LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Tas kelimesini içeren 240 kelime bulundu...

a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite

  • Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.

adab-ı tasavvuf / âdâb-ı tasavvuf

  • Tasavvuf kaideleri, davranış edep ve kuralları.

adem-i tasdik

  • Tasdik etmeye yanaşmama; tasdiksizlik.

agüs

  • Taşcıların oymacılıkta kullandıkları demir kalem. (Farsça)

ahcar / ahcâr / احجار

  • Taşlar.
  • Taşlar.
  • Taşlar. (Arapça)

bast

  • Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.

belbel

  • Tasa, kaygı. Yürek yanması.

bera-yı tashih / berâ-yı tashih

  • Tashih için, düzeltmek için.

bevadih / bevâdih

  • Tasavvufta, insan kalbine gayb âleminden âniden gelen şeyler.

bittasavvur

  • Tasavvur ederek, zihinde şekillendirerek.
  • Tasavvur ile, niyet ederek, düşünerek.

cem'ul-cem'

  • Tasavvufta bir makâmın adı. Sahv (uyanıklık) makâmı. Bekâ makâmı da denir.

ceriz

  • Tasalı kimse. Hüzünlü, kederli olan kişi.

cervel

  • Taş.

cezbe

  • Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.

cümd

  • Taş.

daire-i tasarrufat / daire-i tasarrufât

  • Tasarruf etme dairesi, hareket alanı.

daldal

  • Taşlı sert yer.

derdmend

  • Tasalı, kaygılı, dertli. (Farsça)

düval

  • Tasma, kayış. (Farsça)

ebü'l-vakt

  • Tasavvufta kalb makâmından yukarı çıkıp, kalbin sâhibine varan, hallerden kurtulup, halleri verene ulaşan. Bunlara Erbâb-üt-temkîn de denir.

ehl-i sekir

  • Tasavvuf yoluyla mânevî âlemleri temaşa edip aldıkları ruhî lezzetle kendinden geçenler.

ehl-i tarik / ehl-i tarîk

  • Tasavvuf yollarından birine girmiş olan.

ehl-i tasavvuf / اَهْلِ تَصَوُّفْ

  • Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.
  • Tasavvufla meşgul olanlar.

emlak / emlâk

  • Taşınmaz mallar.

emval-ı gayr-i menkule / emvâl-ı gayr-i menkûle / اموال غير منقوله

  • Taşınmaz mallar.

erbain / erbaîn / اَرْبَع۪ينْ

  • Tasavvufta kırk günlük çile.

esef

  • Tasa, üzüntü, gam.

esy

  • Tasa, keder, hüzün.

etemm

  • Tastamam, eksiksiz.

evrad-ı tasavvuf / evrâd-ı tasavvuf

  • Tasavvuftaki virdler, zikirler.

fark

  • Tasavvufta cem' denilen mertebeden sonra gelen bir makam. Buna cem'ül-cem' de denir.

fark-ı tamm / fark-ı tâmm

  • Tas: Dünya ile olan alâkaları tamamen terkederek, ehadiyyet dergâhına tam bir teveccühle istiğrak haleti.

fena / fenâ

  • Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.

fena fiş-şeyh / fenâ fiş-şeyh

  • Tasavvuf ilminde talebenin velî olan hocasının arzû ve isteklerine tâbi olması, irâdesini isteğini onun eline bırakması. Ölü yıkayıcının elindeki meyyit (ölü) gibi olması. Ona hiç bir işinde muhâlefet etmemesi.

ferdiyyet

  • Tasavvufta yüksek bir mertebe.

ferec

  • Tasa ve sıkıntıdan kurtulma, ferahlık.

feyezan / feyezân / فيضان / فَيَضَانْ

  • Taşkın. (Arapça)
  • Taşma.

gam

  • Tasa, kaygı.

gamin / gamîn

  • Tasalı, hüzünlü, kederli, gamlı. (Farsça)

gamm-penah

  • Tasalı yer, kederli yer. Kederin, tasanın sığındığı yer. (Farsça)

gaybet

  • Tasavvufta, kalbin kendisine gelen mânâlarla meşgul ve onlara dalmış olarak, kendisinden ve halkın işlerinden, etrâfında olan şeylerden habersiz olması.

gılbıt

  • Taşsız yer.

gulat / gulât

  • Taşkınlık gösteren, azgın. Sapık fırkalardan küfre varanlar.

guluv / gulûv

  • Taşkınlık.

haccar / حجار

  • Taş işçisi, taş işinde çalışan, taşçı.
  • Taş işçisi, taşçı. (Arapça)

hacer / حجر

  • Taş.
  • Taş, kaya.
  • Taş. (Arapça)

hacra'

  • Taş gibi katı ve sert olan şey.

halka-i zikir

  • Tasavvufta, zikir esnasında daire şeklinde oturmak.

hamele / حَمَلَه

  • Taşıyanlar, yüklenenler.
  • Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar.
  • Taşıyıcı.
  • Taşıyıcılar.

hamil / hâmil / حَامِلْ

  • Taşıyıcı.

haraz

  • Tasadan veya aşktan dolayı zayıflayan.

hatem-i tasdik / hâtem-i tasdik

  • Tasdik ve onay mührü.

hatıl

  • Taş duvarı takviye etmek için her bir-iki metrede çekilen tuğla veya kereste tabakası.

hatır-ı na-şad / hatır-ı nâ-şâd

  • Tasalı ve kederli gönül.

hatır-ı nefsani / hatır-ı nefsanî

  • Tas: Dünya ve nefis muhabbetinin cismanî kuvvete galebesi.

hatır-ı rahmani / hatır-ı rahmanî

  • Tasavvuf ehlinin kalbinde, Allah'ın cemal-i vahdetinin tecellisiyle tam bir sükûnet olması. Buna muhabbetullah da denir.

hatır-ı şeytani / hatır-ı şeytanî

  • Tas: Nefsin zevklerine muhabbet yüzünden, ma'siyet ve günahlara düşmek.

havme

  • Tasarruf dâiresi.

hicviyye / هجویه

  • Taşlama, hicivle ilgili şiir veya düzyazı. (Arapça)

hidemat-ı şakka

  • Taş taşımak, toprak kazmak gibi, mahkûmlara yaptırılan ağır hizmetler.

hilafet-i mutlaka / hilâfet-i mutlaka

  • Tasavvufta bir velînin bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verilen mutlak izin.

hubar

  • Taşlı, yumuşak yer.

hümum

  • Tasalar, kaygılar, kederler, gamlar, gussalar.

huruf-u aliyat / huruf-u âliyat

  • Tas: Gayb ve gaybîlikte olan Cenab-ı Hakka mahsus şuunat.

idrak-i basit / idrâk-i basît

  • Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.

igtimam

  • Tasalanmak. Kederli olmak.

iktirab

  • Tasalı ve gamlı olma. Korkulu ve hüzünlü bulunma.

imtar-ı ahcar / imtar-ı ahcâr

  • Taş yağdırma.

in'ikas

  • Tasavvufta bir büyüğün kalbindeki feyz denilen mânevî ilimlerin talebenin kalbine yansıması.

istiğrak / istiğrâk

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin içinde bulunduğu mânevî hallere dalması sebebiyle kendisini ve çevresinde olanları unutması.

istiğrak-ı ruhani / istiğrak-ı ruhanî

  • Tasavvufta Allah aşkından dolayı ruhen kendinden geçme hali.

kabz ve bast

  • Tasavvuf yolunda ilerleyenlerde görülen sıkıntı ve ferahlık.

kabza-i tasarruf

  • Tasarrufu altında bulundurma.

kabza-i tasarrufunda

  • Tasarrufu altında.

kadiri / kâdirî

  • Tasavvufta Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yoluna mensup olan kimse.

kahkar

  • Taş.

kain ve bain / kâin ve bâin

  • Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.

kantara

  • Taştan yapılan, kemerli büyük köprü.

kargir / kârgir

  • Taş ve harçla yapılmış olan.
  • Taş yapı.

kase / kâse

  • Tas, çanak.

keder

  • Tasa, kaygı, can sıkıntısı. Bulantı. Gam.

kiskis

  • Taşın ve toprağın ufağı.

kitab-ı tasavvuf

  • Tasavvuf kitabı.

konak

  • Tasavvufta ilerlerken her iki derece arası.

külüng

  • Taşçı kazması. (Farsça)

layıha / lâyıha

  • Tasarı.

layiha / lâyiha / لایحه

  • Tasarı. (Arapça)

lebriz

  • Taşacak kadar. Ağıza kadar. Taşkın. (Farsça)

levayih / levâyih / لوایح

  • Tasarılar. (Arapça)

lisan-ı tasavvuf / lisân-ı tasavvuf

  • Tasavvuf dili.

mahzun

  • Tasalı. Kederli. Hüzünlü. Gamlı.

makamat-ı süluk / makâmât-ı sülûk

  • Tasavvuf yolunda ilerlerken geçilmesi gereken dereceler.

mal-i menkul

  • Taşınabilen ve nakledilebilen mal. (Arâzi ve binanın haricindekiler)

marifet-i tasavvuriye

  • Tasavvur ederek elde edilen bilgi.

masda'

  • Taşlık yerlerden geçen düz yol.

masduk / masdûk

  • Tasdik edilmiş.
  • Tasdiklenen.

maşraba

  • Tas, su içmek için kullanılan kap.

menkulat / menkulât

  • Taşınanlar, anlatılanlar.

meşmeşiye

  • Tas: Âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlem. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer.

migsel

  • Tas, ibrik. Yıkanmada kullanılan kab.

mishane

  • Taş parçaladıkları nesne.

mitin

  • Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç. (Farsça)

mübtedi / mübtedî

  • Tasavvufta ve diğer dînî ilimlerde henüz başlangıçta olan.

münakalat / münâkalat / مناقلات

  • Taşımacılık. (Arapça)

münakale / münâkale

  • Taşımak, ulaştırmak, aktarmak.
  • Taşıma.

müradese

  • Taş atmak.

mürid / mürîd

  • Tasavvufta Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için evliyâ bir zâtın terbiyesi altına giren talebe.

mürşid-i kamil / mürşîd-i kâmil

  • Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.

musaddak

  • Tasdiklenmiş, onaylanmış.

musaddi'

  • Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.

musaddık

  • Tasdik edici, doğrulayıcı.
  • Tasdik eden, onaylayan.

musaddıkane / musaddıkâne

  • Tasdik eder tarzda, doğrulayıcı şekilde.

musahhah

  • Tashih edilmiş. Yanlışları düzeltilmiş.
  • Tashih edilmiş, düzeltilmiş.

musahhih

  • Tashih eden, yanlışları düzelten.
  • Tashih eden. Yanlışları düzelten.

musahhihane / musahhihâne

  • Tashih eder, yanlışları düzeltir bir şekilde.

musavver

  • Tasvir olunmuş, görünür hâle gelmiş.

musavvibe

  • Tasvip edilen.

musavvir

  • Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)

müsvedde / مسوده

  • Taslak. (Arapça)

mütahaccir

  • Taşlaşmış.

mutasaddık

  • Tasadduk eden. Sadaka veren.

mutasaffi / mutasaffî

  • Tasaffi eden. Saffet ve sâfilik hasıl eden. Temiz olan. Saflaşan.

mutasarrıf

  • Tasarruf eden.

mutasavver / مُتَصَوَّرْ

  • Tasarlanmış, düşünülmüş.
  • Tasarlanmış.

mutasavvıf

  • Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.
  • Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan.

mutasavvıfane

  • Tasavvuf ehline benzer şekilde.

mutasavvıfe

  • Tasavvuf ehli geçinen sûfîler, şeyhler.

mutasavvıfin / mutasavvıfîn

  • Tasavvuf ehli olanlar.
  • Tasavvufçular. Sofiler.

mutasavvir

  • Tasavvur eden, zihinde suret veren.

mütehaccir / متحجر / مُتَحَجِّرْ

  • Taşlaşmış, taş haline gelmiş.
  • Taş haline gelmiş.
  • Taşlaşmış.
  • Taşlaşmış, fosilleşmiş. (Arapça)
  • Taşlaşmış.

nakl

  • Taşıma, nakil.

nakletme

  • Taşıma.

nakliyat / nakliyât / نقليات

  • Taşıma.
  • Taşımalar.
  • Taşımacılık. (Arapça)

nakliye / نقليه

  • Taşımayla ilgili olan.
  • Taşıma. (Arapça)

nefs-i mülheme

  • Tas: Lüzumu hâlinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.

nikar / nikâr

  • Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri.

nübüvvet yolu

  • Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo

nur-u tarikat

  • Tasavvufa dayalı, mânevî derecelere ulaşmayı esas alan yol ve yöntemlerin aydınlığı, güzelliği.

plan / plân

  • Tasarı.

proje

  • Tasarı, layıha.
  • Tasarlanan ilk şekil. Tasarı. Mütehayyel. (Fransızca)

racim / racîm / رجيم

  • Taşlanmış, recmedilmiş. (Arapça)

rah-ı ictiba / râh-ı ictibâ

  • Tasavvufta Allahü teâlâya kavuşturan yollardan biri. Seçilmişlerin yolu.

rah-ı müridan / râh-ı mürîdân

  • Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu. Allahü teâlâya kavuşturan yollardan. Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu.

recim / recîm

  • Taşlama.
  • Taşlanmış.

recm / رجم

  • Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş.
  • Taşlama.
  • Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürme.
  • Taşa tutma, taşlama.
  • Taşlama, taşa tutma. (Arapça)
  • Recm edilmek: Taşlanarak öldürülmek. (Arapça)

recmedilme

  • Taşlanma.

recmetme

  • Taşlayarak öldürme.

reds

  • Taş atmak.

ridas

  • Taş atmak.

saddakna / saddaknâ

  • Tasdik ettik, onayladık.

salik / sâlik

  • Tasavvuf yolcusu.

salik-i meczub / sâlik-i meczûb

  • Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik.

selmet

  • Taş.

seng / سنگ

  • Taş.
  • Taş. (Farsça)

seng-endaz

  • Taş atan. Dokunaklı söz söyleyen. (Farsça)

sengdil / سنگ دل

  • Taş yürekli, acımasız. (Farsça)

sengin

  • Taştan olan, taştan yapılmış. (Farsça)

sengistan

  • Taşı çok olan yer. Taşlık yer. (Farsça)

senglah / senglâh / سنگلاخ

  • Taşlık yer, taşı çok olan yer. (Farsça)
  • Taşlık arazi. (Farsça)

sengpare

  • Taş parçası. (Farsça)

sengsar

  • Taşlık yer. (Farsça)

sengtıraş / سنگ تراش

  • Taş ustası. (Farsça)

sengtraş

  • Taş yontucu, taş yontan sanatkâr. (Farsça)

sengzar

  • Taşlık yer, taşı çok olan yer. (Farsça)

senin

  • Taşı kazıyıp yonttuklarında dökülen parçaları.

serupay

  • Tas: Dervişin, tarikat ve mevlevihâne ile bağını kesmek. (Farsça)

seylab

  • Taşkın akan su, sel.

seylhiz

  • Taşkın ve coşkun su. (Farsça)

seyr

  • Tasavvuf yolunda ilerleme.

seyr ü süluk

  • Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme.

seyr ve süluk / seyr ve sülûk

  • Tasavvuf yolculuğu, tasavvuf yolunda ilerlemek.

seyr-i afaki / seyr-i âfâkî

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi.

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi.

seyr-i fil-eşya / seyr-i fil-eşyâ

  • Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması.

sikke-i tasdik / sîkke-i tasdîk / سِكَّۀِ تَصْد۪يقْ

  • Tasdik mührü.

sofi / sofî

  • Tasavvuf ehli, tarikat mensubu.

sôfi / sôfî / صوفى

  • Tasavvuf ehli. Kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) ve mâsivâya (Allahü teâlâdan başka şeylere) bağlamaktan koruyan, nefsini Allahü teâlâya itâate kavuşturan, pâk ve temiz bir kalbe sâhip olan kimse, velî derviş.
  • Tasavvufla ilgilenen, mutasavvıf. (Arapça)

sofi / sofî / صُوف۪ي

  • Tasavvufla meşgul olan.

sofi meşrep / sofî meşrep

  • Tasavvuf yolunda giden, tarikat ehli.

sofi-meşrep / sofî-meşrep

  • Tasavvuf ve tarikat tarzını esas alan.

sofiler / sofîler

  • Tasavvuf ehli, tarikat mensubu olanlar.

sofimeşreb / sofîmeşreb

  • Tasavvuf yolunda olan.

sôfiyye-i aliyye

  • Tasavvuf büyükleri.

sofu

  • Tasavvuf mesleğinde olan.

subare

  • Taş.

sufi / sufî

  • Tasavvuf ile uğraşanlar.

sufi meşrep / sufî meşrep

  • Tasavvufa bağlı olanın hareket tarzı, metodu.

sufimeşrep / sufîmeşrep

  • Tasavvuf metoduyla hareket eden kişi.

şühud-i ehadiyet / şühûd-i ehadiyet

  • Tasavvuf yolunda çalışan kimselerin, mahlûklardaAllahü teâlânın sıfatlarını görmeleri hâli. Şühûd-i Vahdet.

şühud-i tecelli / şühûd-i tecellî

  • Tasavvuf yolunda ilerleyen kimsenin tecellinin sûretlerini müşâhedesi.

süluk / sülûk

  • Tasavvuf yoluna girmek.

şümul-ü tasarruf

  • Tasarrufun kapsamı.

şümul-ü tasarrufat

  • Tasarrufların her şeyi kaplaması.

suretbend

  • Tasvir yapan. Resimci. (Farsça)

sürub

  • Taşraya gitmek.

tahaccür / تحجر / تَحَجُّرْ

  • Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak.
  • Taşlaşma.
  • Taşlaşma.
  • Taşlaşma. (Arapça)
  • Tahaccür etmek: Taşlaşmak. (Arapça)
  • Taşlaşma.

taht-ı tasarruf

  • Tasarrufu altında.

tamam tasfiye

  • Tasfiyenin tamamlanması, arındırmanın bitmesi.

tarikat / tarîkat

  • Tasavvuf yolu; insanları mânen olgunlaştırmak, terbiye etmek, yetiştirmek için, tasavvuf büyüklerinin tâkib ettikleri yol.
  • Tasavvufa dayalı, mânevî derecelere ulaşmayı esas alan yol ve yöntemler.

tas / tâs / تاس

  • Tas. (Farsça)

tasarrufan

  • Tasarruf ve tutum gayesiyle. İktisad maksadıyla.

tasarrufat / tasarrufât

  • Tasarruflar.

tasavvufi / tasavvufî / تصوفى

  • Tasavvufla ilgili.
  • Tasavvufla alâkalı, tasavvufa ait.
  • Tasavvufla alâkalı. Tasavvufa ait.
  • Tasavvuf ile ilgili. (Arapça)

tasavvur

  • Tasarlama.

tasavvurat / tasavvurât / تصورات

  • Tasarlamalar.
  • Tasavvurlar. (Arapça)

tasavvuren

  • Tasarlayarak.

tasavvuri / tasavvurî

  • Tasavvurla alâkalı. Tasavvura ait.

tasdikan

  • Tasdik için. Tasdik suretiyle.

tasdikat / tasdîkât

  • Tasdikler, onaylamalar.

tasdiken

  • Tasdik ederek, doğrulayarak.

tasdikgerde / tasdîkgerde

  • Tasdik edilen.

tasdikkarane / tasdikkârâne / tasdîkkârâne

  • Tasdik ederek, kabul ederek.
  • Tasdik edercesine.

tase / tâse / تاسه

  • Tasa, keder, kaygı. (Farsça)
  • Tasa. (Farsça)

tashihat / tashihât

  • Tashihler, düzeltmeler.

tashihçi

  • Tashih eden, düzelten.

tasme / tâsme / تاسمه

  • Tasma. (Farsça)

tasvirat / tasvirât

  • Tasvirler, anlatımlar.
  • Tasvirler.

tasviri / tasvirî / tasvîri

  • Tasvire dair, tasvirle ilgili.
  • Tasarlanması, göz önünde canlandırılması, betimlenmesi.

tasvirkar / tasvirkâr / تصویركار

  • Tasvir edici, tasvir eden. (Arapça - Farsça)

tavvas

  • Tas yapan.

tekke

  • Tasavvufun yâni İslâm ahlâkı ilminin ve diğer dînî ilimlerin öğretildiği ve tatbik edildiği yer. Dergâh ve zâviye de denir.

telvin / telvîn

  • Tasavvuf yolundaki talebenin kalbinde meydana gelen değişik haller.

temkin / temkîn

  • Tasavvufta değişmekten, hâlden hâle geçmekten kurtulup, huzur ve sükûna kavuşma.

teracüm

  • Taşla atışmak.

tesavir / tesâvir

  • Tasvirler.
  • Tasvirler, resimler. Heykeller.

tetrih

  • Tasalandırmak. Hüzünlendirmek, üzmek.

tıktıka

  • Taşların birbirine dokunması sonucu çıkan ses.

ukne

  • Taş oda veya kulübe, kümes.

umur-i zevkiyye / umûr-i zevkiyye

  • Tasavvufta kalb ile tadarak, yaşayarak kavuşulan haller.

vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî

  • Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.

vazife-i tashih

  • Tashih görevi.

vecd

  • Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.

vesait-i tabiiye-i münakale

  • Taşımacılığı sağlayan doğal vasıtalar.

vilayet-i hassa / vilâyet-i hâssa

  • Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.

vücud-i adem / vücûd-i adem

  • Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam.

vücud-i vehmi / vücûd-i vehmî

  • Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim.

yed-i tasarruf

  • Tasarruf eli; yönetimi ve hakimiyeti altında tutma.

zaris

  • Taşla yapılmış kuyu.

zıll makamı / zıll makâmı

  • Tasavvuf yolunda bir makâm, derece. Tasavvufta asla kavuşmadan önce, aslın görüntülerinin ele geçtiği makam.

zıvanadan çıkmak

  • Taşkınlık göstermek. Haddini aşmak, edepsizlik etmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın