Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Yaka
ifadesini içeren
147
kelime bulundu...
adem-i liyakat / adem-i liyâkat
Liyakatsizlik, lâyık olmama.
ahtapot
Çok ayaklı, kafadan bacaklı bir nevi deniz hayvanıdır ve yakaladığı canlı hayvanı kıstırıp kanını emer.
(Fransızca)
Canlı yengece benzeyen bir çıban.
(Fransızca)
ahz ü girift
Ele geçirme, yakalama.
Esir alma.
akran
(Tekili: Karin) Birbirlerine derece, sınıf, liyâkat ciheti ile benzeyenler. Mümâsil. Emsal.
alem-suz / âlem-suz
Cihanı yakan.
(Farsça)
amin
Kim. Hususiyetleri ve yapıları bakımından amonyaka benzeyen kimyevi maddelerin cins adı.
arz-ı münacat
Yalvarıp yakarma, kurtuluş isteme.
ashab-ı uhdud / ashâb-ı uhdûd
Cenab-ı Hakka imân ve itâat edenleri çukurlara doldurup yakan veya sopa ile döven, fir'avn gibi zâlim kimseler.
ateş-efruz / ateş-efrûz
Ateş yakan, ateş tutuşturan.
(Farsça)
ateşefruz / âteşefrûz / آتش افروز
Ateş yakan.
(Farsça)
bendime
Elbise yakasına ve kollarına açılan küçük delik.
(Farsça)
Düğme, ilik.
(Farsça)
bilistihkak
Lâyıkıyla, liyakatı olarak. Hakkıyla. Haklı olarak.
çal
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
can-azar
Can yakan, can inciten, eziyet veren. Acı çektiren.
(Farsça)
cangüdaz / cângüdâz / جان گداز
Yürek yakan.
(Farsça)
çarh
Çark, tekerlek.
Felek, gök, sema.
Ok yayı.
Elbisede yaka.
Tef.
Devreden, dönen.
Çakır doğan.
Talih.
çerh
Çark. Dolap.
(Farsça)
Felek. Talih.
(Farsça)
Dingil üzerine dönen.
(Farsça)
Gök.
(Farsça)
Def.
(Farsça)
Zenberek.
(Farsça)
Mancınık.
(Farsça)
Elbise yakası.
(Farsça)
Ok yayı.
(Farsça)
Çakır gözlü doğan kuşu.
(Farsça)
ceyb
(Çoğulu: Cüyûb) Cep. Gömleğin (yarığı) açıklığı.
Yaka.
Kalb.
Geo: Sinüs.
Yakanın göğüs üzerindeki açık yeri.
ciğer-suz / ciğer-sûz
Çok acı. Ciğer yakar derecesindeki teessür.
(Farsça)
Ciğer yakan, acı veren.
ciğersuz / ciğersûz
Ciğer yakan.
cigersuz / cigersûz / جگرسوز
Yürek yakan.
(Farsça)
cihan-suz / cihan-sûz
Cihanı yakan, güneş.
(Farsça)
Mc: Çok zulmeden.
(Farsça)
cirban
Yaka.
cüdera'
(Tekili: Cedir) Yakışanlar. Lâyık olanlar, liyâkat sahibi olanlar.
cürm-ü meşhud
Suç üzerinde suçluyu yakalamak. Görülen suç. (Suç üstü)
derd-dest
Elde. Elde etmek, yakalamak, tutmak. Ahz.
Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan.
derdest / دردست
Yakalama.
(Farsça)
El altında olma.
(Farsça)
Derdest edilmek:
Yakalanmak.
(Farsça)
Derdest etmek:
Yakalamak.
(Farsça)
dil-efruz
(Dilfiruz) Kalbi yakan, gönül parlatıcı.
(Farsça)
dil-suz
Gönül yakan.
dilsuz / dilsûz / دلسوز
Yürek yakan.
(Farsça)
dua / duâ
Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.
duçar / dûçar / dûçâr / دچار
Yakalanmış, düşmüş.
Yakalanmış, düşmüş.
Yakalanmış. Çatmış. Mübtelâ.
(Farsça)
Ulaşmış.
(Farsça)
Tutulmuş, yakalanmış.
Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.
(Farsça)
Dûçâr etmek:
Uğratmak, müptela etmek.
(Farsça)
Dûçâr olmak:
Uğramak, müptela olmak.
(Farsça)
duçar-ı acz / dûçâr-ı acz
Güçsüzlüğe yakalanmış, düşmüş.
ehliyyet
Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dâir vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak. Meharet ve mensubiyet.
envah
(Tekili: Nevh) Nevhler, ölmüş olan bir kişinin arkasından ağlayan kadınlar, matem tutan hanımlar, ağıt yakanlar.
erzani / erzanî / erzânî / ارزانى
Ucuzluk.
(Farsça)
Lâyıklık, liyakat, münasiblik, muvafakat, uygunluk.
(Farsça)
Ucuzluk.
(Farsça)
Liyakat, yeterlilik.
(Farsça)
etime
(Çoğulu: Etâyim) Ateş yakacak yer.
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
fidye
Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge
gir / gîr
(Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.
(Farsça)
giriban / girîban / girîbân / گریبان
Elbise yakası.
(Farsça)
Yaka.
(Farsça)
giriban-çak / girîban-çâk
Yakası yırtık.
(Farsça)
Mc: Kederli, hüzünlü, üzüntülü.
(Farsça)
giriban-gir / girîban-gir
Yaka tutan.
(Farsça)
girift
Yakalama, tutma.
(Farsça)
Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık.
(Farsça)
Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir.
(Farsça)
Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç
(Farsça)
giriftar / giriftâr / گرفتار
Tutulmuş. Yakalanmış.
(Farsça)
Tutulmuş, yakalanmış.
Tutulmuş, esir, yakalanmış.
Düşkün.
Yakalanmış, tutulmuş, müptela.
(Farsça)
giriftar olan
Tutulan, yakalanan.
girifte
Yakalanmış, tutulmuş.
(Farsça)
Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış.
(Farsça)
Esir.
(Farsça)
güdaz
Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz : Takati mahveden.
(Farsça)
habil
Sihirbaz, efsuncu, büyücü.
Kement ile yakalanan canavar.
hadd-i zina / hadd-i zinâ
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
hallas
Yakalıyan, tutan kimse.
hanman-suz / hânmân-sûz
Ocak yakıcı, ev-bark yakan.
(Farsça)
harafet
Hararetiyle dili yakan tad.
harık / hârık
Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş. Ateş, od.
Yakıcı, yakan.
hay'al
Yakasız gömlek.
hazab
Odun.
Yakacak nesne.
heftan
Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)
hırvani / hırvanî
Tar: Düz yakalı önü ilikli bir çeşit elbisedir. Şehzade Abdülmecid'in okumağa başlamasından dolayı yapılan törende, yakınlarının bu elbiseyi giymeleri istenmiş ve bu husus, devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'de tebliğ edilmişti.
hizem / hîzem
Yakacak odun. Yakıt olarak kullanılan odun.
(Farsça)
igtinam-ı fırsat
Fırsatı yakalama, fırsattan istifade etme.
ıhfak
Gazâda ganimet malından pay almamak.
Avcıların av yakalayamaması.
inangir
Dizgin yakalama. Dizgin tutma.
(Farsça)
inbiga
Liyâkat, lâyıklık, beğenilme.
inhicaf
Yalvarıp yakarma.
irtikas
Baş aşağı olmak.
Bir hâdiseye yakalanmak.
itab
Kolsuz ve yakasız kadın gömleği.
kavi / kâvî
(Key. den) Yakan, yakıcı. Dağlayan. Demirci.
(Farsça)
kelebçe
Yakalanan suçluların iki bileğine birden takılan demir halka. Demir bilezik.
kemal-i tazarru ve niyaz
Tam bir dua ve yakarış.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kibrit
Kükürt.
Kırmızı, yakut, altun.
Ucu kibritlenmiş yakacak madde.
kifayet
Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek. Bir işe yetecek kadar olmak. İktidar. Liyâkat. Yararlık.
komediyen
İki yüzlü, riyakârlık gösteren.
Komedi oynayan tiyatro oyuncusu. Maskara.
kubu'
Kirpinin büzülüp başını derisine çekmesi.
Bir kimsenin başını yakasına çekmesi.
kuvare
Yuvarlak parça (ki gömlek yakasından veya kavun, karpuz başından keserler.)
küvr
(Çoğulu: Ekvâr-Ekvür-Kirân) Deve palanı.
İz.
Ateş yakacak yer.
Arı kovanı.
küvre
(Çoğulu: Küvr-Kirân) Ateş yakacak yer.
Düz nâhiye.
şehir.
layık / lâyık
(Liyakat. den) Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık.
lisan-ı tazarru / lisân-ı tazarru
Yalvarma ve yakarış dili.
liyakatmend
(Çoğulu: Liyâkatmendân) Değerli, liyâkatli.
(Farsça)
Faziletli.
(Farsça)
liyakatmendan / liyakatmendân
(Tekili: Liyâkatmend) Değerli, liyâkatli kimseler, faziletli kişiler.
(Farsça)
lut
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve
mahigir
Balık tutan. Balık yakalayan. Balık avlayan.
(Farsça)
mahrukat / mahrûkat / محروقات
Yakacak.
(Arapça)
makam-ı niyaz
Dua etme, yalvarıp yakarma makamı.
meşhud
Görünen. Şehadet edilen.
Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim.
Suç üstü yakalanan.
Göz ile görülmüş.
Cuma g
mesuk-un leh
Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.
meta-ul gurur
Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.
mira'
(Riya. dan) Riya etme, riyakârlık yapma.
Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme.
İçindekinin aksini söyleme.
mübtela / مبتلا
Uğramış, tutulmuş, yakalanmış.
(Arapça)
Mübtela olmak:
Uğramak, tutulmak, yakalanmak.
(Arapça)
müdacene
Horluk.
İki yüzlülük, riyâkârlık.
mugve
(Çoğulu: Mugveyât) Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp ağzını örttükleri kuyu.
muharrık
Yakan, susatan.
muharrik
(Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan.
Çok susatan, çok harâret veren.
Yakıp yıkan.
muhrik
Yakan. Yakıcı.
Çok acıtan. İhrak eden.
mukıd / mûkıd
Ateş yakan.
mukız / mûkız
(Yakaza. dan) Uyandıran, ikaz eden.
Gaflet ve dalgınlıktan kurtaran.
mülemma'-kar / mülemma'-kâr
Riyakâr, mürâi.
(Farsça)
münacat / münâcât / münâcat / مناجات / مُنَاجَاتْ
Allah'a yakarış.
Tanrı'ya yakarma.
(Arapça)
Yakarış.
münacat-ı meşhure / münacât-ı meşhûre
Allah'a yalvarıp yakarılan ve herkes tarafından bilinen dua.
münacat-ı museviye / münâcât-ı mûseviye
Hz. Mûsâ'nın dua ve yakarışı.
müptela / müptelâ / مبتلا
Uğramış, tutulmuş, yakalanmış.
(Arapça)
Müptelâ olmak:
Tutulmak, yakalanmak, uğramak.
(Arapça)
mürai / müraî / mürâi / mürâî
İki yüzlü kimse, dalkavuk, riyakâr, münafık.
İki yüzlü, riyakâr.
İki yüzlü, olduğunun aksine kendisini iyi gösteren, gösteriş yapan, riyâkâr.
musab / musâb / مصاب
Yakalanmış, tutulmuş, uğramış.
(Arapça)
Musâb olmak:
Yakalanmak, tutulmak.
(Arapça)
müsteykız
(Yakaz. dan) Uykudan uyanan, istikaz eden.
mutazarriin / mutazarriîn
(Tekili: Mutazarrı') Yalvaranlar, tazarru' edenler, yalvarıp yakaranlar.
muzayaka
(Bak: Müzayaka)
müzher
Misafir için ateş yakan kimse.
nar-ı teessüf / nâr-ı teessüf
Bir ateş gibi insanın içini yakan üzüntü ve kırgınlık.
niyaz / niyâz
Yalvarma, yakarma. Dua.
(Farsça)
Rağbet ve istek.
(Farsça)
Hâcet, ihtiyaç.
(Farsça)
Yalvarma, yakarma, dua.
Rağbet ve istek.
Hacet, ihtiyaç, gereksinme.
Yalvarma, yakarma, dua.
Yalvarma, yakarma, dilekte bulunma, isteme.
Yalvarma, yakarış.
niyaz etmek
Dua etmek, yalvarıp yakarmak.
niyaz-ı ruh
Ruhun yalvarıp yakarması.
niyazdar
Dua eden, yalvarıp yakaran.
niyazkar / niyazkâr
Yalvarıp yakaran. Dua eden. İhtiyacı olan.
(Farsça)
niyazmend
(Çoğulu: Niyazmendân) İhtiyacı olan, muhtaç.
(Farsça)
Yalvaran, yakaran, niyaz eden.
(Farsça)
pa-dam
(Ayaktan yakalayan) Kuş tuzağı.
(Farsça)
pertev-suz
Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.
pürniyaz
Dua ve yakarış ile dopdolu.
ramaz
Güneşin sıcaklığı şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak.
Kesinleştirmek.
riyakarane / riyakârâne
İkiyüzlülükle. Riyakârlıkla.
(Farsça)
sabırsuz / sabırsûz
Sabrı yakan, sabırsızlık veren.
(Farsça)
şaka
Meşakkatli ve güç.
Musibet ânında yakasını ve yüzünü yırtan kadın.
salus
İkiyüzlü, riyakâr.
(Farsça)
salusi / salusî
İkiyüzlülük, riyakârlık.
(Farsça)
şayestegi / şayestegî
Uygunluk, liyâkat.
(Farsça)
setre
Yarı resmi ceket.
Düz yakalı ilikli çuha elbise.
şeyyad
(Şeyd. den) Riyâkâr. Yüze gülen.
Sıvacı.
sinesuz
Yürek yakan.
(Farsça)
şirk-i hafi / şirk-i hafî / شِرْكِ خَف۪ي
İhlâssızlık, riyakârlık. Allah rızası için değil de başkalarının rızâsı için ibâdet etmek.
Gizli şirk, riyâkârlık.
sum'a
İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.
suz / sûz / سوز
(Suhten: Yanmak mastarından) "Yakan, yakıcı, yanmak, tutuşmak" mânâlarına gelerek mürekkeb kelimeler yapar.
(Farsça)
"Yakan, yakıcı, bozucu" mânâsında son ek.
Yanma.
(Farsça)
Yakma.
(Farsça)
Ateş.
(Farsça)
Yakan.
(Farsça)
suzan
Yakan, yakıcı. Ateşli.
(Farsça)
suzende
Yakan. Yakıcı.
(Farsça)
tabasbus
Yaltaklanmak. Kendini küçülterek riyakârlıkla kendini beğendirmeğe çalışmak.
tahlis-i giriban
Yakayı kurtarma, kurtarılma.
tazarru / tazarrû
Dua, yakarış.
Yalvarmak, yakarış.
tazarru etmek / tazarrû etmek
Dua etmek, yakarmak.
tazarru ve niyaz
Dua ve yakarış.
tazarru' / تضرع
Bir şeye gizlice yakarma.
Kendi kusurlarını bilip kibirden vazgeçip tevazu ile yalvarmak, ağlayıp, sızlamak.
Yalvarıp yakarma.
(Arapça)
tazarru'at / tazarru'ât / تضرعات
Yalvarıp yakarmalar.
(Arapça)
tazarruat / tazarruât
Yakarışlar, niyazlar.
tazarrukarane / tazarrukârâne
Yalvarıp yakararak.
telbib
(Çoğulu: Telâbib) Bir kimsenin yakasına yapışıp çekmek.
Boyun.
tesellül
İnsanlar içinden sıyrılıp çıkma.
Verem hastalığına yakalanma.
vak'a-i ciğersuz / vak'a-i ciğersûz
Ciğer yakan vak'a, olay.
velvele-i naz ü niyaz / velvele-i nâz ü niyaz
Allah'a yalvarıp yakarmanın heyecanlı, coşkun sesi.
vicdan-suz / vicdan-sûz
Acı ve keder veren, kalb yakan, vicdânen çok ıztırab verici.
(Farsça)
Vicdanen sıkıntı ve ızdırap veren, vicdanı yakan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
bela
tuka
terceme
zat-ı keremkar
cez'
kazaya
kem-baht
mefasid
a'sam
sebb
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Yaka
tam bir
Ehlik
gecikme
Kabul edilir
su anda
iftira
beyitte
Enver
Istek