleri.
amme nevalühü
"Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanı herkese veya herşeye şâmildir." meâlinde.
ayine-i iskender
Makedonya kralı Büyük İskender'in aynası. Rivayetlere göre, bu ayna Aristo tarafından yapılmış ve İskenderiye şehrinde yüksekçe bir yere konulmuştur. Bu sayede İskender, yüz fersah uzaklıktaki düşmanlarını aynada görürmüş.
bais-i meserret
Sevinmeye sebep olan, sevinç sebebi.
bela
Evet.
Farsçada "Belî" diye söylenir.
bezm-i ezel-i elestü
Cenâb-ı Hak ezelde ruhları yarattığında, "Ben Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya bütün ruhların, "Evet Sen Rabbimizsin" diye söz vermeleri ânı; "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" şeklinde de ifade edilir.
bezmielest
Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
cazim
Kat'i karar veren.
Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de "câzim" denir. Meselâ "Lem yezuk" aslında (Yezuku) idi. Başına "lem" harfi geldiğinden " Yezuk" diye sâkin okundu.)
cehş
Medet edişmek. Başka kimseye sığınıp arkalanmak.
cerh
Yara.
Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak.
Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek.
Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek.
Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi.
Kesb u kâ
cevab
Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık.
Kabul etmemek. Reddetmek.
(Tekili: Câbiye) Havuzlar.
cıhre
(Çoğulu: Cihar-Echâr) Bir kimseye sığınmak.
dahil / dahîl
İçerdeki yabancı; bir şeye sonradan gelip giren, dışarıdan giren.
decdece
Tavuğa "bilibili" diye seslenmek.
dellal-ı saltanat-ı rububiyet / dellâl-ı saltanat-ı rububiyet
Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiye saltanatının ilancısı.
devriyye
Osmanlı İmparatorluğu devrinde ilmiye sınıfına mahsus bir pâye.
dinperver
Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.
(Farsça)
ehl-i servet
Servet ve sermaye sahibi.
es-sebebü ke'l-fail / es-sebebü ke'l-fâil
Birşeye sebep olan onu yapan gibidir.
fahr
Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
faide / fâide
(Çoğulu: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.
ferid
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
fıkra-han / fıkra-hân
Hikâye söyliyen, fıkra anlatan.
(Farsça)
fırka-i naciye / fırka-i nâciye
Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.
gani-yi mutlak
(Gani-yi ale-l ıtlak) Cenab-ı Hak. Her şeye sahip ve hiç kimseye hiçbir cihetle ihtiyacı olmayan gani.
gümkerde
(Gümkerdepey) İzi kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.
(Farsça)
Yaptığı işi kimseye sezdirmeyen.
(Farsça)
hacire
(Çoğulu: Hâcirât) Terbiye sınırlarına sığmayan kötü söz ve hezeyan.
(Çoğulu: Hevâcir) Günün en sıcak anları.
hades
Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek.
Taze. Yiğit. Genç.
Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal.
Pislik.
haiz
Bir şeye sahip olma. Sahip. Mâlik.
Yer tutan.
Akranından mümtaz olan.
hak tarikatler / hak tarîkatler
Ehl-i sünnet anlayışını benimseyen, İslam'ın temel esaslarını uygulayan ve mânevî bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarîkatler.
halbes
(Çoğulu: Halâbis) Bahadır, kahraman. Bir şeye sımsıkı bağlanıp ayrılmayan kişi.
hengame-gir / hengâme-gir
Meddah, oyuncu. Hikâye söyleyici, hokkabaz.
(Farsça)
Diş macunu, leke tozu gibi şeyler satan çığırtkanlar.
(Farsça)
Kavgacı, gürültücü.
(Farsça)
heşaş
Açık yüzlü şen yeynicek kişi.
Sağan kimseye sevip sütünü veren koyun.
hıyar-ı vasf
Bir akitte vücudu şart kılınan veya örfen meşhud bulunan mergub bir vasfın mevcud olmaması sebebiyle âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir. (Sağılır diye satılan bir ineğin, sütten kesilmiş olması gibi.)
hoşamed gu / hoşâmed gû
Hoş geldin, diye söyleyen.
(Farsça)
hükre
Cem'olmak, toplanmak, birikmek.
Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak.
Azlığından bir yerde toplanan su.
iddianame / iddiânâme
İddia yazısı; savcının, yapılan soruşturmalar neticesinde tutuklu hakkındaki suçlamalarını bildirmek üzere mahkemeye sunduğu yazı.
iğtita'
Örtünme, bir şeye sarınma.
ihtikar / ihtikâr
Bir şeyi kıymetlensin diye saklamak.
Ist: İnsanların veya ehlî hayvanların yiyeceklerine âit şeylerin satış kıymetleri yükselsin diye kırk gün kadar saklamak. Böyle yapan kimseye muhtekir denir.
Vurgunculuk, bozgunculuk.
Malı kıymetlensin diye saklama.
ilm-i alet / ilm-i âlet
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o
iltimah
(Lemh. den) Bir şeye şaşkın şaşkın bakınma.
iman-ı hılki / îmân-ı hılkî
Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.
inhisar
Hasr olunma.
Tecavüz etmeme.
Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.
inni / innî
Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
irade-i külliye
Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.
istibhar
Çok geniş bilgiye sahib olma.
Deniz gibi büyük ve geniş olma.
istifham-ı aninnefy
Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir.
istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî
Gr: Menfî cihetle sual sormak. (İnkâr ettiğini bildirir şekilde "Olmaz" diyen birisine karşı, "Olur mu? diye sormak gibi.)
kali / kâlî
Veresiye satmak.
kalubela / kalûbelâ
Allahın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı.
karin / karîn
Yakın.
Bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan.
Hısım, komşu, arkadaş gibi yakın.
kazaskerler
Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfının en yüksek mertebesinde bulunan devlet görevlileri; askerî kadılar.
keşan ber keşan
Çeke çeke, zorla sürükleye sürükleye götürerek.
keşan keşan
Sürükleye sürükleye, zorla çekerek götürerek.
(Farsça)
kıssahan / kıssahân
Hikâye söyliyen, kıssa ve masal anlatan.
(Farsça)
kitman
Sır saklama, kimseye sır açmama hali, sır tutarlık.
Sır saklama. Kimseye sır açmama hâli.
koloni
Bir ülkenin, sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği ülkeye sıkı bağlarla bağlı arazi.
(Fransızca)
Başka bir memlekete yerleşmeğe giden göçmen topluluğu veya bir topluluğun yerleştiği yer.
(Fransızca)
Bir memlekette bulunan yabancılar topluluğu.
(Fransızca)
künat
(Tekili: Kâni) Kinâyeciler. Kinâye söyliyenler.
kuva-yı sariye / kuvâ-yı sâriye
Kâinattaki herşeye sirayet edip giren mânevî güçler, kuvvetler.
kuvve-i şeheviye ve gadabiye
Şehvet ve öfke duyguları; insanı dünya zevklerini elde etmeye ve zararlı şeyleri defetmeye sevkeden duygular.
layiha-yı tashih / lâyiha-yı tashih
Mahkeme kararının düzeltilmesi istemiyle bir üst mahkemeye sunulan yazı, dilekçe.
lebbeyk-zen
Lebbeyk diye söyleyen. Emre hâzır olan. Râzı olan.
(Farsça)
mahc
Cima etmek.
Kovayı azıcık çekip yine dolsun diye suya vurmak.
malik / mâlik
Sahip, bir şeyi olan, bir şeye sahip olan.
mecaz-ı mürsel
Benzetme dışında başka bir ilişki sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: "O köye sor" demek, "o köyden birine sor" demektir.
medar-ı gıybet / medâr-ı gıybet
Başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmaya, çekiştirmeye sebep olan.
medar-ı inkişafat / medâr-ı inkişafât
Gelişme, yükselmeye sebep olan.
medar-ı teselli / medâr-ı teselli / مَدَارِ تَسَلّ۪ي
Teselliye sebeb.
medih / medîh
(Medh. den) Övmeye ve medhetmeye sebeb olan şey. Övme mevzuu.
mehdi / mehdî
Âhirzamanda gelip insanları hak dine sevk edecek ve Müslümanların yenilemeye sebep zât.
meraya
Aynalar. Mir'âtlar.
Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları.
mersiyehan / mersiyehân
Ağıt okuyan. Mersiye söyliyen.
(Farsça)
mevleviyyet
Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak.
Mollalık.
Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş.
Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
mezlaka
Ayak kayacak yer. Kaypak yer.
Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.
muarrifan / muarrifân
(Tesniye şeklindedir) İki tarif edici.
(Farsça)
Tarif ediciler. Muarrifler.
(Farsça)
muaviye
(Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denm
mucib-i istikrah
Nefrete, sevmemeye sebeb olan.
mucib-i teessür
Üzüntüye sebep olan.
müfessir
Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.
muhadese
(Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme.
muhakat
Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek.
Birbirine hikâye söylemek.
muhdis
Hâdiseye sebeb olan. İhdas eden. Yeni bir şey ortaya çıkaran.
muhtekir
İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan.
mukabele / mukâbele
Hapsetmek.
Sonraya bırakmak, tehir etmek.
Meşveret etmek, danışmak.
Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.
mülazimin / mülazimîn
(Tekili: Mülâzımân) (Mülâzım) Stajyerler. Bir yere maaşsız olarak gidip gelenler.
Bir kimseye sarılıp ondan ayrılmayanlar.
Teğmenler.
mülk şirketi
İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.
mültehif
Yorgan veya battaniye gibi bir şeye sarılmış olan.
mümsik
Çok imsak eden, eli sıkı, bahil.
Bir şeye sağlam yapışan.
müntesibin-i ilmiye / müntesibîn-i ilmiye
İlimle meşgul olanlar, ilmiye sınıfı mensupları.
müşagabe
Birbirine şer ve fenalık etmek. Aldatmak.
Fls: Mübahase ve münakaşayı bir gaye sayanların yolu, usulü. (Didimcilik, eristik)
müşağabe / müşâğabe
Didimcilik; münakaşacılık, münakaşayı gaye sayanların yolu.
musavele
Dövüşmek için bir kimseye saldırma. Üzerine atılma.
mütemessih
Bir şeye sürünen.
Mesheden, sıvazlayan. Bir şeye el süren.
müzekki-i nefs
İnsanın nefsini ıslâh eden. Terbiyeye sebeb olan.
nebve
Uzaklaşmak.
Ok hedefe varamamak.
Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması.
Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması.
Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması.
nevha
Ölüye sesli ağlamak.
Nağme ile güvercin ötmesi.
Ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi.
niyazi-i mısri / niyazi-i mısrî
(Mi: 1618 - 1694) Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. Şâir ve tasavvufçu olup Halvetî tarikatının Niyaziye veya Mısriye şubesini kurmuştur. Mısır'da Câmi-ül-Ezher'de tahsil gördü. 1646'da İstanbul'a döndü ve Sokollu Mehmed Paşa Medresesinde irşada başladı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale-i Ha
nüktepira
Nükteye süs veren.
(Farsça)
rabb-ül mal
Mal sâhibi. Sermaye sâhibi.
ref'-i cidal
Kavga ve çekişmeye son verme.
rükun
Bir şeye samimi olarak meyletme. Can ve gönülden meyil.
şahid-i ezeli / şâhid-i ezelî
Ezelden beri bütün zamanları ve herşeyi gören ve herşeye şahid olan Allah.
saik-i tenkit / sâik-i tenkit
Eleştiriye sevk eden sebep.
sec'
Nesirde cümle sonlarının kâfiye şeklinde birbirine uygunluğu.
sedd-i zerai'
Şer'an memnu olan bir şeye vesile teşkil eden mübah fiillerin de men edilmesi. "Def-i mefasid, celb-i menafiden evlâdır." Buna binaen insan, şer'an memnu olan herhangi bir şeye sâik olacak şeylerden sakınması icab eder, o şeyler hadd-i zâtında mennu olmasa da. Bu husus Mâlikî Mezhebinde delil kabul
şedide-i mechure
Elif, cim, dal, tı, ba harfleridir. Bunların zıddı: Rehavet (rahvet) ile Beyniye sıfatıdır.
şehr
Cemâati, en büyük câmiye sığmayan yer veyâ İslâmiyet'in emrini yapabilecek güçte müslüman vâli ve hâkimi bulunan yer.
sene-be-sene
Yıldan yıla, seneden seneye seneler geçtikçe.
sermayedar / sermâyedâr / سرمایه دار
Sermaye sahibi, kapitalist.
(Farsça)
şevk
Çok istek, şiddetli arzu.
Neş'e.
Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama.
Memnun. Şâduman.
şeyhülislam / şeyhülislâm / شَيْخُ اْلاِسْلَامْ
Din işlerine bakan ilmiye sınıfının başı.
sıfat terkibi
Sıfat tamlaması. Meselâ: "Kâmil insan" kelimeleri bir sıfat terkibidir. Burada Türkçe ifâdeye göre "kâmil insan" terkibinden birinci kelime sıfat (belirten), ikinci kelime ise mevsuf (belirtilen) dir. Farsça kâideye göre "insan-ı kâmil" diye söylenir.
şüf'a
Başkasına satılmış olan bir mülkü, satış değeri ile satın almak hakkı. Bu hakka mâlik olan kimseye şefî' denir.
sure-i casiye / sûre-i câsiye
Kur'ân-ı Kerimin 45. sûresi olan Câsiye Sûresi.
şuun
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler.
şuun-u mukaddese / şuûn-u mukaddese
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuun-u münezzehe / şuûn-u münezzehe
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait münezzeh özellikler.
şuun-u zatiye-i rabbaniye / şuûn-u zâtiye-i rabbâniye
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuunat / şuûnât
İşler, faaliyetler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
İşler, faaliyetler
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuunat-ı kudsiye / şuûnât-ı kudsiye
Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden özellikleri.
şuunat-ı rabbaniye / şuûnât-ı rabbâniye
Bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât'a ait nitelikler.
şuunat-ı sübhaniye / şuûnât-ı sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevkeden Zâtına ait kutsal özellikler.
şuunat-ı zatiye / şuûnât-ı zâtiye
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler.
ta'lil ba'd-el-vuku'
Bir şeye sonradan uygun bir sebep uydurma.
ta'ziye
Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.
tabahece
Etli ve yumurtalı kalye. (Bazı yerde kaygana diye söylenir.)
tafra
Yukarıya sıçrama atlama.
Yukarıdan atıp tutma.
İlmiye sınıfında rütbe ve derece alma.
tahkir etmek / tahkîr etmek
Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.
taife-i ilmiye
İlmiye sınıfı.
takdime
(Çoğulu: Tekadim) Kendisinden üstün kişiye sunulan armağan, hediye.
Takdim.
tasvir
Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde.
Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak.
Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim.
Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek mel
tebrik
Bir kimseyi eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekellâh" diye sevincini bildirmek. Mübarekliğini, Cenab-ı Hakk'ın onu muvaffak kıldığını söyleyerek ta'ziz etmek.
tefekkürname / tefekkürnâme
Allah'ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünmeye sevk edici eser, yazı.
tekapu / tekâpu
Öteye beriye seğirtme. Telâşla koşarak birşeyler araştırma.
(Farsça)
Dalkavukluk.
(Farsça)
telvihi / telvihî
Kinaye şeklinde bildirilen mânâ.
temcid pilavı
Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.)
temessuh
Kendini bir nesneye sürmek, meshetmek.
Bir şeye sürünmek.
terhisat
Terhisler, vazifeye son vermeler.
tesmir
Koyu nesneye su katıp duru etmek.
İksir ile sağlamlaştırmak.
tevcih
Döndürmek, yöneltmek.
Tefsir etmek.
Birisini bir tarafa göndermek.
Rütbe vermek.
Bir kimseye söz atmak.
Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.
tezmil
Gizlemek. Bir şeyi elbiseye sarmak. Esvaba sarınıp bürünmek.
Örtü.
uvz
Bir kimseye sığınmak.
vedia / vedîa
Güvenilen kimseye saklamak için verilen mal. Emânet.
vesvas
Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.
Şüphe ve vesveseye sürükleyen.
yerhamükümullah
"Allah (C.C.) size rahmet ve merhamet eylesin" meâlinde dua olup, aksıran kimseye söylenmesi sünnettir.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
tevellüdat-ı semekiye
nahl
fahr-i kainat
mencub
elhalet hazihi
bila-fâsıla
Götürü
gurbet
müşahede
İlm-i münazara
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Ye s
mahvolma
hemdem
ölmek
ahlaki vasıflar
Can korkusu
Varaka
Mahsus
Yer edinme
kıyı