REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Türe ifadesini içeren 86 kelime bulundu...

ma-icari / mâ-icârî

  • Akar su. Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları. Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır.

a / â / آ

  • Ünlem edatı ey, hey. (Farsça)
  • İki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek. (Farsça)

aver

  • Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur. (Farsça)

ber

  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)
  • "Alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.

berk-i hatıf / berk-i hâtıf

  • Kapıp götüren veya göz kamaştıran şimşek.

burak

  • Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.

burhan-ı inni / burhân-ı innî

  • İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.

burhan-ı limmi / burhân-ı limmî

  • Limeli (niçinli) delîl. İlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduğu şeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye götüren delîl. Görülen ateşten dumanın varlığına hükmetmek böyledir.

cebbar / cebbâr

  • (Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ Hz.leri (C.C.)
  • Zâlim, gaddar, müstebid, mütemerrid insanlar da bu sıfatla tavsif edilir. Meselâ; Cengi
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.
  • Kibirli, zorba, gaddâr.

cihat-ı hidayet / cihât-ı hidayet

  • Doğru yola götüren yönler.

daffata

  • Metâ ve kumaş götüren deve.
  • Çokluk, cemaat.

Dalyarak / dalyarak

  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "sallamak" anlamına gelir.
  • Türkiye Türkçesinde dal-1 "sallamak" fiilinden türetilmiştir.
  • Dalyarak kelimesi tarihte bilinen ilk kez dallamak "sallamak, eliyle tartmak" TDK, Tarama Sözlüğü (1600 yılından önce) eserinde yer almıştır.
  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "Budalalığı yüzünden her zaman densizlik, küstahlık eden (kimse)." anlamına gelir.

füru' / fürû'

  • Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
  • Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
  • Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.

gah / gâh / گاه

  • Kâh. (Farsça)
  • Yer ve zaman bildiren kelimeler türetir. (Farsça)

girye-perverd

  • Ağlatıcı, gözyaşı döktüren, ağlamayı getiren. (Farsça)

gubar-aver / gubâr-âver

  • Toz götüren. Tozkoparan.

hamil / hâmil

  • (Hâmile) Yüklü yüklenmiş.
  • Gebe.
  • Taşıyan, götüren.
  • Hâiz.
  • Mâlik, sahib.
  • Uhdesinde bir poliçe bulunan.

hamilen

  • Hâmil olarak. Taşıyarak, götürerek.
  • Hâmil olduğu halde.

harsi / harsî / حرثى

  • Kültürel. (Arapça)

hayat-ı şahsiye ve nev'iye ve içtimaiye

  • Şahsî, türe ait ve sosyal hayat.

hem / هم

  • -deş, -daş anlamını verecek şekilde kelimeye türetmeye yarayan ön ek. (Farsça)
  • Hem, üstelik. (Farsça)

hilal

  • Sâfi ve halis.
  • Sıdk ile dostluk etmek.
  • Ara. Aralık.
  • Zaman ve vakit.
  • İki şey arasına sokulmuş olan.
  • Buluttan yağmurun çıktığı yer.
  • Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
  • Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull

husul

  • Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.

ihya-yı nev'

  • Bir türe hayat verme.

inni / innî

  • Eserlerden eser sahibine götüren delil.

iptal-i hakk-ı nev'

  • Bir türe ait hakkın ortadan kaldırılması.

ırk

  • Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.

işrak / işrâk

  • Sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah'a götüren yolları bulmaya çalışmak.

iştikak / iştikâk / اشتقاق

  • Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
  • Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
  • Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i
  • Türeme.
  • Bir kökten parçalara ayrılmak. Türeme.
  • Türeme. (Arapça)

istishaben

  • Beraber götürerek, yanına alarak.

kabail

  • (Tekili: Kabile) Kabileler. Bir soydan türemiş cemaatler, silsileler.

kabile

  • Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.

kaıf

  • Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.

kalb eden

  • Dönüştüren; değiştiren.

kebuter-i name-ber

  • Posta güvercini. Mektup götüren güvercin.

keşan ber keşan

  • Çeke çeke, zorla sürükleye sürükleye götürerek.

keşan keşan

  • Sürükleye sürükleye, zorla çekerek götürerek. (Farsça)

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

külli kaide / küllî kaide

  • Belli bir sınıf veya türe ait genel kanun ve kural.

latime / latîme

  • (Çoğulu: Letâyim) Misk.
  • Güzel kokular konulan kap.
  • Attarlar pazarı.
  • Güzel kokulu nesneleri götüren deve.

limmi / limmî

  • Eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi.

maraz-ı mevt

  • Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık.

mazanne

  • (Mazınne) Zannolunduğu yer. Zan götüren.
  • Ermiş sanılan.

me'haz-ı iştikak

  • Bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi).

mehter

  • (Mih-ter) Daha büyük. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. (Farsça)
  • Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. (Farsça)
  • Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. (Farsça)
  • Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. (Farsça)
  • At uşağı.(Farsça)

mesture

  • Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
  • Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)

mübaşir

  • Müjdeleyen.
  • Mahkemede kapıcılık edip şâhid ve maznunların ismini çağırarak mahkemeye yardım eden kişi.
  • Geçici bir vazife alarak merkezden bazı emirleri götüren, icrâ salâhiyeti olan.
  • Müfettiş. Kontrolör.

mubikat-ı seb'a / mûbikat-ı seb'a

  • İnsanı felâkete götüren yedi kebâir, yedi büyük günah: Katil, zinâ, şarab içmek, ukuk-ı vâlideyn (yâni; sılâ-yı rahmi terk), kumar oynamak, yalan şâhidliği, dine zarar verecek bid'alara tarafdarlık.
  • İnsanı felâkete götüren yedi en büyük günah.

mücrif

  • Süpürüp götüren.
  • Alan.

müctelib

  • Sürüp götüren.

muhtatif

  • Göz kamaştıran.
  • Kapıp götüren.

münakaşa

  • Mücadele. Münazaa. Karşılıklı sözle çekişmek. Bir mes'eleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek.

müştak / مُشْتَقْ

  • Türemiş olan (kelime).

müştakk

  • Başka bir kelimeden çıkmış, türemiş.
  • (Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş.
  • İştikak etmiş, aralarında mâna ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugayeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime.
  • Türemiş.

müştakkat

  • (Tekili: Müştakk) (şakk. dan) Türemiş kelimeler.

müştakkun minh

  • (Şakk. dan) Kendisinden diğer bir kelime türemiş olan asıl kelime.

mustashib

  • (Sahâbet. den) Birini yanına alıp berâberinde götüren.

müştekat

  • Türemiş kelimeler. Bir kökten ayrılmış kelimeler.

müteferrika

  • Çeşitli işler gören.
  • Padişahın, vezirlerin veya sadrazamın emirlerini götüren kimse.
  • Muhtelif masraflar ve bunlara karşı verilen para, ücret.

mütekaşşi'

  • (Kaş'. den) Balgam çıkaran hasta.
  • Balgam söktüren ilâç.

naiye

  • Ölüm haberi götüren, kötü haber veren.

nameaver

  • (Name-âver) Mektup götüren. (Farsça)

nameber

  • Mektup götüren, nameâver. (Farsça)

peyk

  • Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. (Farsça)
  • Haber ve mektup getirip götüren. (Farsça)

refref

  • Peygamberimizi Mîraçta en yüksek makama götüren binek.

ruh-ul-kuds / rûh-ul-kuds

  • Cebrâil aleyhisselâm.
  • Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.
  • Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.
  • İsm-i âzam.
  • İncîl.
  • Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen

saadetresan / saâdetresân

  • Mutluluğa götüren.

şaheser-i tarikat / şâheser-i tarikat

  • Mânevî ilerlemeye götüren yolun şâheseri.

saik / sâik

  • Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren.
  • Sebep.
  • Sevkeden, götüren.

saika / sâika

  • Sürükleyen, sevkeden, götüren hal, sebep.
  • Sevkedip götüren bir his.

saiyan

  • (Tekili: Sâi) Haberciler, haber götürenler.
  • Çalışanlar.

salib

  • Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden.
  • Kapıp götüren, zorla alan.
  • Alan.
  • Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.

sarf

  • (Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
  • Fazl.
  • Hile.
  • Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
  • Farz.
  • Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K

sarf ve nahv ilmi

  • Arabî dilbilgisi. Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim. Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden)

sekban

  • Köpek besleyicisi. (Farsça)
  • Padişahın köpeklerini av yerine götüren seyman. (Farsça)
  • Vaktiyle Yeniçeri Ordusunda bir asker sınıfının ismi. (Farsça)
  • Köy düğününde silâhlı ve oyun yapan gençler kafilesi. (Türkçede seğmen denir.) (Farsça)

sevva

  • Seviyelendiren, düzelten.
  • Doğruya götüren.

sühan-çin

  • Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu. (Farsça)

tağyir ve tebdil eden

  • Değiştirip dönüştüren.

tahsisat-ı mesture

  • (Bak: Mesture)

tebdilen / tebdîlen / تبدیلا

  • Değiştirerek, dönüştürerek. (Arapça)
  • Değiştirilerek, dönüştürülerek. (Arapça)

temenna

  • Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma.
  • Minnettar olma.
  • Eli ağza ve başa götürerek selam verme.

temsilat-ı hakikiye / temsilât-ı hakikiye

  • Hakikate götüren temsiller.

tenasül / tenâsül

  • Birbirinden doğup üreme, türeme, nesil yetiştirme.
  • Türemek. Nesil yetiştirmek. Üremek. Birbirinden doğup türemek.
  • Türeme, üreme.

ukul-ü aşere / ukûl-ü aşere

  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah'ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllar.
  • Bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl (Onlara göre birinci akıl Allah'ın yarattığı akıldır, diğerleri ise, her biri, sırasıyla bir sonrasını türetmiştir.).

yehmur

  • Çok sözlü, çok konuşan adam.
  • Çok çalışkan ve işe cür'etli olan kişi.
  • Yeri götüren balık.

zariyat

  • Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler.
  • Velud kadınlar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın