REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Yaşi ifadesini içeren 505 kelime bulundu...

a'meş

  • Gözünün yaşı durmayıp akan.
  • Tomlaç gözlü.

ab-gine

  • Billur. (Fransızca)
  • Ayna. (Fransızca)
  • Kılınç. (Fransızca)
  • Göz yaşı. (Fransızca)
  • Şişe, sürahi, kadeh. (Fransızca)

ab-ı ahmer / âb-ı ahmer / آب احمر

  • Kızıl su.
  • Kırmızı şarap.
  • Gözyaşı.

ab-ı ateşin / âb-ı âteşîn / آب آتشين

  • Ateşli su.
  • Kırmızı şarap.
  • Gözyaşı.

ab-ı bade-reng / ab-ı bâde-reng

  • Kanlı göz yaşı.

ab-ı badereng / âb-ı bâdereng / آب باده رنگ

  • Kızıl su.
  • Gözyaşı, kanlı gözyaşı.

ab-ı çeşm

  • Göz yaşı.

ab-ı ciğer

  • Ciğer suyu.
  • Göz yaşı.

ab-ı şor

  • Acı su.
  • Göz yaşı.

abdal

  • t. Safdil, ahmak, bön.
  • Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.
  • Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.
  • Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)

abdullah ibn-i zübeyr

  • Ebu Bekir-i Sıddık'ın kızı Esma'nın oğludur. Muhacirlerden ilk doğan çocuk olup cesaret, şecaat, ibadet ve takvası ile meşhurdur. Zübeyr ibn-i Avvam'ın oğludur. Yezid'in saltanatını kabul etmedi ve Mekke'de dokuz sene halifelik yaptı. 73 yaşında şehid edildi. (R.A.)

abgine / âbgîne / آبگينه

  • Kristal. (Farsça)
  • Kadeh. (Farsça)
  • Sürahi. (Farsça)
  • Ayna. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)

abre

  • Göz yaşı.

abzih / âbzih / آبزه

  • Su kaynağı. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)

acm

  • (Çoğulu: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve.
  • Kuyruk dibi.
  • Isırmak.

adem-i merkeziyet-i siyasiye

  • Siyasî olarak yerinden yönetim; bir ülke sınırları dahilinde bulunan eyâlet ve bölgelerin tek merkezden değil, yerel yönetimler tarafından idare edilmesi.

ader

  • Yel inmekle hayası şişen kimse.

afak-ı islam / âfâk-ı islâm

  • İslâm dünyasınin ufukları.

ağraz-ı siyaset / ağrâz-ı siyaset

  • Siyasi taraftarlığın doğurduğu kin ve düşmanlık.

ağraz-ı siyasi / ağraz-ı siyasî

  • Siyasî gayeler, siyasî tarafgirliğin doğurduğu kin ve düşmanlıklar.

aiş

  • Yaşıyan.
  • Rahat yaşıyan.

akran / akrân / اقران / اَقْرَانْ

  • Eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.
  • Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
  • Yaşıtlar. (Arapça)
  • Yaşıtlar.

aktar-ı islamiye / aktâr-ı islâmiye

  • İslâm dünyasının dört bir yanı.

alem-i anasır / âlem-i anâsır

  • Unsurlar âlemi; elementler, atomlar dünyası.

alem-i beşer / âlem-i beşer

  • İnsanlık âlemi, dünyası.

alem-i cezb / âlem-i cezb

  • Çekim âlemi, dünyası.

alem-i cismaniyat / âlem-i cismâniyât

  • Cismânî varlıkların bulunduğu âlem, varlıklar dünyası.

alem-i hava / âlem-i hava

  • Hava âlemi, dünyası.

alem-i hayal / âlem-i hayal

  • Hayal âlemi, dünyası.

alem-i hıristiyan / âlem-i hıristiyan

  • Hıristiyan dünyası.

alem-i hıristiyaniyet / âlem-i hıristiyaniyet

  • Hıristiyanlık dünyası.

alem-i islam / âlem-i islâm

  • İslâm dünyası.
  • İslâm dünyası. İslâm milletleri.

alem-i islam mescid-i kebiri / âlem-i islâm mescid-i kebiri

  • Büyük mescit hükmünde olan İslâm dünyası.

alem-i islam milletleri / âlem-i islâm milletleri

  • İslâm dünyası toplulukları, ülkeleri.

alem-i islami / âlem-i islâmî

  • İslâm dünyası.

alem-i islamın cami-i kebiri / âlem-i islâmın cami-i kebiri

  • Büyük bir cami hükmünde olan İslâm dünyası.

alem-i islamiye / âlem-i islâmiye

  • İslâm dünyası.

alem-i kelam / âlem-i kelâm

  • Söz dünyası.

alem-i kevn ü fesad / âlem-i kevn ü fesâd

  • Oluşumlar ve bozulmalar dünyası, icatlar ve tahripler âlemi.

alem-i kevn ve fesad / âlem-i kevn ve fesad

  • Oluşlar ve yok oluşlar dünyası.

alem-i küfr / âlem-i küfr

  • Küfür dünyası.

alem-i medeniyet / âlem-i medeniyet

  • Medeniyet âlemi, dünyası.

alem-i melaike / âlem-i melâike

  • Melekler dünyası.

alem-i mevalid / âlem-i mevâlid

  • Canlılar âlemi, dünyası.

alem-i mihnet / âlem-i mihnet

  • Dert ve zahmet dünyası.

alem-i sabavet / âlem-i sabavet

  • Çocukluk dünyası.

alem-i siyaset / âlem-i siyaset

  • Siyâset dünyası, siyaset âlemi.

alem-i suver / âlem-i suver

  • Sûretler âlemi, görüntüler dünyası.

alem-i turab / âlem-i turab

  • Toprak âlemi, dünyası.

alemü'l-gayb / âlemü'l-gayb

  • Gayb dünyası; görünmeyen âlem.

aliyy-ül murtaza

  • Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema

alizarin

  • Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi. (Fransızca)

an-samimin

  • Kalbden. Riyasızlıkla. Samimiyetle. İçten.

anarşizm

  • Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.

andel

  • Yaşı büyük deve.
  • Uzun, tavil.
  • Avazla çağırmak.

antropoloji

  • yun. İnsan dediğimiz varlığı inceleyen ilim. İnsan biyolojik özellikleri açısından incelendiğinde biyolojik antropoloji, cemiyet halinde yaşıyan bir varlık olması açısından incelendiğinde sosyal antropoloji veya kültür antropolojisi, insanın mahiyeti, diğer varlıklardan farkı, hayatının mânası, düny

ardiyye

  • Ticaret eşyasının saklandığı yer.
  • Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret.

arf

  • (Çoğulu: A'râf) Rüzgâr.
  • El ayasında çıkan çıban.

asar ve a'mal alemi / âsâr ve a'mâl âlemi

  • Eserler ve ameller âlemi, dünyası.

ashab-ı meratip

  • Makam ve mevki sahipleri; siyasi, askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduranlar.

asıl maa-suret

  • Kopyasıyla beraber aslı.

aşiret

  • Kabile, oymak, göçebe halinde yaşıyan ekseri bir soydan gelen cemaat. Yakın akraba, âile.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

atud / atûd

  • (Çoğulu: Atedân) Bir yaşında ve iyi beslenmiş oğlak.

avize

  • Lamba, fener, gaz veya mumları havi olarak tavana asılan maden veya billurdan süs eşyası. (Farsça)

ayat-ı kibriya / âyât-ı kibriyâ

  • Allah'ın kibriyasını ve büyüklüğünü gösteren âyetler, deliller ve eserler.

ayn-ı mün'akis

  • Aynaya vurup oradan ziyası, resmi, şekli gelen veya görünen şeyin kendisi.

bagaj

  • Yolcu eşyası. (Fransızca)
  • Yolcu eşyası koymaya mahsus yer, yolcu eşyası vagonu. (Fransızca)

bahte

  • Semiz, besili koyun.
  • Burulmuş üç yaşında koç.

baliğ / bâliğ

  • (Bâliğa) Yetişmiş. Olgun yaşına gelmiş. Aklı kemal bulmuş, erişmiş, varmış.

balina

  • Denizde yaşıyan ve yaklaşık olarak 20 ilâ 35 metre kadar uzunlukta olan memeli hayvan.

banbu

  • (Malezya dilinden) Sıcak ve yağışlı bölgelerde yaşıyan bir bitki cinsi. Buğday ailesinden olup ikiyüzden fazla çeşiti vardır.

bar-hane

  • Yük yeri, yüklük. (Farsça)
  • Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer. (Farsça)

basur / bâsûr

  • (Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.

bazil

  • (Çoğulu: Büzül-Bevâzil) Sekiz dokuz yaşında olan deve.
  • Devenin, önce biten dişi.
  • Şey.
  • Kan akan baş yarığına "şecce-i bâzile" denir.

bedgüher / بدگهر

  • Kalbi bozuk, mayası bozuk. (Farsça)

bedmaye / bedmâye / بدمایه

  • Mayası kötü, soysuz.
  • Mayası bozuk. (Farsça)

bedsirişt / بدسرشت

  • Kötü yaratılışlı, mayası bozuk. (Farsça)

behş

  • Muki otunun yaşı.
  • Kara yüz.

beladir

  • Kadınların kullandıkları altun, gümüş, zümrüt, yakut, elmas gibi süs eşyası. (Farsça)
  • Belâyı def etmek için verilen sadaka. (Farsça)

berak

  • (Çoğulu: Berkân) Göz kamaşmak.
  • Bir yaşındaki kuzu.

betat

  • Azık. Bir yolculukta gereken öteberi.
  • Ev eşyası.
  • Kesin, kat'i.

bevasir

  • (Tekili: Bâsur) Mayasıllar, basurlar.

beyza

  • Yumurta.
  • Demir başlık.
  • İnsanın hayası. Husye.

beza

  • Konuşmada açık saçıklık.
  • Hayasızlık, utanmazlık.

beziyy

  • Hayâsız, utanmaz kimse.

bi-ab / bî-ab

  • Susuz, kuru. (Farsça)
  • Donuk. (Farsça)
  • Rezil, utanmaz, hayasız. (Farsça)

bi-ar / bî-ar

  • Arsız, hayasız, utanmaz.

bi-ruyi / bî-ruyî

  • Yüzsüzlük, edebsizlik, hayâsızlık. (Farsça)

bihaya / bîhayâ / بى حيا

  • Utanmaz, hayasız. (Farsça - Arapça)

bint-i lebun

  • Üç yaşına girmiş dişi deve.

bint-i mehad

  • İki yaşına girmiş olan dişi deve.

bistah

  • Küstah, hayâsız, edepsiz, arsız, utanmaz adam. (Farsça)

büka-alud / bükâ-âlûd

  • Ağlatıcı, gözyaşı döktürücü. (Farsça)

büka-engiz / bükâ-engiz

  • Ağlatıcı. Gözyaşı döktürücü. (Farsça)

büka-yi sürur / bükâ-yi sürûr

  • Sevinçten dolayı akan gözyaşı.

busayri / busayrî

  • (Şeref-üd-din) (Mi: 1213-1295) Busayr'da doğdu. Meşhur Arap şair ve hattatıdır. "Kaside-i Bürde" sahibidir. Esas ismi "El-Kevakib-üd-Dürriyye fi Medh-i Hayrilberiyye" olan kasidesine; tutulmuş olduğu hastalıktan, rü'yasında Resûlullah'ın hırkasını (bürde) üzerine örtüp şifa bulması sebebiyle "Kaside

cali'

  • Açık-saçık kadın. Hayasız kadın.
  • Utanmaz, utanması kıt olan adam.

camiü'l-ezher üniversitesi / câmiü'l-ezher üniversitesi

  • Mısır'da bulunan, İslâm dünyasının en önemli ve en eski sayılan üniversitesi.

casus

  • (Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.

cebb

  • Bir kimsenin zekerini ve hayasını kesip hadım etmek.
  • Devenin hörgücünü kesmek.
  • Kökünden kesmek.

cefcaf

  • Hayâsız, ahlâksız kadın. (Farsça)

cemiyet ve fırka

  • Siyasî parti, grup ve topluluk.

cemiyet-i siyasi

  • Siyasi örgüt.

cemiyet-i siyasiye

  • Siyasi topluluk, örgüt.

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

çerb-ahur

  • İçinde yemi bol olan ahır. (Farsça)
  • Bolluk içinde yaşıyan kimse. (Farsça)

cereyan / cereyân

  • Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma.
  • Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.

ceza'

  • (Çoğulu: Cezeân-Cizâ') Altı veya dokuz aylık koyun. (Kurban olması caizdir).
  • İki yaşına girmiş koyun.
  • Arslan, esed.
  • Hayvana yulaf vermeyip hapsetmek.

cezea

  • (Çoğulu: Cezaât-Cizâ) Beş yaşına girmiş deve.
  • İki yaşına girmiş koyun.
  • Üç yaşına girmiş sığır ve at.

cihan-ı ibret

  • İbret dünyası.

cihan-ı ilm

  • İlim dünyası.

cihan-ı irfan

  • İrfan dünyası.

cismani alem / cismânî âlem

  • Beden dünyası.

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

dağdağa-i siyaset

  • Siyasî kargaşa ve çalkantılar.

daire-i insaniye

  • İnsanlık dünyası.

daire-i takva / daire-i takvâ

  • Takvâ dairesi; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma dünyası.

dakika

  • (Çoğulu: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri. Altmış saniyelik zaman.
  • İnce fikir, mülâhaza, nükte.
  • Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar.

dam'

  • (Çoğulu: Dümu-Edmu) Helâk olmak.
  • Göz yaşı.

deh-sale

  • On yaşında. On yıllık. (Farsça)

dem'

  • Göz yaşı, göz yaşı dökme, ağlama.
  • Göz yaşı. Sürurdan veya keder sebebiyle ağlama neticesi gelen göz yaşı.

dem'a

  • Bir damla göz yaşı.

dem'a-riz

  • Ağlıyan, gözyaşı döken. (Farsça)

derya-yı iman

  • İman deryası, denizi.

derya-yı maneviyat / deryâ-yı mâneviyat

  • Mâneviyat deryası, denizi.

dest-vane

  • Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven. (Farsça)
  • Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik. (Farsça)
  • Meclisin baş kısmı. (Farsça)

devlet

  • Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât. Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet
  • Ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk.

deysak

  • (Çoğulu: Deyâsik) Uzun yol.
  • Beyaz olan şey.

dih-hüda

  • Köy kâhyâsı, köy ağası. (Farsça)

dihhoda / dihhodâ / دهخدا

  • Köy ağası. (Farsça)
  • Köy kahyası. (Farsça)

dima'

  • Göz yaşı akan yerlerin izi.

diplomat

  • yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı.
  • Becerikli, söz söyliyebilen.
  • Memleket ve millet meseleleri hakkında siyasî söz sahibi.

düstur-u siyasi / düstur-u siyasî

  • Siyasî düstur, prensip.

ebrencen

  • Bilezik. Kadınların kollarına taktıkları altından mâmul zinet eşyası. (Farsça)

ebu hüreyre

  • Peygamberimize (A.S.M.) bütün gücüyle hizmette bulunmuş ve İ'lâ-yı kelimetullâh yolunda Peygamber (A.S.M.) ile bütün muharebelere iştirak etmiş, 5374 aded Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hicri 75 yılında, Medine-i Münevvere'de, 78 yaşında iken dâr-ı bekaya irtihâl etmiştir. (R.A.)

ebu iyaz seleme bin amr bin el ekva / ebu iyaz seleme bin amr bin el ekvâ

  • Biat-ı Rıdvanda hazır bulunan, gayet cesur, nişancı, hamiyetperver bir sahabedir. 77 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Hicrî 74 tarihinde, 80 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)

ebu katade haris bin rib'iy

  • Ensardan ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın süvarilerindendir. 170 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Uhud Gazvesinden itibaren bütün muharebelere iştirak etmiş bir kahraman olup 74 tarihinde 80 yaşında iken Medine'ye avdetinde vefat etmiştir. (R.A.)

ebu said-il hudri / ebu said-il hudrî

  • Ashab-ı Kirâmın en mümtazlarından ve Ensardandır. 1170 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Uzun müddet fetva vazifesinde bulunmuş, Hicri 72'de 86 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)

ebu-l iber

  • Utanmaz, edepsiz, hayasız adam.

eclef

  • (Cilf. den) Çok edepsiz, pek hayasız.

ehl-i dünya ve siyaset

  • Dünya ve siyasi hayata dalıp, âhireti düşünmeyenler.

ehl-i siyaset / ehl-i siyâset / اَهْلِ سِيَاسَتْ

  • Siyâsîler.

emval-ibatına / emvâl-ibâtına

  • Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.

endek

  • Az, kalil. (Farsça)
  • Yaşı küçük, küçük yaşlı. (Farsça)

enes ibn-i malik

  • Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayat

enfüs

  • İnsanın iç dünyâsı, iç âlemi.

ers

  • Gözyaşı. (Farsça)

esas

  • Ev eşyası. Eve âit lüzumlu şeyler.
  • Mal. Rızık.

eşk / اشك

  • Gözyaşı.
  • Gözyaşı. Dem. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)

eşk-bar

  • Çok ağlayan. Çok gözyaşı döken. (Farsça)

eşk-efşan

  • Çok ağlayan, gözyaşı döken. (Farsça)

eşk-i şadi / eşk-i şâdi

  • Sevinçle ağlayış. Sevinçten dökülen gözyaşı.

eşk-i tarab

  • Sevinçten dolayı akan gözyaşı.

eşk-i teessür

  • Teessürden dolayı akan gözyaşı.

eşk-riz / eşk-rîz

  • Gözyaşı döken, ağlayan. (Farsça)

eşk-ver

  • Ağlayan, gözyaşı döken. (Farsça)

esrar

  • (Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
  • Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
  • Elinde ve el ayasında olan hatlar.

eşya

  • (Tekili: Şey) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s.
  • Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler.
  • Yük, yük eşyası.

etrab

  • (Tekili: Tırb) Hep bir yaşıt olanlar, akranlar.

ezuc / ezûc

  • Hayâsız ve edebsiz adam.
  • Sert başlı at.

fahişe

  • Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın.
  • Allah'ın menettiği şey.
  • Zâniye. Kahbe.

fahişeler güruhu / fâhişeler gürûhu

  • Namusunu koruyamayan iffetsiz, hayasız kadınlar topluluğu.

fahrü'l-islam / fahrü'l-islâm

  • İslâm dünyasının iftihar vesilesi, övünç kaynağı.

fakahat

  • El ayası.

fazahat

  • (Çoğulu: Fazâyih) Alçaklık, edepsizlik, hayâsızlık.

ferman-ı şeref

  • Şeref buyruğu, madalyası.

ferr

  • Kaçmak. Firar etmek.
  • Davarın yaşını anlamak için dişini görmek.

fettah / fettâh

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına hayır kapılarını, dileklerine kavuşmak istiyen kullarına kapalı kapıları açan, peygamberlerini düşmanlarının elinden kurtarıp, memleketlerin fethini müyesser (kolay) kılan; evliyâsına (sevdiği kullarına) melekûtünün (gözle görülmeyen

feyşe

  • (Çoğulu: Feyâşil-Fiyeş-Fiyâş) Zeker başı.

fikr-i siyasi / fikr-i siyasî

  • Siyasî düşünce.

fırak-ı siyasiye

  • Siyasî fırkalar, siyasî partiler.

fırka-i siyasiye

  • Siyasî parti.

firuz abadi / firuz abadî

  • (Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri

fuhuş

  • Çok çirkin ve ahlâksız işler, hayasızlık.

galiyun

  • Çoban mayası.

galsame

  • Solungaç. Suda yaşıyan hayvanların nefes alma organları.
  • Gırtlak ağzı, hançere.
  • Boğaz deliğinin başlangıcı.

garb / غرب

  • (Çoğulu: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
  • Sığır derisinden yapılan büyük kova.
  • Sakaların su koydukları büyük tulum.
  • Atıldıktan sonra bulunmayan ok.
  • Yürügen at.
  • Nasır acısı (gözde olur).
  • Göz yaşı.
  • Göz yaşının geldiği damar.
  • Ke
  • Batı. (Arapça)
  • Batı dünyası. (Arapça)

gevsale

  • Bir yaşına girmiş sığır yavrusu. (Farsça)

giryan

  • Gözyaşı döken. Ağlayan. (Farsça)

girye

  • Gözyaşı.
  • Gözyaşı. (Farsça)

girye-bar

  • Gözyaşı döken, ağlayan. (Farsça)

girye-dar

  • Ağlamış, göz yaşı dökmüş. (Farsça)

girye-feşan

  • Acıklı acıklı ağlayan, gözyaşı saçan. (Farsça)

girye-i şadi / girye-i şâdî

  • Sevinçten dolayı olan ağlama. Sevinç gözyaşı.

girye-künan

  • Gözyaşı dökerek, ağlayarak. (Farsça)

girye-meşhun

  • Gözyaşı ile dolu. (Farsça)

girye-nak

  • Ağlayan, gözyaşı döken. Ağlayıcı. (Farsça)

girye-paş

  • Ağlayan, gözyaşı döken. (Farsça)

girye-perverd

  • Ağlatıcı, gözyaşı döktüren, ağlamayı getiren. (Farsça)

girye-riz / girye-rîz

  • Gözyaşı döken, ağlayan. (Farsça)

girye-zar

  • Oturup ağlanılan, gözyaşı dökülen yer. (Farsça)

giryende

  • Ağlayan, gözyaşı döken. (Farsça)

golfstrim

  • ing. Atlas Okyanusunda, Meksika Körfezinden başlayarak Norveç kıyılarından Avrupa Rusyası'nın kuzey kıyılarına kadar gelen ılık bir deniz akıntısı.

