REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Vele ifadesini içeren 112 kelime bulundu...

abal / âbal / âbâl / آبال

  • Develer.
  • Develer. (Arapça)

ahd

  • Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân.
  • Asır. Devir. Tevhid. Mukavele.
  • Vasiyet.

ahruf

  • (Tekili: Harf) Uçlar.
  • Şiveler, lehçeler.
  • Harfler.

alavi / alavî

  • (Tekili: İlâve) İlâveler, ekler.

aşık-ı didar-ı pak / âşık-ı didâr-ı pâk

  • Temiz yüzün âşıkı.
  • Edb: Evvelce ordularda, kışlalarda, köy odalarında ve mahalle kahvelerinde gerek kendinin, gerek başkalarının sözlerini sazla dile getiren kimse; halk şâiri.

benun / benûn

  • (Tekili: Benîn) (İbn) Oğullar. Zâdeler. Veledler.

büdün

  • (Tekili: Bedene) Kurbanlık develer.

buht

  • Arabî ile Acemîden doğmuş develer.
  • Veled, oğul, mahdum. (Farsça)

buhtiyye

  • Melez dişi develer.

bürin

  • Dilim (Daha çok meyveler için kullanılır.) (Farsça)

bürsün

  • (Çoğulu: Berâsin) İnsan eli.
  • Vahşi hayvanların pençesi.
  • Develere vurulan bir nevi damga.

celevat / celevât

  • (Tekili: Cilve) Cilveler. Hüsn-ü zuhûrlar.
  • Cilveler, yansımalar.
  • Cilveler, görünümler.

çerag-çeşm

  • Evlat, çocuk, veled, insan yavrusu. (Farsça)

cimal

  • (Tekili: Cemel) Erkek develer.

danv

  • Oğul ve kız, veled.

dehdan

  • Develerin bir yere toplanması.

ebna / ebnâ

  • (Tekili: İbn) Oğullar. Çocuklar. Veledler. Ferzendeler.

ecmal

  • (Tekili: Cemel) Develer.
  • Cümleler.
  • Yekünler.

ecr-i müsemma / ecr-i müsemmâ

  • Mukavele ve pazarlıkla kararlaştırılan ücret.

esmar

  • Meyveler.
  • (Tekili: Semer) Meyveler, Yemişler.

eşvak

  • (Tekili: şevk) şiddetli arzular, istekler, neşveler.

evlad / evlâd

  • (Tekili: Veled) Veledler. Çocuklar.
  • Veledler, çocuklar.

ezhar ve esmar-ı binihaye / ezhâr ve esmâr-ı bînihaye

  • Sonsuz çiçekler ve meyveler.

ezyal

  • (Tekili: Zeyl) Ekler. İlâveler. Zeyiller.

ferş

  • Yer. Yeryüzü.
  • Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey.
  • Küçük develer.

fertute

  • Kadın esirler hakkında kullanılan tâbirlerdendir. Esir edilen kadınlar hakkındaki diğer tâbirler şunlardır: Mâriye, ümmülveled, acuze, duhter, yekdest, yekçeşm, mâyube.

ferzend

  • (Çoğulu: Ferzendân) Yavru. Çocuk. Veled. (Farsça)

fesh-i mukavele

  • Mukavelenin bozulması, anlaşmanın feshedilmesi.

fevakih

  • (Tekili: Fâkihe) Meyveler, yemişler, fâkiheler.

firaş-ı mütevassıt

  • Fık: Ümmü veledin firaşı mânâsına gelen bir tabirdir. Firaş-ı mütevassıtta bilâ davet neseb sahih olmaz.

galle-i vakf

  • Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.

gazevat / gazevât

  • Gazveler, savaşlar .

geçer akça

  • Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı. (Türkçe)

gulgul

  • Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele.
  • Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.

gunm

  • Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile al

hannan / hannân

  • Rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah.

hatavat

  • (Tekili: Hatvât - Hatuvât - Hutuvât olarak da yazılır) (Hatve) Adımlar, hatveler.

hatt-ı bala / hatt-ı bâlâ

  • Tepelerin en yüksek noktalarından geçtiği itibar edilen çizgi. Zirvelerden geçen hat. (Farsça)

hav

  • Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
  • Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.

hıffet

  • Hafiflik; kolaylık; Arapça'da kural olarak teleffuzu dile ağır gelen lâfızların kurallar çerçevesinde düzenlenerek kolaylık sağlama; Meselâ, kàle fiilinin aslı 'kavele' dir. Ancak söylemesi dile ağır geldiği için 'vav' harfi 'elif'e çevrilerek kàle denmiştir.

hirval

  • (Hervele) Yürümek ile koşmak arasında bir nevi yürüyüştür.

ibn-i mes'ud

  • Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek

ikale

  • Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
  • Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.

ilavat / ilâvât / علاوات

  • (Tekili: İlâve) İlâveler, ekler, katmalar.
  • İlaveler, ekler. (Arapça)

ışar

  • (Tekili: Aşerâ) On aylık hamile develer.

isti'dad

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.

katr

  • Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
  • Develeri katarlamak.
  • Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
  • Yağmur.

kevr

  • Devretmek, dönmek.
  • Sarık sarmak. Tülbend sarmak.
  • Bir yerde toplanmış olan develer.
  • Çokluk, bolluk, ziyadelik.
  • Mukül dedikleri darı cinsi.

kuva / kuvâ

  • Kuvveler.

levahık

  • (Tekili: Lâhık. Lâhıka) İlâveler, ekler. Lâhıkalar.

levs

  • Pislik, murdarlık. Kir.
  • Zor. Kuvvet.
  • Tam olmayan, zayıf beyyine.
  • Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
  • Deprenmek.
  • Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
  • Cerâhet, yara.

likah

  • (Tekili: Lükuh) Süt veren dişi develer.

maakka

  • Çocuğun, anababaya isyan etmesi. Veledin valideyne itaatsizliği.

mahmuz

  • (Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet.
  • Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik.
  • Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan dest

mehbel

  • Rahim sonu. (Veled yatağı derler)
  • Veled yolu.

menbuz

  • Piç. Veled-i zinâ.
  • Hemen doğmasını müteakib bir yere atılmış çocuk.

menuc

  • Sütü diğer develerden sonra çekilen deve.

merasim

  • (Tekili: Mersem) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler.
  • Şiveler. Âdetler.

mesbere

  • Kadının veled getirdiği yer.
  • Devenin yavruladığı yer.

meyvecat

  • (Tekili: Meyve) Yemişler, meyveler. (Farsça)

meyveha

  • (Tekili: Meyve) Meyveler, yemişler. (Farsça)

mibvel

  • (Mibvele) Sidik kabı. Küçük abdest edilecek delikli taş veya oluk.

mihaffe

  • Mahfe. Katır veya develerin sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükte olan sepet.

muakade

  • (Akd. den) Mukavele yapma. Akid yapma. Anlaşma.

mübaale

  • Cilveleşme, oynaşma (karı-koca arasında).

müdahere

  • Çekinmeden ve sakınmadan mukavele yapma.

müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr

  • Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)

mükatebe / mükâtebe

  • Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
  • Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.

mukavelat

  • (Tekili: Mukavele) Mukaveleler.

mukavelename

  • Anlaşma yazılı olan kâğıt. Mukavele yapılan kâğıt.

mülhakat

  • (Tekili: Mülhak) Bir merkeze bağlı veya ait olan yerler.
  • Ekler, ilâveler, katmalar.

murabaa

  • Yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma.

mütevelvil

  • İşi velveleye boğan. Gürültü ve şamata yapan.

muzafat

  • (Tekili: Muzâf) (Zayf. dan) Bir şeyin ekleri, ilâveleri. Bir merkezin şubeleri, kolları.

müzeyyelat / müzeyyelât

  • (Tekili: Müzeyyel) Zeyiller, ilâveler, katılmış şeyler.

nardenk

  • Erik, nar, elma, kızılcık gibi meyvelerden çıkarılan ekşimsi pekmez. (Farsça)

narenciye

  • Turunçgiller. (Mandalina, portakal, limon gibi meyveler.)

neveyat

  • (Nevâ) Nüveler, çekirdekler.

nuk

  • (Tekili: Naka) Dişi develer.

nüvat

  • (Tekili: Nüve) Nüveler, çekirdekler.
  • Nüveler, çekirdekler.

puran / purân

  • (Tekili: Pur) Oğullar, veledler.

sa'dane

  • (Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
  • Devenin göğsü.
  • Tırnak dibinin siniri.
  • Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
  • Kadın memesinin etrafı.

sa'sa

  • Dağılmış develer.

saan

  • Suya yakın yerde develerin yattığı yer.

şahid

  • (Çoğulu: Şevâhid-Şühud) Veled yatağı denilen ve çocuk ile birlikte çıkan deri.

seluf

  • Suya gelen develerin dâima önlerinde gelen deve.

semerat / semerât / ثَمَرَاتْ

  • Meyveler.
  • Meyveler, neticeler.
  • (Tekili: Semere) Meyveler, faydalar. Kârlar. Menfaatler.
  • Meyveler.

semerat ve gayat-ı hayatiye / semerat ve gayât-ı hayatiye

  • Hayatın gayeleri ve meyveleri.

semerat-ı harika / semerât-ı harika

  • Harika meyveler.

semerat-ı manzume ve mevzune

  • Tertipli, düzenli, ölçülü ve san'atlı meyveler.

semerat-ı niam / semerât-ı niam

  • Nimet meyveleri.

semerat-ı rahmet

  • Rahmet meyveleri.

semerat-ı uhreviye / semerât-ı uhreviye

  • Âhirete ait meyveler.

şems-i ehadiyet

  • Herbir varlıkta birlik cilveleri görünen Güneş, Allah.

simar

  • (Tekili: Semere) Meyveler, yemişler.
  • Mc: Faydalar.

ta'dil

  • Darlık vermek.
  • Veledi karnında büyük olup doğurması güç olmak.

taaddi

  • Saldırma.
  • Düşmanlık.
  • Ezme.
  • Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve mukavelenin hilâfına hareket etme.
  • Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi olması.

tayyibat / tayyibât

  • (Tekili: Tayyibe) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller.
  • Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.

tefekküh / تَفَكُّهْ

  • Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Meyvelenmek.
  • Pişman olmak.
  • Pek hoşlanıp hayrette kalmak.
  • Meyve yeme, meyvelenme.

telid

  • (Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.

teneşşi

  • Neşvelenme, sarhoş olma.

tesavüm

  • Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak.

tetimmat

  • Ekler, ilâveler.

tevellüh

  • (Çoğulu: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme.
  • Hayran etme.
  • Kadını çocuğunden ayırma.

tevelvül

  • (Çoğulu: Tevelvülât) (Velvele. den) Gürültü patırdı etme.

teznibat / teznibât

  • (Tekili: Teznib) İlâveler, eklemeler. Ekler.

vilde

  • (Tekili: Veled) Erkek evlâdlar, çocuklar, oğullar.

vüleyd

  • (Veled. den) Küçük çocuk.

yealil

  • (Tekili: Ya'lul) Suları berrak ve saf akan göller.
  • Beyaz bulutlar.
  • Su üzerinde meydana gelen kabarcıklar.
  • Çift hörgüçlü develer.

zakkum-u esmar

  • Cehennem meyveleri.

zamaim

  • (Tekili: Zamime) İlâveler, ekler. Artırmalar.

zevh

  • Develeri dağıtıp toplamak.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın