REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Tartı ifadesini içeren 89 kelime bulundu...

alem-i ecsad / âlem-i ecsâd

  • Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.

ayn

  • Birşeyin kendisi.
  • Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
  • Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
  • İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal

bahis / بحث

  • Konu. (Arapça)
  • Tartışma. (Arapça)

bahs / بحث

  • Konu. (Arapça)
  • Tartışma. (Arapça)
  • Bahs edilmek: Ele alınmak, söz edilmek. (Arapça)
  • Bahs etmek: Ele almak, söz etmek. (Arapça)

bergeşide

  • Sıyrılmış, çekilmiş. (Farsça)
  • Tartılmış. (Farsça)

cedel / جدل

  • Münâkaşa, mücâdele, tartışma, kavga. Mantıkda, meşhur veya doğruluğu herkesçe kabûl edilen kadiyye (önerme)lerden meydana gelen kıyas'a verilen ad.
  • Tartışma, münakaşa.
  • Tartışma. (Arapça)
  • Mücadele. (Arapça)

cedeli / cedelî / جدلى

  • Tartışmaya, münakaşaya ait. Münakaşacı. Tartışmacı.
  • Tartışmaya dayalı, münakaşa üstüne oturmuş. (Arapça)

dahili münakaşat / dahilî münakaşât

  • İç tartışmalar.

dogma

  • Tartışılmayan kesin fikir.

ebhas / ebhâs / ابحاث

  • Bahisler, tartışmalar. (Arapça)

evzan

  • (Tekili: Vezin) Vezinler. Tartılar.

gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş

  • Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.

gazreme

  • (Çoğulu: Gazarim) Ölçüsüz, tartısız bir şeyi satmak.

giran

  • Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu. (Farsça)
  • Sert. Katı. (Farsça)
  • Bıktırıcı. Usandırıcı. (Farsça)

götürü

  • Tartı veya ölçü ile olmayarak, toptan ve kesin olan.

götürü satış

  • Alış-verişte bir malı tartı veya ölçü ile olmayarak toptan pazarlık sûretiyle almak veya satmak; kabala.

haşirdeki mizan

  • Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.

hem-seng

  • Aynı ölçüde, aynı mizanda, bir tartıda.

ibkam / ibkâm

  • Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.

ihtilafi / ihtilâfî

  • Tartışmalı.

ihtisab resmi

  • Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.

ilm-i münazara / ilm-i münâzara / عِلْمِ مُنَاظَرَه

  • Bir meseleyi tartışarak çözümleme ilmi.
  • Tartışma ilmi.

kantar

  • Tartı aleti.

kararit

  • (Tekili: Kırat) Kuyumcu tartıları. Kıratlar.

kefe-i hasenat / kefe-i hasenât

  • İyiliklerin tartıldığı İlâhî terazi kefesi.

kental

  • Yüz kilogram ağırlığında bir tartı birimi. (Fransızca)

keşide

  • Çekilen, çekilmiş. Çekmek. (Farsça)
  • Tartılmış. Dizilmiş. Tertibedilmiş. Yazılmış. (Farsça)

kıst

  • Ölçü ve tartıda doğru davranma.
  • Pay, parça.
  • Parça parça verilen bir şeyin bir defada ödenmesi.
  • Pay. Hisse. Nasib. Kısım. Mizan. Rızık. Kısım kısım verilen bir hediyenin, borcun her defada verilen bir parçası. Tartı ve ölçüde doğruluk. Adalet etmek.

la müşahhate fi't-temsil / lâ müşâhhate fi't-temsîl

  • Temsilde tartışma olmaz.

mahkeme-i kübra / mahkeme-i kübrâ

  • En büyük mahkeme, âhirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı ve dünyâda yaptıklarının hesâbını verecekleri yer.

mevzun / mevzûn

  • Ölçülü, tartılı.
  • Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün.
  • Yakışıklı.
  • Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.
  • Ölçülü, tartılı, ağırlıkla ölçülen, tartılan mal.

mevzunat

  • (Tekili: Mevzun ve Mevzune) Vezinli ve tartılı şeyler.

mevzunen

  • Ölçülü ve tartılı olarak.

mevzuniyet

  • Ölçülülük, tartılılık.

meydan-ı münakaşat / meydan-ı münakaşât

  • Tartışma ve anlaşmazlıkların alanı, sahası.

mizan / mîzan

  • Terazi, ölçü, tartı.
  • Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
  • Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
  • Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.
  • Terazi, ölçü âleti, tartı, ölçü.
  • Mahşerde amellerin tartılmasını yapacak olan şey.
  • Terazi, tartı, ölçü.

muaraza / muâraza

  • Çekişme, tartışma, muhalefet.

muarız / muârız

  • Muarazacı, muhalif, çekişen, tartışan.

muayyen

  • Belli, ölçülü, tartılı.

mübahesat / مباحثات

  • Tartışmalar. (Arapça)

mübahesat ve münakaşat-ı ilmiye

  • İlmî tartışma ve konuşmalar.

mübahese / مباحثه

  • Tartışma. (Arapça)
  • Mübahese olunmak: Tartışılmak. (Arapça)

mücadele / mücâdele

  • Karşısındakinin câhilliğini veya haksızlığını ortaya koymak ve kendisinin akıl, fazîlet ve şeref bakımından üstün olduğunu isbât etmek için iki kişinin bir şey üzerinde tartışması.

mücazefe

  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.
  • Fık: Tartıp ölçmeden göz kararı ile yapılan tahmini satış. Götürü almak. Toptan satmak.

muharebe-i ilmiye

  • İlmî savaş, ilmî tartışma, mücadele.

mukabele ve muvazene

  • Terazinin iki kefesi gibi karşılıklı tartılma.

mümarat

  • Çekişme, tartışma. Mücâdele.

münakaşa / münâkaşa / مناقشه

  • Tartışma.
  • Çekişme, tartışma.
  • Sert tartışma.
  • Tartışma.
  • İrdeleme.

münakaşa etme

  • Tartışma.

münakaşa etmek

  • Tartışmak.

münakaşa-i içtihadiye

  • İçtihatla ilgili tartışma.

münakaşa-i ilmiye

  • İlmî tartışma.

münakaşa-i lisaniye

  • Söz ile tartışma.

münakaşat / münâkaşât

  • Tartışmalar.
  • Sertçe tartışmalar.

münazara / münâzara / مُنَاظَرَه

  • Karşılıklı fikir alışverişi, ilmi tartışma.
  • Tartışma.
  • Fikir tartışması.

münazara-i faraziye

  • Varsayıma dayalı tartışma.

münazara-i ilmiye

  • İlmî sohbet ve tartışma.

münazara-i nefsiye

  • Kişinin kendisiyle tartışması.

münazara-i şeytani / münazara-i şeytanî

  • Şeytanla olan tartışma.

münazara-i şeytaniye

  • Şeytanla münazara, tartışma.

münazaralı

  • Tartışmalı.

münazarat / münâzarât

  • Tartışmalar.

münazarat-ı ilmiye

  • İlmî münazaralar, tartışmalar.

münazarat-ı nefsiye / münâzarât-ı nefsiye

  • Nefisle yapılan tartışmalar.

münazaun fih / münâzaun fîh

  • Hakkında tartışılan.

münazır / münâzır

  • Tartışmacı.
  • Münâzaracı, tartışmacı.

müşagabe

  • Demegoji; tartışma ve eleştiriyi meslek kabul edenlerin yolu.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ölçüde ve tartıda hile yapanlar, haksızlık edenler.

mütevazi / mütevâzî

  • Vezinli, tartılı.

mütevazin / mütevâzin

  • Tevazün eden, tartıları bir olan.
  • Tartıları aynı olan.

muvazene / muvâzene

  • Denge, tartıda eşitlik.

muvazene-i a'mal / muvazene-i a'mâl

  • Yapılan işlerin, amellerin tartılıp hesaplanması.
  • Haşirde amellerin tartılıp hesabdelimesi.

na-sencide

  • Ölçülmemiş, tartılmamış. (Farsça)
  • İyi düşünülmemiş. (Farsça)
  • Değerlenmemiş. (Farsça)

nass

  • Kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs.

peymay

  • Tartıcı, ölçücü. (Farsça)

riba

  • Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
  • Faiz.
  • Muamelede meşru miktardan tecavüz.
  • Bir şeyin artması, çoğalması.
  • Verilen borç para veya mal karşılığında

riba'l-fadl / ribâ'l-fadl

  • Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.

riba-i fazl

  • Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.

sencide / sencîde / سنجيده

  • Ölçülmüş, tartılmış, değerli. (Farsça)
  • Tam yerinde söylenmiş söz. (Farsça)
  • Tartılı. (Farsça)

seng

  • Taş, hacer. (Farsça)
  • Vezin. Tartı ve temkin. (Farsça)
  • Sıklet. (Farsça)
  • Beraberlik. (Farsça)
  • Ağırlık. (Farsça)

tevazün / tevâzün

  • Denklik. Müvâzene hâsıl olmak. Aynı tartıda olmak. Karşılıklı iki taraf da vezinde müsâvi olmak. Denkleşmek.
  • Dengelilik, tartılılık.

tevkifi / tevkîfi

  • Şeriatın sahibi Cenab-ı Hakkın vahyetmesi, bildirmesi; tartışmasız hüküm.

tevzin-i adalet

  • Adaletin her şeyi teraziye alması; her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesindeki ölçü, tartı, denge.

vakıyye

  • Dörtyüz dirhemlik tartı.

vezin

  • Nazmın belli kalıplarından her biri; ölçü, tartı.
  • Ölçü, tartı.

vezn

  • (Vezin) Tartma. Ölçme. Hesaplama.
  • Tartacak şey. Tartı.
  • Ağırlık.
  • Ölçü, tartı.

vezne / وزنه

  • Tartı. Terazi.
  • Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
  • Barut
  • Ağırlık. (Arapça)
  • Tartı. (Arapça)
  • Para gişesi. (Arapça)

vezni / veznî

  • Vezinle ilgili, vezne ait.
  • Tartılan şey.

vezniyyat / vezniyyât

  • Tartılan şeyler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın