Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Vaziye
ifadesini içeren
63
kelime bulundu...
ahval / ahvâl
Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Haller, vaziyetler.
ahval-i alem / ahvâl-i âlem
Dünyanın halleri, vaziyetleri, şartları.
amade / âmâde
Hazır, hazır vaziyette olma.
arziyat
Jeoloji. Dünyanın yaradılışı ile tarih boyunca değişen vaziyetlerini tetkik eden ilim.
berhane / berhâne / برخانه
Harap vaziyetteki ev.
(Farsça)
bikr
(Bikir) Bozulmamış. Temiz.
Bekâr. El sürülmemiş.
Her şeyin evveli.
Eşi benzeri görülmemiş, misli sebkat etmemiş her amel ve vaziyet.
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
cürf
Dere kenarında selin dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.
Estiyan adı verilen bir ot.
ensar
(Tekili: Nâsır) Yardımcılar. Müdâfiler.
Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Medine'ye hicretinde Onun mücadelesine iştirak edip ona yardımcı, müdâfi, muhafız vaziyetini alan ve Cenâb-ı Hak'tan ve Hz. Peygamber'den (A.S.M.) yardım ve nusret dileyen Sahabe-i Kiram hazeratı.
evasıt
(Tekili: Evsât) Vasatlar, orta hal ve vaziyetler.
fi'l-i mün'akis
Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.
hafiziyyet / hafîziyyet
Muhafaza edicilik, koruyup esirgeyicilik.
Cenâb-ı Hakk'ın, bütün tohum ve çekideklerde olduğu gibi, bir mahlûkun başına gelecek vaziyetleri ve başından geçenleri muhafaza edici sıfatı. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza ediciliği.
hal / hâl
Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
Cezbe.
Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet.
Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken
Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d
hali / halî
Hâl ile, vaziyet ile. Tavra âit. şimdiki. Hâle mensub.
hasbihal / hasbihâl
Birine hâlini, vaziyetini anlatıp düşüncelerini sorma, görüş alışverişinde bulunma, danışma.
hayteur
Bir vaziyette durmayan.
Arslan.
Kurt.
Belâ.
Cin tâifesinden bir nesne.
Bir su böceği.
hazm
Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
Birisine ansızın hücum etmek.
Ansızın bir şey üzerine inmek.
Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini
hey'at / hey'ât
Birşeyin hâl ve keyfiyetleri, yani birşeyin durum, vaziyet, özellik, nitelik, kalite, şekil gibi bütüncül olarak genel yapısı.
hey'et
Şekil. Suret. Görünüş.
Birlik teşkil eden şahısların mecmuu.
Gök ve yıldız ilmi. Astronomi.
Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti.
ikale
Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.
ipnotizma
(Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli.
(Fransızca)
Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
(Fransızca)
kemerbeste-i ubudiyet
Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkıp, kollarını önden bağlar şekilde, emre hazır vaziyette bekleyip, kulluğunu ifâde ve ilân etmek. (Namazdaki gibi)
kudumiyye
Uzak yoldan gelen bir büyük zâta, oranın halkı tarafından takdim edilen hediye.
Edb: Böyle bir vaziyetten dolayı yazılan kaside.
lazım-ı zati / lâzım-ı zatî
Kendisine ait icab eden hal. Kendisine has vaziyet.
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
ma'den
Maden.
Bir haslet veya hususiyetin kaynağı.
Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer.
Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.
mehasin-i ahval / mehâsin-i ahval
Güzel haller, vaziyetler.
merkez
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
muhavvifane / muhavvifâne
Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle.
(Farsça)
mukteza-i hal / mukteza-i hâl
Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.
münfetiha
Tecvidde: Kur'an okurken dil, üst damaktan ayrılır vaziyette iken ağızdan çıkan harflere denir. Şunlardır; mim, nun, elif, vav, cim, hı, zel, dal, sin, ayın, te, fe, kaf, lem, he, şın, be, ye.
murakabe / murâkabe
Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek.
Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek.
Hıfz etmek.
Beklemek. İntizar.
Dalarak kendinden geçmek.
Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
Kontrol etmek, inceleyip vaziyeti anlamak.
Kulun, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendini gördüğünü bilmesi ve O'nu unutmaması.
Nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır.
müşevveşiyet
Karışıklık, karmakarışık vaziyet.
müstagrak
(Gark. dan) Garkolmuş, dalmış, batmış.
Mânevi bir vaziyete dalmış.
Kendini bilmiyecek derecede dalgın olan. Bir şeye dalmış veya daldırılmış olan.
mütedahil
İç içe, birbirinin içine girmiş vaziyette olan. Karışan.
Ödenmemiş, gecikmiş maaş.
mütekabile
Karşılıklı davranış veya vaziyet.
mütekabiliyet
Karşılıklı vaziyet, karşılıklı durum.
müteşabik
Beraber ve karışık olanlar, birbirine karışanlar. Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift.
nakus
Kiliselerde asılı bir vaziyette durup belirli vakitlerde çalınan çan. Kilisenin büyük çanı.
nekabet
Muayyen zümrelerin başları.
Bir topluluğun vaziyetlerine nezâret etmek, kontrol.
örfi idare / örfî idare
(İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.
pozisyon
Vaziyet, durum, duruş.
(Fransızca)
rezahat
Yorulmak.
Hali yaramaz, vaziyeti kötü olmak.
şart
Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Bir şeyin olması ona bağlı olan şey.
Kayıt. Bir iş için mutlaka lüzumlu olan husus.
Yemin.
Hal, vaziyet.
Gr: Biri diğerine bağlı olan iki cümle hakkında delâlet edilen; yâni mütevakkıf aleyhe delâlet eden diğer cümley
tavır
(Tavr) Suret. Hareket, hal, vaziyet.
Bir kerre, bir defa.
İki şey arasındaki had ve fasıla.
Kader.
Miktar.
tavr-ı batıl / tavr-ı bâtıl
Bâtıl, kötü hal ve vaziyetler.
tedafü / tedâfü
Birbirine karşı savunma vaziyeti alma.
telafif
Birbirine sarmaşmış bölük bölük nebatlar.
Büklümler, kıvrımlar.
Birbirine girmiş ve sarmaşmış vaziyette olma. Lif lif olma.
vahamet
Zor, güçlük.
Ağırlık. Tehlike. Muhatara. Neticesi fena.
Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu.
Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet.
vaz'an
Vaz' ile, vaziyeti, durumu itibariyle, yerleştirmek suretiyle.
Asıl lügat mânası cihetinden.
vaz'iyet-i marziye / وَضْعِيَتِ مَرْضِيَه
Razı olunan vaziyet.
vaziyet-i elimane / vaziyet-i elîmâne
Acı ve üzüntülü bir vaziyet.
vaziyet-i ferzendane / vaziyet-i ferzendâne
Evlâda yakışır vaziyet, hal.
vaziyet-i fıtriye
Fıtrî vaziyet, doğal durum.
vaziyet-i huruf
Harflerdeki vaziyet.
vaziyet-i mahsusa
Özel vaziyet, durum.
vaziyet-i mevhume
Olmadığı halde varsayılan vaziyet, durum.
vaziyet-i muntazama
İntizamlı, düzenli vaziyet.
vaziyet-i nurani / vaziyet-i nuranî
Nurlu vaziyet, hâl, durum.
vaziyet-i semaviye / vaziyet-i semâviye
Gökyüzünün değişik hâl ve vaziyetlere girmesi.
yahudi
Hz. Yakub'un (A.S.) oğullarından Yehuda'ya mensub olan. Benî İsrail. Musevî.Yahudilerin vaziyetlerine ve seciyelerine işaret eden âyetler şunlardır: 2: 60-66 arası. 5: 62-64 arası ve 17: 4.
zeka / zekâ
Sebeb ile netîce arasındaki bağlılıkları bulmak, benzeyiş ve ayrılışları anlamak, yeni îcab ve vaziyetlere zihnin en iyi şekilde uyması.
zemin ü zaman
Vakit ve yer.
Münasebet. Mevzuya veya mes'eleye olan uygunluk, hâl, vaziyet.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
bain
Tesahül
tig
çeriha
iftial
muvaffakkıyetli
انفاس
ihtilaf-ı dar
mulhaka
sinn-i büluğ
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Vaziye
Mecazi
Çocu
Çeviri
Tavaf etmek
mevlan
defte
uygun
Dayanışma
Ciğeri