Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Usan
ifadesini içeren
364
kelime bulundu...
a'fet
En güç sey.
Pek akılsız.
Peltek konuşan. Kekeleyen.
ahann
Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.
ahen-puş
Demirler giymiş. Zırh kuşanmış.
(Farsça)
ahtal
Çabuk yürüyen.
Boşboğaz, çok konuşan kimse. Çenesi düşük.
akademi heyeti muvacehesinde
Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.
alay / آلَايْ
Genel olarak üç taburdan oluşan askerî birlik.
Beş bölük erden oluşan askerî topluluk.
Dört taburdan oluşan askerî birlik.
an'aneli sened
Hadîs aktarımında Peygamber Efendimize (a.s.m.) varıncaya kadar "filandan, o da filandan" şeklinde oluşan isim listesi.
asa-yı musa / asâ-yı musâ
Hz. Mûsânın (A.S.) Asâsı.
Kafir sihirbâzları Cenab-ı Hakkın izniyle mağlub eden ve taşa vurduğunda hemen Cenab-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Mûsânın (A.S.) mucizeli değneği. Bu mucizeye teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allahın (C.C.) varlığını, birliğini ve kudsi sıfatl
ashab / ashâb
Peygamber efendimizi sağlığında peygamber iken bir ân gören, eğer âmâ ise (gözleri görmüyorsa) bir ân konuşan büyük ve küçük müslümanlar. Tekili sâhib'dir.
aşır
On âyetten oluşan bölüm.
aşir
Kur'ân-ı Kerimden on âyetten oluşan bir bölüm.
aşiret / aşîret
Dil ve kültürü büyük ölçüde aynı türden olan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında sosyal, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk; oymak.
asr
(Asır) Bir devrelik zaman.
İkindi vakti.
Zamanın bir cüz'ü.
Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
Yüz yıl.
Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
Gece ve gündüzden
aşvez
(Çoğulu: Aşâviz) Sağlam yer.
Sağlam ve geçirimsiz yerlerde oluşan göl.
Sağlam, kuvvetli deve.
Çok et.
azim / âzim
Dudaklarını yumup susan kişi.
bakaya
Artıklar, fazlalıklar.
Ask: Son yoklamaları yapıldıktan sonra istenildiklerinde gelmeyen veya gelip de kıtalarına varmadan savuşanlar. (Bakayadan sayılmak suçtur.)
bakbak
Çok söyleyici. Çok konuşan.
bazende-zeban
Boş boğaz, geveze, çok konuşan.
(Farsça)
bekam
İsteğine, meramına kavuşan, nail olan. Arzu ettiğine erişen. Mesut, bahtiyar.
(Farsça)
belagat-pira / belâgat-pirâ
Belâgata süs veren. Süslü ve belâgatlı konuşan.
beliğ / belîğ / بليغ
Fasih konuşan.
(Arapça)
Fasih, düzgün.
(Arapça)
bermurad
Emeline kavuşan, arzusu yerine gelen, dileğine eren.
(Farsça)
besguy / besgûy
Geveze. Çok konuşan.
(Farsça)
beste-dehan / beste-dehân
Dili bağlı. Ağzı kapalı, susan, sükût eden.
(Farsça)
beyit
İki mısradan oluşan manzume.
beyt-i kıymettari / beyt-i kıymettârî
Değerli beyit; şiirde iki mısradan oluşan bölüm.
beyzar
Geveze, çok konuşan.
bezir
Geveze, fazla konuşan.
bi-zar / bî-zar
Bıkmış, usanmış, fütur getirmiş.
(Farsça)
Bezginlik.
(Farsça)
bifütur / bîfütûr
Usanmaz.
bizar / bîzar / bîzâr / بيزار
Bezmiş, usanmış.
Bıkmış, usanmış.
(Farsça)
Bîzâr olmak:
Bıkmak, usanmak.
(Farsça)
bölük
Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur meydana getiren askerî birlik.
boşboğaz
Yerli yersiz konuşan.
bülega
Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
burhan-ı natık / burhan-ı nâtık
Konuşan delil; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
bürhan-ı natık / bürhan-ı nâtık
Konuşan bürhan. Mecaz olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M) kastedilir ki; bütün hakikatları isbat ve izhar etmiştir.
burhan-ı natık-ı sadık / burhan-ı nâtık-ı sâdık
Doğru konuşan delil.
çaçaron
İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze.
cahid
Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.
cal'
(Câli') Terbiyesiz. Kötü konuşan.
çalçene
Durmayıp konuşan, geveze.
(Türkçe)
çar-zeban
Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan.
(Farsça)
çek
Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.
cism-i natık / cism-i nâtık
Söz söyleyen cisim. Konuşan cisim. İnsan.
cumhur-u muhakkıkin / cumhûr-u muhakkıkîn
Hakikati araştırıp bulan kişilerden oluşan seçkin topluluk.
cüz'iyat tabakatı
Küçük varlıklardan oluşan varlık tabakaları.
dehan-ı hakikat
Hakikat ve gerçekleri haykıran, konuşan ağız.
dehangüşa
Söyliyen, açılmış ağız, konuşan ağız.
(Farsça)
delalet-i selase / delalet-i selâse
Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas
devletçilik
Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler
dil-baz
Güzel konuşan. Sözü ve işi hoş olan. Gönül eğlendiren.
(Farsça)
düello
İtl. Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa'da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
ecim
Bir şeye çok devam etmekten usanç gelme.
Suyun necis olup bozulması.
Birini istemediği hâle koymak.
edib / edîb / اَد۪يبْ
Edebiyatçı, güzel konuşan ve yazan.
Edebî konuşan veya yazan.
efsah-ı füseha / efsah-ı füsehâ
Sözü düzgün, akıcı ve etkili konuşanların en ileri geleni.
Fasih ve güzel konuşanların en fasihi ve güzeli.
egann
Sözü burnu içinden söyleyen, burnundan konuşan.
Otlu dere.
ehann
Genzinden konuşan kimse, hımhım.
ekseriyet-i sülüsan
Ekseriyet kazanacak tarafın en az mevcudun sülüsânı (üçte ikisi) miktarında olması şartıyla olan ekseriyet.
elha
Malâyâni ve boş konuşan.
Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
elsen
Fasih ve düzgün konuşan.
entari
Tek parçadan oluşan uzun giysi.
eşdak
Doğru konuşan. Yalan söylemeyen. Sâdık.
Büyük ağızlı.
falih
İsteğine kavuşan. Kurtulan. Felâh bulan.
Toprak süren. Çiftçi.
fasahat-perdaz / fasahat-perdâz
Güzel ve açık konuşan. Fasih konuşan.
(Farsça)
fasih / fasîh / فصيح / فَص۪يحْ
Fasahat sâhibi. Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan.
Düzgün ve güzel konuşan.
Güzel konuşan.
(Arapça)
Açık ve güzel konuşan.
fi'l-i hikaye / fi'l-i hikâye
Gr: Geçmiş zamanda olmuş fakat konuşan kimsenin görmüş olduğu bir işi anlatan fiil. Meselâ: Okumuş idi, yazmış idi, vurdu gibi.
fir'avn
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
fusaha / fusahâ / فصحا
Düzgün ve güzel kanuşanlar.
Fasih konuşanlar.
(Arapça)
füseha / füsehâ
Güzel ve düzgün konuşanlar.
füseha-i arab
Arap fasihleri, Arapların en güzel, akıcı ve etkili konuşanları.
fütur / fütûr / فُتُورْ
Yeis. Ümidsizlik. Usanç.
Zaaf.
Keder, gam.
Gevşeklik.
Usanç, gevşeklik.
Usanç, gevşeklik.
Usanç.
fütur vermek
Usanç, gevşeklik vermek.
fütursuz
Usanmadan.
gaybi tevafuk / gaybî tevafuk
Gaybî ve mânevî bir yardım sonucu oluşan tevafuk, uygunluk.
gevher-nisar
Cevher serpen.
(Farsça)
Mc: Düzgün konuşan, güzel söz söyleyen.
(Farsça)
gevher-paş
Mücevher saçan.
(Farsça)
Mc: Çok güzel ve düzgün konuşan.
(Farsça)
gına
Zenginlik. Yeterlik.
Tok gözlülük.
Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
Bıkma, usanç.
Şarkı söylemek. Teganni etmek.
giran / girân
Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu.
(Farsça)
Sert. Katı.
(Farsça)
Bıktırıcı. Usandırıcı.
(Farsça)
Ağır, sakil.
Fenâ, kokmuş.
Bıktırıcı, usandırıcı.
giran-guş
(Çoğulu: Giranguşân) Sağır, kulağı ağır işiten.
(Farsça)
gladyatör
Eskiden Roma sirklerinde vahşi hayvanlarla veya birbirleriyle boğuşan kimse.
gudde
Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş.
gürcü
Güney Kafkasya'nın Gürcistan ahalisinden olan ve Gürcüce konuşan kimse.
guy
Söyleyen, konuşan, söyleyici.
(Farsça)
Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu.
(Farsça)
Baykuş.
(Farsça)
"Diyen, söyleyen" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu(y) : Doğru söyleyen. Suhan-gu(y) : Söz söyleyen, konuşan.
güzide-suhen / güzîde-suhen
Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan.
(Farsça)
hakikat-gu
Doğru sözlü. Doğru konuşan.
(Farsça)
hal / hâl
Dayı.
Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
hallat
Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan.
Ortalığı karıştıran.
hasılıbilmasdar / hâsılıbilmasdar
Masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç.
haşvi / haşvî
Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan.
Haşve benziyen.
hatib / hatîb
Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan.
Hitap eden, topluluğa karşı konuşan.
hatıb-ı leyl
Geceleyin odun toplayan kimse.
Mc: Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan adam.
hatip
Hitap eden, konuşan, konuşmacı.
Konuşan, hitap eden.
hatrib
Daima beyhude ve mânasız konuşan.
hayvan-ı natık / hayvan-ı nâtık
"Konuşan canlı" olma özelliği.
Konuşan hayvan. (İnsan)
hayy-ı natık / hayy-ı nâtık
Konuşan canlı.
hazakat
İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.
hazine-i cevahir
Cevherlerden, değerli taşlardan oluşan hazine.
hem-sohbet
Birbiriyle konuşan, sohbet eden, arkadaş.
(Farsça)
hem-zanu
Diz dize oturup konuşan, yan yana oturan.
(Farsça)
hem-zeban
Aynı dili konuşan, lisanları aynı olan.
hemzeban / hemzebân / همزبان
Aynı dili konuşan.
(Farsça)
herzederay
Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan.
(Farsça)
herzegu / herzegû
Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen.
(Farsça)
Saçma sapan konuşan, lüzumsuz ve mânâsız sözler söyleyen.
Saçmasapan konuşan.
herzekar / herzekâr
Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen.
(Farsça)
hezme
Elle basıldığında veya sıkıldığında oluşan çukur.
hiddis / hiddîs
Çok sözlü, çok konuşan.
hıkab
Arap kadınlarına mahsus bir nevi kumaştır, onu bellerine kuşanıp süslerini ve zinetlerini ona takarlar.
hımhım
Burundan konuşan. Sesleri burnundan çıkararak konuşan kimse.
Burnundan çıkan ses gibi boğuk.
Arap diyarında biten bir ot.
Çok siyah.
hınziyan
Faydasız ve mânasız sözler konuşan.
hitap eden
Konuşan.
hizb
Bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.
hizbü'l-azam-ı kur'ani / hizbü'l-âzam-ı kur'ânî
Kur'ân'dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı.
hoşgu / hoşgû
Hoş konuşan, tatlı dilli. Konuşmaları kırıcı olmayan.
(Farsça)
hüccet-i natıka / hüccet-i nâtıka
Konuşan delil.
humret
Utanma duygusundan dolayı yanaklarda oluşan kızarıklık; utanma.
hunzub
Şişman gövdeli, boş konuşan kadın.
i'tikaf / i'tikâf
Bir şeye devam etmek.
Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
ibare-senc
Düzgün konuşan, akıcı söz söyleyen.
(Farsça)
ibaret / ibâret / عبارت
Meydana gelen, oluşan.
Oluşan.
Meydana gelen, oluşan.
(Arapça)
ibaret olan
Meydana gelen, oluşan.
ibram
Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek.
Usandırmak, yıldırmak.
İpi sağlam bükmek.
Muhkem kılmak.
iğneli fıçı
Mc: Eziyetli ve usandırıcı iş. İnsana eziyet veren ve rahatsız eden yer.
iltisaki / iltisakî
İltisakla alâkalı.
Yapışan, birleşen. Kavuşan, bitişen.
imlal
(Melâl. den) Usandırma veya usandırılma.
imtizackar / imtizâckâr
Uyuşan, kaynaşan.
in'amat-ı külliye
Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.
ırk
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.
istihsar
Usanmak, fütur getirmek, bıkmak.
istimlal
(Melâl. den) Can sıkılıp usanma, melâl getirme.
istinfad
Bir şeyden bıkkınlık gelme, usanma.
Bir şeyi tüketme, harcama.
ıtnab-ı mümille
Lüzumsuz olarak sözü uzatmak, usanç verecek şekilde uzatmak.
jajha
Saçma sapan söyliyen. Mânâsız ve boş konuşan.
(Farsça)
jajhayan
Saçma sapan söz söyleyenler. Mânâsız ve boş konuşanlar.
(Farsça)
jajhor
Mânâsız ve mâlâyani şeyler konuşan.
(Farsça)
kabe
Usanmak, bıkmak.
Kırılmak.
kaf-nun / kâf-nûn
Arap alfabesinde yer alan iki harften oluşan ve Allah'ın varlıkları dilediği şekilde yaratmasını ifade eden "kün", yani "ol" emri.
kainat-ı sakit / kâinat-ı sâkit
Sükut eden, susan kâinat.
kamreva / kâmreva
İsteğine erişen. Arsuzuna kavuşan. Gayesine ulaşan.
(Farsça)
kangren
Hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.
kani / kâni
(Kinaye. den) Dokunaklı ve iğneli söz söyleyen. Kinayeli konuşan.
kanun-u emriye-i mu'ciznüma / kanun-u emriye-i mu'ciznümâ
Allah'ın emriyle oluşan mu'cizeli kanun.
kanun-u tevafuki / kanun-u tevafukî
Tevafuk ve denklik şeklinde oluşan kanun.
kavval
(Kavl. den) Geveze, çok konuşan, çok söyliyen.
Sözü yerinde söyliyen. Lâf ebesi.
kaziye-i şartiye
İki cümleden oluşan ve bir cümledeki hükmün diğer bir cümledeki şarta bağlı olduğu önerme.
kaziye-i vahide / kaziye-i vâhide
Tek bir hükümden oluşan önerme.
kelal / kelâl
Yorgunluk. Bitkinlik. Usanç.
Göz nuru zayıf olmak, yorgun olmak.
kelalet / kelâlet
Yorgunluk. Bitkinlik. Usançlık.
Bıçak ve kılıç gibi şeylerin kesmez olması.
Akrabalığı uzak olanlar. (Amcazâdeler topluluğu gibi).
Kör ve kesmez olan.
kelamullah-ı natık / kelâmullah-ı nâtık
Konuşan Allah kelâmı, sözü.
kelim
Kendine söz söylenilen, kendine hitab olunan.
Hz. Musa'nın (A.S.) bir ünvanı.
Söz söyleyen, konuşan. İkinci şahıs.
Yaralı kimse.
kem-güftar
Az konuşan. Az söyliyen.
(Farsça)
kem-harf
Az söyliyen kimse, az konuşan kişi.
(Farsça)
kemgu / kemgû
Az konuşan. Az söyleyen.
(Farsça)
kemsuhan
Az konuşan. Az söyleyen.
(Farsça)
kemzeban
Az konuşan kimse. Az söyleyen kişi.
(Farsça)
keşfiyat
(Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
kesret daireleri
Çokluk daireleri; sayısız varlıklardan oluşan daireler.
kesret tabakatı
Sayısız varlıklardan oluşan âlemler.
ketkat
Kelâmı çok olan, sözü çok olan, fazla konuşan.
kırzam
Saçma sapan şeyler konuşan. Manâsız sözler söyliyen kimse.
küçük sözler
Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık.
küll / كُلّ
Parçalardan oluşan bütün.
lafzen
Geveze, çok konuşan.
(Farsça)
Övünen, kendini medheden.
(Farsça)
lahik / lâhik
Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Kavuşan, ulaşan, yetişen.
lahin
Telâffuz esnasında hususan Kur'ân okurken yanlışlık yapan.
lahva
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
lasiyyema / lâsiyyemâ
Bâhusus. Hususan. Buna gelince. Herşeyden ziyade. Ençok.
Hususan, özellikle.
lebbeste
(Leb-beste) Ağzı bağlı. Susan, konuşmayan.
(Farsça)
lebcünban
Dudak oynatan. Söz söyliyen, konuşan.
(Farsça)
lebgüşa
Dudağı açık. Söyleyen, konuşan.
(Farsça)
lebik
Tatlı sözlü. Yumuşak konuşan.
Zeki, anlayışlı, akıllı.
lebküşa
Dudağı açık. Konuşan, söyleyen.
(Farsça)
leffaf
Çok konuşan, çok lâf eden. Pek fazla söyliyen. Can sıkan.
lezz
Uyku, nevm.
Sözü güzel olan, tatlı konuşan kişi.
Tatlı, leziz, lezzetli.
lisan-ı natık / lisân-ı nâtık
Konuşan dil.
lütre
Ancak konuşanların anlıyabileceği, başkalarının anlıyamıyacağı şekilde görüşülen uydurma dil, kuşdili.
(Farsça)
Boşboğaz.
(Farsça)
mahmum
Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.
mani-i akli / mâni-i aklî
Aklen oluşan engel.
mantıki kıraet / mantıkî kırâet
Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır.
mehdi-yi abbasi / mehdi-yi abbasî
(Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı
melal / melâl / ملال
Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.
Sıkıntı, usanma.
(Arapça)
melal-aver
Usanç verici, usandıran, sıkan.
(Farsça)
melek-i natık / melek-i nâtık
Konuşan melek.
melel
Bıkma, usanma, bezme.
melul / melûl
Usanmış. Bıkmış. Bezmiş.
Mahzun.
Usanmış.
Usanmış.
memlul
(Memlule) Usanmış, usanılmış, bıkılmış, bezilmiş.
mevcudat-ı havaiye / mevcudât-ı havâiye
Havadan oluşan varlıklar.
mevsul / mevsûl
Kavuşan, ulaşan, bitişen.
meyyit-i samite / meyyit-i sâmite
Susan ölü. Sessiz ölü.
(Farsça)
Hareketsiz.
(Farsça)
michar
Yüksek sesle konuşan.
mihzar
Mânâsız ve saçma sapan sözler konuşan.
miksar
Çok konuşan, sözü uzatan, geveze.
Çoğaltan, teksir eden.
miksir
Çok söyleyici, çok konuşan.
mikval
Çok konuşan.
mıntik / mıntîk
Çok düzgün konuşan.
mir-i kelam / mir-i kelâm
Güzel ve zarif konuşan.
mislak
Fesih lisanlı, güzel konuşan.
Kırkbeş sene yaşayan adam.
Fesih, beliğ konuşan kimse.
mişya'
Boşboğaz. Çok konuşan.
mü'min
Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
Emniyete kavuşan.
Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)
mu'riz
İ'raz eden. Yüz çeviren. Başka tarafa dönen. Ta'riz eden. Dokunaklı konuşan.
muacciz
Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.
mübahis
(Çoğulu: Mübahisîn) (Bahs. dan) Bir mes'ele hususunda konuşanlar.
mübahisin / mübahisîn
(Tekili: Mübâhis) Mübahisler. Bir mes'ele hususunda konuşanlar.
mübezzirin / mübezzirîn
(Tekili: Mübezzir) İsraf edenler. Lüzumsuz harcıyanlar.
Çok ve lüzumsuz konuşanlar.
mufsih
Fesâhetle ve düzgün olarak konuşan.
muhassal-ı mazbut
Elde tutulacak şekilde var olan, oluşan.
muhit-i zamani ve mekani / muhît-i zamânî ve mekânî
Zaman ve mekân itibariyle oluşan şartlar, ortam, çevre.
muhrenbık
Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.
muhterik
Yanıp tutuşan.
mukaddime-i temsiliye
Temsilden oluşan giriş.
mukatil
(Katl. den) Birbirini öldüren, birbiriyle vuruşan. Düello yapan.
mukzı'
Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan.
mülaki / mülakî / mülâki / mülâkî / مُلَاق۪ي
Buluşan. Yüz yüze gelen. Görüşen. Kavuşan.
Buluşan, kavuşan.
Buluşan, görüşen, konuşan.
Kavuşan, görüşen.
mülteki / mültekî
(Lika. dan) Kavuşan, buluşan, birleşen.
mümill
Melâl veren, usandıran, bıktıran.
münkemiş
Acele eden, işini çabuk gören.
Buruşan, büzüşen.
müntehi / müntehî
Sona eren, nihâyete kavuşan. Tasavvuf yolunda çıkılabilecek derecelerin sonuna varan velî.
murad / murâd
İstenilen; arzû edilen şey.
Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.
müreffih
(Rüfuh. dan) Rahatlandırıcı, rahat ettirici.
Refaha eren. Rahat ve bolluğa kavuşan.
mürekkeb / مركب
Oluşan, bileşen.
(Arapça)
Mürekkep.
(Arapça)
müsadim
Çarpışan, vuruşan.
müsanede
(Müsânedet) Arka çıkma, yardım etme, muavenette bulunma.
musannef
(Çoğulu: Musannefât) (Sınf. dan) Sıraya konulup tasnif edilmiş.
Te'lif edilmiş, yazılmış.
musannefat
(Tekili: Musannef) Sıraya konulup tasnif edilmiş kitaplar.
musannifan
(Tekili: Musannif) Kitap yazan kadınlar. Kadın müellifler.
musannifin / musannifîn
(Tekili: Musannif) Musannifler, kitap yazanlar.
müsheb
Çok konuşan. Çok söyleyici.
müşk-füruş
(Çoğulu: Müşk-füruşân) Misk satan.
(Farsça)
müştail
(Şa'l. den) Yanan, tutuşan, alevlenen.
mustalahi / mustalahî
Istılahlı konuşan.
müstatir
Uçan, uçuşan.
Yangının veya sabahın intişarı gibi müstaid olan.
müstefrig
(Ferag. dan) Kusan, istifrağ eden.
Kusturan.
mutarred
Cemaatı usandıracak derecede okumayı uzatan imâm.
mutavassıl
(Vasl. dan) Ulaşan, eren, kavuşan, vâsıl olan.
müteaffin
Kokuşan.
mütecevviz
Sözü mecazla söyliyen. Mecazlı konuşan.
Caiz olmayan şeyi caiz gören.
mütecevvizin / mütecevvizîn
(Tekili: Mütecevviz) Mecazlı konuşanlar. Mecazlı söz söyleyenler.
Caiz olmayan şeyleri caiz görenler.
mütedarib
(Darb. dan) Birbirine vuran karşılıklı vuruşan.
mütefeyyiz
(Feyz. den) Feyizlenen. Bolluğa kavuşan, bereket bulan.
mütehammik
(Humk. dan) Ahmak gibi konuşan veya ahmakçasına hareketlerde bulunan. Ahmaklaşan.
mütehavir
Birbiriyle konuşan.
mütekallid
Kuşanan. Kılıç takan, takınan. Kılıç kuşanmış.
Bir işi üzerine alan. Bir vazifeyi deruhte eden.
Kılıç kuşanan, takınan; bir vazifeyi üzerine alan, yüklenen.
mütekayhık
Diline ne gelirse söyleyen. Ağzına geleni konuşan.
mütekellim / متكلم / مُتَكَلِّمْ
Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen.
Gr: Söyleyen, birinci şahıs.
Konuşan.
Söyleyen, konuşan.
Konuşan.
(Arapça)
Birinci tekil şahıs.
(Arapça)
Konuşan.
mütekellim-i alim / mütekellim-i alîm / مُتَكَلِّمِ عَل۪يمْ
Gizli ve âşikâr her şeyi bilen ve kendi Zâtına lâyık şekilde konuşan Allah.
Her şeyi hakkıyla bilen, şânına lâyık konuşan (Allah).
mütekellim-i ezeli / mütekellim-i ezelî / مُتَكَلِّمِ اَزَل۪ي
Başlangıcı olmayıp ezelden beri konuşan (Allah).
mütekellim-i maa'l-gayr
Kendi ile beraber başkaları adına da konuşan.
mütekellim-i maalgayr
Konuşan kimsenin kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaata ait fiili ifade eden kelimelerin sigasıdır. Okuduk, yazıyoruz, gideceğiz, çalışmışız... gibi.
mütekellim-i vahde
Konuşan kimsenin yalnız kendine ait fiili gösteren kelimelerin sigasıdır. Baktım, görüyorum, gezmişim, oturacağım gibi.
mütekellimimaalgayr
Başkaları adına da konuşan.
mütekellimivahde
Sadece kendi adına konuşan.
mütelaki
(Lika. dan) Telâki eden. Kavuşmuş, ulaşmış. Kavuşan.
mütelebbis / متلبس
Giyinmiş, kuşanmış.
(Arapça)
müteleclic
Dilini çiğneyerek basık basık konuşan.
mütenaci
Fısıldayan, fısıltı ile konuşan. Tenâci eden.
mütenattı'
Boğaz içinden konuşan kişi.
İşlerinde mübâlağa eden.
mütenemmir
Kaplanlaşan, kaplan huylu olan.
Sert bir dille konuşan.
müteremrim
(Çoğulu: Müteremrimîn) Bir şey söyleyecekmiş gibi harekette bulunduğu halde söylemeyip susan.
müterennim
(Renim. den) Terennüm eden, güzel sesle şarkı söyleyen. Güzel güzel konuşan.
müteşaddık
Istılahlı konuşan.
müteşekkil / مُتَشَكِّلْ
Şekillenen, oluşan.
mütesellih
(Çoğulu: Mütesellihîn) Silâhlanan, silâh kuşanan.
mütesellihin / mütesellihîn
(Tekili: Mütesellih) Silâhlananlar, silâh kuşanan kişiler.
müteşennic
Buruşan.
Kasılan, büzülen adale veya sinir.
mütevaggil
Bir şeyin çok derinliğine giren, meşguliyetini derinleştiren. Usanmayıp, yorulmayıp gayret ve devam eden.
mütevakkıd
Tutuşan, tutuşup yanan.
mütevassıl
Kavuşan, ulaşan, vâsıl olan.
Yakınlık ve münasebet kuran.
mutmainne
İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.
muttasıl
Bitşik. Aralıksız. Fâsılasız. Hiç durmadan. İttisâl eden, ulaşan, kavuşan.
muvasal / muvâsal
Ulaşan, kavuşan.
müz'ic
İz'ac edici. Usandıran, rahatsız eden, bunaltan.
nadire-senc
Nükteli konuşan, güzel fıkralar anlatan, zarif kimse.
(Farsça)
nail / nâil / نائل
Erişen, kavuşan.
Erişen, kavuşan, murada eren.
(Arapça)
Nail olmak:
Muradına ermek, kavuşmak, erişmek.
(Arapça)
nakarat
(Tekili: Nakra) Durmadan tekrarlanan usandırıcı şeyler.
Edb: Şarkının belli yerlerinde tekrarlanan bestesi değişmeyen parça.
natık / nâtık / ناطق / نَاطِقْ
Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen.
Altın ve gümüş gibi olan mal.
Konuşan.
Konuşan, söz eden, söyleyen, beyan eden. bildiren.
Konuşan.
Konuşan.
(Arapça)
Konuşan.
natık-ı sadık / nâtık-ı sâdık
Dosdoğru konuşan.
natıkaperdaz / nâtıkaperdâz / ناطقه پرداز
Düzgün ve etkili konuşan.
(Arapça - Farsça)
natnat
(Çoğulu: Netânıt) Çok konuşan uzun boylu, akılsız kimse.
natuk / natûk / نطوق
Düzgün konuşan.
(Arapça)
nebbar
Fasih dilli, güzel konuşan adam.
nedim
(Çoğulu: Nedmân - Nüdemâ) Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı.
Tatlı konuşan. Güzel hikâye anlatan.
Büyük kişileri hikâye ve fıkralarıyla eğlendiren.
nefs-i natıka / nefs-i nâtıka
Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.
nefs-i natıka-i kainat / nefs-i nâtıka-i kâinat
Kâinatın konuşan ruhu anlamında Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
nev-arus
(Çoğulu: Nev-arusân) Yeni gelin.
(Farsça)
nevruziye
Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.
nimet-dide / nimet-dîde
Nimete kavuşan.
nüktedar / nüktedâr
Nükteli söz söyleyen. Nükteli konuşan.
(Farsça)
nüktegu
Nükteli konuşan, nükteli söz söyleyen.
(Farsça)
nükteperdaz
(Çoğulu: Nükteperdâzân) Nükteli söz söyleyen, nükteli konuşan.
(Farsça)
perakendegu / perakendegû
Saçma sapan konuşan. Saçmalayan.
(Farsça)
perdebirun
Utanmaz, açıksaçık konuşan.
(Farsça)
pür-gu / pür-gû
Çok söyliyen, çok konuşan.
(Farsça)
ra'ad
Geveze kimse. Çok konuşan adam.
Torpil balığı.
rabıta-i iman
İman bağı, insanları hususan iman edenleri birbirine bağlayan iman.
rastgu / rastgû
(Çoğulu: Râstguyân) Doğru konuşan, hak konuşan.
(Farsça)
ratbüyabis / ratbüyâbis / رطب و یابس
Yaş ve kuru.
(Arapça)
Düşünmeden konuşan, boşboğaz.
(Arapça)
rekat / rekât
Namazda bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden oluşan bölüm.
remmaz
(Remz. den) İşaretlerle konuşan.
ruşenbeyan
Fasih konuşan. Açık ifadeli.
(Farsça)
saci'
Seci'li ve kafiyeli söz söyleyen, konuşan.
Kasdedici, kasdeden.
sadık-ul kelam / sadık-ul kelâm
Doğru söyleyen. Doğru konuşan. Sözü doğru.
safsatacı
Yalan ve uydurma şey konuşan kimse.
sahabe / sahâbe
Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında bir an gören, eğer âmâ ise (gözü görmüyorsa), bir an konuşan, îmân etmiş büyük-küçük mü'minlerin birkaç tânesine veya daha fazlasına verilen isim. Sâhib kelimesinin çokluk şeklidir. Hürmet ve saygı için, "Resûlullah'ın kıymetli ve mübârek a
sahabi / sahâbî
Peygamber efendimizi sağlığında ve peygamber iken bir ân gören, eğer âmâ (gözü görmüyor) ise bir ân konuşan büyük ve küçük müslümanlardan bir tânesine verilen isim.
şahs-ı manevi-i dalalet / şahs-ı mânevî-i dalâlet
İnkârcılığı yaymaya çalışan kişilerden oluşan manevî kişilik.
sakit / sâkit / سَاﻛِتْ
Susan, ses çıkarmayan.
Susan.
samit
Susan, sükût eden.
Ses çıkarmaz, sessiz.
Gr: Sessiz harf.
samut
(Samt. dan) Az konuşan.
Susmuş. Surat asarak susan.
savmaa
(Savmea) (Çoğulu: Savâmi') İbadet yeri, hususan Yahudilerin ibadet ettikleri yer.
Hücre.
se'met
Kederli olmak. Melül olmak.
Bıkmak, usanmak.
secde-i şükr
Bir nîmete kavuşan veya bir dertten kurtulan kimsenin Allahü teâlâ için yaptığı secde.
şedaka
Çok konuşan kadın.
şedd-i nitak-ı himmet
Himmet kuşağını kuşanma. İşe ciddi, gayretle sarılma.
seffah
Cömert, eliaçık, civanmerd.
Güzel konuşan, hatip.
Kan dökücü, gaddar.
sehab
(Çoğulu: Sehâib) Bulut.
Karanlık.
Bulut gibi uçuşan böcekler.
sektedar / sektedâr
Susan, sesini kesen.
Zarara uğramış olan.
Aheng ve düzeni bozulmuş.
selata
Kahır, galebe, hiddet.
Kötü konuşan, gönül inciten, kalb kıran.
Merhametsiz olmak.
Acı söz söylemek.
şeriat-ı iradiye
Allah'ın iradesiyle oluşan şeriat, tabiat kanunları.
sersar
Çok sözlü, çok konuşan. Herze ve hezeyan söyleyen.
Büyük bir nehrin adı.
seyr-i fil-eşya / seyr-i fil-eşyâ
Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması.
sıyga
Gr. kip fiillerde belirli bir zamanla konuşanın, dinleyenin ve konuşulanın teklik veya çokluk olarak belirtilmiş biçimi.
şu'legir
Tutuşan, alevlenen, alev alan.
(Farsça)
sühan-güzar
Güzel konuşan, güzel söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-pira
Süslü konuşan, süslü söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-ran / sühan-rân
Güzel söyleyen, güzel konuşan.
(Farsça)
sühan-senc
(Çoğulu: Sühansencân) Hesaplı ve ölçülü konuşan, lüzumsuz konuşmayan.
(Farsça)
sühan-ver
Fasih bir şekilde ve düzgün konuşan.
(Farsça)
sükut eden / sükût eden
Sessiz kalan, susan.
sükuti / sükûtî
Sessizlikte olan. Çok ses çıkarmayan. Az konuşan.
sure / sûre
Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.
süruş
(Çoğulu: Süruşân) Melek.
(Farsça)
Cebrâil (A.S.)
(Farsça)
süryaniler / süryânîler
Hıristiyanlıktaki katolik mezhebine bağlı olan ve süryânî dili ile konuşan bir hıristiyan topluluğu.
tabakat-ı kesret
Çokluk tabakaları; sayısız varlıklardan oluşan tabakalar.
tabur / طَابُورْ
Bölüklerden oluşan askerî birlik.
Dört bölükten oluşan askeri birlik.
taife-i beşeriye
İnsanlardan oluşan topluluk.
takallüd
Takınma; kılıç (gibi keskin olan delil silahını) kuşanma.
(Çoğulu: Takallüdât) (Kald. dan) Bir işi üstüne almak.
Takınma, kuşanma. Gerdanlık veya muska gibi boyuna geçirme.
(Kılıç) kuşanma.
tavahi
Lâşe etrafında dolaşıp uçuşan akbaba kuşları.
teayyün-i imkani / teayyün-i imkânî
İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü. Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar. Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır. Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur. (İm
tedcic
Gökyüzünün bulutlu olması.
Silâh kuşandırmak.
teftir
(C. Teftirat) Bıkkınlık verme. Fütur verme. Usandırma.
Zayıf etmek, zayıflatmak.
Naksetmek, eksiltmek.
tekallüd
Kuşanma, üzerine alma.
tekallüt etmek
(Silah vs.) Kuşanmak; (takı, muska vs.) takınmak.
terekküp eden
Oluşan, meydana gelen.
terkib-i bend
Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.
terkib-i mezci / terkib-i mezcî
(Ar. gr.) İki kelimeden oluşan ve bir isme delalet eden lâfız, Çanakkale gibi.
teselluh
(Silâh. dan) Silâhlanma, silâh kuşanma.
tevani
İşde tembellik etmek.
(Farsça)
Kusur işlemek. Usançlık, bezginlik göstermek.
(Farsça)
teve'ur
Bir şeyin güçlenerek halli ve yenilmesi müşkil olması.
Bir hususta çetin zorlukla karşılaşmak.
Konuşanın çapraşık söylemesinden ve anlaşılmadığından dolayı, dinleyenin hayrette kalması.
tezennür
Zünnar kuşanmak.
tigbend / tîgbend
Kılıç kuşanan, kılıç bağlayan.
(Farsça)
tündzeban
Düzgün konuşan, düzgün söz söyleyen.
(Farsça)
ukkaşe bin el-mihsan el-esdi / ukkaşe bin el-mihsan el-esdî
Efâdıl-ı Sahabeden ve kahramanlardan olup hususan Bedir muharebesinde ve Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) devrinde mürtedlerle olan muharebede yararlıklar göstermiştir. Peygamberimizin vefat tarihinde 44 yaşlarında idi.
ulü-l azm
Kat'i azim sahibi, ciddiyet, sabır, sebat sahibi büyük zâtlar, hususan peygamberler (Aleyhimüsselâm). Başta Hz. Muhammed (A.S.M.), İsa, Musa, İbrahim, Nuh (A.S.).
ümmet
Cemaat, kavim, taife.
Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
Bir dille konuşan millet.
Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
vasıl / vâsıl / واصل
Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan.
Kavuşan, ulaşan, erişen.
Ulaşan, erişen, kavuşan.
Ulaşan, kavuşan, gelen.
(Arapça)
Vâsıl olmak:
Ulaşmak, kavuşmak.
(Arapça)
vasılin / vâsılîn
Kavuşanlar, erişenler.
vefk-i müselles
Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.
vücuda gelen
Oluşan, meydana gelen.
yave-gu / yâve-gû
(Çoğulu: Yâve-guyân) Saçmasapan konuşan, saçmalayan.
(Farsça)
yehmur
Çok sözlü, çok konuşan adam.
Çok çalışkan ve işe cür'etli olan kişi.
Yeri götüren balık.
yekzeban
Söz birliği. Ağız birliği. Sözde beraberlik.
Aynı dili konuşan. Bir dilde.
zamir-i mütekellim
Mütekellim zamiri, yani konuşanın isminin yerini tutan zâmir. ("Ben" gibi)
zarif
Zarafetli. İnce ve nâzik tavırlı. Güzel. Şık. İnce nükteli.
İnce nükteli ve güzel tâbirlerle konuşan.
zeban-aver / zeban-âver
Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen.
(Farsça)
Dile getiren.
(Farsça)
zırhpuş
(Çoğulu: Zırhpuşân) Zırh giyinmiş, zırh giyen.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Usul
buy
Mutlak muctehid
TEK
lugat
icazet-i ilmiye
emru
kamus-i türki
AHESTE
Sakin
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Usan
sıdı
nahs
Yansıma
Gerçek nimet verici olan Allah
TEK
kitap
MEYUS
Istemek
Gor