gürbüz

  • Yaşından fazla gösterişli, serpilmiş, vücutlu, genç irisi. (Farsça)
  • Cerbezeli. (Farsça)
  • Anlayışlı. İdrakli. (Farsça)
  • Kahraman, yiğit. (Farsça)

hadd-i büluğ

  • Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.

hadis-üs sinn / hâdis-üs sinn

  • Yaşı taze. Genç delikanlı.

hadise-i siyasiye / hâdise-i siyasiye

  • Siyasî olay.

hafz

  • Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
  • Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.

halaat / halâat

  • Yüzsüzlük, utanmazlık, hayâsızlık.
  • Kötülüğünden dolayı ailesi ve cemaatı kendisinden ayrılan kimse.

hali'

  • Boşanmış erkek, zevcesini şer'an terketmiş adam. (Müennesi: Hâlia'dır.)
  • İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız.
  • Kovulmuş.
  • Soyulmuş.

halka-i hakikat

  • Hakikat halkası; gerçeğin dünyasında kurulan halka.

hamza

  • Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid

harb

  • İki veya daha çok devletin birbirleriyle siyasi alâkaları keserek silahlı kuvvetlerle çarpışmaları, vuruşmaları.

hasiyy

  • Hayası çıkarılmış, hadım edilmiş, burulmuş (insan veya hayvan).

hatem-i vahidiyet / hâtem-i vâhidiyet

  • Varlık dünyası üzerinde genel olarak Allah'ın birliğini gösteren mühür.

hayat-ı içtimaiye ve siyasiye

  • Sosyal ve siyasi hayat.

hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriye

  • İnsanlığın sosyal ve siyasî hayatı.

hayat-ı siyasiye ve içtimaiye

  • Siyasî ve toplumsal hayat.

hayvanat-ı berriyye

  • Kara hayvanları, karada yaşıyan hayvanlar.

hazine-i hümayun

  • Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)

hegemonya

  • yun. Kuvvetle ve kıymetli vasıflarla olan üstünlük.
  • Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı.

hem-kıran

  • Aynı yaşta olan, yaşıt. (Farsça)
  • Kuvvette müsavi olan. (Farsça)

hemr

  • Su dökmek.
  • Göz yaşı akıtmak.
  • Süt sağmak.
  • Atâ etmek, hediye vermek.

hemsal / hemsâl / همسال

  • Yaşıt. (Farsça)

hemsinn / هم سن

  • Yaşıt. (Farsça - Arapça)

hemu'

  • Göz yaşı akmak.

hetalan

  • Akmak.
  • Göz yaşı ve yağmur pespeşe gelmek.

hicaz demiryolu

  • Şam'dan Hayfa'ya kadar uzanan demiryolu. Yapımına 1900'de başlanan bu demiryolunun uzunluğu 1465 km, genişliği ise 1050 m. idi. Başlıca özelliği tamamıyla İslâm dünyasının yardımı ile yapılmış olmasıdır. II.Abdülhamid zamanında yapılan bu demiryolu 1908 yılında tamamlanmıştır.

hıkk

  • (Çoğulu: Hukuk - Hıkâk) Üç yaşını tamamlayıp dördüne girmiş deve.

hikka

  • Dört yaşına basan dişi deve.

hitl

  • Yorgun deve.
  • Yağmurun aralıksız olarak yağması.
  • Sürekli olarak gözyaşı akmak.

hıyre-çeşm

  • Kamaşık ve donuk gözlü. (Farsça)
  • Cesur, atılgan. (Farsça)
  • İnatçı, muannid. (Farsça)
  • Utanmaz, hayâsız, arsız. (Farsça)

hıyreçeşm / خيره چشم

  • Arsız, hayasız. (Farsça)
  • Cesur, gözüpek. (Farsça)

huble

  • Boyuna takılan süs eşyası.

hukuk-u siyasiyye / hukuk-u siyâsiyye

  • Siyasi haklar. Memleket idâresini ve halkın hakkını tanıyan hükümlerin tamamı.

huliyy

  • (Çoğulu: Huliyyât) Altun, gümüş, elmas, zümrüt, vs. gibi süs eşyası. Mücevher.

hun-ab

  • Sulu kan, kanlı su, su ile karışık kan. (Farsça)
  • Mc: Kanlı gözyaşı. (Farsça)

hurdsal

  • Genç. Yaşı küçük. (Farsça)

hursi / hursî

  • Ev eşyası.
  • Her nesnenin fenâsı.

huruf-ı mukattaa / hurûf-ı mukattaa

  • Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.

huruf-u mukattáa

  • Arap harflerini heceler halinde kesik kesik yazmak (Yâsin, Elif Lâm Mim vb.).

ibrahim desuki / ibrahim desukî

  • Büyük âlim ve mutasavvıflardan olup büyük makam sâhibi bir zâtdır. Pek meşhur ve çok güzel sözleri ve mev'izaları vardır. 676 tarihinde 43 yaşında Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)

ibtika'

  • (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.

ideoloji

  • İnsanların düşünce ve hareketlerine muayyen bir istikamet vererek, siyasî veya ictimaî bir doktrin meydana getirmek isteyen fikir sistemi. (Fransızca)

iffetsizlik

  • Hayasızlık.

ihlas / ihlâs

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
  • Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur'ân-ı Kerim'in 112. Sûresi.

ihrak-ı dümu'

  • Gözyaşı akıtma, ağlama.

iktitab

  • Yazılmış olan bir şeyin kopyasını çıkarma, suretini alma.

ilyasin / ilyasîn

  • İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad;

ina'

  • Kap-kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası.
  • Bir şeyin vakti gelip çatmak.

inbika

  • (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.

inhimal

  • İhmal etme, önem vermeme.
  • Mühlet alma.
  • Göz yaşı dökme.
  • Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.

inkılab-ı siyasi / inkılâb-ı siyasî

  • Siyasî değişim, dönüşüm.

intisah

  • (Nesh. den) Kopyasını çıkarma.

intiyah

  • Ağlama, göz yaşı dökme.

intizac

  • Çok ağlama, fazlaca göz yaşı dökme.
  • Tıb: Çıbanın olgun hâle gelmesi.

irka'

  • Akan kan veya göz yaşını silme, dindirme.

iskarlat

  • İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni

istibdad-ı siyasi / istibdad-ı siyasî

  • Siyasî baskı.

istihsan

  • Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek.
  • Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.

istikbal-i siyasi / istikbal-i siyasî

  • Siyasî karşılama.

istisnan

  • İhtiyarlama, yaşı ilerleme, yaşlılanma.

ittihad ve terakki

  • 1918 tarihine kadar devam eden ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında mühim rol oynamış bir siyasî parti.

ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm

  • İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl

jale-i eşk

  • Gözyaşı jâlesi. Kırağı tânesine benziyen gözyaşı.

kabil-i kıyas

  • Kıyası mümkün.

kabil-i kıyas olmayan

  • Kıyası mümkün olmayan, karşılaştırılamaz.

kabis

  • Yusuf Aleyhisselâm'ın rüyasında gördüğü yıldızlardan birisi.

kable'l-büluğ / kable'l-bülûğ

  • Ergenlik yaşından önce.

kala / kâla

  • Kumaş. (Farsça)
  • Ev eşyası, giyim eşyası. (Farsça)
  • Sermaye, anamal. (Farsça)

kalbi / kalbî

  • İçten. Yürekten. Kalbe ait ve müteâllik. Samimiyetle. Riyâsızca.

kamil / kâmil

  • (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi.
  • Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır.
  • Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse.
  • Âlim, bilgin kişi.
  • Bir aruz kalıbı ismi.

kanaat-i siyasiye

  • Siyasî kanaat, görüş.

karin

  • Yakın. Hısım. Akraba.
  • Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu.
  • Bir şeyi elde eden, nâil olan.
  • Pâdişahın daimi surette yakınında bulunan. Mâbeynci.

karn

  • Boynuz.
  • Yüz yıllık zaman.
  • Vakit, zaman.
  • Yaşıt, bir yaşta olan.

kas'

  • Bir şeye el ayası ile vurmak.
  • Gidermek.
  • Tahkir etmek, küçümsemek.

kaside-i bürde / kasîde-i bürde

  • İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Saîd Busayrî hazretlerinin, sevgili Peygamberimizi öven meşhûr kasîdesi. Bu kasîdeyi rüyâsında Peygamber efendimize okuduğu ve Peygamber efendimiz de ona bürdesini yâni hırkasını hediye ettiği için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde de

kaud

  • Binilmeğe kabil deve (en az iki yaşında olur.)

kayseri / kayserî

  • (Çoğulu: Kayâsir, Kayâsire) Büyük şeyh.
  • Büyük deve.

kazak

  • Her kavmin askerliğe, akın ve çapula ayrılmış efradı.
  • Çarlık Rusyasında ayrıca bir sınıf teşkil eden sipahiye benzer süvari askeri.

kaziye-i salibe / kaziye-i sâlibe

  • Man: Mevzuun mahmulünden selbiyle hükmolunan, yâni; bir şeye nefi ile hükmeyleyen kaziyye'dir. "Kamerin ziyası kendinden değildir" gibi.

keffe

  • (Çoğulu: Kifef) Terazi kefesi.
  • Her yuvarlak cisim.
  • (Çoğulu: Ükef) El ayası.

kehl

  • Otuz yaşını geçmiş, saçına aklık karışmış kimse.
  • Bit.

kemsal

  • Genç. Yaşı küçük. (Farsça)

kende-haye / kende-hâye

  • "Hayası kesilmiş: Hadım ağası. (Farsça)

kıdn

  • Havan.
  • Kadının mahfe içinde kendisi için koyup sakladığı giyim eşyası.

kırar

  • Davarın yaşını anlamak için dişine bakmak.

kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnâî

  • Bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, "mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir" cümlesi gibi.

kıyasi / kıyasî

  • (Kıyâsiyye) Benzetme ile olan.
  • Genel kaideye uygun ve muvafık olan.

kıyasiyyat

  • (Tekili: Kıyâsi) Benzetme veya tatbik ile olanlar.
  • Umumi kurallara uygun olanlar.

kizir

  • Köy muhtarının yamağı hükmünde olan adam. Köy kâhyası.

komita

  • Siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.
  • (Slavca) Maksadına ulaşmak için ekserî silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya.

komitacı

  • Siyasi bir gayeye ulaşmak için, silâhlı mücadele yapan gizli bir topluluk veya teşkilâtın mensubu olan kimse.

komünizm

  • Komünizm (Latince kökenli communis - ortak, evrensel); üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir. (Fransızca)

konsolos

  • İtl. Yabancı ülkelerde yurttaşlarının haklarını korumak ve bağlı bulunduğu hükümete siyasî ve ticarî bilgileri vermekle vazifeli hariciye memuru.

korsan

  • itl. Deniz haydutu. Deniz eşkiyası.
  • Başkaların haklarını zor kullanarak yiyen kimse.
  • Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.

kostantıniyye

  • İslâm dünyasında İstanbul için kullanılmış isimlerden biri.

kötü arkadaş

  • İnsanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını ahlâkını bozan, dünyâ ve âhiret seâdetini kaybettiren arkadaş.

kuffaz

  • Kadınların ellerine ve ayaklarına taktıkları bir süs eşyası.
  • Eldiven.

kühenpir

  • Yaşı ilerlemiş. Çok yaşlı, ihtiyar. (Farsça)

kühl

  • Sürme. Göz için sürme boyası.

kürrez

  • İki yaşına girmiş doğan kuşu.
  • Kötü ve hâzık kimse.

lafz-ı yasin / lâfz-ı yâsin

  • "Yâsin" kelimesi.

lahh

  • Göz yaşının çok olması.

lath

  • El ayasıyla vurmak.

leim / leîm

  • Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri.
  • Mayası bozuk ve kötü.
  • Mayası bozuk, kötü, kınayıcı.

lider

  • Şef. Başkan. Siyasi bir topluluğun başı.

litam

  • Tokat atma. Elin ayası ile vurma.

lul

  • (Luli) Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın. (Farsça)
  • Nâzik ve zarif. (Farsça)
  • Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın. (Farsça)

lüm'a

  • (Çoğulu: Limâ') El ayası miktarı.
  • İnsan topluluğu.
  • Kuruması gelmiş olan bir parça ot.

madalyon

  • Boyuna takılan süs eşyası.

maksad-ı siyasi / maksad-ı siyasî

  • Siyasi gaye ve maksat.

mal

  • Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli, lüzumlu şey. (Varlık, servet, para, ticaret eşyası gibi.)

maneviye-i beşeriye / mâneviye-i beşeriye

  • İnsanlığın mânevî dünyası.

matemengiz / mâtemengiz

  • Mâtemi ve yası iktiza eden. (Farsça)

matemfeza / mâtemfezâ

  • Yası ve mâtemi ziyadeleştirip arttıran. (Farsça)

maun

  • Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
  • Malın zekâtı.
  • Ufak tefek ihtiyaçlar.
  • Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.

maye-i bekà / mâye-i bekà

  • Bekà mayası; bekàyı ve süreklilği sağlayan maya.

maye-i ervah / mâye-i ervâh

  • Ruhların mayası; ruhlara hayat kaynağı olan.

maye-i hayat / mâye-i hayat

  • Hayatın mayası, hayat için gerekli olan.

maye-i hayatiye

  • Hayat mayası.

maye-i masnuat / mâye-i masnuat

  • San'atla yaratılan varlıkların özünü teşkil eden mayası.

mecbub

  • Hayası ve zekeri kesilmiş.

medma'

  • (Çoğulu: Medâmi') Göz. Ayn.
  • Gözyaşı.

mefhum-u kıyasi / mefhum-u kıyasî

  • Kıyâsî kavram; bir ölçüye göre yapılmış kavram, kalıplaşmış kavram.

mefruşat-ı beytiye

  • Ev eşyası.

mehaş

  • Ev eşyası. Mal, mülk, metâ.

meksuf

  • Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.

mendub

  • Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab.
  • İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp ağlanan ölü.

mercan

  • Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.

mesa'

  • Kuyumcu eşyası.

mesalih-i siyasiye / mesâlih-i siyasiye

  • Siyasî yararlar, çıkarlar.

mesnuniyet cihetiyle / mesnûniyet cihetiyle

  • Yaş yönünden; yaşın küçük olması bakımından.

meşrutiyet

  • Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.

meşşaiyyun

  • Yürüyenler; Aristo'nun derslerini yürüyerek vermesine atfen İslâm dünyasında Aristocu felsefeye verilen isim.

mevadd

  • (Tekili: Madde) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler.
  • Kısımlar.
  • Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar.
  • Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.

meysere

  • (Çoğulu: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh.
  • Zenginlik, servet.

mi'lat

  • (Çoğulu: Meâli) Yas tuttuğunda, kadınların gözyaşı sildikleri bez.

mi'rac / mi'râc

  • Merdiven.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.

minfeha

  • Peynir mayası.

miting

  • İng. İçtimaî ve siyasî bir mes'ele için yapılan büyük toplantı.

mizan-ı siyaset

  • Siyaset terazisi; siyasi denge.

muahhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Peygamberlerini, evliyâsını, sevdiklerini kendine yaklaştırıp, kâfirleri (inanmayanları), fâcirleri, düşmanlarını, sevmediklerini kendisinden uzaklaştıran, hor ve hakîr edip alçaltan.

mücrim-i siyasi / mücrim-i siyasî

  • Siyasi suçlu.

müdrik

  • Aklı eren. Anlayan. Kavrayan, akıllı.
  • Büluğ çağına, erginlik yaşına gelmiş olan.

muhit-i enfüsi / muhit-i enfüsî

  • Kapsamlı olan kendi dünyası; kâinattaki bütün mükemmelliklerin ve olgun hâsiyetlerin kapsamlı bir nümunesi hükmünde olan kendi zâtı ve iç dünyası.

muhlis

  • Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.

muhlisane / muhlisâne

  • Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla. (Farsça)

mukarre

  • Göz yaşının durması.

mükellef

  • Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.

mukka

  • (Çoğulu: Mükâyâ-Mükâki) Hicaz diyarında yaşıyan bir cins beyaz kuş.

mürahaka

  • Büluğ çağına, oniki yaşına yaklaşmak.

mürahik

  • Büluğ yaşına yaklaşmış erkek çocuk. Büluğ yaşına, yani oniki yaşına girip de baliğ olmayan erkek çocuğa denir. On beş yaşına kadar baliğ olmasa yine bu isim verilir. Kız çocuğuna ise: Mürâhika denir.

mürahıka / mürâhıka

  • Dokuz yaşına girdiği hâlde henüz bâliğa olmamış yâni ergenlik çağına gelmemiş kız çocuğu.

murakabe / مراقبه

  • Denetim. (Arapça)
  • Kendi iç dünyasına dalma. (Arapça)

mürebbeb

  • Büluğ yaşına kadar beslenip terbiye olunmuş.
  • Güzel kokularla hoş ve lâtif olmuş.

müstemirrü't-tecelli / müstemirrü't-tecellî

  • Yasıması devamlı, kesintisiz.

mutatavvık

  • Gerdanlık gibi süs eşyası takınan.

mütehettik

  • (Hetk. den) Yırtılan, tehettük eden.
  • Edebsiz, utanmaz. Hayasız.

mütemelli

  • Uzun ömürlü ve rahat yaşıyan.

mütera'rı'

  • On yaşını aşmış olan.

mütereffih

  • (Refh. den) Rahat bir şekilde ve bolluk içinde yaşıyan. Refah bulan.

mütereffihane / mütereffihâne

  • Rahat ve bolluk içinde yaşıyana yaraşır yolda. (Farsça)

mütereffihin / mütereffihîn

  • (Tekili: Mütereffih) Refah bulanlar. Rahat ve bolluk içinde yaşıyanlar.

muvaffakiyet-i siyasiye

  • Siyasî başarı.

muvanis

  • (Üns. den) İnsana alışık, insandan kaçmayan.
  • Ünsiyet peydâ eden, birbirine alışıp birlikte yaşıyan.

na-daşt

  • Hayâsız, utanmaz. (Farsça)

nardan

  • Gözyaşı damlaları. (Farsça)
  • Nar tâneleri. (Farsça)
  • Mangal. (Farsça)

nasih

  • (Nesh. den) Battal eden, hükümsüz bırakan.
  • Kitabın kopyasını çıkaran.

nazid

  • (Nazide) Tertibli, nizamlı, yerli yerinde.
  • Minder yastık vs. gibi ev eşyası.

necaset-i kalile

  • Katı şeylerden ise miskalden; sıvı ise el ayası sahasından geniş olan necaset, namaza mânidir. Bu miktardan fazlası necaset-i galizadır.

nekf

  • Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek.
  • Kuyudan su çekmek.
  • Arlanmak.

nem-i dide

  • Göz yaşı.

nemekin / nemekîn

  • Tuzlu, lezzetli, tadı yerinde. (Farsça)
  • Tuzlu gözyaşı. (Farsça)

nil

  • Vesime adı verilen boya otu.
  • Çivit boyası.

nişan / نشان

  • İz. (Farsça)
  • Belirti. (Farsça)
  • Nişan yeri. (Farsça)
  • Devlet madalyası. (Farsça)

nota

  • (İtalyancadan) Emir ve istek bildiren yazı.
  • Bir şeyi sonradan hatırlamak için konan işaret.
  • Resmi ve siyasi mektup, muhtıra.
  • Mülâhazat.
  • Hesap pusulası.
  • Müziğe ait yazı.

nur-u muhammedi / nur-u muhammedî

  • Bütün varlıkların yaratılışının mayası, aslı, esası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) nuru.

oligarşi

  • Yun. Siyasi iktidarın, bir zümreden olan kişilerin elinde bulunması.

otorite

  • Kumanda etme hakkı, itaat ettirme iktidarı. (Fransızca)
  • İdari veya siyasi iktidar. (Fransızca)
  • Muhakemeleri veya doktrini umumiyetle doğru olarak kabul edilen ve bir sahada derinleşmiş olan şahıs veya eser. (Fransızca)

özr

  • Abdesti bozan bir şeyin bir namaz vakti durdurulamayıp, devâm etmesi. İdrârını tutamama, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması, yaradan kan, sarı su akması, ağrı ile göz yaşı akması birer özür olup, özürlü erkeğe mâzûr, kadına ma'zûre denir.
  • Mâzeret. Af talebi, engel.

pakt

  • Akid, sözleşme, andlaşma. Siyasi anlaşma. (Fransızca)

pencahsale / pencahsâle

  • Elli yaşında. (Farsça)

pençe

  • El ayası ile beş parmağın tamamı. (Farsça)
  • Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. (Farsça)
  • Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. (Farsça)
  • Mc: Kuvvet. Savlet, satvet. (Farsça)

pencsale

  • Beş yaşında. (Farsça)

perde yırtılmak

  • Hayasızlık etmek, utanmazlık.

perdeber-endaz

  • Perdeyi kaldırıp atan. (Farsça)
  • Utanmayı bırakan, sıkılmayan, utanmayan, hayâsız. (Farsça)

perdebirunane / perdebirûnâne

  • Edep perdesini yırtarcasına, hayasızca.

perdeder

  • Perde yırtan. Utanmaz, hayâsız. (Farsça)

pırlanta

  • İtl. Çok tıraş edilmiş, foyasız parlak elmas. Taşı pırlanta olan.

pişhane

  • Balkon. (Farsça)
  • Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası. (Farsça)

pişva-yı alem-i islam / pişva-yı âlem-i islâm

  • İslâm dünyasının yol gösterici imamı, önderi, Müslümanların rehberi.

prens bismark

  • (1815 - 1898) Meşhur Alman siyasilerinden ve Alman birliği için çalışanlardan birisidir. İslamiyeti ve Hz. Peygamber'i (A.S.M.) medh ü sena ederek hayranlığını bildiren bir mütefekkirdir.

pür-sale / pür-sâle

  • Yaşlı. Yaşı dolgun. (Farsça)

racibe

  • (Çoğulu: Revâcib) Parmağın el ayasına bitişik olan boğumu.

radi' / radî'

  • Süt emen iki buçuk yaşından küçük çocuk.

rafih

  • Rahat içinde ve refahla yaşıyan.

rah

  • (Çoğulu: Rayâh) Şarap, içki, hamr.
  • El ayası mânâsına olan "Râha'nın C."
  • Gitmek.

rahat

  • Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih.
  • Dinlenmek.
  • El ayası.

rahe

  • Avuç içi, el ayası.

raht / رخت

  • Ev eşyası. (Farsça)
  • Koşum takımı. (Farsça)

raht-ı arus

  • Gelin eşyası.

rats

  • El ayasıyla vurmak.

refhan

  • (Refâh. dan) Varlık içinde yaşıyan.

refih

  • Rahatlık ve huzur içinde geçinen. Refah ve rahat ile yaşıyan.

resed

  • Ev eşyası.

resse

  • (Çoğulu: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne.
  • Ev eşyasından eskiyip atılanı.

resül-ül melahim / resül-ül melâhim

  • Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Cenk ve muharebe ile de vazifeli olduğundan ümmeti ve kendisi din için, dinin ihyası uğrunda büyük muharebelere mükellef olduğundan bu isim ile de yâd edilmiştir.

rezil

  • Alçak, adi, utanmaz, hayâsız, soysuz.

rıda' / rıdâ'

  • Süt emme çağında yâni iki buçuk yaşından küçük bir çocuğun bir kadının memesinden süt emmesi veya bir kadının sütü bir vâsıta ile çocuğun mîdesine gitmesi.

risalet / risâlet

  • Peygamberlik, resûllük.Fahr-i âlem girdi çün kırk yaşına Kondu pes, risâlet tâcı başına.

ruhanileşmiş / ruhânîleşmiş

  • Ruh dünyasının yaşam seviyesine seviyesine yükselmiş.

rüya-yı yusufiye

  • Hz. Yusuf'un (a.s.) rüyası.

sabi

  • Henüz süt emen çocuk.
  • Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk.
  • Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
  • Henüz süt emen çocuk.
  • Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk.
  • Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk.

sabiri / sabirî

  • Bir çeşit ince giyim eşyası.
  • Bir cins hurma.

safha

  • Aynı şey üzerinde görülen değişik hâllerden her biri.
  • Bir şeyin gözle görülen yüzlerinden her biri.
  • Kısım.
  • Bir şeyin düz yüzü.
  • El ayası.
  • Bir hâdisede birbiri ardınca görülen hâllerin beheri.
  • Yazılmış ve yazılabilir sahife.

sagir-üs sinn

  • Yaşı küçük.

sahih kan / sahîh kan

  • Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka

salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî

  • (Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye

salig

  • (Çoğulu: Sulag) Altı yaşındaki sığır.

samimane / samimâne

  • Samimi olarak. İçten duyarak, riyasızlıkla. (Farsça)

şark / شرق

  • Doğu. (Arapça)
  • Doğu, Doğu dünyası. (Arapça)

şarkiyat / şarkiyât

  • İslâm dünyasında araştırma yapma çalışması.

şarlatan

  • Yalancı. Yüksekten atarak karşısındakini aldatan. Hayasız. (Fransızca)

şebeb

  • Üç yaşına girip dişleri tamamlanmış olan sığır.

sebükbar / sebükbâr

  • Yükü hafif. Ağırlıksız, eşyası az olan. (Farsça)
  • Derdi, düşüncesi olmayan. (Farsça)

sekal

  • (Çoğulu: Eskâl) Misafir.
  • Mal, mülk, metâ.
  • Ev metaı, ev eşyası.
  • İns ve cinnin bir ünvanı.

şekerriz

  • Pek tatlı, şeker saçan. (Farsça)
  • Sevinçten dolayı gelen gözyaşı. (Farsça)

selfa'

  • Bahadır. Kahraman ve cesâretli kimse.
  • Yüzsüz, utanmaz, hayâsız, kötü kadın.
  • Kuvvetli deve.

şematetkarane / şemâtetkârâne

  • Başkalarının üzüntüsüne, acısına hayasızca gülerek sevinmek.

setr-i avret

  • Mükellef olan yâni akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına erişmiş) bir kimsenin namazda veya her zaman başkasına göstermesi haram olan yerlerini örtmek.

sevad-ı a'zam

  • Büyük şehir.
  • Mekke-i Mükerreme.
  • İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha

sevkiyat

  • Asker gönderme ve eşyasını te'min ve sevketme işleri.

sıbga-i rahmani / sıbga-i rahmânî / صِبْغَۀِ رَحْمَانِي

  • Çokça merhamet eden Allah'ın boyası.

sıbğa-i rahmaniye / sıbğa-i rahmâniye

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah'ın boyası.

sille

  • El ayasıyla vurulan tokat.

sinn-i büluğ / sinn-i bülûğ

  • Büluğ yaşı, ergenlik (evlilik) çağı.
  • Ergenlik yaşı.

sinn-i iyas

  • (Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.

sinn-i kemal / sinn-i kemâl / سِنِّ كَمَالْ

  • Olgunluk yaşı.
  • Olgunluk yaşı.

sinn-i mükellefiyet

  • Dinî emir ve yasaklarla sorumlu olma yaşı.

sinn-i rüşd

  • Ergenlik çağı, yaşı.

sinn-i sabavet

  • Çocukluk yaşı.

sinn-i teklif / sinn-i teklîf / سِنِّ تَكْلِيفْ

  • Sorumluluk yaşı.
  • Erginlik, büluğ çağı. Bir kimsenin aklı başına geldiği; haramı helâli ayırt edebildiği, kadınlık veya erkeklik hâlini bildiği, ergin hâle geldiği yaşı. (Ortalama 12-15 kabul edilir.)
  • Dinen yükümlü kılma yaşı.

sinn-i temyiz / سِنِّ تَمْيِيزْ

  • İyi ile kötüyü farketme yaşı olan yedi yaşı.
  • Hak ile bâtılı farketme yaşı.
  • (İyi ve kötüyü) Ayırt etme yaşı.

şirhar

  • Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç (Farsça)

sirişk / سرشك

  • Göz yaşı. (Farsça)
  • Ateş şeraresi. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)

sirr

  • (Çoğulu: Esrar-Esirre) El ayasında ve alında olan hatlar.
  • Gizli nesne.
  • Cima etmek.
  • Zikir.
  • Hâlis.
  • En iyi, en faziletli.

şirret

  • Terbiyesizlik, hayasızlık, edebsizlik.
  • Geçimsiz, huysuz ve kavgacı.

sisa'

  • (Çoğulu: Seyâsi) Davar arkası.
  • Omuz başı.

siyasat / siyâsât

  • Siyasetler, siyasî uygulamalar.

siyaset tabibleri

  • Siyasî hastalıkların hekimleri, doktorları; siyasî meselelere çözüm arayanlar.

siyasetdaş

  • Aynı siyasî görüşü paylaşan.

siyaseten

  • Siyaset bakımından, siyasî bakımdan.

siyasetvari / siyasetvâri

  • Politika yaparak; siyasî bir ifâde ve tavırla.

siyasi cemiyet / siyasî cemiyet

  • Siyasî maksatlarla kurulan örgüt, dernek.

siyasiyun

  • Siyasiler, politikacılar.

siyasiyunlar

  • Siyasiler, politikacılar.

siyasiyyun / siyasiyyûn

  • Siyasiler, politikacılar.

sohbet-i dünyeviye-i siyasiye

  • Dünyaya ilişkin siyasî sohbet.

sübut-u ilmi / sübut-u ilmî

  • Bir şeyin ilmen var olması, ilim dünyasında varlığının sabit olması.

suğra / suğrâ

  • Küçük önerme; kıyası oluşturan önermelerden birisidir. Kıyasın sonuç önermesinin öznesi olan küçük terim bu küçük önermede bulunur.

şuh

  • Şen ve hareketlerinde serbest olan. (Farsça)
  • Nazlı, işveli. (Farsça)
  • Açık saçık, hayasız. Oynak. (Farsça)

şurab

  • Kirli ve acı su. (Farsça)
  • Mc: Gözyaşı. (Farsça)

sure-i yasin / sûre-i yâsin

  • Yâsin Sûresi, Kur'ân-ı Kerim'in 36. sûresi.

süt anne

  • İki buçuk yaşından küçük olan çocuğu emziren kadın.

şüzur

  • (Tekili: Şezre) Süs eşyası olarak kullanılan altun veya inci gibi şeyler.
  • İşlenmemiş madenin içinden toplanan altın parçaları.

tabançe

  • El ayası, avuç içi. (Farsça)

taberi / taberî

  • (Ebu Cafer Muhammed bin Cerir İbn-i Yezid) (Hi: 224 - 310) İslâm tarihçisi ve müfessiri olup Taberistan'da doğmuş, 7 yaşında Kur'anı hıfz edip bütün ömrünü ilme vakf etmiştir. Babasının adına izafetle Ceririye adlı bir fıkıh mektebi kurmuştur. İbn-i Cerir-et Taberî adı meşhurdur. Kur'an-ı Kerimin bü

tabiat-ı alem-i islam / tabiat-ı âlem-i islâm

  • İslâm dünyasının karakter ve yapısı.

takrir

  • İyi ifade etmek. Bildirmek.
  • Ağzından anlatmak.
  • Yerleştirmek. Kararlaştırmak. Yerini belirtmek.
  • Resmî olarak yazı ile bildirmek.
  • Tapuda, mülkünü başkasına sattığını bildirmek.
  • Siyasî nota.

talid

  • Bir kimsenin (köle, câriye, hayvan gibi) canlı eşyası.

tasfif

  • (Çoğulu: Tasfifât) (Saff. dan) Sıralama, saf saf dizme.
  • Sağ elinin ayasını sol elinin arkasına vurmak.

teattul

  • Kadının elinde ve ayağında kınası, saçında boyası, kolunda ve boynunda mücevherleri olmaması.

tedmi'

  • Göz yaşı dökmek.

tefriş

  • Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme.
  • Ev eşyasını düzenleme.

tehettük

  • (Çoğulu: Tehettükât) (Hetk. den) Yırtılma.
  • Utanmazlık ve hayâsızlıkta aşırı derecede olma.

tenkih-ül menat

  • Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bu

tenkihü'l-menat

  • Menatın (illetin) ayıklanması; kıyasın dört esasından biri olan illetin, hükümle ilgisi olmayan yabancı unsurlardan ayıklanması.

tereşşuhat-ı siyasiye ve dünyeviye / tereşşuhât-ı siyasiye ve dünyeviye

  • Siyasî ve dünyevî menfaat olduğunu gösteren belirtiler.

ubeyde bin cerrah

  • Aşere-i Mübeşşere'den olup, asıl ismi Amir bin Abdullah'tır. Her din muharebesinde bulunup çok büyük şecaat ve metanet göstermiştir. Adaleti ile de meşhurdu. Şam'ın fethinde kendisi kumandandı. Hicri 18 senesinde 58 yaşında iken taundan vefat etmiştir.

udret

  • Yel inip hayası büyümek.

ulema-i islam alemi / ulema-i islâm âlemi

  • İslâm âlimleri dünyası.

ulum-u siyasiye

  • Siyasî ilimler.

umman-ı adem

  • Hiçlik, yokluk deryası.

umman-ı hava

  • Hava deryası.

umman-ı hikmet

  • Hikmet ve ilim deryası, denizi.

umman-ı sema

  • Sema, gökyüzü deryası.

unfus

  • Edepsiz ve hayâsız kadın.

uruz

  • (Tekili: A'raz) Fık: Nakit para, hayvan ve yenecek şeylerden olmayıp, kitap, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar.

üsame bin zeyd

  • Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın azadlısı olan Zeyd bin Harise'nin oğludur. Meşhur sahabedendir. 128 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. 75 yaşında iken 54 yılında vefat etmiştir. (R.A.)

üstah

  • Edebsiz, hayasız, utanmaz kimse. (Farsça)

uttel

  • Üzerinde ziynet eşyası olmayan kadınlar.

vahid-i kıyasi / vâhid-i kıyasî

  • Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar. Meselâ: Uzunluğun "vâhid-i kıyasîsi" metredir. Hava tazyiklerinin ve sıcaklıklarınınki de derecedir.

vakih / vakîh

  • Hayâsız, utanmaz, edepsiz.

vasl

  • Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
  • Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd

vaziyet-i siyasiye

  • Siyasî durum.

vehhabilik / vehhâbîlik

  • Sapık bir fırka. On sekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan yarımadasında Necd bölgesinde ortaya çıkan, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulan dînî ve siyâsî bir yol. Bu yolda olana Vehhâbî denir.

vekahat / vekâhat / وقاحت

  • Hayâsızlık. Utanmazlık. Edebsizlik.
  • Arsızlık, utanmazlık, hayasızlık. (Arapça)

vekahet / vekâhet

  • Hayâsızlık, utanmazlık, edebsizlik, yüzsüzlük.

vesvese-i siyasiye

  • Siyasî şüphe ve kuruntular.

yabani

  • Yabana mensub. Issız yerlerde yaşıyan. Yabancı, alışmamış.

yakut-u müzab

  • Erimiş yakut.
  • Göz yaşı.
  • Kan.
  • Kırmızı şarap.

yasin-i şerif / yâsin-i şerif

  • Kur'ân'ın 36. sûresi olan Yâsin Sûresi.

yed-i beyda / yed-i beydâ

  • Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.

yekreh

  • Riyasız, doğru. (Farsça)

yekruy

  • İki yüzlülük yapmayan, riyasız. (Farsça)
  • Hâlis ve itimad edilir dost. (Farsça)

yeksal

  • Bir yıllık. Bir yaşında. (Farsça)

zahara

  • Ev eşyası.

zahiriyye / zâhiriyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.

zeka-yı siyasi / zekâ-yı siyasî

  • Siyasî zekâ.

zelzele-i maneviye-i islamiye / zelzele-i mâneviye-i islâmiye

  • İslâm dünyasında meydana gelen mânevî sarsıntı.

zengin

  • İhtiyaç eşyâsının ve borçlarının dışında nisâb miktârı malı, parası olan kimse.

zerrat alemi / zerrat âlemi

  • Atomlar dünyası.

zeyd bin sabit

  • Sahabe-i Güzinden ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Henüz on bir yaşında iken isteği ile İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i kemiklerde yazılı ve hâfızların ezberinde iken bugünkü şeklinde ilk olarak yazan, bu hizmette en büyük hizmet kendisine nasib olandır. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) kâtipliğini

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın