REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Tutul ifadesini içeren 211 kelime bulundu...

husuf namazı / husûf namazı

  • Ay tutulduğunda kılınan namaz.

ajanda

  • Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.

alak

  • Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
  • Yapışkan veya ilişken nesne.
  • Hayvanat.
  • Bir işe mülâzemet eylemek.
  • Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
  • Bir şeye ilişip tutulmak.
  • Yapışkan, ba

aşi

  • Akşam.
  • Akşam yemeği.
  • Tavuk karasına tutulan kimse.

asif

  • (Çoğulu: Usefâ) Para ile tutulan işçi, yevmiyeci, gündelikçi.

atil

  • Para karşılığı tutulan yardımcı, asistan.

behr

  • Nasip.
  • Galip olmak.
  • Nefesi tutulmak.
  • Ümidin boşa çıkması.
  • Felâket, musibet.
  • Uzaklık, mesafe.

beraya

  • (Tekili: Beriye) Halk. Bütün mahlûkat.
  • Halkın kılıç kullanabilenleri ve vergi hârici tutulan müslüman kısmı.

bergerde

  • Hatırda tutulmuş, ezberlenmiş, hıfzedilmiş. (Farsça)

beste-dem

  • Nefesi tutulmuş. (Farsça)

busayri / busayrî

  • (Şeref-üd-din) (Mi: 1213-1295) Busayr'da doğdu. Meşhur Arap şair ve hattatıdır. "Kaside-i Bürde" sahibidir. Esas ismi "El-Kevakib-üd-Dürriyye fi Medh-i Hayrilberiyye" olan kasidesine; tutulmuş olduğu hastalıktan, rü'yasında Resûlullah'ın hırkasını (bürde) üzerine örtüp şifa bulması sebebiyle "Kaside

çare / çâre

  • Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Bir def'a. (Farsça)
  • Ayrılık. (Farsça)

cerban

  • Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz.

cereb-nak

  • Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi. (Farsça)

cerib

  • Uyuz hastalığına tutulan. Uyuz marazına tutulmuş olan. Uyuz.

cezbekarane / cezbekârâne

  • Cezbeye tutulmuşçasına.

dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf

  • Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.

ders-i amm

  • Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan.
  • Asistan.
  • Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim.

direktif

  • Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir. (Fransızca)

duçar / dûçar

  • Tutulmuş, yakalanmış.

ecir-i has / ecîr-i hâs

  • Belli zamanda, belli işi yapmak için husûsî tutulan işçi.

eflec

  • (Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
  • Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
  • Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.

etrika

  • (Tekili: Tarik) Tarikler, yollar, caddeler.
  • Sebepler, vesileler, vasıtalar.
  • Maişeti te'min etmek için tutulan meslekler, geçinmek için yapılan işler.

farz / فرض

  • Tanrı emri. (Arapça)
  • Borç, ödev. (Arapça)
  • Zorunlu. (Arapça)
  • Farz edilmek: Sayılmak, tutulmak, tasavvur edilmek. (Arapça)
  • Farz etmek: Saymak, tutmak, tasavvur etmek. (Arapça)
  • Farz olunmak: (Arapça)
  • Ta (Arapça)

gayr-ı mes'ul

  • Mes'ul olmayan, sorumlu tutulmayan.

giriftar / giriftâr / گرفتار / گِرِفْتَارْ

  • Tutulmuş. Yakalanmış. (Farsça)
  • Tutulmuş, yakalanmış.
  • Tutulmuş, esir, yakalanmış.
  • Düşkün.
  • Tutulmuş.
  • Yakalanmış, tutulmuş, müptela. (Farsça)
  • Tutulmuş.

giriftar olan

  • Tutulan, yakalanan.

girifte

  • Yakalanmış, tutulmuş. (Farsça)
  • Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış. (Farsça)
  • Esir. (Farsça)

girifte-dem

  • Nefesi tutulmuş. (Farsça)

girifte-leb

  • (Çoğulu: Giriftelebân) Dudağı tutulmuş. (Farsça)
  • Mc: Sessiz, sakin (kimse). (Farsça)

hakb

  • Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip.
  • Tutulmak.

hane-i avarız

  • Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre ta

haşa' / haşâ'

  • (Çoğulu: Ehşâ) Nefes tutukluğu.
  • Nefesin tutulması.
  • Nâhiye.
  • Kalb.

hasf / خسف / خَسْفْ

  • Ay tutulması.
  • Işığı sönmek.
  • Ay tutulması.
  • Ay tutulması. (Arapça)
  • Ay tutulması.

hasir / hasîr

  • Bir şey söyler veya okurken dili tutulan kimse. Kekeme insan.
  • Hasır.

hasr

  • Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma.
  • Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak.
  • Sıkıştırma. Kısaltma.
  • Okurken tutulup kalmak.
  • Vakfetmek.
  • Zaman ayırmak.

haylulet-i arz / haylûlet-i arz

  • Ay tutulması. Dünyanın güneşle ay arasına girerek güneş ışığına perde olması.
  • Ay tutulması, Dünyanın Güneşle ayın arasına girmesi.

hüsn-ü tedbir

  • İyi düşünülerek tutulan yol. Tefekkür ile tasmim etmek, ihtiyar olunacak meslek ve harekete karar vermek.
  • Bir kimseden bir haberi nakil ve rivâyet eylemek.
  • Bir şeye iyi muvaffak olmak için o işe muvafık ve hesaplı hareket etmek.

husr

  • Tıb: Peklik, kabızlık, inkıbaz.
  • İdrar tutulması.

husuf / husûf

  • Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi.
  • Bir şeyin nuru ve ışığı gitmesi.
  • Ay tutulması.
  • Perdelenme, ay tutulması.

hüsuf / hüsûf

  • Ay tutulması, sönme.

husuf / husûf / خسوف / خُسُوفْ

  • Ay tutulması. (Arapça)
  • Ay tutulması.
  • Ay tutulması.

husuf namazı

  • Ay tutulmasında kılınan namaz.

husuf-i cüz'i / husuf-i cüz'î

  • Ayın bir kısmının tutulması.

husuf-i külli / husuf-i küllî

  • Ayın tamamen tutulması.

husufat / husufât / husûfât

  • Ay tutulmaları.
  • Perdelenmeler, ay tutulmaları.

i'tilak

  • Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma.

ihaze

  • Kalkanın elle tutulacak olan yeri.
  • Timar. Hükümdarın verdiği arazi.

ihtibas

  • (Habs. den) Tutulma, tutukluk.
  • Hapsolunma, hapsetme.

incizam

  • Kesilme.
  • Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.

inhibas

  • Vakıf namına malı hapsetme.
  • Nefes tutulma.

inhisaf / inhisâf / انخساف

  • Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.
  • Tutulma.
  • Ay tutulması
  • Söner gibi olma, parlaklığın gitmesi.
  • gözden düşürme, perdeleme.
  • Ay tutulması. (Arapça)
  • Gelişimini yitirmek, parlaklığını kaybetmek. (Arapça)

inkıbaz

  • Tutulma, tutukluk.

inkisaf

  • (Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması.
  • Tutulma.

inkitam

  • Gizli tutulma, saklı tutulma.

intişab

  • Odun veya mal biriktirme.
  • Tutulup kalma.

irtiaş

  • Ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma.

irtitac

  • Konuşurken kekelemeye başlama, dili tutulma.

islac

  • Kara tutulma. Karlı olma.

istiab

  • İçine almak.
  • Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek.
  • Tutulmak. Zapteylemek.

izlam

  • Karanlık olmak. Zulme giriftar olmak. Zulme tutulmak.

kab'

  • Seyahat edip gezmek.
  • Nefesi tutulmak.
  • Atın burnu içinden çıkan hırıltı.

kaza orucu / kazâ orucu

  • Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî

keffaret / keffâret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.
  • İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.

kıram

  • Nakışlı perde.
  • Duvara tutulan örtü.
  • Çarşaf.

kitab-ı mübin / kitâb-ı mübîn / كِتَابِ مُب۪ينْ

  • Kaderde olan her şeyin gerçekleşmesinde esas tutulan kānunların bütünü; Allahın geçmiş ve gelecekten ziyâde, şimdiki hâle bakan ilmi.

küsuf / küsûf / كثوف / كُسُوفْ

  • Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması.
  • Mc: Birisinin felâketli hâlinde çok teessür göstermesi hâli.
  • Güneş tutulması.
  • Güneş tutulması.
  • Kararma, tutulma (güneş tutulması).
  • Kararma, güneş tutulması.
  • Güneş tutulması. (Arapça)
  • Tutulma. (Arapça)
  • Güneş tutulması.

küsuf namazı / küsûf namazı

  • Güneş tutulduğunda en az iki rek'at olarak cemâatle kılınan namaz.

küsuf ve husuf namazı

  • Güneş ve ay tutulmasında kılınan namaz.

küsuf-u cüz'i / küsuf-u cüz'î

  • Güneşin bir kısmının tutulması.

küsuf-u külli / küsuf-u küllî

  • Güneşin tamamının tutulması.

küsufat / küsûfât

  • Güneş tutulmaları.
  • Kararmalar, güneş tutulmaları.

layüs'el / lâyüs'el

  • Mes'uliyetsiz. Mes'ul tutulamaz. Sorumsuz.

lerzenak / lerzenâk

  • Titrek, titreyici. Titremeğe tutulmuş. (Farsça)

ma'füvv

  • Suçu bağışlanmış, affolunmuş.
  • Muaf tutulan, istisna edilen.
  • Suçu afvedilmiş. Bağışlanmış.
  • İstisnâ edilmiş, müstesnâ kılınmış, ayrı tutulmuş.

ma's

  • Tıb: Adalelerin tutulması, kasların büzülmesi. Kramp.

maddeten

  • Cismen. Madde ve cisim olarak.
  • İş olarak, iş ile.
  • Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.

maddiyat

  • (Tekili: Maddiyet) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.

maddiyet

  • Gözle görülür, elle tutulur şey.
  • (Çoğulu: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.

maddiyyat

  • Gözle görülür, elle tutulur şeyler.

mahmum

  • Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.

mahsus ve meşhud

  • Hissedilir ve görülür olma, elle tutulur, gözle görülür hale getirme.

mahzuf

  • Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.

mahzum

  • Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve.
  • Her delinmiş nesne.

maksur

  • (Kasr. dan) Kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış, alıkonulmuş.
  • Mahbus.
  • Kasrolunmuş nesne.
  • Gelinin üzerine tutulan duvak.
  • Gr: Bir kısım arapça kelimelerin sonunda yâ şeklinde yazılan, fakat elif gibi okunan harf. ( : Dâ'vâ) kelimesinde olduğu gibi. Buna, "Elif-i

maraz-ı kalbi / maraz-ı kalbî

  • Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları. Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması.

maruz / معروض

  • Arzedilen, sunulan. (Arapça)
  • Karşı karşıya kalma, tutulma. (Arapça)
  • Maruz olmak: Karşı karşıya kalmak. (Arapça)

masdu'

  • Baş ağrısına tutulmuş olan. Başı ağrıyan.

masru'

  • Sar'a hastalığına tutulmuş, sar'alı.

masruan

  • Sar'alı olarak, sar'a hastalığına tutulmuş olarak.

mat'un

  • (Tâun. dan) Belâya tutulmuş. Musibet ve tâuna giriftar olmuş.
  • (Ta'n. dan) Ayıplanmış.

mat'unen

  • Vebâya tutularak.

matemhane / mâtemhane

  • Matem ve yas tutulan yer.
  • Ağlanılan, yas tutulan yer. (Farsça)

matemsera / mâtemserâ / ماتمسرا

  • Yas tutulan ev. (Arapça - Farsça)

mavtın / موطن

  • Yurt tutulan yer. (Arapça)

mazbut / mazbût

  • Zabtolunmuş, elegeçirilmiş.
  • Sağlam.
  • Yazılmış. Kaydedilmiş. Hatırda tutulmuş. Derli toplu.
  • Muhâfazalı. Korunmuş.
  • Belli, belirtilmiş.
  • Tutulan, derli toplu.

mazbutat / mazbutât

  • (Tekili: Mazbut) Ele geçirilmiş; kaydedilmiş; hatırda tutulmuş şeyler. Mazbut olan şeyler.

me'huz

  • Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş.
  • Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.

me'lum

  • Kederli. Eleme, derde tutulmuş.

mebtuş

  • Tutulmuş.
  • Hışım olunmuş.

mecazib

  • (Tekili: Meczub) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar.

mecburiyet

  • Zora tutulma. Mecburluk.

mechure

  • Nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler.

meczub / meczûb

  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.

meczube / meczûbe

  • Cezbeye tutulmuş, İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kadın, mecnun.

meczum

  • (Cüzam. dan) Cüzam hastalığına tutulmuş kimse.

medar-ı mesuliyet / medâr-ı mesuliyet

  • Bazı suçlardan sorumlu tutulma sebebi.

meftun / meftûn / مفتون

  • Fitne ve belâya tutulmuş olan. Âşık. Mecnun.
  • Cünun. Fitne.
  • Tutkun, aşık. (Arapça)
  • Meftûn etmek: Aşık etmek. (Arapça)
  • Meftûn olmak: Aşık olmak, tutulmak. (Arapça)

meftun olma

  • Tutulma, bağlanma.

mekare / mekâre

  • Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı.
  • Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli

meksuf

  • Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.

mektum

  • Gizli. Saklı. Gizli kalmış.
  • Hükümetten gizli tutulan.

memsun

  • Mesâne hastalığına tutulmuş kimse.

mercuh

  • Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey.
  • Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.

mercum

  • (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş.

mesalik / mesâlik

  • (Tekili: Meslek) Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar.
  • Meslekler, tutulan yollar.

meşgul

  • (Şugl. den) Bir işle uğraşan.
  • Dalgın.
  • Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.

meslek

  • Yol. Usul. Gidiş.
  • San'at. Geçim için tutulan yol.
  • Sistem.
  • Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol.

mesture

  • Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
  • Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)

mevkuf

  • Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan.
  • Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen.
  • Ait, bağlı.
  • Durdurulan, tutulan.

mevkufat

  • (Tekili: Mevkufe) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para.
  • Vakfedilmiş mal, emlâk.
  • Gelirden artıp hazineye mâl edilen para.

mevkufen

  • Tutularak, durdurularak.

meyl

  • Ortadan bir tarafa eğik olmak.
  • İstek. Yönelme. Arzu.
  • Sevme, tutulma, âşık olma.
  • Gönül akışı.
  • Eğilme, eğiklik, akıntı.
  • Sevme, tutulma, gönül akışı.

mezahib / mezâhib

  • Mezhepler, tutulan yollar.
  • Mezhepler, tutulan yollar.

mezheb

  • Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır.
  • Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve
  • Gidilen, tutulan yol.
  • Mezhep.

mezhep

  • Dinde tutulan yol.

mezkum

  • Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.

mıkvem

  • (Çoğulu: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri.

mıntıkat-ül büruc

  • Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi.

muaf / muâf

  • Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
  • Affolunmuş, ayrı tutulmuş.

muafiyet / muâfiyet / معافيت

  • Muaf tutulma. (Arapça)
  • Bağışıklık. (Arapça)

muafname

  • Afv kâğıdı. Bir şeyin muaf tutulup afvedildiğini gösteren kâğıt. (Farsça)

muahez değil

  • Eleştiri konusu değil, sorguya tâbi tutulmaz.

mübadil

  • Mübâdele olunmuş. Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş.

mübtela / mübtelâ / مبتلا

  • Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.
  • Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. (Arapça)
  • Mübtela olmak: Uğramak, tutulmak, yakalanmak. (Arapça)

mübtela-yi aşk / mübtelâ-yi aşk

  • Aşka tutulmuş.

mübtela-yi maraz / mübtelâ-yi maraz

  • Hastalığa tutulmuş.

mufazzal

  • (Fazl. dan) Başkalarına üstün tutulmuş. Tafdil edilmiş.

muhassal-ı mazbut

  • Elde tutulacak şekilde var olan, oluşan.

muhatara

  • Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak.
  • Zarar. Ziyan. Korku.
  • Tehlike ve zarar ihtimali olan.

muhazara

  • (Çoğulu: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler.
  • Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma.
  • Konferans verme.

muhazarat / muhazarât

  • (Tekili: Muhazara) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler.

muhtar kavl / muhtâr kavl

  • Bir mes'elede, bir mezhebin âlimlerinin çoğu tarafından mezhebin içinde mevcûd ictihâdlardan (büyük âlimlerin kitâb ve sünnetten çıkardıkları hükümlerden) seçilen ve bu seçime göre üstün tutulan ve fetvâya esâs alınan kavl, söz.

mukalled

  • (Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış.
  • Padişah tarafından nişan takılan kimse.
  • (Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan.

mukrib

  • Nöbete tutulmuş at.

muktefa

  • (Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş.

mümtaz

  • İmtiyazlı, seçkin, üstün tutulmuş.
  • Diğerlerinden ayrılmış, üstün, seçkin, seçilmiş.
  • Ayrı tutulan.

müncezib

  • Tutulmuş.

münhasif

  • Sönmüş, batmış, tutulmuş.

münkesif

  • Küsufa uğramış, tutulmuş, tutulan.
  • Tutulmuş.

müptela / müptelâ / مبتلا

  • Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. (Arapça)
  • Müptelâ olmak: Tutulmak, yakalanmak, uğramak. (Arapça)

müreccah

  • (Rüchân. dan) Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen.

murzia

  • (Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın.

musab / musâb / مصاب

  • Yakalanmış, tutulmuş, uğramış. (Arapça)
  • Musâb olmak: Yakalanmak, tutulmak. (Arapça)

musabiyet

  • Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.

musayefe

  • (Sayf. den) Bir yaz tutulmak üzere pazarlık etme. Ücretle tutma.

müstahzar

  • (Huzur. dan) Hazır, hazırlanmış.
  • Huzura getirilmiş. Zihinde tutulan.

müste'cer

  • Kira ile tutulmuş olan.

müstehdif

  • (Hedef. den) Hedef tutan. Hedef tutulan. Hedef gibi dikilip duran.

müsteşhed

  • (Çoğulu: Müsteşhedât) şâhid olarak gösterilen. şâhid tutulan.

müsteşhedat / müsteşhedât

  • (Tekili: Müsteşhed) şâhid olarak gösterilen kimseler. şâhid tutulan kişiler.

müstesna / müstesnâ / مُسْتَثْنَا

  • İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
  • Ayrı tutulan.

mütebekkim

  • (Bekem. den) Konuşurken kekeleyen, tutulup kalan.

mütebekkimane / mütebekkimâne

  • Kekeliyerek, dili tutularak. (Farsça)

müteneşşib

  • Bir şeye ilişip tutulan.

müteverrimin / müteverrimîn

  • (Tekili: Müteverrim) Veremliler. Verem hastalığına tutulmuş kimseler.

nassi / nassî

  • Nass'a ait. Her türlü şübhe ve tereddüdün ve tenkidin üstünde tutulacak şekilde olan kesinlik, kat'ilik, açıklık. Bedahet.
  • Âyet ve hadisle doğruluğu sâbit olan.

nevafil

  • (Tekili: Nâfile) Farz ve vâcib olandan başka ibadetler. Nâfile (yani sevab için kılınan) namaz veya tutulan oruçlar.

nümune-i imtisal

  • Örnek tutulacak şey.

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

pertev-suz

  • Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.

politika

  • İtl. Memleket işlerini idare için tutulan ölçülü yol. Siyaset.

raic / râic

  • Kıymetli olan ve halk arasında tutulan.

ramazan

  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

raz-ı nihan

  • Gizli tutulan sır.

recim

  • (Recm. den) Taşlanmış, taşa tutulmuş.
  • Lânetlenmiş, mel'un.

rehain

  • (Tekili: Rehine) Rehineler. Garanti olarak elde tutulanlar.

rehin

  • (Rehn-Rehine) Bir şeyin yerine teminat olarak tutulmuş olan şey, rehin edilmiş.
  • Mevkuf ve mahpus kılmak.
  • Bir şeyin yerine garanti olarak tutulan.

ruhsat

  • (Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
  • Genişlik.
  • Kolaylık.
  • Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
  • İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.

şafak

  • Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
  • Nahiye. Cânib.
  • Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
  • Merhamet.
  • Harf.

sahh

  • şiddetinden kulaklar tutulan çığlık.
  • Sağlam bir şeyle vurmak.
  • Cemetmek, toplamak.

şahıs

  • (şahs. dan) Ölçmek için dikilen ve işaret tutulan nişan.
  • Belirten.

savm-ı dehr

  • Aralıksız, bir sene mütemadiyen nehyedilen bayram günlerinde dahi iftar edilmeksizin oruç tutmağa denir. Bu nevi oruç bayram günleri tutulmazsa câizdir.

savmıvisal

  • İftar etmeksizin üst üste tutulan oruç.

sicil

  • Resmi vesikaların kaydedildiği kütük denen büyük defter.
  • Memurların durumu hakkında tutulan dosya.

şirhar

  • Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç (Farsça)

taaşşuk

  • Aşka tutulma.

tahassür

  • Dili tutulup konuşamamak.

tahkir etmek / tahkîr etmek

  • Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.

taht-ı tedbir

  • Yönetim ve idaresi altında tutulan alan.

teb-zede

  • (Çoğulu: Teb-zedegân) Sıtmaya tutulmuş. (Farsça)

tebekküm

  • (Bekem. den) Dili tutulma. Konuşurken tutulup kalma.

teneşşüb

  • Bir şeye ilişip tutulma.

tesekkür

  • Sarhoş olma.
  • Şeker hastalığı.
  • Şeker hastalığına tutulma.

tıraz

  • Elbiselere nakışla yapılan süs.
  • Sırma ve ipekle işleme.
  • Zinet, süs.
  • Üslup, tarz, tutulan yol.
  • Döviz.

umuhet

  • Yapılacak işte tereddüt gösterme, tutulacak yolda duraklama.

urva

  • Sıtma. Sıtmaya tutulma.

urve

  • Tutulacak yer, kulp.

urvet-ül vüska

  • Sağlam kulp. Metin ve muhkem olan tutulacak şey.
  • İslâmiyet.
  • Kur'an-ı Kerim.

üsr

  • Sidik tutulması, sidik zoru.

usul

  • (Tekili: Asıl) Ana, baba. Cedler.
  • İstinadgâh.
  • Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol.
  • Tarz, metod, tertip.

üsvet

  • Beraberlik.
  • Halka reis olmak.
  • Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib.
  • Nümune ve örnek tutulacak olan insan.

ütam

  • Sidik tutulması. İdrar tutukluğu.

yaddaşt

  • Hatırda tutulan şey. Hâtıra. (Farsça)

yevm-i şek

  • Şaban ayının otuzuncu günü; ramazan olması zannedilip ancak görülmedikçe oruç tutulması münasip olmayan gün.

yevm-i şevk

  • Şaban-ı Şerifin otuzuncu günü. Ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasib olmayan gün.

zabt-name / zabt-nâme

  • Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt. (Farsça)

zaptedilen

  • Tutulan, ele geçirilen.

zede

  • (Zed) Birleşik kelimeler yapılarak, "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede : Musibete uğramış. (Farsça)
  • "Vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" mânâsında son ek.

zedegan / zedegân

  • (Tekili: -zede) Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

zelil

  • Hor, hakir, alçak. Aşağı tutulan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın