REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Yaslı ifadesini içeren 152 kelime bulundu...

a'mer

  • Yaşlı kişi. İhtiyar.

aceze

  • Güçsüzler, yaşlılar.

acuz / acûz

  • Çok yaşlı kadın. Kocakarı.
  • Kılıç.
  • Şarap.
  • Sırtlan.
  • Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.

acuze / acûze

  • İhtiyar, çok yaşlı kadın.

afşelil

  • Sırtlan dedikleri canavar.
  • Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru kadın.

alb

  • (Çoğulu: Ulub) Eser.
  • Yaşlı keler.

amelmande

  • İş yapmaz hâle gelmiş olan. Muattal. Battal. Çok yaşlı. Sakat veya hasta olup çalışamaz hâle gelmiş olan. (Farsça)

aşebe

  • Zayıflığından gövdesi kurumuş olan yaşlı kimse.
  • Büyük azı dişi.
  • Küçük adam.

asırdide / asırdîde

  • Yaşlı, gün görmüş, tecrübeli.

asva

  • Sırtlan.
  • Yaşlı kadın.

atık / âtık

  • Azad edilmiş, Serbest bırakılmış kimse.
  • Yaşlı.
  • Genç kız.
  • Temiz soylu.
  • Eski.
  • Yavru kuş.

avan

  • (Çoğulu: Uven) Her şeyin orta yaşlısı.
  • (Çoğulu: Avine-Avân) Esir.
  • Yardımcı, nâsır.

avatık

  • (Tekili: Atık) Yaşlılar.
  • Genç kızlar.
  • Hür ve serbest olanlar.
  • Yavru kuşlar.

ayise / âyise

  • Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın.

ayzemur / ayzemûr

  • Yük taşıyamıyan büyük ve yaşlı deve.

bejman

  • Yırtık, dökük, pejmürde, dağınık. (Farsça)
  • Hüzünlü, kederli, üzgün, yaslı. (Farsça)

bel'ak

  • Yaşlı, zayıf.
  • Bir hurma cinsi.

belel

  • Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
  • Zafer, galibiyet.
  • Mihnet, keder, üzüntü.
  • Mücadele, kavga.
  • Hastalıkdan iyileşen.
  • Düşkünlük.

bellet

  • (Çoğulu: Bilel) Cisimlerin yüzeyinde olan yaşlık, ıslaklık.

berh

  • Balık, semek. (Farsça)
  • Parça, kısım, hisse, nasib. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)
  • Yaş olan odunun, yanarken çıkardığı yaşlık. (Farsça)

beşem

  • Kederli, hüzünlü, yaslı. (Farsça)
  • Hazmı güç olan şey. (Farsça)

bille

  • Yaşlık, ıslaklık. Çiy dedikleri rutubet ki sabah vakitlerinde olur.

bülalet / bülâlet

  • Islaklık, nemlilik, yaşlık.

büzürg-sal

  • İhtiyar, yaşlı. (Farsça)

ca'ma

  • Yaşlı deve.

cadı

  • Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok yaşlı masum kadın, cadı diye Hristiyanların kurduğu Engizisyon mahkemeleri kararıyla yakılmıştır.

cahmeriş

  • (Çoğulu: Cehâmir) Çok yaşlı kadın.
  • Eşek sıpası.

cedd-i emced

  • En büyük cedd. En yaşlı, en büyük baba.

cell

  • (Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
  • Gemi yelkeni.
  • Yaşlı olmak.
  • Kadr ve mertebesi büyük olmak.
  • Celil, büyük, ulu.

dehkem

  • Yaşlı adam. İhtiyar adam.

deluk

  • Dişleri kırılmış ve kütelmiş olan yaşlı deve.
  • Kınından çıkması kolay olan kılıç.

derdebis

  • Belâ.
  • Zahmet.
  • Boncuk.
  • Yaşlı kişi.

dide giryan / dîde giryân

  • (Gözü) yaşlı, ağlayan.

dirdih

  • Yaşlı, pir, ihtiyar kişi.

dirdim

  • Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve.

dühriyy

  • Yaşlı, ihtiyar, müsinn.

endek

  • Az, kalil. (Farsça)
  • Yaşı küçük, küçük yaşlı. (Farsça)

esenn

  • Daha yaşlı, en yaşlı. İhtiyar.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

eşk-alud

  • Gözü yaşlı. (Farsça)

eşkalud / eşkâlûd / اشك آلود

  • Gözyaşlı. (Farsça)

eşyah

  • (Tekili: Şeyh) Şeyhler, ihtiyarlar, yaşlılar, pir-i fâniler.

fadır

  • (Çoğulu: Füdr) Zayıf.
  • Âciz, güçsüz.
  • Yaşlı dağ keçisi.

fariz

  • Yaşlı.

feriz / ferîz

  • Takdir edici.
  • Hükmedici.
  • Yaşlı, ihtiyar.

fidye

  • Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
  • Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge

fizr

  • Koyun sürüsü.
  • Yaşlı, ihtiyar kimse.

hayzeyun

  • Yaşlı, acûz, ihtiyar.

hecef

  • Yaşlı devekuşu.
  • Ağır ve boş kimse.

hecenna'

  • Uzun ve şişman gövdeli kimse.
  • Başı dazlak, yaşlı kimse.
  • Başı dazlak olan devekuşu.

helkam

  • Yaşlı kadın, acuze.

herşebe

  • Yaşlı kuru kadın.

hevzeb

  • Yaşlı deve.

hezf

  • Yaşlı devekuşu.

hibl

  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Uzun boylu kimse.
  • Büyük deve.

hirdebe

  • Korkak, ihtiyar, yaşlı kimse.

höl

  • Yaşlık, nem, rutubet.

hüdüd

  • Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak.
  • Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek.

hümumet

  • Pek fazla ihtiyarlık, çok yaşlılık.

icfil

  • Yaşlı kadın, ihtiyar kadın.
  • Korkak adam.

ihtiyar / ihtiyâr / اختيار

  • Yaşlanmış kimse. Yaşlı.
  • Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek.
  • Seçme, isteme, yaşlı kimse.
  • İstediğini seçme.
  • Yaşlı.
  • Seçme, yaşlı.
  • Seçme. (Arapça)
  • Seçilme. (Arapça)
  • Seçme hakky. (Arapça)
  • Yaşlı. (Arapça)

ihtiyare

  • Yaşlı kadın.

ihtiyarem

  • İhtiyarım, yaşlıyım.

iktihal

  • İhtiyarlama, yaşlılanma, kocama.
  • Saç ve sakala kır düşme.

inhitat

  • Aşağılanma, aşağı inme.
  • İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma.
  • Kuvvetten düşme.
  • Bir şişin inmesi.
  • Düşme, inme.

istiare-i musarraha

  • (Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.

istisnan

  • İhtiyarlama, yaşı ilerleme, yaşlılanma.

ısva'

  • Kuruma, yaşlığı ve rutubeti kaybolma.

kaat

  • Gadap, hiddet, öfke.
  • Darlık.
  • Yaşlı koyun.
  • Davar memesi.
  • Bağırma ve çığlık şiddeti.

kahame

  • İlerlemiş yaşlılık.

kahb

  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Büyük dağ.

kahil / kâhil

  • Saçına ak düşmüş adam. Yaşlı, ihtiyar. Tembel.

kahr

  • Yaşlı, ihtiyar kişi.
  • Yaşlı at.
  • Yaşlı deve.

kalfa

  • Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı.
  • Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı.
  • Bir san'atta usta ile çırak ara

kandefir

  • Yaşlı kimse, acuz.

kanfaş

  • Yaşlı, ihtiyar.

karheb

  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Yaşlı öküz.
  • Çok kıllı keçi.
  • Ulu ve şerefli kişi.

kasi'

  • Yaramaz huylu, yaşlı ve boyu kısa olan kimse.

kaus

  • Yaşlı, koca, ihtiyar.

keham

  • Yaşlı, ihtiyar. (Kesmez kılıca "seyf-i kihâm"; peltek lisana "lisan-ı kihâm"; ağır yürüyüşlü ata "feres-i kihâm" derler.)

kehdel

  • Genç hâtun.
  • Yaşlı hâtun, acuze. (Ezdattandır)

kerşeb

  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Hali kötü olan kimse.
  • Kalın ve uzun nesne.
  • Arslan.
  • Çok yiyen, obur.

kiber

  • Ululuk. Büyüklük. Yaşlılık.

kiber-i sinn

  • Yaşlılık, ihtiyar olmak, yaş büyüklüğü.

kılhım

  • Yaşlı hayvan.

kırşib

  • Yaşlı davar.
  • Arslan. Çok yiyen, obur.
  • Uzun boylu kimse.
  • Kötü ahlâklı.

kokona

  • Yaşlı rum kadını.

kuhariye

  • Yaşlı kadın.
  • Yaşlı hayvan.

kühenpir

  • Yaşı ilerlemiş. Çok yaşlı, ihtiyar. (Farsça)

kühul

  • (Tekili: Kehl) Orta yaşlı kişiler. Olgun kimseler.

kühulet

  • Orta yaşlılık. (35-40 yaş arası) Olgunluk çağı. Bazılarına göre: Yirmibir ile altmış yaşa kadar olan insanın hayat devresi. Veya otuz ile elli arası.
  • Orta yaşlılık, olgunluk çağı.

kuş'am

  • (Çoğulu: Kaşâım) Yaşlı ihtiyar, koca kimse.
  • Belâ.
  • Arslan.
  • Sırtlan.
  • Örümcek.
  • Karınca yuvası.

küzum

  • Ağzında dişi olmayan yaşlı deve.

lecun

  • Halsiz, yaşlı davar.

lesak

  • Yaşlık, ıslaklık.

litlit

  • Kokar çürük diş.
  • Yaşlı kadın.

macc

  • Ağzından sular akan yaşlı deve.

matemdar / mâtemdâr / mâtemdar / ماتمدار

  • Mâtemli, acılı, yaslı. (Farsça)
  • Yaslı. (Arapça - Farsça)

matemi / mâtemî / ماتمى

  • Yaslı, mâtemli, üzüntülü.
  • Yaslı. (Arapça - Farsça)

matemli / mâtemli

  • Yaslı, hüzünlü.
  • Yaslı. (Arapça - Türkçe)

matemzede / mâtemzede / ماتم زده

  • Mâtemli. Yaslı.
  • Yaslı. (Arapça - Farsça)

meşib / meşîb

  • İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.

mesünn

  • (Mesünniyyet) Yaşlı olmak.

mikaa

  • Kassarların üzerinde bez döğdükleri ağaç.
  • Kassarlar tokmağı.
  • Yaşlı ve uzun boylu kimse.

muhles

  • Orta yaşlı kimse.

münhani / münhanî

  • Eğri, kamburlu, eğilen, eğrilen. Beli bükülmüş yaşlı kişi.

müsin / müsîn / مسن

  • Yaşlı, ihtiyarlamış.
  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Yaşlı. (Arapça)

müsinn

  • Yaşlı, ihtiyar.

müteharrim

  • (Çoğulu: Müteharimîn) İhtiyar gibi görünen. Kendini ihtiyar gösteren, yaşlı gösteren.

na'sele

  • Yaşlıların yürüyüşü.

nab

  • (Çoğulu: Enyâb) Azı dişi.
  • Yaşlı deve.

nazaran

  • Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak.
  • Bakarak, görerek.

ne'b

  • (Çoğulu: Niyeb) Sâfi nesne.
  • Yaşlı dişi deve.

nedavet

  • Yaşlık, ıslaklık, nemlik, rutubet.

nedve

  • Yaşlık, nemlilik.
  • Meşveret etmek. Bir işi hakkında görüşmek.
  • Konuşmak.

nehel

  • Susuz olmak.
  • İçmenin evveli.
  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Semiz etli deve.

nem

  • Rutubet, az yaşlık. Hafif ıslaklık. (Farsça)

nemnaki / nemnakî

  • Nemlilik, ıslaklık, yaşlık, rutubet. (Farsça)

nisbi / nisbî

  • (Nisbiye) Kıyaslama ile olan. Diğerine, öncekine göre. Diğerlerine göre kıyaslıyarak olan. Nisbete, ölçüye göre.

payiz

  • Güz, sonbahar. (Farsça)
  • Yaşlılık, ihtiyarlık. (Farsça)
  • Eski, köhne, yıpranmış. (Farsça)

pir / pîr / پير

  • Yaşlı, ihtiyar. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Bir tarikatın kurucusu. (Farsça)
  • Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi. (Farsça)
  • Yaşlı, ihtiyâr.
  • Mürşîd-i kâmil, tasavvuf yolunda rehber zât.
  • Yaşlı. (Farsça)
  • Tarikat kurucusu. (Farsça)

pir-i fani / pir-i fanî / pîr-i fânî

  • Pek yaşlı, zayıf adam. Dünyayı terketmiş ihtiyar.
  • Pek yaşlı ve zayıf adam, dünyayı terk etmiş ihtiyar.
  • Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok yaşlı olan.

piran / pîran

  • (Tekili: Pir) İhtiyarlar, yaşlılar. (Farsça)
  • Yaşlılar, öncüler.

pirezen / pîrezen / پيره زن

  • Yaşlı kadın. (Farsça)

pirifani / pîrifâni

  • Çok yaşlı kimse.

pirsal

  • Kocamış, ihtiyar, yaşlı. (Farsça)

pirzen

  • Kocakarı, acuze. Yaşlı kadın. (Farsça)

pür-sale / pür-sâle

  • Yaşlı. Yaşı dolgun. (Farsça)

ratb

  • Rutubet, nemlilik yaşlık.
  • Rutubetli, yaş.
  • Yaş hurma.
  • Mülâyim, yumuşak.

reşha

  • Damla, katre. Sızıntı, ter, rutubet, yaşlık.

rutubet

  • Yaşlık, nem, ıslaklık.
  • Havadaki veya yapı içindeki nem.

sal-dide

  • Yaşlı, ihtiyar. (Farsça)
  • Tecrübeli, gün görmüş. (Farsça)

saldide / sâldîde / سال دیده

  • Yaşlı. (Farsça)
  • Deneyimli. (Farsça)

salhurde

  • Çok yaşlı, pek ihtiyar. (Farsça)

şarif

  • (Çoğulu: Şürüf) Yaşlı deve.

sebe

  • Yaşlılıktan dolayı bunamak.

seda

  • Çiy denilen yaşlık, kırağı.

şehriyye

  • Çok yaşamış pir. Çok yaşlı, ihtiyar.

şemlak

  • Yaşlı, pir, ihtiyar.

serdar-ı ulema

  • Zamanın en bilgili ve en yaşlı âlimi.

şeyb / شيب

  • İhtiyarlık. Yaşlılık.
  • Saç, sakal ağarması.
  • Yaşlılık, ihtiyarlık. (Arapça)

şeyh / شيخ

  • Yaşlı adam.
  • Bir kabilenin ileri geleni. Kabile reisi.
  • Tarikatta müridlerin reisi.
  • Yaşlı, ihtiyar. (Arapça)
  • Tarikat şeyhi. (Arapça)

şeyhuhet / şeyhûhet / شيخوخت

  • Yaşlılık, ihtiyarlık.
  • (Şihet-Şeyhuhiyet) İhtiyarlık, yaşlılık.
  • Yaşlılık. (Arapça)

sid

  • (Çoğulu: Sidân) Kurt,
  • Yaşlı keçi.
  • Arslan.

şıkşaka

  • (Çoğulu: Şekâşık) Devenin ağzında olan dağarcığı. (Ağzından çıkarıp kükretir.)
  • Zayıf, yaşlı kimse.
  • Uzun ince çubuk.
  • Ağzın çevresi.

silb

  • (Çoğulu: Silebe) Dişleri kütelmiş ve kuyruğu dökülmüş yaşlı deve.

siyahpuş

  • Siyahlar giymiş. Karalar giymiş. (Farsça)
  • Mâtemli, yaslı. (Farsça)

suhne

  • Kızgınlık.
  • Gözü yaşlı, dertli olmak.

şüyuh / şüyûh / شيوخ

  • Şeyhler. (Arapça)
  • İhtiyarlar, yaşlılar. (Arapça)

teharüm

  • (Herm. den) Genç olduğu hâlde, kendini ihtiyar gösterme. Yaşlı gibi görünme.

tesennün

  • Halinden dönmek.
  • Üzerinden yıl geçmek.
  • Yaşlı olmak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
  • (Sinn. den) Diş çıkarma.

zevali / zevalî

  • Zevale mensub, zevale ait ve müteallik.
  • Çok yaşlı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın