Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
YER
kelimesini içeren
307
kelime bulundu...
adat-ı müstemirre / âdât-ı müstemirre
Yerleşmiş âdetler.
adet-i arziye / âdet-i arziye / عَادَتِ اَرْضِيَه
Yer kanunu.
Yeryüzü âdeti.
adet-i kavmiye ve muhitiye / âdet-i kavmiye ve muhitiye
Yerel ve genel çerçevede âdet olan uygulama.
adet-i mahalliye
Yerel âdet.
adet-i müstemirre / âdet-i müstemirre
Yerleşmiş alışkanlıklar ve gelenekler.
ahun-bür
Yer kazan, delik açan. Lağamcı.
(Farsça)
ahz-ı mevki
Yer edinme, makam kazanma.
aktar-ı arz / aktâr-ı arz / اَقْطاَرِ اَرْضْ
Yeryüzünün her tarafı.
aktar-ı zemin / aktâr-ı zemin
Yeryüzünün dört bir tarafı.
alem-i ecsad / âlem-i ecsâd
Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.
an'ane-i müstemirre
Yerleşmiş, devam eden gelenek.
anasır-ı arziye / anâsır-ı arziye / عَنَاصِرِ اَرْضِيَّه
Yeryüzündeki unsurlar.
aram-saz / arâm-saz
Yerleşen, oturan.
(Farsça)
arazi / arâzî / اراضى
Yerler, topraklar, tarlalar.
Yerler, arazi.
(Arapça)
arsa / عرصه
Yer, meydan.
(Arapça)
arz / اَرْضْ
Yer, dünya.
yeryüzü, dünya, genişlik.
Yer, yeryüzü.
Yeryüzü.
arzın halifesi
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
arzın tahtı
Yerin altı.
batn-ı arz
Yerin karnı, içi.
be-ca / be-câ
Yerinde. Yerine. Uygun. Münâsib.
(Farsça)
beca / becâ / بجا
Yerinde, münasip, lâyık, uygun, şâyeste.
(Farsça)
Yerinde, uygun, lâyık.
Yerinde.
(Farsça)
beca na-beca / becâ nâ-becâ
Yerli yersiz.
(Farsça)
becayiş / becâyiş / بجایش
Yer değişimi.
(Farsça)
becayiş-i mekani / becayiş-i mekânî
Yer değiştirme. Mekân değişikliği.
(Farsça)
ber-ca
Yerinde, münâsib.
(Farsça)
berca / bercâ / برجا
Yerinde, uygun.
(Farsça)
berkarar / berkarâr / برقرار
Yerinde duran, karar eden.
(Farsça - Arapça)
Berkarâr olmak:
Devam etmek, kalmak.
(Farsça - Arapça)
berr
Yer, toprak, kara.
Yer, kara.
beyn-es sema ve-l arz / beyn-es semâ ve-l arz
Yer ile gök arasında. Arz ile sema arasında.
beyne's-sema ve'l-arz / beyne's-semâ ve'l-arz
Yer ile gök arası.
bi-ca / bî-ca
Yersiz.
(Farsça)
bica / bîcâ / بيجا
Yersiz.
(Farsça)
bitüm
Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.
boşboğaz
Yerli yersiz mutlaka bir şey söylemeden içi rahat etmiyen. Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklamayan.
(Türkçe)
Yerli yersiz konuşan.
boylam
Yer yüzünde bir yerin başlangıç dairesine olan uzaklığının açı cinsinden değeri.
(Türkçe)
buk'avi / buk'avî / بقعوی
Yerel.
(Arapça)
ca / câ
Yer. Mekân. Mevki.
(Farsça)
cabeca / câbecâ / جابجا
Yer yer. Ara sıra. Yerden yere. Bazı yerlerde.
(Farsça)
Yer yer.
(Farsça)
cay / cây / جای
Yer, makam, mevki.
(Farsça)
Yer.
(Farsça)
cay-gir
Yerleşen, yer tutan, yerleşmiş.
(Farsça)
cay-mend
Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan.
(Farsça)
cay-nişin
Yer tutan. Birinin yerine geçen.
(Farsça)
cazibe-i umumiyye kanunu / câzibe-i umûmiyye kanunu
Yerçekimi kanunu.
celef
Yerden balçık küremek ve gidermek.
cennetmekan / cennetmekân
Yeri cennet olası.
cevelan / cevelân / جَوَلَانْ
Yerinde durmadan dolaşma.
coğrafya
Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b
cuhr
Yer deliği.
dabi'
Yere yapışan, yere yapışıcı.
dabure
Yer yüzünde gezen hayvanât.
dahh
Yer altında bir şey gizlemek.
daire-i arz
Yeryüzü dairesi.
daire-i zemin
Yerküre.
dar / dâr / دار / دَارْ
Yer, mekân, konak.
Yer, dünya.
Yer, ev, yurt.
Yer.
Yer.
define / defîne
Yere gömülmüş kıymetli eşya.
derc
Yerleştirme.
derc eden
Yerleştiren.
derc edilen
Yerleştirilen.
derc etmek
Yerleştirmek.
derceden
Yerleştiren.
deruhte
Yerine getirme.
diyar
Yer.
dünya / dünyâ
Yer küresi.
Ölümden önce olan her şey.
Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.
eblağ
Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ecram-ı ulviye ve süfliye
Yerdeki ve gökteki büyük cisimler.
eda / edâ
Yerine getirme, verme.
Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.
eda eden / edâ eden
Yerine getiren.
eda etme / edâ etme
Yerine getirme.
eda etmek / edâ etmek
Yerine getirmek.
edaen / edâen
Yerine getirerek.
edim-i arz
Yer yüzü.
ehl-i arz
Yer ehli, dünyalılar.
ehl-i meder ve medeniyet
Yerleşik hayat tarzı ile yaşayan şehirliler.
eknaf / eknâf / اكناف
Yerler, yöreler, taraflar.
(Arapça)
eşrar-ı arzin / eşrâr-ı arzîn
Yeryüzünün şerlileri, kötüleri.
eviy
Yerleşme. Yerine gelme. Koruma.
eynesseraminessüreyya / eynesserâminessüreyya
Yer nerede, Süreyya nerede?
fenn-i tabakatü'l-arz
Yer bilimi; jeoloji.
ferş / فَرْشْ
Yer.
Yer, döşeme.
Yeryüzü.
ferşten arşa
Yerden göğün en yüksek tabakasına.
fuzulen
Yersiz, usulsüz, haksız olarak.
gaye-i idhal
Yerleştirilme gayesi.
hadise-i arziye
Yerle ilgili olay.
hafriyat
Yeri kazıp derinleştirmeler. Kazılar.
hafriyatsız
Yeri kazmadan.
hak ile yeksan / hâk ile yeksan / hâk ile yeksân
Yerle bir.
Yerle bir etme.
haliçe-i zemin
Yeryüzü halısı, kilimi.
halife
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
halife-i arz
Yeryüzünün halifesi, yöneticisi.
halife-i ru-yi zemin / halife-i rû-yi zemin
Yeryüzünün halifesi; Hz. Ömer.
halife-i ruy-i zemin
Yeryüzünün halifesi mânâsına gelen bu tabir, Yavuz Sultan Selim Han'dan sonra Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmıştır.
halife-i zemin / halife-i zemîn
Yeryüzünün halifesi.
halık-ı arz / hâlık-ı arz
Yerin yaratıcısı olan Allah.
haltıyyat
Yersiz ve münasebetsiz sözler.
harab-ı arz
Yeryüzünün yıkılışı.
hasf
Yerin çökmesi, göçmesi.
Yere batma, ışığı sönme.
hatut
Yeri tırnağıyla kazıyıp çizgiler çizen vahşi sığır.
hayyiz
Yer, yön, hacim.
heydeb
Yere yakın olan bulut.
hica / hicâ / هجا
Yerme.
(Arapça)
hiciv / هجو
Yergi, taşlama.
(Arapça)
hicv / هجو
Yergi, taşlama.
(Arapça)
hilafet-i arziye / hilâfet-i arziye
Yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev.
hilafet-i ru-yi zemin / hilâfet-i rû-yi zemin
Yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev.
hilafet-i zemin / hilâfet-i zemin
Yeryüzü halifeliği.
hilkat-ı arz
Yeryüzünün yaratılışı.
hilkat-i arz / خِلْقَتِ اَرْضْ
Yeryüzünün yaratılışı.
i'tifar
Yere vurma. Kavrayıp yere çarpma. Üzerine atılıp kavrama.
ibkal
Yerde ot bitmesi. Ramis adı verilen otun yeşermesi.
ic'af
Yere düşürme, yıkma.
icla-yi vatan / iclâ-yi vatan
Yerinden yurdundan sürgün etme, başka tarafa nefyetme.
icra / اجرا
Yerine getirme.
icra etme
Yerine getirme.
ictişa'
Yer uygun olmama.
ifa / îfa / îfâ / ايفا / ا۪يفَا
Yerine getirme, yapma.
Yerine getirme.
Yerine getirme.
Yerine getirme.
ifa eden / ifâ eden
Yerine getiren.
ifa etme / îfâ etme
Yerine getirme.
ifa etmek / îfa etmek
Yerine getirmek.
ifa eylemek
Yerine getirmek.
iflilak
Yer yüzünü bulut kaplamak.
ihfik
Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, çatlaklıklar.
ihfik-ül arz
Yer yarığı.
ihtilaf-ı zaman ve mekan / ihtilâf-ı zaman ve mekân
Yer ve zaman farklılığı.
ihya-yı arz / ihyâ-yı arz / اِحْيَايِ اَرْضْ
Yeryüzünün diriltilmesi.
Yer yüzüne hayat verme.
ikame / ikâme
Yerleştirme.
Yerine koyma.
Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.
ikame etmek
Yerine koymak.
ilm-i tabakatü'l-arz
Yeraltı ilmi, jeoloji.
imaret-i arz
Yeryüzünün imar edilmesi, ömür sürülür, yaşanır hâle getirilmesi.
infaz / infâz
Yerine getirme.
insimag
Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme.
intikal etme
Yer veya konum değiştirme, bir halden diğerine geçme.
irgandi
Yerinde oynama, sallanma, kımıldama.
irsa / irsâ
Yere çakma, sabitleme, demir atma, sağlamlaştırma.
irsa'
Yerinden ayrılmama. Mukim olma.
irsah
Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma.
ırtır
Yerinden ayrılmak.
isabet / isâbet
Yerini bulma, rast gelme.
işguh
Yere yıkılış, yüz üstü kapanış.
(Farsça)
iskan / iskân / اِسْكَانْ
Yerleştirme.
Yerleştirme.
iskan etmek / iskân etmek
Yerleştirmek.
jeolog
Yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse.
jeoloji
Yer bilimi.
Yeryüzünün yapısını inceleyen ilim.
kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama
Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.
kaf dağı
Yeryüzünü çepeçevre kuşattığı kabul edilen efsanevî dağ.
kaıf
Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.
kal' / قَلْعْ
Yerinden sökme.
kanat / kanât / قنات
Yeraltı su kanalı.
(Arapça)
kararında
Yerinde.
kariz / kâriz / كاریز
Yeraltı su kanalı.
(Farsça)
kavaid-i mukarrere / kavâid-i mukarrere
Yerleşmiş kaideler, kurallar.
kefaret-i yemin vermek
Yerine getirilemeyen yeminin karşılığını ödemek.
kem'e
Yer mantarı.
kenduc
Yer altında giyecek eşya koymak için yapılan oda.
kirabe
Yeri sürüp aktarmak.
kışr-ı arz
Yer kabuğu.
küdu / küdû
Yerin otu geç bitmek.
kurb-i mesafe / kurb-i mesâfe
Yer, mekân yakınlığı.
kurbiyet-i mekan / kurbiyet-i mekân
Yer yakınlığı.
küre-i arz / كرهء ارض / كُرَۀِ اَرْضْ
Yerküre, dünya.
Yerküre, dünya.
Yerküre.
küre-i arziye
Yer küre.
küre-i zemin
Yeryüzü, dünya.
küreiarz
Yer yuvarlağı, dünya.
kürre-i arz
Yerküre, dünya, yeryüzü.
lamekan / lâmekân
Yersiz, yurtsuz, mekansız.
levazımat-ı arziye / levâzımât-ı arziye / لَوَازِمَاتِ اَرْضِيَه
Yeryüzüne lazım olan şeyler.
lukta
Yerden toplanan şey.
ma'
Yer yüzüne yayılıp döşenmek.
mahal / mahâl / محل / مَحَلْ
Yer.
Yer.
Yer.
(Arapça)
Yer.
mahall / محل
Yer. Mekân. Cây.
Yer, konum.
Yer.
Yer.
(Arapça)
mahalli hükumet / mahallî hükûmet
Yerel yönetim, valilik.
mahalliye / محليه
Yerel.
(Arapça)
mahlukat-ı arziye / mahlûkat-ı arziye
Yeryüzündeki yaratıklar, varlıklar.
makam
Yer, mertebe, müzikte usul.
me'ruş
Yer. Arz. Yeryüzü.
mekan / mekân
Yer.
Yer, ev.
mekan-ı arz / mekân-ı arz
Yeryüzü.
mekanca / mekânca
Yer bakımından.
mekandan münezzeh / mekândan münezzeh
Yerle ve mekânla sınırlı olmayan.
mekandan münezzehiyet / mekândan münezzehiyet
Yerle sınırlı olmama.
mekani / mekânî
Yer ve mevki ile ilgili.
meleke
Yerleşmiş huy, alışkanlık, tabiat.
mellase
Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü.
meni / menî
Yerinden şehvetli (lezzetli) veya şehvetsiz olarak kopup, ayrılıp, erkekten koyu beyaz, kadından akıcı sarı olarak gelen sıvı.
menzil / منزل
Yer.
menzilnişin
Yerinde oturan.
(Farsça)
merkez-i arz
Yer kürenin merkezi, ortası.
mesabe / mesâbe
Yerinde, değerinde.
meşhergah-ı arz / meşhergâh-ı arz
Yeryüzü sergisi.
mesken
Yer, mekan.
meskun / meskûn / مسكون
Yerleşilmiş, iskan edilmiş.
(Arapça)
mêva / mêvâ
Yer, mekân.
mevaid-i kazibe / mevaid-i kâzibe
Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.
mevaki / mevâki
Yerler.
mevcudat-ı arziye
Yeryüzündeki varlıklar.
mevki
Yer.
Yer.
mevki' / mevkî' / مَوْقِعْ
Yer, mahâl, makam.
Yer.
mevzi / موضع
Yer.
Yer.
Yer.
(Arapça)
mevzi'i / mevzi'î / موضعى
Yerel.
(Arapça)
mezabi / mezabî
Yer yarmak, kazmak.
mezmum / mezmûm
Yerilmiş, beğenilmemiş ayıplanmış.
Yerilen, kötülenen, beğenilmemiş, çirkin.
Yerilmiş.
mihamme
Yer süpürgesi.
mikyas-ı zelazil
Yer sarsıntısının şiddet ve yönünü gösteren âletler.
mimlaka
Yer düzeltecek taş.
misafirhane-i arz
Yeryüzü misafirhanesi.
mültekit
Yerden alan. Toplayan.
Yerden alan.
münderiç
Yerleştirilmiş.
müstakar
Yerleşmiş, oturmuş.
müstekar
Yerleşmiş, sabit, istikrarlı; değişmez.
müştemilat-ı arziye / müştemilât-ı arziye
Yerin içinde bulunan şeyler.
müstemir
Yerleşmiş, devamlı.
mutavattın
Yerleşmiş. Vatan eylemiş. Vatan eyleyen.
Yerleşmiş.
mütehayyiz
Yer tutan.
mütemekkin
Yerleşen.
mütevattın / متوطن
Yerleşik, yurt tutmuş.
(Arapça)
müzerri'
Yeri, bir zira' miktarı ıslatıp ekin ekmeye yarayan yağmur.
müzmin
Yerleşmiş, eski.
na-beca
Yersiz, uygunsuz, münasebetsiz.
(Farsça)
nabeca / nâbecâ / نابجا
Yersiz.
(Farsça)
nabit / nâbit
Yerden biten.
nakl-i mekan / nakl-i mekân
Yer değiştirmek.
nat'-ı zemin
Yer yüzü. Sath-ı Arz.
nebaan
Yerden çıkma, fışkırma.
nesi / nesî
Yer değiştirmek, geri bırakmak; Eşhur-ül-hurum (haram aylar) denilen ayları değiştirmek, geri almak.
netice-i arziye / نَت۪يجَۀِ اَرْضِيَه
Yeryüzüne âit netice.
nısf-ı arz
Yeryüzünün yarısı.
nısfıarz
Yeryüzünün yarısı.
ömr-ü arz
Yerin (dünyanın) ömrü.
paberca / pâbercâ / پابرجا
Yerinde, duran, ayakta duran.
(Farsça)
rahmet melekleri
Yeryüzünde dolaşan ve mü'minlerin ölümü ânında hâzır olan melekler. Bunlara Rûhâniyân da denir.
rıkak
Yer yarığı.
ru-i zemin / rû-i zemin
Yeryüzü.
ru-mal
Yer süren.
(Farsça)
ru-yi arz / rû-yi arz
Yeryüzü.
ru-yi zemin / rû-yi zemin
Yeryüzü.
Yeryüzü.
ruy-i zemin / rûy-i zemin
Yeryüzü.
Yeryüzü.
ruya
Yerden biten (bitki).
(Farsça)
ruyizemin
Yeryüzü.
sahaif-i arz ve sema / sahâif-i arz ve semâ
Yer ve gök sayfaları.
sahib-i mertebe-i hilafet-i arziye / sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziye
Yeryüzü halifeliğinin mertebesinin sahibi.
sahife-i arz
Yeryüzü sayfası.
sar
Yer, mekân bildiren, birleşik kelimeler yapılan bir ek'tir. Bir şeyin kesretle bulunduğunu gösterir. Meselâ: Kühsar : Çok dağlık yer.
(Farsça)
sarad
Yer bağırsağı.
sath-ı arz / سَطْحِ اَرْضْ
Yeryüzü.
Yer yüzü. Ruy-i zemin.
Yer yüzü.
sath-ı zemin
Yeryüzü.
sathiyet-i arz ve deveran-ı şems
Yeryüzünün düz oluşu ve güneşin dünya etrafında dönmesi.
sebat / sebât / ثبات
Yerinden kımıldamama, kararından vazgeçmeme.
(Arapça)
seccade / seccâde
Yere serilip üzerinde namaz kılınan küçük halı, kilim, hasır, bez gibi temiz sergi, namazlık.
sehhac
Yeri eliyle veya ayağıyla sıyıran kimse.
sehl
Yere yayılmak, döşenmek.
sekene-i arz / سَكَنَۀِ اٰرْضْ
Yeryüzünde bulunan mahlûkat.
Yeryüzü sâkinleri.
sekene-i zemin
Yeryüzü sakinleri.
semavat ve arzın halıkı / semâvât ve arzın hâlıkı
Yer ve göklerin yaratıcısı olan Allah.
semavat ve arzın rabbi / semâvât ve arzın rabbi
Yer ve göklerin Rabbi.
senut
Yere saçılan buğday.
sera / serâ / ثَرَا
Yer, dünya.
Yer, toprak.
Yer.
seradan süreyya'ya kadar / serâdan süreyya'ya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
seradan süreyyaya / serâdan süreyyaya
Yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir ifadedir.
seradan süreyyaya kadar / serâdan süreyyaya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
sıky
Yer sulamak. Sulu ekin.
şiyam
Yerden kazılan toprak.
ta'rir
Yere dökmek.
taassubat-ı na-bemahal / taassubat-ı nâ-bemahal
Yerinde olmayan taassuplar.
tabaka-i arz
Yer tabakası.
tabaka-i sevabit / tabaka-i sevâbit
Yerlerinde sabit olarak duran yıldızlar tabakası.
tabakat-ı arz
Yeryüzünü oluşturan tabakalar.
tabiat-ı arz
Yerin tabiatı.
tahayyüz / تَحَيُّزْ
Yer tutma, yer alma.
Yer tutma.
Yer tutma, hacim sâhibi olma.
taht-el arz
Yer altı. Toprak altı.
tahte'l-arz
Yer altı.
tahtel'arz
Yeraltı.
tahtel-arz
Yer altı.
tahtelarz / تحت الارض
Yeraltı.
Yeraltı.
(Arapça)
tahtezzemin
Yer altı.
tahvil-i mekan / tahvil-i mekân / tahvîl-i mekân / تَحْوِيلِ مَكَانْ
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
takarrur
Yerleşme, sabitleşme.
takarrür
Yerleşme, karar kılma.
takarrur eden
Yerleşen, sabitleşen.
tan / tân
Yerme, ayıplama.
tavattun / توطن
Yerleşme, yurt tutma.
(Arapça)
Tavattun etmek:
Yerleşmek, yurt tutmak.
(Arapça)
tayin / tâyin
Yerini belirleme, atama.
tebdil-i diyar
Yer değiştirmek.
tebdil-i mekan / tebdil-i mekân / tebdîl-i mekân / تَبْد۪يلِ مَكَانْ
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
Yer değiştirme.
teca'cu
Yere düşmek.
tecdil
Yere yıkma, yere atma, yere vurma.
tefrigat
Yer açma, boşaltma.
temekkün / تمكن
Yerleşme.
Yerleşme.
(Arapça)
terk-i mevki
Yerini terk etme.
tesbit
Yerleştirme, görüp göstermek.
teşhirgah-ı arz / teşhirgâh-ı arz
Yeryüzü sergisi.
tesir-i zaman ve mekan / tesir-i zaman ve mekân
Yer ve zamanın tesiri, etkisi.
tesmid
Yere ters ve kül dökmek.
umumi vekil / umûmî vekil
Yerine geçirilen kimseye mutlak halde istediğini yap diyerek verilen vekâlet.
vasıb
Yerinde duran. Sürekli.
veçh-i arz
Yeryüzü.
vech-ül arz
Yeryüzü.
vukuat-ı zemin
Yeryüzündeki olaylar.
zar / zâr / زار
Yer.
(Farsça)
zarf
Yer ve zaman bildiren edat.
zelzele / زَلْزَلَه
Yer sarsıntısı, deprem.
Yer sarsıntısı.
zemin / zemîn / زَم۪ينْ
Yeryüzü, dünya.
Yer, yeryüzü.
Yer.
zemin hazır etmek
Yer hazırlamak, uygun ortam oluşturmak.
zemin ihzar etmek
Yer hazırlamak.
zemin tahtı
Yer altı.
zemin ü zaman
Yer ve zaman.
zemin ve asuman / zemin ve âsuman
Yeryüzü ve gökler.
zemin yüzü
Yeryüzü.
zerrat-ı arziye / zerrât-ı arziye
Yerin, maddenin yapı taşları.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ihtizaz
nefha
haddim
Tayeran
BERZAH
pulat
Zuba
KIS
za
adl
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
YER
Üvenç
balar
kum
Düşünce sahibi
Haber veren
Ferg
Işık saçan
acı
rabet