REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Vât ifadesini içeren 254 kelime bulundu...

a'rab

  • Vatanı çöl olan ve medeniyetten uzak yaşayan Arap.

adn

  • Vatan tutmak ve mukim olmak.
  • Cennette bir makam adı.

ahadi hadis / ahadî hadis

  • Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)

akyuvar

  • (Bak: Küreyvât-ı beyzâ)

alam-ı gurbet / alâm-ı gurbet

  • Vatandan ayrı kalma elemleri, gurbet acıları.

ale-s-seviyye

  • Bir seviyede, aynı boyda.
  • Müsâvat üzere.

alet / âlet

  • Bir işte veya bir san'atta kullanılan vasıta. Bir makinayı vücuda getiren ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri.
  • Sebeb, vesile, vesâit.
  • Edevat. Avadanlık.

alet-i cerrahiye / âlet-i cerrâhiye

  • Cerrahların, yaraları tedaviye çalışan doktorların kullandıkları edevat, takım.

alyuvar

  • (Bak: Küreyvât-ı hamra)

arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye

  • Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü

asabiyet-i kavmiye

  • Vatanperverlik. Menfi milliyetçilik, Asabiyet-i câhiliye, asabiyet-i milliye, asabiyet-i nev'iyye gibi tabirler de aynı mânayı ifâde eder..

asabiyyet

  • Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamiyyet.

atik

  • (Çoğulu: Avâtik) Sırtın üst kısmı. Omuz ile boyun arası.
  • Eski şarap.

baka / bâka

  • Tutam, demet, deste.
  • Tere ve sebzevat destesi.

bakkal

  • Sebzevât satıcı.

bakl

  • (Çoğulu: Bükûl) Tere ve sebzevatın her birisi.
  • Sakal bitmek ve diş çıkmak mânâsına mastardır.

batir

  • (Çoğulu: Bevâtir) Keskin kılıç.

berka'

  • (Çoğulu: Berkavât) Yüksek yer.
  • Taşlı balçık.

bizr

  • (Çoğulu: Büzûr) Sebzevât.
  • Kuru ot tohumu.

butakat

  • (Çoğulu: Bevatık) Pota dedikleri kap ki içinde maden eritirler.

büteka

  • (Çoğulu: Bevâtık) Pota dedikleri âlettir ve kuyumcular içinde altın ve gümüş eritirler.

cazibe-i umumi-i vatani / cazibe-i umumî-i vatanî

  • Vatana ait genel çekim gücü.

cerahat

  • Yaradan akan irin. Yaralı vücudda toplanan kandaki küreyvât-ı beyzâdan (ak yuvarlardan) mürekkeb kan. Yaradan akan beyaz akıcı cisim.

cihad / cihâd

  • İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.

cihaz

  • Âlet ve edevat.
  • Gelinin lüzumlu şeyleri. Çeyiz.
  • Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya.

cihazat

  • (Tekili: Cehâzât) (Cihâz) Cihazlar, maddî manevî âletler, lüzumlu edevat.

cizye

  • İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.

da-üs-sıla / dâ-üs-sılâ

  • Sıla hasreti. Vatan hasreti. Kavuşma hasreti.

dagve

  • (Çoğulu: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak.

daire-i vataniye

  • Vatan dairesi.

darülbedayi / dârülbedâyi / دارالبدایع

  • Konservatuvar. (Arapça)

darülelhan / dârülelhân / دارالالحان

  • Konservatuvar. (Arapça)

daussıla / dâussılâ

  • Vatan hasreti.

daüssıla / dâüssıla

  • Vatan özlemi.

dedikodu

  • Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.

deka'

  • (Çoğulu: Dükk-Dükük-Dekâvât) Hörgücü arkasına düşmüş dişi deve.
  • Kaygan yer.

delil-i kat'i / delîl-i kat'î

  • Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.

dil

  • t. Lisan, zeban.
  • Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu.
  • İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat.
  • Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları.
  • Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası.
  • Mc:

dominyon

  • ing. Büyük Britanya İmparatorluğu'nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim.

dua

  • Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru.
  • Salât, namaz.
  • Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.
  • Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.
  • Birisini çağırmak.
  • Birisini

ebna-yı vatan / ebnâ-yı vatan

  • Vatan evlâtları.
  • Vatan evlatları.

efrad-ı millet

  • Milletin fertleri, vatandaşlar.

ehl-i gayret ve hamiyet

  • Din, aile, millet, vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayretinde olanlar.

ehl-i zimmet

  • Cizye (vergi) vermek şartıyla İslâm devleti içerisinde yaşayan gayr-i müslim vatandaş. Zımmî.

enlem

  • (Arz dairesi) t. Yer yüzünde herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeri. Dünyanın büyüklüğü X. yy. başlarında Sincar sahrasında ve Kûfe civarında bir meridyenin uzunluğunu ölçmek suretiyle bulan Musa Oğulları nâmıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimlerindeki üç kardeş

esliha

  • (Tekili: Silâh) Silâhlar. Muharebe ve cenk âlet ve edevâtı.

essalavat

  • Peygamberimiz Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize veya Cenab-ı Hakk'a (C.C.) karşı hamd, şükür ve teşekkür ifade eden dua, selâm ve salâvâtlar.

evlad-ı vatan / evlâd-ı vatan

  • Vatan evlâdı.
  • Vatan çocukları.

evtan

  • (Tekili: Vatan) Vatanlar, insanın doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, hatta uğrunda can verilen topraklar.

evtar

  • (Tekili: Vatar) İhtiyaçlar.

eyyam-ı kur'aniye

  • Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra

fahşa

  • Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.

fatik

  • (Çoğulu: Futtâk-Fevatik) Eline fırsat geçtikçe adam öldüren kimse.

fela

  • (Çoğulu: Felevât) Sahra, çöl.

felah-ı vatan / felâh-ı vatan

  • Vatanın kurtuluşu. Vatanın selâmeti.
  • Tar: 10 Şubat 1920'de İstanbul Mebuslar Meclisi'nde teşekkül etmiş olan bir grup.

fenat

  • (Çoğulu: Fenevât) Tilki üzümü.
  • Vahşi sığır.

fi'l-i mezmum

  • Kötü, fenâ iş. Livâta ve zina.

fikr-i vatan

  • Vatan düşüncesi, vatan fikri.

fussilet suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 41. suresidir. Mekkî'dir. Secde, Sure-i Akvat ve Mesabih Suresi de denir.

galve

  • (Çoğulu: Galevât) Bir okatımı miktarı yer.

gayıt

  • (Çoğulu: Gaytân-Agvât) Çukur yer.
  • Kenef.

gayret-i vataniye

  • Vatan için yapılan gayretler.

gaza / gazâ

  • (Çoğulu: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek.
  • İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.
  • Din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğruna yapılan cihat ve mücadele.

gaza ordusu / gazâ ordusu

  • Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanı korumak için düşmanla savaşan müslüman askerler.

gazi / gâzi

  • Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve vatanına saldıran düşmanı kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman.

gudve

  • (Çoğulu: Gudevât) Sabah namazı vakti ile güneşin doğuşu arası.

gurbet

  • Gariplik, yabancılık.
  • Yabancı memleket, yabancı diyar, vatan dışı, yâdel.

gurbet diyarı

  • Asıl vatanın dışındaki yerler.

hadd-i tevatür

  • Tevatür derecesinde; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan topluluklar tarafından aktarılan en doğru haber seviyesi.

hadis-i sahih / hadîs-i sahîh

  • Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bu lan) hadîsler.

hadisin meratibi / hadîsin merâtibi

  • Hadîsin mütevatir, sahih, hasen zayıf gibi dereceleri.

hadravat

  • (Tekili: Hadrevât) (Hadrâ) Yeşillikler, yeşillik.

hak-i vatan / hâk-i vatan

  • Vatan toprağı.

hamiyet

  • Din ve vatan gibi kutsal değerleri ve kendi yakınlarını koruma duygusu ve gayreti.

hamiyet-füruş

  • Kendini beğenerek vatanı ve milleti koruma noktasında çok gayretli olduğunu iddia eden.

hamiyet-i milliye ve vataniye

  • Millet ve vatan için gösterilen fedakârlık, gayret.

hamiyetçilik

  • Din gibi mukaddes değerleri ve kendi vatan, aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti içinde oluş.

hamiyetperver / حَمِيَتْپَرْوَرْ

  • Vatan ve milleti için gayret gösteren.

hamiyyet

  • Din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti.

harac

  • Güçlük, sıkıntı, eziyet.
  • Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
  • Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
  • Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.

haric-i vatan / hâric-i vatan

  • Vatanın harici.

haris-i vatan / hâris-i vatan

  • Vatanın koruyucusu, vatanın bekçisi.

hasve

  • (Çoğulu: Husvât) Yudum yudum, azar azar içme.

hatavat

  • (Tekili: Hatvât - Hatuvât - Hutuvât olarak da yazılır) (Hatve) Adımlar, hatveler.

hatım

  • (Çoğulu: Havâtim) Yüzük.

hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ

  • Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. (Farsça)
  • Ekvator. (Farsça)
  • Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi. (Farsça)

hatt-ı nısf-ün nehar

  • Meridyen. Ekvatora dik olarak geçtiği farzedilen dairelerin her biri.

hatun

  • (Çoğulu: Havâtın) Kadın. Hanım.
  • Tar: Yüksek şahsiyetli kadınlara veya hakan eşlerine verilen ünvan.

havabat

  • (Bak: Havbâvât)

havtek

  • (Çoğulu: Havâtik) Kısa boylu.

hazrevat

  • (Hadravat, Hadrâ) Yeşillik.
  • Gökyüzü, felek. Asuman.

hazve

  • (Çoğulu: Hazavât-Hızâ) Küçük ok.

hefve

  • (Çoğulu: Hefevât) Sürçme, ayak kayması.
  • Mc: Hata, yanılma. Zelle.

hil'at

  • Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.

hırvat

  • Hırvatistan halkından veya bu halkın neslinden olan kişi.

hıyanet-i vatan

  • Vatan hainliği. Vatana hıyanet etme.

hıyanet-i vataniye

  • Vatan hainliği.

hizb

  • Her gün devamlı olarak okunan, âyet ve salâvatlardan meydana gelen duâ.

hizmet-i islamiye ve vataniye / hizmet-i islâmiye ve vataniye

  • Din ve vatana ait hizmet.

hizmet-i milliye ve vataniye

  • Millete ve vatana hizmet.

hizmet-i vataniye / خدمت وطنيه

  • Vatan hizmeti.
  • Askerlik.
  • Vatan hizmeti, vatan borcu.

hizmet-i vataniye ve milliye

  • Millet ve vatan için yapılan hizmet.

hubb-u vatan

  • Vatan sevgisi.

hubb-ul vatan

  • Vatan sevgisi.

hubbü'l-vatan mine'l-iman / hubbü'l-vatan mine'l-îmân / حب الوطن من الایمان

  • Vatan sevgisi imandan gelir. (Arapça)

hulle

  • İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.

hurdevat

  • Kırık dökük, eski püskü şeyler, öteberi. Hırdavat. (Farsça)

hutuvat

  • (Tekili: Hutvât-Hutevat) (Hutve) Adımlar. İzler. Yollar. Eserler.
  • Şeytanın aldatmaları.

hutuvat-ı sitte

  • Altı adım. (Kur'an-ı Kerim'deki "Hutuvat-üş şeytan" tabirinden istifaze ile, şeytanların ve onların insî mümessilleri olan şerir insanların fitnekâr ve dalâlete sevkedici adımları, izleri ve desiseleri gibi mânalarla alâkalı olarak "bir mühim eser"e verilen isim) Şeytanın altı desisesi.

hüvve

  • (Çoğulu: Hevvât) Derinliği genişliğinden çok olan çukur yer.

ihvan-ı vatan / ihvân-ı vatan

  • Vatan kardeşleri.

ıhve-i müteferrikin / ıhve-i müteferrikîn

  • Ana baba bir veya yalnız ana bir yahut da yalnız baba bir erkek kardeşler. (Müennesi: "Ahavat-ı müteferrikat'tır)

ilave

  • (Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
  • Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
  • Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
  • İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.

imam-ı malik / imam-ı mâlik

  • (Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.

inşar

  • Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.)

islav

  • Rus, Ukran, Beyaz Rus, Çek, Slovak, Leh, Sloven, Sırp, Hırvat ve Bulgar gibi milletlere, lisanlarındaki yakınlık dolayısıyla verilen ortak isim. (Fransızca)

istitan

  • Vatan edinme, bir yerde yerleşme, yurt edinme.

iştiyak-ı vatan

  • Vatan özlemi.

itan

  • Vatan sayma, yurt kabul etme.

ittitan

  • Bir memlekette veya bir şehirde yerleşme. Vatan edinme.

kanah

  • (Çoğulu: Kanevât-Kınâ-Kınaâ) Yer altında olan su yolu.
  • Kendir ağacı.

kanat

  • (Çoğulu: Kanavât) Yeraltına döşenmiş olan künk. Küçük kanal, su borusu.
  • Sopa, mızrak.

kara

  • (Çoğulu: Ekrây-Karvât) Bahçe ve bostan içindeki su arkı.
  • Su ile karışmış süt.

kasaid-i vataniye / kasâid-i vataniye

  • Vatan kasideleri, marşlar.

kat'i delil / kat'î delîl

  • Kesin delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.

katolik

  • Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.

kavt

  • (Çoğulu: Akvât) Koyun sürüsü.

kebse

  • Beraberlik, eşitlik, müsavat.
  • Ebucehil karpuzu.

kelime-i tayyibe

  • Allah ve Resulullah kelâmı. Dua, niyaz ve salâvatlar gibi kelâmlar. Meselâ (Sübhânallah velhamdülillah ve Lâilâhe illâllah vallahü Ekber) kelime-i tayyibedir.

kifa

  • Bir parça veya iki bez (ki birbirine dikip çadır eteğini yaparlar.)
  • Eşitlik, beraberlik, müsâvât.

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm

  • Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi

küreyve

  • (Çoğulu: Küreyvât) Küçük yuvarlak.

kuta'

  • (Çoğulu: Kutâ-Kutevât) Atın arkalaşacak yeri.
  • Bağırtlak kuşu.

lafz-ı salavat / lâfz-ı salâvat

  • Salâvat kelimesi; Peygamberimize rahmet ve esenlik dileme sözü.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

lehat

  • (Çoğulu: Lehâ ve Lehevat) Küçük dil.

leşker-i gaza / leşker-i gazâ

  • Gazâ ordusu, savaşan askerler. Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanlarını korumak için düşmanla savaşan müslümanlar.

lihat

  • (Çoğulu: Lehâ-Lehevât-Leheyât-Lihâ') Boğaz ağzında olan dilcik.

luti / lûtî

  • Lût kavminin çirkin işini (livâta) yapan.

maskat-ı re's

  • Doğum yeri. Vatan. Bir kimsenin doğduğu yer.

mavtın

  • (Çoğulu: Mevâtın) (Vatan. dan) Vatan. Yurt edinilen ve yerleşip oturulan yer.

mebkale

  • (Çoğulu: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer.

mehat

  • (Çoğulu: Mehâ-Mehevât) Billur taşı.
  • Güneş.
  • Dağ sığırı.
  • Tazelik.
  • Güzellik.

mesele-i vataniye

  • Vatan meselesi.

mevati / mevatî

  • Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı.
  • İşlenmemiş toprağa ait.

mevcudat-ı süfliye / mevcudât-ı süfliye / مَوْجُودَاتِ سُفْلِيَه

  • (Semavata göre) Aşağıdaki varlıklar.

mevlel-muvalat / mevlel-muvâlât

  • Bir zımmînin yâni gayr-i müslim (müslüman olmayan vatandaşın) veya harbî yâni vatandaş olmayan pasaportlu bir kâfirin bir müslümanın yardımı ile îmâna gelerek, bu müslümanı velî kabûl edip ona; "Sen benim mevlâmsın (velîmsin), şâyet ben bir cinâyet(suç) işlersem diyetini (borcunu) sen ver, ben ölünc

mevtın

  • (Çoğulu: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.

meydan-ı hamiyet

  • Din, vatan, millet gibi değerleri savunma alanı, sahası.

milliyetçilik

  • Aynı vatanda aynı toprakta doğup yetişenlerin din, örf-âdet ve menfeat birliği.

mıntıka-i harre

  • Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.

mübareze-i hamiyet

  • Din, millet, vatan gibi değerleri korumak için gayretle verilen mücadele.

müdhammetan

  • Her tarafı yemyeşil nebatat, hazrevat ile kaplı iki Cennet.

mufavada şirketi / mufâvada şirketi

  • Sermâyedeki hisseleri, kâr ve kullanma hakkı, ortaklar arasında eşit olan ve ortakların müslüman olması ve herbirinin sermâyesinden başka parası bulunmaması şartlarıyla kurulan bir şirket. Müsâvat şirketi.

muhabbet-i vataniye

  • Vatan sevgisi.

mukaddesatçılık

  • Din, vatan, millet gibi mânevî değerlere sahip çıkmak.

mükafee / mükâfee

  • Beraberlik, eşitlik, müsavat.

mukame

  • İkamet, oturma.
  • İkamet yeri, vatan.
  • Ümmet.

mukim / mukîm

  • İkamet eden. Ayakta duran.
  • Okuyan.
  • Bir memlekette devamlı duran.
  • Fık: Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde onbeş günden fazla kalan kimse. (18 saatlik uzağa gidene "Misâfir" denir.)
  • Esmâ-i İlâhiyyeden olup "Her şeyi ayakta tutan, devam ettiren ve kayyumiyet

mürdegan / mürdegân

  • (Tekili: Mürde) Ölüler, emvât. Ölmüşler.

müsenna / müsennâ

  • İkili olan; meselâ sevginin ikili olanı vatan sevgisi, din sevgisi gibi.

müsmekat

  • (Mesmükât) Gökler, semavat.

mutaassıb

  • Bir şeyi müdafaada ifrat ve inat gösteren. Körü körüne inad ve israr eden. Aşırı derecede kendi tarafını tutan.
  • Din, millet ve vatanı hakkında çok sevgi, bağlılık ve gayret gösteren.

mutavattın

  • Yerleşmiş. Vatan eylemiş. Vatan eyleyen.

mutavattınin / mutavattınîn

  • Vatan yapanlar, bir yere yerleşenler.

mutavattinin / mutavattinîn

  • Vatan edinmişler, yurt tutunmuşlar.

mütevatir-i bilmana / mütevatir-i bilmânâ / mütevâtir-i bilmâna

  • Nakledilen bir haberin başka ifade ve kelimelerle, başka başka şekilde ifade edilerek tevatür hâle gelmesi. Mânaların çok insanlarca başka başka kelimelerle nakledilmesi. Bir haberin veya hâdisenin farklı ifadelerle, başka başka şahıs veya topluluklar tarafından nakledilmiş olması.
  • Mânevî tevatür; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir haberi, olayı veya hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak sûretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.

mütevatirat

  • Mütevatir olanlar. Çoklarının bildiği ve duyduğu haberler, hususlar.
  • Man: Kizb üzerine ittifakları aklen muhal olan bir topluluk tarafından verilen haberle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.

mütevatiren

  • Mütevatir olarak, tevatürle naklolunmak suretiyle.

mütevattın

  • Bir yeri vatan edinmiş, tavattun etmiş, yurt tutmuş.
  • Vatan edinmiş.

mutevattinin / mutevattinîn

  • Vatandaşlar; bir yeri vatan edinenler ve orada yerleşik olanlar.

namık kemal

  • (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar

natıh

  • (Çoğulu: Nevâtıh) Boynuzuyla vuran, süsen hayvan.
  • Keder, sıkıntı, elem, mihnet.

natih

  • (Nâtıh) : (Çoğulu: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan.
  • Şiddetli emir.

nefsa

  • (Çoğulu: Nefsâvât-Nüfüs-Nifâs-Nevâfis) Yeni doğum yapmış kadın. Loğusa.

nevey

  • (Tekili: Nevât) Çekirdekler.

nevt

  • (Çoğulu: Envât-Niyât) Bir yere asma. Kaldırma.

nisbet-i vatani / nisbet-i vatanî / نِسْبَتِ وَطِنِي

  • Vatan bağı.
  • Vatan bağı.

nuti / nutî

  • (Çoğulu: Nevâti) Gemici.

nüüti / nüütî

  • (Çoğulu: Nevat) Gemi reisi, kaptan.

nüvati / nüvatî

  • (Çoğulu: Nüvâta) Gemici, mellah.

ordu

  • t. Bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüzüne karşı koruyan askerî en büyük üç kuvvetten biri. Hava Ordusu, Deniz Ordusu, Kara Ordusu gibi.
  • En büyük askerî birlik.
  • Aynı iman ve düşünce sahiplerinin faaliyette olanlarının hepsi.

osmanlılık

  • Din, dil ve ırk gözetmeksizin bütün Osmanlı vatandaşlarını vatan birliği ortak paydası etrafında toplamayı gaye edinen fikir akımı.

rabıta-i dini ve sınıfi ve vatani / rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî

  • Din, sınıf ve vatan bağı.

rabıta-i dini ve vatani ve sınıfi / rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfî

  • Din, vatan ve sınıf bağı.

rabıta-yı dini, vatani, sınıfi / rabıta-yı dinî, vatanî, sınıfî

  • Din, vatan ve sınıf bağı.

rah-ı vatan

  • Vatan yolu.

ratibe

  • (Çoğulu: Revâtib) Maaş. Vazife.

ravza-i mutahhara

  • Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.

rekve

  • (Çoğulu: Rukâ-Rekavât) İbrik.

remli / remlî

  • (Şihâbüddin Remlî) (Mi: 1371-1440) Filistin'in Reml kasabasında doğmuş, Şeyhülislâm'dır. Mecmuat-ul Ahzab'da namı Kutb-ül Ârifîn diye geçer. Kimya-yı Saadet namında salâvatları ile meşhurdur. Fıkh ve tevhide, tasavvufa dair manzumeleri vardır. " İmam-ı Remlî" diye anılır.

sa've

  • (Çoğulu: Sa'vât) Kuyruk sallıyan kuş.

sahih hadis / sahîh hadîs

  • Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk z

sahra

  • (Çoğulu: Sahârâ-Sahravât) Kır, ova, çöl.
  • Yazı.
  • Kızıl dişi eşek. (Müz-Eshar)

sahva'

  • (Çoğulu: Sehâvât) Yumuşak, geniş, bol yer.

şakk-ı kamer

  • Ayın iki parça olması mu'cizesi. (Kur'ân-ı Kerimin nass-ı kat'isi ile de sâbit olan ve mütevâtir olarak da bilinen Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın parmağının işâreti ile ayın iki parçaya ayrıldığı hadisesi ki, büyük mu'cizelerindendir.)

sala / salâ

  • Namaza davet için çağırmak. Minarede okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)

sala-han / salâ-han

  • Minarede cuma veya cenaze namazına davet için salâvat okuyan kimse. (Farsça)
  • Meydan okuyan kişi. (Farsça)

salatüselam / salâtüselâm

  • Dua ve selâm, salâvat getirme.

salvele

  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a okunan salavat ve dua.
  • Peygamberimize okunan salavat ve sair dualar.

şati'

  • (Çoğulu: Şevâti) Kenar, kıyı. Cânip, taraf, yön.

satur

  • (Çoğulu: Sevâtir) Satır, büyük bıçak.

sav

  • Vatan.
  • Niyyet.

savt

  • (Çoğulu: Siyât-Esvât) Kamçı, kırbaç.
  • Bir şeyi diğerine karıştırmak.

şavt

  • (Çoğulu: Eşvât) Atın yelmesi ve sıçraması.
  • Bir tur.
  • İşin bir kısmı.
  • Sesin gidebileceği mesafe.

saydelan

  • (Çoğulu: Sayâdile) Boncuk ve hırdavat satan çerçi.

şayia

  • (Şuyu'. dan) Yayılmış haber, mütevatir. Söylenti.

saz

  • Kamış. (Farsça)
  • Bir çalgı âleti. (Farsça)
  • Takım, silâh, edevat. (Farsça)
  • Ustalık. (Farsça)
  • At takımı. (Farsça)
  • Düzen, tertip, sıra. (Farsça)
  • Öğrenme. (Farsça)
  • Kuvvet, kudret. (Farsça)
  • Menfaat. (Farsça)
  • Benzer, misil, eş. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)

şazib

  • Vatanından başka bir tarafa giden kimse.

se'v

  • Niyet.
  • Vatan.
  • Çekişme, kavga, niza.

şebat

  • (Çoğulu: şebâ-şebevât) Tezlik, çabukluk.
  • Cihet, yön, taraf.

seciye-i hamiyet

  • Din, vatan, aile gibi değerleri koruma duygusu, karakteri, tabiatı.

şehid / şehîd

  • Şâhid olan.
  • Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren. (Naklinde ve gaslinde Rahmet melekleri hazır oldukları için yahut kıyamette ümem-i sâlife hakkında istişhad olunan zevattan olduğu için yahut vefat etmeyip
  • Allah yolunda harb ederken, Allahü teâlânın ism-i şerîfini yüceltmeye (İslâmı yaymaya) çalışırken veya düşman saldırdığında vatan, din ve milletini, ırz ve nâmûsunu müdâfâ ederken ölen müslüman.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün mahlûkâtın (yaratılmışları

setv

  • (Çoğulu: Setavât) Hamle etmek.
  • Kahretmek.
  • Hiddetlenmek, kızmak, gadap etmek.

sıhve

  • (Çoğulu: Sahevât) Dağ üstünde yapılan burc.

sırr-ı tevatür

  • Tevatür sırrı; bir sözün nesilden nesile, sözüne inanılır büyük topluluklar tarafından nakledilmesi sırrı, hikmeti.

şübban-ı vatan

  • Vatanın gençleri.
  • Vatan gençleri, vatan yiğitleri.

şüheda / şühedâ

  • Şehîdler, vatan, din ve milletine hizmette ölenler.

sukuf

  • (Tekili: Sakf) Tavanlar, ev örtüleri.
  • Uzun ve sarkık şeyler.
  • Semavat.

taftafe

  • (Çoğulu: Tavâtıf) Böğür, hâsıra.

tam şehid / tam şehîd

  • Allah yolunda canını fedâ eden; dînini, vatanını, bayrağını, nâmusunu müdâfaa ederken ölen, haksız yere öldürülen müslüman.

tavattun / توطن / تَوَطُّنْ

  • Bir yeri vatan edinmek. Bir yerde yerleşmek.
  • Vatan edinme, yerleşme.
  • Vatan edinme.
  • Yerleşme, yurt tutma. (Arapça)
  • Tavattun etmek: Yerleşmek, yurt tutmak. (Arapça)
  • Vatan edinme.

tavattun etme

  • Vatan edinme, yerleşme.

tavattun etmek

  • Vatan edinmek, yerleşmek.

tavtin

  • (Vatan. dan) Bir yerde yerleştirme. Yurtlandırma.
  • Birşeye bağlanıp onu neticelendirme. Makam tutunmak.
  • Gönlünü bağlamak.

terk-i evtan

  • Vatanlarından ayrılma, vatanlarını terk etme.

teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye

  • Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.

tetabu-u izafat

  • Bir çok kelimenin birbirine muzaf ve muzafün ileyh olması. Zincirleme isim takımı. (İhtizazat-ı esvat-ı beşeriye misalinde olduğu gibi.)

tevatür

  • Kuvvetli haber.
  • Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bak: Mütevatir).

tevatür-ü bilmana / tevatür-ü bilmânâ

  • Mânâ yönünden tevatür derecesinde olan.

tevatürat / tevatürât

  • (Tekili: Tevatür) Tevatürler, ağızdan ağıza dolaşıp yayılan haberler.

tevatüren

  • Ağızdan ağıza yayılarak. Tevatür suretiyle.

uht

  • (Çoğulu: Ahavât) Kızkardeş.

vakf

  • Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe

vakıf / vâkıf

  • Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
  • Bir işten haberi olan.
  • Arafât'ta vakfeye duran.

vatan-ı asli / vatan-ı aslî

  • Bir insanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip, başka yere gitmek istemediği yerdir. Yalnız en az 15 gün kalmak istediği yer de kendisi için vatan-ı ikamettir.
  • Cennet.

vatan-i asli

  • Asıl vatan, memleket.

vatan-ı dünyevi / vatan-ı dünyevî

  • Dünya vatanı.

vatan-ı sani / vatan-ı sânî

  • İkinci vatan. Sonradan yerleşilen yer.

vatani / vatanî

  • (Vataniyye) Vatanla alâkalı. Vatana ait.

vatanperver

  • Vatanını seven.
  • Vatanını seven. Memleketine hizmet eden. (Farsça)
  • Vatansever.

vatanperverane / vatanperverâne

  • Vatanını seven kimseye yakışır şekilde. (Farsça)

vatanperverlik

  • Vatanseverlik.

vatar

  • (Vatr) İhtiyaç, hâcet. İş.
  • Emir.
  • Madde.
  • Husus.

vatavit

  • (Tekili: Vatvât) Korkak ve geveze olan kimseler.
  • Yarasalar.
  • Dağ kırlangıçları.

vatvat

  • (Çoğulu: Vatâvit) Korkak ve geveze olan adam.
  • Yarasa.
  • Dağ kırlangıcı.

vazife-i milliye ve vataniye

  • Millî ve vatanî görev.

vazife-i vataniye

  • Vatan görevi.

vezim

  • Sebzevat demeti.
  • Kurumuş ot.

zahir hamiyetperverlik / zâhir hamiyetperverlik

  • Sözde hamiyetperverlik; sadece sözde kalan vatan ve milleti koruma sevigisi.

ze've

  • (Çoğulu: Ze'vât) Zayıf koyun.

zevat-ı ma'dude

  • Sayılı zevât. Sayılı kimseler.

zımmi / zımmî

  • İslâm devletindeki gayr-i müslim vatandaş.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın