REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Yanlis ifadesini içeren 185 kelime bulundu...

abese irca

  • Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca" yolu ile isbat

akl

  • İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.

algı

  • (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, n

ampirizm

  • (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj

analoji

  • Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil

azalil

  • (Tekili: Uzlûle) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar.

batıniyye

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve

bedihü'l-butlan / bedîhü'l-butlan

  • Batıl ve yanlışlığı apaçık ortada olan.

beşaret-i furkan

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur'ân'ın müjdesi.

bilagalat / bilâgalat

  • Hatasız, yanlışsız.

birsam

  • (Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.

bolşevik / بُولْشَوِيكْ

  • Çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup.

Bolşevik / Çoğunlukçu.

  • bolşeviklik yanlısı kimse. bolşeviklikle ilgili olan.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


butlan-ı mana / butlan-ı mânâ

  • Mânânın batıl, yanlış ve hükümsüz oluşu.

çep

  • Sol, yanlış, falso. (Farsça)

cerbeze

  • Doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterecek derecede aldatma.

cerhetmek

  • Yaralamak. Herhangi bir meseleyi hak ve hakikatle çürütmek. Yanlış veya yalanını bulup hurafe ve bâtıl olduğunu isbât edip herhangi bir kimsenin veya cereyanın fikrini kabul etmemek.

cevab-ı na-savab / cevab-ı nâ-savab

  • Doğru olmayan karşılık. Yanlış cevab.

cühud

  • Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek.
  • Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi bundan gelir.)
  • Bir kimseyi bahil bulmak.

cumhuriyetperver

  • Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı.

dereziler / derezîler

  • Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte

edeb-i furkani / edeb-i furkanî

  • Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran Kur'ân-ı Kerim'in ortaya koyduğu bir ahlâk kuralı.

egalit

  • (Tekili: Uglute) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.

ev-kema kal

  • Söylediği gibi. Söylendiği gibi.
  • Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.

faruk / fârûk

  • "Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran" mânâsına hazret-i Ömer'in lakabı.

fasid / fâsid

  • Bozguncu.
  • Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
  • Yanlış olan.
  • Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat
  • Bozuk, yanlış.

fasid-faside / fâsid-fâside

  • Kötü, fena, yanlış, bozuk.
  • Münafık, fesad çıkaran.

faysal

  • Kesin hüküm; karmaşık bir meseleyi kesin hatlarıyla çözümleme, yanlışı doğrudan ayırma.

faziletperest / فضيلت پرست

  • Erdem yanlısı. (Arapça - Farsça)

feletat / feletât

  • Yanlışlar, yanılmalar, sürçmeler, tutarsızlıklar.

felsefe-i sakime / felsefe-i sakîme

  • Hastalıklı felsefe; yanlış yoldaki felsefe.

fetret-i mutlaka

  • İnsanlara, doğru ile yanlışı ayırt ettirecek hiçbir semâvî dinin hükmetmediği dönem.

fikr-i batıl / fikr-i bâtıl

  • Yanlış fikir, sapık düşünce.

fırka-i dalle / fırka-i dâlle

  • Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere kendi görüş ve akıllarına göre mânâ vererek, doğru yoldan ayrılıp dalâlete (yanlış ve bozuk yollara) sapmış fırkalardan her biri.

fıtrat-ı ilahiye / fıtrat-ı ilâhiye

  • San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.

furkan

  • Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran.
  • Kur'an-ı Kerim.
  • Kur'an-ı Kerim'in 25. suresinin ismi.

furkan-ı ahkem

  • Doğruyu yanlıştan en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran Kur'ân-ı Kerim.

furkan-ı celilüşşan / furkan-ı celîlüşşan

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran şanı ihtişamlı, görkemli olan Kur'ân.

furkan-ı ezeli / furkan-ı ezelî

  • Doğruyu yanlıştan ayırarak hükmeden ve ezelî olan Kur'ân.

galat / غلط

  • Hata. Yanlış.
  • Kaideye uymaz söz.
  • Yanlış, yanılma.
  • Yanlış.
  • Yanlış. (Arapça)

galat-gu / galat-gû

  • Yalan yanlış söyleyen. (Farsça)

galat-ı meşhur

  • Yanlış olduğu hâlde herkes tarafından kullanılan kelime veya terkib.

galat-nüvis

  • Yalan yanlış yazan, yanlış tesbit eden. (Farsça)

galatat / galatât

  • Hatalar, yanlışlar.
  • Galatlar, hatalar, yanlışlar.
  • Yanlışlar.

galatsız

  • Yanlışsız, hatasız.

gayr-ı mümeyyiz

  • İyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayan kimse; bunak veya küçük çocuk gibi.

gayur

  • Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli.
  • Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)

habt / خبط

  • Yanlış hareket.
  • Maktulün kanının heder olması.
  • Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme.
  • Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.
  • Yanlış hareket. (Arapça)

habt u hata

  • Düzensizlik, yanlış, hata.

habtühata / خبط و خطا

  • Yanlış yapma. (Arapça)

hadimü'l-furkan / hâdimü'l-furkan

  • Hak ile batılı, doğru ile yanlışı tam olarak ayıran ve farkettiren Kur'ân'ın hizmetçisi, ilân edicisi.

hadis-i mevzu' / hadîs-i mevzu'

  • Başkası tarafından söylendiği hâlde Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen hadis. Muan'an veya senedlerle tesbit edilmemiş hadistir. Manası yanlış demek değildir.

hakim / hakîm

  • Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
  • Tabib, doktor.

hakk-i sehv

  • Yanlışı kazıma.

halt

  • Yanlışlık, karıştırma.

halt etme

  • Yanlışı doğruya karıştırma.

hanif / hanîf

  • Sapıklıktan, yanlış inanışlardan Hakk'a, doğruya meyleden, dönen, müslüman. İslâmiyet'ten önce Arabistan'da putlara tapmayıp, hazret-i İbrâhim'in dîni üzerine bulunanlara verilen isim. Çoğulu hunefâ'dır.

hata / hatâ / خطا

  • Yanlış, yanılma.
  • Günah.
  • Yanlışlık. Yanılma.
  • Suç. Günah.
  • Yanlışlık, suç, günah.
  • Yanlış, yanlışlık.
  • Yanlış, hata. (Arapça)
  • Kusur. (Arapça)

hata savab cetveli

  • Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)

hata-yı adli / hata-yı adlî

  • Adalet dairesine âit hata, yanlışlık. (Farsça)

hata-yı beşeri / hatâ-yı beşerî

  • İnsanlığın yanlışı.

hataalud / hataâlûd / خطا آلود

  • Hatalı, yanlış dolu. (Arapça - Farsça)

hataen / hatâen / خطاء

  • Hatâ olarak, yanlışlıkla.
  • Yanlışlıkla. (Arapça)

hataiyyat / hatâiyyât / خطائيات

  • Yanlışlıklar, yanlışlar.
  • Hatalar, yanlışlıklar. (Arapça)

hatakar / hatakâr

  • Yanlışlık yapan, hatâ eden, yanılan. (Farsça)

hataya / hatâyâ / خطایا

  • Yanlışlar, hatalar. (Arapça)

hatia / hatiâ

  • Hata, yanlış.

hatiat

  • Hatalar, yanlışlar.

hefevat

  • (Tekili: Hefve) Yanlışlıklar, yanılmalar.
  • Ayak kayması. Sürçmeler, kaymalar.

hefvan

  • Yanılma, yanlışlık.
  • Süratle gitme, hızla gitme.
  • Ayak kayıp sürçme.

hulul etmek / hulûl etmek

  • Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.

içtihad-ı hata / içtihad-ı hatâ

  • Yanlış ve hatâlı hüküm çıkarma.

idealizm

  • Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini. (Fransızca)

iglat

  • (Galat. dan) Yanlışa götürme.

illizyon

  • Lât. Cisimleri yanlış idrak etme. Meselâ su borusunu yılan gibi görme.

illüzyon

  • Cisimleri yanlış idrak etmek.

iltibas

  • Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık.
  • Tereddüt. Şüphe.

iman-ı mevkuf / îmân-ı mevkûf

  • Ehl-i bid'atin (yanlış, bozuk inançta olanların)îmânı.

intibah

  • Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek.
  • Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.

ivec

  • Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık.
  • Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.

karh

  • Yaralama.
  • Hasta olmak.
  • Bedende çıkan yara.
  • Su olmayan yerde kuyu kazmak.
  • Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.

kat'

  • Kesme, ayırma.
  • Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
  • Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
  • Edb: Sözün te'sirini arttırmak ve dinleyenin anlayışına bırakmak için söz bitmeden kesivermek."İmtihan geliyor. Çalışın, yoksa..."Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz Size rehberl

kecbin

  • Şaşı. (Farsça)
  • Eğri gören. (Farsça)
  • Yanlış ve ters düşüren. (Farsça)

kecfehm

  • Yanlış anlıyan. (Farsça)

kecrev

  • Eğri giden. (Farsça)
  • Tuttuğu yol sakat ve yanlış olan. (Farsça)

keffaret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.

kıyas-ı faside / kıyas-ı fâside

  • Yanlış, bozuk, geçersiz kıyas.

kıyas-ı fasit / kıyas-ı fâsit

  • Bozuk kıyas, yanlış sonuç veren kıyas.

küre

  • (Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim.
  • Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.

lahin / lâhin

  • Telâffuz esnasında hususan Kur'ân okurken yanlışlık yapan.
  • Kur'ân-ı Kerim'i okurken telaffuzunda yanlışlık yapan.

lahn

  • Güzel ve kaideli ses.
  • Nağme.
  • Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
  • Usulüne uygun okumak.
  • Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
  • Meyl.
  • Fehmeylemek.
  • Lisan.
  • Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.

layuhti / lâyuhtî

  • Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.

lehhan

  • Okurken çok yanlışlık yapan kimse.

luka incili / luka incîli

  • Meşhûr dört İncîl'den biri. Antakyalı papas Luka tarafından yazıldığı için bu ad verilmiştir. Şimdi elde bulunan İncîllerin en yanlış olanıdır.

ma'nevi hastalık / ma'nevî hastalık

  • Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce. Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı.

maal-farık

  • Yanlış olarak. Farklı olarak. Farklı olmakla beraber.

mağlata ve safsataya düşürme

  • Yanlış ve saçmalığa sürükleme.

mağlata-i vehmiye / mağlâta-i vehmiye

  • Vehmin yanlışı doğru göstermesi, olmayan bir şeyi varmış gibi tasvir etmesi.

maglata-i vehmiyye

  • Vehmin, insanı yanıltmak için yanlışı doğru göstermesi.

meslek-i batıla / meslek-i bâtıla

  • Bâtıl ve haktan uzak yol, yanlış meslek.

meşru'

  • Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.

mezillet

  • Yanlışlığa sebeb olacak şey.
  • Ayak kayacak yer.

mezlaka

  • Ayak kayacak yer. Kaypak yer.
  • Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.

mübahele / mübâhele

  • Lânetleşme. Dar anlamda hazret-i Îsâ'nın ilâh ve Allahü teâlânın oğlu olduğunu söylemekte ısrâr eden ve bu inanışlarının yanlış olduğunu kabûl etmeyen hıristiyanlara, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "... Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, bizleri ve

mubtıl

  • İptal eden, bozup yanlışa düşüren, batıl ve boş şey ortaya çıkaran.

mugalata / mugâlata

  • (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
  • Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.

mugallat

  • (Galat. dan) Yanlış telâffuz edilmiş.

mükabere / mükâbere

  • Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.

mukil / mukîl

  • Hataları, yanlışları afveden.

mülhid

  • Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vererek dinden çıkan, yâni îmânı bozuk olan, Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) söğen.

musahhaf

  • Yanlışlıkla değiştirilmiş.

musahhah

  • Tashih edilmiş. Yanlışları düzeltilmiş.

musahhih / مُصَحِّحْ

  • Tashih eden, yanlışları düzelten.
  • Tashih eden. Yanlışları düzelten.
  • Yanlışları düzelten.

musahhihane / musahhihâne

  • Tashih eder, yanlışları düzeltir bir şekilde.

müstedell

  • (Delâlet. ten) İstidlâl olunmuş. Bir delil ile isbat edilmiş. (Müstedlel, yanlıştır.)

müteannit

  • Yanlış arayan. Başkalarının yanlışını bulmak için uğraşan.

müteannitane / müteannitâne

  • Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette. (Farsça)

müteassıb

  • Taassub eden; yanlış bir şeyi müdâfaada körü körüne inât ve ısrâr eden, haksız yere düşmanlık eden.

mütegallit

  • Yanlışa düşen, yanılan, tegallüt eden.

müzill

  • (Zelle. den) Yanlış iş gördüren, hata işleten, ayak kaydırıcı.

na-dürüst

  • Doğru olmayan. Eğri. (Farsça)
  • Sağlam, dürüst ve gerçek olmayan. (Farsça)
  • Yanlış, haksız. (Farsça)

na-savab

  • Doğru olmayan, yanlış. (Farsça)

nakkad

  • Doğruyu yanlıştan ayıran kimse.

nef'

  • Fayda, yararlılık.
  • Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.

nefs-i natıka / nefs-i nâtıka

  • Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.

recefe

  • Zelzele.
  • Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir.

safsata / سَفْسَطَه

  • Hezeyan, yalan, uydurma. Zâhirde doğru, hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas.
  • Yalan yanlış, uydurma.
  • Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas.
  • Görünüşte doğru gibi göründüğü halde gerçekte yanlış olan kıyas.

safsatiyat / safsatiyât

  • Safsatalar, yalan ve yanlış şeytâni sözler.

sahh

  • (Sıhhat. den) Eskiden resmi yazılara konulan ve "doğrudur, yanlışsızdır" mânasına gelen bir işâretti.

saib

  • (Savab. dan) Maksada uygun.
  • Hedefe doğru ulaşan.
  • Doğru. Yanlışsız. Yanlışlık yapmayan.

sakam

  • (Sekam) İllet, hastalık, dert.
  • Hata ve yanlış.
  • Zillet.

sakamet / sakâmet / سقامت

  • Sakatlık. (Arapça)
  • Yanlışlık. (Arapça)

sakat

  • Bir tarafı bozuk, eksik veya asla bir işe yaramaz olan.
  • Yanlışlık (yazıda veya sözde).

sakati / sakatî

  • Yanlışları çok olan muharrir veya şâir.

sakim

  • Hasta, keyifsiz, sağlam olmayan.
  • Yanlış.

sakta

  • (Çoğulu: Sakatât) Sözdeki bozukluk veya yanlışlık.

sapık

  • Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.

savab

  • Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst.

sedid

  • Doğru. Yanlış ve yalan olmayan.
  • Müstakil.
  • Muhkem. Metin.

sehiv

  • Hatâ, unutarak yapılan yanlış.
  • Hata, yanlışlık.

sehv

  • Hata, yanlış, yanılma.
  • Yanlış, hata.
  • Hata, yanlış.
  • Yanılma, hata, yanlış.

sehv-i kalem

  • Yanlış yazılış, kalem yanlışı.

sehv-i mürettib

  • Mürettibin matbaada yaptığı yanlışlık.

sehv-i sarih

  • Pek açık yanlış.

sehv-i tertib

  • Tertib yanlışı, dizme yanlışı.

sehven / سهوا

  • Yanlışlıkla, yanılmak suretiyle.
  • Yanlışlıkla, yanılarak.
  • Yanlışlıkla.
  • Yanlışlıkla. (Arapça)

sehviyat

  • (Tekili: Sehv) Yanlışlar, yanlışlıklar, sehivler.

sehviyyat / sehviyyât / سهویات

  • Yanlışlıklar. (Arapça)
  • Yanılgılar. (Arapça)

sıhhat

  • Sağlamlık. Doğruluk. Sağlık.
  • Edb: Sözün yanlış ve eksik olmamasıdır. (Sözün sağlamlığı diye tercüme edilebilen sıhhat-ı ifade: Bir ibarede zâf-ı te'lif, ta'kid, garabet, tetabu-u izafet, tekrar, tenafür, şivesizlik v.s. gibi kusurlar bulunmamakla tahakkuk eder...)

sıhhatli

  • Yanlışsız ve eksiksiz.

su-i hareket / sû-i hareket

  • Yanlış hareket.

su-i tedbir

  • Yanlış tedbir. Kötü yol. Tam düşünüşle, akıllıca hareket etmeyiş.

su-i tefehhüm / sû-i tefehhüm

  • Kötü anlayış. Yanlış anlama.
  • Yanlış anlama.
  • Yanlış anlama.

su-i tefsir / sû-i tefsir

  • Kötü ve yanlış yorumlama.
  • Yanlış ve hatalı yorum, kötüye yorumlama.

su-i telakki / sû-i telâkki

  • Yanlış anlayış, yanlış düşünce.

sübjektivizm

  • Fls: Akıldan başka realite kabul etmeyen, yanlış bir nazariye. (Fransızca)

sünnetullah

  • Yanlış olarak "tabiat kanunları" denilen ilâhî kanunlar.

ta'biye

  • Askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yerleştirme.
  • Muharebe toplarının yeri, istihkâm parçası.
  • Muvaffakiyet için kullanılan vâsıtalar. ("Tabya" yanlıştır)

taannüt

  • Herkesin yanlışını arama.

taassub-u meslekiye

  • Kendi hareket tarzını ve metodunu en doğru olarak görüp, yanlış da olsa ısrar etme.

taglit

  • (Galat. dan) Yanlışını çıkarma. Yanıltma.
  • Karıştırma.

tahkik

  • Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
  • Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He

tashif / tashîf / تصحيف

  • (Çoğulu: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma.
  • Hatâ yapma.
  • Tağyir etme, değiştirme.
  • Yanlış yazma, hem anlamı, hem de kelimeyi değiştirme. Yanılıp yanlış kelime yazma.
  • Kelimeyi yanlış yazma. (Arapça)

te'vilat-ı faside / te'vilât-ı fâside

  • Bozuk ve yanlış te'viller, yorumlar.

teassub

  • Haksız yere düşmanlık etmek, inadcılık etmek; kendi yanlış fikrine körü körüne bağlanıp başkalarının doğru fikrini kabûl etmeme.

tegallüt

  • (Çoğulu: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme.

telhin

  • (Çoğulu: Telhinât) Okurken kelime veya harf değiştirme.
  • Yanlışını çıkarma.

tenkid

  • Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.

terakkiperver / terakkîperver / ترقى پرور

  • İlerleme yanlısı. (Arapça - Farsça)

terbiye-i furkaniye

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur'ân'ın verdiği eğitim.

teskim

  • (Sakm. dan) Hasta etme.
  • Bozuk ve yanlış sayma.

tesyar

  • Gönderme, gönderilme. (Eşya hakkında) (Tisyâr şekli yanlıştır)

tevilat-ı faside / tevilât-ı fâside

  • Bozuk ve yanlış yorumlar.

ücra

  • Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek "hücra" yazılması yanlıştır.) (Farsça)

ülkü

  • Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.

vehl

  • (Vehel) Yanlış yapma. Yanlış anlama.
  • Unutma.

yemin-i lağv / yemîn-i lağv

  • Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda günah ve keffâret yoktur.

zann-ı fasid

  • Bozuk, yanlış zan.

zehab

  • Gitmek.
  • Zihnen bir yola sapmak. Yanlış düşünce. Bir fikre uymak. Zan.

zell

  • Yanlışlık yapma, yanılma.
  • Ayağı sürçme, kayma.

zellat

  • (Tekili: Zelle) Yanılmalar, yanlışlar.
  • Sürçmeler, kaymalar.
  • Hatalar.

zelle

  • Sürçme, sürçüp kayma.
  • Yanılma. Yanlış. Ufak suç.

zellet-ül kari / zellet-ül kârî

  • Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.

zellet-ül kari'

  • Okuyanın yanılması. Namaz içinde, kırâat esnasındaki yapılan yanlışlık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın