Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Tali
ifadesini içeren
648
kelime bulundu...
a'lal / a'lâl / اعلال
(Tekili: İllet) Hastalıklar, marazlar, illetler.
Sebepler.
Hastalıklar.
(Arapça)
Sebepler.
(Arapça)
a'ma-i elvan / a'mâ-i elvan
Tıb: Renk körlüğü, renkleri ayırt edememe hastalığı. Akromatopsi.
a'raz
(Tekili: Araz) Arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler.
Tesadüfler.
Hastalık alâmetleri.
Kazalar, felâketler, musibetler.
abed
Hayâ etmek. Arlanmak.
Hışım etmek, kızmak.
Uyuz hastalığı.
adem-i iktidar
İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.
adva
Hastalık başkasına bulaşmak.
afiyet / âfiyet
Sağlık, sıhhat, bedende hastalık bulunmaması.
Günah işlememek.
ahar
Hattatların kullandıkları kâğıda sürülen nişastalı yumurta.
(Farsça)
Kahvaltı.
(Farsça)
Bir nevi çelik.
(Farsça)
ahter
Yıldız.
Mc: Baht, talih.
akabe
(Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
Muhatara, tehlike.
Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
akam
Çocuksuz, çocuğu olmayan, kısır.
Tedavisi kabil olmayan hastalık.
akıntı
Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış.
Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı.
Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.
akliyye
Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları.
aksu
Gözlerde görülen bir hastalık.
(Türkçe)
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
alam u askam / âlâm u askam
Kederler ve hastalıklar.
albastı
Ateşli bir lohusalık hastalığı, lohusa humması.
aletiyet / âletiyet
Âletlik, vasıtalık.
ali baht / âli baht
Talihli, şanslı, bahtlı.
(Farsça)
alil / alîl / عليل
Hasta, hastalıklı, illetli.
(Arapça)
Sakat.
(Arapça)
aliyy-ül murtaza
Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema
alkam
Acı salatalık, hıyar.
alu
Erik, şeftali.
(Farsça)
Tuğla fırını.
(Farsça)
amar
Hesap.
(Farsça)
Araştırma.
(Farsça)
Tıb: Karında su toplanma hastalığı.
(Farsça)
amir-i hatadar / âmir-i hatâdar
Hâtâlı idareci, yönetici.
an
Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
anamalcılık
(Bak: Kapitalizm)
antikor
Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde.
(Fransızca)
arr
Uyuz hastalığı.
arre
Câriye.
Uyuz hastalığı.
arv
Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
İş için birinin yanına varma.
Yemişsiz bir çeşit ağaç.
aşavet
Gündüz görüp, gece görmeyen ve tavukkarası adı verilen göz hastalığı.
aşı
Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.
asib
Dolmuş bağırsak.
Katı nesne, şedid.
Şiddetli sıcak, çok sıcaklık.
Talihsizlik.
asr
Muttali olmak. Gözcülük etmek.
ateş
Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr.
(Farsça)
Kızgınlık, hararet.
(Farsça)
Hiddet, gazab, şiddet.
(Farsça)
Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması.
(Farsça)
Yangın.
(Farsça)
Gözyaşı.
(Farsça)
Hastalık.
(Farsça)
Harb, savaş.
(Farsça)
atlab
(Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
(Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.
ayn-ı da / ayn-ı dâ
Hastalığın tâ kendisi.
ayniyye / عينيه
Göz hastalıkları kliniği.
Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler.
Taşınabilir değerli eşya.
(Arapça)
Göz hastalıkları bölümü.
(Arapça)
azb
Kesme.
Isırma.
Azarlama.
Hastalıktan hırpalanma.
bab
Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat.
(Farsça)
Gemi halatlarının bağlandığı yer.
(Farsça)
İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk.
(Farsça)
Mânevi rehber, şeyh.
(Farsça)
Bektaşi şeyhi.
(Farsça)
Hayırhah ve muhterem.
(Farsça)
Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt
(Farsça)
bagar
Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.
bahit
Baht ve ikbalden vasıftır. Tâlii yaver olan adama denir. (Kamus'tan)
bahr
(Çoğulu: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz.
Âlim. Çok bilen.
Büyük göl veya nehir.
Yarmak, yırtmak.
Çok yürüyen at.
İyi kimse.
Deve hastalığı.
Aruzda aslî bir vezinle ondan tevellüd eden vezinler mecmuası.
baht / بخت / بَخْتْ
Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal.
(Farsça)
Saadet. Lezzet.
(Farsça)
Talih, kader.
Tâlih, nasîb, kısmet.
Talih, kısmet.
Talih.
(Farsça)
Kader, talih.
baht-aver
Talihli, şanslı, bahtlı.
(Farsça)
baht-ı bidad / baht-ı bîdâd
Kötü şans, insafsız tâlih.
baht-ı islam / baht-ı islâm
Müslümanların talihi.
bahtek
Uykuda iken ağırlık basma.
(Farsça)
Fena tâlih, küçük şans.
(Farsça)
bahtiyar / bahtiyâr / بَخْتِيَارْ
Talihli, mutlu.
Bahtlı, talihli, mes'ud, mutlu, şanslı.
(Farsça)
Tâlihli, mes'ûd, mutlu.
Talihli, kutlu, mutlu.
Tâlihli.
bakteri tedavisi
Bazı hastalıkların tedavisinde ölü veya canlı bakterilerin kullanılması ile yapılan tedavi.
baras
Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.
baroterapi
Bazı hastalıkların basınçlı hava ile tedavisi.
(Fransızca)
başeng
Tohumluk olmak için saklanan sarı, iri hıyar, salatalık.
(Farsça)
Asma üzerindeki üzüm salkımı.
(Farsça)
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
batş
Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.
bedbaht / بدبخت / بَدْبَخْتْ
Talihsiz.
Tâlihsiz. Bahtıkara.
Talihi kötü olan, talihsiz.
Bahtsız, talihsiz, bahtı kara.
(Farsça)
Bahtı kara, talihsiz.
Talihsiz.
Kötü tâlihli.
bedbahtlık
Talihsizlik, bahtsızlık.
behak
İnsanın derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk peyda eden bir çeşik hastalık.
behir
Nefesi sıkışıp çok soluyan kimse. Nefes darlığı olan.
Göğüsdarlığı hastalığı sebebiyle solumaktan yol yürüyemiyen kimse.
belel
Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
Zafer, galibiyet.
Mihnet, keder, üzüntü.
Mücadele, kavga.
Hastalıkdan iyileşen.
Düşkünlük.
beliyye-i amme / beliyye-i âmme
Yaygın hâle gelmiş belâlar, hastalık.
belul
Kurtulma. Hastalıkdan, marazdan kurtulma. Halâs olma.
beni abdilmuttalib / benî abdilmuttalib
Abdilmuttalib oğulları.
beras
Leke hastalığı.
berat gecesi
Arabi Şâban ayının onbeşinci gecesi. Şâban ayı mübarek şuhur-u selâseden (üç aylardan) olup, onbeşinci gecesi mahlûkatın rızıklarına, ömürlerine, amellerine dâir taraf-ı İlâhîden meleklere tâlimat verildiği hususunda rivâyât-ı sahiha vardır.
berfuk / berfûk
Şeftali yemişi.
(Farsça)
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
beriberi
(Seylanca) Asya'nın güneydoğusu ile Okyanusya, Senegal ve Brezilya'nın yerli halklarında görülen ve B vitamini eksikliğinde vücuda gelen bir hastalık.
berkuk
Şeftali, kayısı, zerdali.
besere-i habise
Çıktığı yeri kangren eden ve adına da kara kabarcık denen öldürücü bir hastalık.
betr
Kat', kesme.
Hatalı, eksik bırakma.
bevliye
Tıb: İdrar yolları ve böbrek hastalıkları. Bu hastalıkların teşhis ve tedavisiyle uğraşan tıp dalı. (Üroloji)
beytar
Nalbant.
Baytar, veteriner. Hayvan hastalıkları hekimi.
bi-nasib / bî-nasib
Nasibsiz, tâlihsiz.
(Farsça)
bidarbaht / bîdârbaht / بيداربخت
Talihli.
(Farsça)
bisinoz
yun. Pamuk işçilerinde görünen, pamuk tozlarının sebebiyet verdiği bir akciğer hastalığı.
biyoterapi
Tıb: Bazı hastalıkların tedavisinde canlı varlıklardan faydalanma usûlü.
buhran
Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.
bürda
Tıb: Sıtma hastalığı.
busayri / busayrî
(Şeref-üd-din) (Mi: 1213-1295) Busayr'da doğdu. Meşhur Arap şair ve hattatıdır. "Kaside-i Bürde" sahibidir. Esas ismi "El-Kevakib-üd-Dürriyye fi Medh-i Hayrilberiyye" olan kasidesine; tutulmuş olduğu hastalıktan, rü'yasında Resûlullah'ın hırkasını (bürde) üzerine örtüp şifa bulması sebebiyle "Kaside
butlan-ı his
Ameliyat için bir uzvun hissinin iptâli, duyarsız hâle getirilmesi.
büyük cihad
Samsun'da haftalık olarak yayınlanan bir gazete.
büyük cihad gazetesi
Samsun'da haftalık olarak yayınlanan bir gazete.
çarh
Çark, felek, talih.
Çark, tekerlek.
Felek, gök, sema.
Ok yayı.
Elbisede yaka.
Tef.
Devreden, dönen.
Çakır doğan.
Talih.
çarha
Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim.
(Farsça)
Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
(Farsça)
çark
Dönen, felek, talih.
çark-ı felek
Bir makine veya dolaba benzetilen gökyüzü.
Mc: Tâlih, baht.
Yakıldığı zaman dönerek ateşler püskürten bir çeşit donanma fişeği.
Bir nevi sarmaşıklı nebat çiçeği.
çeçek
Gül. Çiçek.
(Farsça)
Gönül.
(Farsça)
Çiçek hastalığı.
(Farsça)
Vücutda çıkan ben.
(Farsça)
cedd
Babanın babası veya ananın babası.
Büyüklük, azimlik.
Kat'edip geçmek.
Tâli'li olmak.
Kesmek.
cedd-i nebi / cedd-i nebî
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) dedesi, Abdülmuttalib.
cederi / cederî
Vücutta çıkan çiçek hastalığı.
cerban
Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz.
cereb
Uyuz hastalığı, uyuzluk.
cereb-nak
Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi.
(Farsça)
cerez
Davarın art sinirinde olan bir hastalık.
çerh
Çark. Dolap.
(Farsça)
Felek. Talih.
(Farsça)
Dingil üzerine dönen.
(Farsça)
Gök.
(Farsça)
Def.
(Farsça)
Zenberek.
(Farsça)
Mancınık.
(Farsça)
Elbise yakası.
(Farsça)
Ok yayı.
(Farsça)
Çakır gözlü doğan kuşu.
(Farsça)
cerib
Uyuz hastalığına tutulan. Uyuz marazına tutulmuş olan. Uyuz.
cevelangah / cevelângâh
Gezip dolaşılan yer. Cevelân yeri. Tâlim meydanı.
cevher
Bir şeyin özü, esası.
Kıymetli taş.
Çelik üzerindeki nakış.
Edb: Noktalı harf.
Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih.
Harflerin noktası.
Fls: Varlığı kendinden olan, var olmak için kendi dışında başka birşeye muh
cevher-dar / cevher-dâr
Elmaslı.
(Farsça)
Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi.
(Farsça)
Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi.
(Farsça)
Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç.
(Farsça)
cevi
Aşk galebesinden gelen şiddet ve hiddet, gam ve gussadan, müzahemeden gelen bir hastalık, maraz.
Kokmuş su.
cildiyye
Cilt hastalıkları bölümü.
cinnet-i müstevliye
İstilâ eden, ortalığı kaplayan delilik.
çiregi / çiregî
Bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik.
(Farsça)
Ustalık. Mâhirlik.
(Farsça)
cirit
Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi.
civanbaht / جوان بخت
Talihli.
(Farsça)
çü
(Teşbih ve tâlil edatı) Gibi.
(Farsça)
Dikkat.
(Farsça)
Ahenk.
(Farsça)
cüderi / cüderî
Kabarcık denilen hastalık.
Çiçek hastalığı.
Çiçek hastalığı.
cuham
İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık.
cum'a
Toplanma.
Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest
çun
(Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir.
(Farsça)
cüzam
(Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.
cüzbend
Bir çeşit cüzzam hastalığı.
Ciltçi.
da / dâ
Hastalık.
da' / dâ'
(Çoğulu: Edvâ) Maraz, hastalık.
Meşakkat, zahmet.
Hastalık, dert.
da-ül-efrenc / dâ-ül-efrenc
Frengi hastalığı.
da-ül-kalb / dâ-ül-kalb
Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması.
dabb
(Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
Yaraya merhem sürmek.
Akmak.
Süt sağmak.
Yere yapışmak.
Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
Hurma çiçeği.
dahıs
Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı.
dahis
Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası. Dolama hastalığı.
daü'l-cehl / dâü'l-cehl
Cehalet hastalığı, cahillik illeti.
daü'l-cu / dâü'l-cû
Açlık illeti, hastalığı.
daü'l-husumet / dâü'l-husûmet
Düşmanlık hastalığı.
def-i maraz
Hastalığı uzaklaştırma, yok etme.
defter-i kavanin-i emriye / defter-i kavânin-i emriye
Emir kanunları defteri, talimatname.
dema
Her zaman. Vaktâki.
(Farsça)
Soluk. Nefes. Hastalık sebebiyle tez tez solumak.
(Farsça)
Ürpermek.
(Farsça)
Dem. An.
(Farsça)
denef
İyileşmeyen hastalık.
derd
Tasa, keder, kaygı.
(Farsça)
Hastalık, illet.
(Farsça)
Dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.
derr
İyi iş. İyilik. Mahz-ı hayır.
Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı.
Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi.
ders
Tenbih, tâlimat, vazife. Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife.
Akıl.
dervah
Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse.
(Farsça)
Sağlam, metin, muhkem.
(Farsça)
Doğru, asıl, gerçek.
(Farsça)
Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat.
(Farsça)
Ayıp, utanma.
(Farsça)
Sertlik, kabalık.
(Farsça)
desfan
(Çoğulu: Desâfi) Bir şeye tâlip olan kişi.
dest-i lukman-ı hazakat / dest-i lukman-ı hazâkat
Hz. Lokman'ın (a.s.) hastalıkları tedavideki marifet ve hünerli eli.
deva
İlâç, çare. Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda.
deva na-pezir
Devâsı bulunmaz hastalık.
deva-i illet / devâ-i illet
Hastalığın devâsı.
deva-yı illet / devâ-yı illet / دَوَايِ عِلَّتْ
Hastalığın ilâcı, çaresi.
Hastalığın ilacı.
devar
Baş dönmesi hastalığı.
devlet / دولت
Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât. Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet
Devlet.
(Arapça)
Talih.
(Arapça)
Mevki.
(Arapça)
devlet ü ikbal
Ulviyet ve iyi tâlih.
devr-i zaman
(Devr-i felek) Tali, kader. şans.
devran
Felek, talih.
direktif
Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir.
(Fransızca)
disiplin
Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar.
(Fransızca)
Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
(Fransızca)
dülgerlik
Yapı ustalığı.
düma'
Hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle gözden akan yaş.
Bahar günlerinde üzüm çubuğundan akan su.
dune
Hastalık.
ebras
İnsanın rengini degiştiren alaca ve miskin eden çok fena bir maddi hastalık ismi.
eczahane-i rahmet-i alem / eczahane-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane.
edva
(Tekili: Da') İlletler, hastalıklar.
eflec
(Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.
efrenci / efrencî
Frenklere yani Avrupalılara mahsus ve aid.
Frengi hastalığıyla alâkalı ve münasebetdar.
egalit
(Tekili: Uglute) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.
ehl-i hüner
Ustalık ve beceri sahipleri.
ehliyyet
Yeterlik, ustalık, yetki.
emraz / emrâz / امراض / اَمْرَاضْ
(Tekili: Maraz) Hastalıklar. Marazlar.
Marazlar, hastalıklar.
Marazlar, hastalıklar.
Hastalıklar.
(Arapça)
Hastalıklar.
emraz-ı akliye
Akıl hastalıkları.
emraz-ı asabiye / emrâz-ı asabiye
Sinir hastalıkları.
Sinir hastalıkları.
emraz-ı ayniyye
Göz hastalıkları.
emraz-ı dahiliye
Dahilî hastalıklar, iç hastalıkları.
emraz-ı efrenciye
Frengi hastalıkları, efrenci marazları.
emraz-ı içtimaiye / emrâz-ı içtimaiye
Sosyal hastalıklar.
emraz-ı intaniyye
Mikroplu ve ateşli hastalıklar.
emraz-ı kalb / emrâz-ı kalb
Kalp hastalıkları.
emraz-ı kalbiye / emrâz-ı kalbiye
Kalb hastalıkları.
Kalp hastalıkları, mânevî hastalıklar.
emraz-ı nefsaniye / emrâz-ı nefsaniye
Nefse ait hastalıklar.
emraz-ı nisaiye
Kadın hastalıkları.
emraz-ı sariye / emraz-ı sâriye
Geçici, bulaşıcı, sâri hastalıklar.
erk
Tıb: Uykusuzluk hastalığı.
erkan
Sarılık denilen bir hastalık çeşidi.
Ekini ifsâd eden âfet.
eşfa
Hastalığı def'e çok faydalı, şifa-bahş olan.
esir
Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.
eskam
(Tekili: Sakam) İlletler, hastalıklar, dertler.
etene
Hayvanlarda ana ile cenin arasındaki kan alış-verişini temin eden organ.
Bitkilerde yumurtacıkların yumurtalığa yapışık bulundukları doku.
eyyub / eyyûb
Hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber.
faite / fâite
Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vâcib namaz.
fal
Uğur. Baht. Tali'.
falic
Felce uğramış.
Vücudun bir kısmını veya her tarafını tutmaz hale koyan hastalık.
İsabeti çok olan ok.
faraza
(Esası: Farzâ) Meselâ, öyle sayalım ki, farzedelim ki, ola ki, tutalım ki.
fatk
Kırma, ayırma, yarma, çatlatma.
"Kasık yarığı" denilen bir hastalık.
Elbisenin dikişlerini sökmek.
feleği müsait
Talihi, bahtı ve şansı müsait; hedefe ulaşmada büyük kolaylıklara mazhar.
felek / فلك
Gök, gök katı, devir.
Tâli', baht.
Büyük ve dâirevi olan şey.
Her gök seyyaresinin gezdiği âlem.
Dünyâ, âlem,
Bir zilli âlet.
Yuvarlak kütük, kızak. (Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
Gökyüzü, sema.
Âlem, dünya.
Talih, kader.
Gök, talih.
Gökyüzü.
(Arapça)
Talih.
(Arapça)
Kader.
(Arapça)
felekzede
Feleğin kahrına uğramış, tâlihsiz.
(Farsça)
felsefe-i sakime / felsefe-i sakîme
Hastalıklı felsefe; yanlış yoldaki felsefe.
felsefe-i sakime-i avrupaiye / felsefe-i sakîme-i avrupaiye
Avrupa'nın hastalıklı ve karanlık felsefesi.
fenn-i tıb
Tabiblik, doktorluk. Maddi hastalıklara ilâç ve şifa bulmağa çalışan ilim.
fer'i / fer'î / فرعى
Yan dal, tâli, ikincil.
(Arapça)
ferdaniyet
Yalnızlık, teklik. Ferdlik. Yektâlık.
ferhunde-tali' / ferhunde-tâli'
Şanslı talihi yaver. Mes'ut, mutlu, saadetli.
(Farsça)
ferruh-fal / ferruh-fâl
Bahtı açık, şanslı, talihli, uğurlu.Ferruhî : f. Mübareklik, uğurluluk, meymenet.
(Farsça)
fetişizm
Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı.
(Fransızca)
fetk
Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma.
Tıb: Dikilmiş bir şeyi söküp ayırmak.
Kasık yarığı, kasık zarının yarılması ile barsakların torba içine dolmasından ibaret sakatlık. Fıtık hastalığı.
Şafak sökmesi. Fecir ağarması.
Parçalanıp birbirine düşmüş cemaat.
fidye
Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge
firsek
(Çoğulu: Ferâsik) Çekirdeğinden ayrılmayan şeftali.
firuz / fîrûz / فيروز
Talihli, kutlu.
(Farsça)
Muzaffer.
(Farsça)
fitne-kar / fitne-kâr
Ortalığı bozmağa çalışan. Fitneci. Fesâd verici. Fitne çıkarmak isteyen.
(Farsça)
fitnekar / fitnekâr
Fitneci, ortalığı bozmaya çalışan.
fobi
(Fobya) Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku.
(Fransızca)
frengi illeti / frengî illeti
Avrupa hastalığı.
fülleyk
Bir şeftali cinsi.
füruat / fürûat
Detaylar, ayrıntılar; aynı soydan gelenler, esastan olmayan talî meseleler.
gangren
Bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.
gareb
Gümüş kadeh.
Kavak ağacı.
Havuzla kuyu arasına dökülen su.
Bir nevi koyun hastalığı.
gavs
Suya dalmak. Dalgıçlık.
Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
İyi anlamak.
Maslahata gayret ile girmek.
ger
Uyuz hastalığı.
gerd
Baht, talih. Fayda.
(Farsça)
Toz, toprak.
(Farsça)
Hüzün, keder, gam, tasa.
(Farsça)
gevher
Akıl ve edeb.
(Farsça)
Asıl ve neseb.
(Farsça)
Elmas, cevher, mücevher. İnci.
(Farsça)
Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.
(Farsça)
Noktalı olan harf.
(Farsça)
gez
Arşın, endaze.
(Farsça)
İlgın ağacı.
(Farsça)
Okun çentiği.
(Farsça)
Tâlim için yapılmış kısa ok.
(Farsça)
girifte
Yakalanmış, tutulmuş.
(Farsça)
Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış.
(Farsça)
Esir.
(Farsça)
girifte-gi / girifte-gî
Tutkunluk.
(Farsça)
Hastalık hali.
(Farsça)
Esirlik.
(Farsça)
haben
Siroz denilen ve karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık.
hadesan
Şanssızlık, kısmetsizlik, talihsizlik.
Kaza.
hadia / hadîa
(Çoğulu: Hadâyi') Ustalıklı bir şekilde aldatma, oyun yapma.
hafş
Tıb: "Tavuk karası" adı verilen bir göz hastalığı.
hahan
İstekli, arzulu, tâlib.
(Farsça)
hahişgeran / hâhişgeran
Hâhişgerler, istekliler, tâlibler.
(Farsça)
hall
Sağlamlaştırmak.
Dostluk, sadâkat.
Fakir, hastalıklı, nahif insan.
Sirke.
hallat
Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan.
Ortalığı karıştıran.
hame
Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin.
Havası bozuk hastalıklı yer.
hamza
Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid
harat
Davarın memesinde olan bir hastalık. (Sütün parça parça, ufanmış gibi çıkmasına sebep olur)
harazet
Hastalığın uzaması, derdin müzminleşmesi.
hariciyye
Hariçle alâkalı. Dış işleri.
Ameliyatla tedavi edilebilen hastalıklar.
Haricilik.
hasbe
Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
Kızamık hastalığı.
hasıb
Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.
hassa
Saç ve sakalı döken bir hastalık.
hast-gari / hâst-gârî
Tâliplik, isteyicilik.
(Farsça)
haste-gi / haste-gî
Rahatsızlık, hastalık, maraz, illet.
(Farsça)
hastegi / hastegî / خستگى
Hastalık.
(Farsça)
hataalud / hataâlûd / خطا آلود
Hatalı, yanlış dolu.
(Arapça - Farsça)
hatakar / hatâkâr / hatakâr / خطاكار
Hatalı, suçlu.
Hatalı.
Hatalı, hata yapan.
(Arapça - Farsça)
hatakarane / hatâkârane
Hatalı ve kusurlu.
hav
Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.
havale
Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
Postadan gelen emanet kâğıdı.
haverşinas / hâverşinas / خاورشناس
Doğubilimci, oryantalist, müsteşrik.
(Farsça)
hayat-ı alil
Hasta ömür, hastalıklı hayat.
hayz
(Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye
hayza
Tıb: Kolera denilen hastalık.
hazakat / hazâkat
Ustalık, uzmanlık.
hazaze
Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.
hazıkıyyet
Mâhirlik, ehillik, ustalık, hâzıklık.
hazka
Mahâret, ustalık, mâhirlik.
hazz
Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.
heft-kalem
Yedi çeşit yazı. Tâlik, sülüs, tevki, muhfak, reyhanî, rik'a ve nesih.
heyne
Tıb: Kolera hastalığı.
heyza
Fazlaca kusma, istifra etme.
Tıb: Kolera hastalığı.
him
Deveye ârız olan susuzluk hastalığı.
Kürtçede: Temel, esas.
hıridar / hırîdar
Alıcı, müşteri, tâlib.
(Farsça)
hırt
Erkek keklik.
Hastalıktan dolayı, kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt.
hisse senedi
Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.
hıtbe
Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: "hâtıb", evlenmesi taleb edilen kadına da "mahtube" denir.
hızk
Zeyreklik, akıllılık.
Ustalık, mahâret.
hudayinabit
Ekilmeden biten ot veya ağaç.
Hiç bir talim ve terbiye görmemiş adam.
huh
(Çoğulu: Huvhât) Şeftali.
Duvardaki ışık girecek delik.
hüma kuşu / hümâ kuşu
Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)
hüma-yi ikbal / hümâ-yi ikbal
Devlet kuşu.
Mc: Yüksek talih, iyi uğur.
humma / hummâ
Ateşli hastalık. Sıtma.
Bir ateşli hastalık.
Yüsek ateşli hastalık, nöbet.
hümma
(Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
Nöbetli hastalık.
Sıtma.
hümmeyat
(Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
Sıtmalar.
Nöbetli hastalıklar.
hunan
Kuşların boğazında olan bir hastalık.
hüner / هنر
Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.
(Farsça)
Beceri, ustalık.
Ustalık, beceri.
Sanat, ustalık, beceri.
(Farsça)
hünerver
Çok ustalıklı. Becerikli. Usta. Mahâret sahibi.
(Farsça)
hunnak
Tıb: Boğaz hastalıkları.
huruf-u mu'ceme
Gr: Kur'an-ı Kerim harflerindeki noktalı harfler.
husye
Erkeklik bezi. Haya. Erkeğin yumurtalığı.
i'timam
(İtimam) Başına sarık sarmak.
Ortalık yeşillenmek.
Miğfer giymek.
iade-i afiyet / iade-i âfiyet
Hastalıktan sonra âfiyetin iadesi. İyileşme.
ibn-i ebu talib
Ebû Tâlib'in oğlu Hz. Ali.
içtihad-ı hata / içtihad-ı hatâ
Yanlış ve hatâlı hüküm çıkarma.
idbar / idbâr / ادبار
Geriye gitmek. Geri dönmek.
İşlerin ters gitmesi.
Talihsizlik.
Bir gezegenin diğer oniki burcun tertibine zıt olarak hareketi. (Asıl tertibe göre gitmesine de ikbal denir.)
Talihsizlik.
(Arapça)
ıdna'
Hastalığın hastayı zayıflatması.
ifakat
(Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman.
Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.
ifakat-yaft
Sıhhat bulan, iyileşen, hastalıktan kalkan.
(Farsça)
iftihar madalyası
Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı k
ihmirar
Kızarmak. Kızıllık.
Kızıl hastalığı.
ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
ikbal / ikbâl / اقبال
Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah.
İstemek.
Yönelme, talihlilik, saadet.
Talih.
(Arapça)
Mutluluk.
(Arapça)
ikbalmend
Bahtiyar, mutlu, saadetli, talihli.
(Farsça)
Refaha, büyük bir makama erişen.
(Farsça)
ila'
Çok istekli ve tâlib kılma, haris etme.
ilel / علل
(Tekili: İllet) İlletler. Esaslar. Temeller. Sebebler.
Sakatlıklar. Hastalıklar.
Sebepler, hastalıklar.
Hastalıklar.
(Arapça)
Sebepler.
(Arapça)
ilel ü emraz
Hastalıklar ve sakatlıklar.
ilel-i muhtelife
Türlü illetler ve sebepler, çeşitli hastalıklar.
ilel-i müstevliye
Tıb: Salgın hastalıklar.
ilel-i sariye / ilel-i sâriye
Tıb: Bulaşıcı hastalıklar. Sâri illetler.
ille
(İllet) Esas sebeb. Vesile.
Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.
illet / علت / عِلَّتْ
Hastalık, sebep, gaye, hedef.
Hastalık.
Hastalık.
(Arapça)
Sebep.
(Arapça)
Hastalık.
iltizam-ı hilaf / iltizam-ı hilâf
Muhalefet hastalığı; herşeyin muhâlif, zıt tarafını alma.
incizam
Kesilme.
Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.
innin / innîn
İhtiyârlık, tenâsül hastalığı veya sihir sebebi ile cimâ yapamayan. İktidârsız erkek.
intan
Pis kokma. Fenâ kokma.
Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık.
intaniye
Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı.
intiaş
Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık.
Hastalıktan sonra iyileşip kalkma.
Geçinme.
(Yıkılan adam) doğrulup kalkma.
intibac
Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.
irkan
Kına yakma, kına sürme.
Safran ağacı, kızılağaç.
Tıb: Sarılık hastalığı.
isbat
Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma.
isfar / isfâr
Sabah namazının ortalık aydınlanırken kılınışı.
Sabah namazını ortalık aydınlanıncaya kadar geciktirmek.
ishab
Çok söylemek.
Türlü şeylerden renk değiştirmek.
Bir şeye fazla tama' etmek.
Kuyu kazıp suyu bulamamak.
Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
Kuzu, anasını emmek.
Duvarı başı boş salıvermek.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
ispanyol hastalığı
Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.)
istifaka
Hastalıktan kurtulup iyileşme.
Sarhoşluktan ayılma.
istihaza
Kadın âdet görürken fazla kan gelmesi. (Rahimden değil de hastalıktan dolayı bir damardan gelip, tenâsül cihazı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Buna "istihâza veya özür kanı" dendiği gibi, böyle bir kadına da "müstahâza" denir.)
istiksa
Bir şeyi inceden inceye araştırma, künhüne varmaya çalışma.
Tıb: Bir dahili hastalığı iyi teşhis edebilmek için âlet kullanma.
istinsah
(Nesh. den) Sahifeyi çoğaltmak, nüshasını yazmak. Kopya etmek.
Silinmesini ve iptalini istemek.
istişfa
Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.
istiska'
(Saky. den) Su isteme. Susama.
Yağmur duasına çıkma.
Vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı.
ıtk-ı muallak
Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine "şu işi yaparsan hürsün" demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.
itnan
(Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe.
izkam / izkâm
Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.
kabakulak
Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.
kabas
Ciğer hastalığı.
Yüksek ve kalın.
Hafiflik.
Neşat, sevinç.
kabs
Her şeyin esası, aslı.
Tâlim etmek.
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kader
Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî.
Ezelî kısmet.
Tali'. Baht. Şans.
kaderi / kaderî
Kader ile alâkalı. Kader, tali' nev'inden olan.
kahal
Koyunların derisini kurutan bir hastalık.
kalb gözü
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
kalebe
Hastalık. İllet.
kalib / kâlib
İt tutan kimse. Köpeğe av tâlim ettiren kimse.
kalp
Yürek.
Yürek hastalığı.
Gönül.
Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.
kangren
Yun: Canlı vücudun belirli bir kısmında hücrelerin ölmesiyle meydana gelen bir hastalık.
Hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.
kar-nüma / kâr-nüma
Menfaat gösteren.
(Farsça)
Usta çıkacak olan çırakların, ustalıklarını göstermek için yaptıkları örneklik iş.
(Farsça)
kara'
Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık.
Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.
karantina
İtl. Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden gelen kişileri, gemileri veya malları geçici olarak tecrit etme şeklinde alınan tedbir.
Hastahanede yatması gereken hastaların kayıt ve kabul işlerinin yapıldığı yer.
Bir bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek üzere hast
karname / kârname
Usta çıkacak kişilerin ustalıklarını göstermek için yaptıkları iş örneği.
(Farsça)
kay
Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.
kebade
Tâlim yayı.
(Farsça)
kebade-keş
Ok atma tâlimi yapan veya ok atmaya hevesli olan. Tâlim yayını çeken.
(Farsça)
kebade-keşi / kebade-keşî
Ok atmaya hevesli olma, tâlim yayını çekme.
(Farsça)
keffaret-üz zünub
Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)
kehf
Mağara, in. Sığınacak yer altı.
Tıb: Verem hastalığında akciğerde açılan oyuk.
kelab
Tıb: Kudurma. Kuduz hastalığı.
kellab
İt tutan kimse. Köpeğe av tâlim eden kimse.
kem-baht
Tâlihsiz, bahtsız, şansız.
(Farsça)
kemne
Tıb: Karasu adı verilen bir göz hastalığı.
kemzede
Tâlihsiz, şanssız, bahtsız.
(Farsça)
kemzen
Tâlihsiz, şanssız.
(Farsça)
kepaze
İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan.
Tâlim için kullanılır yay.
keşah
Bir hastalık. (İnsanın böğrüne vâki olur da dağlarlar.)
kibir
(Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı.
Şeref ve şan.
Bir şeyin muazzamı. Büyük.
kihalet
Göz için sürme yapma. Sürmecilik.
Göz doktorluğu. Göz hastalıkları bilgisi.
kılavuz
Yol gösteren, rehber.
Vapurlara yol gösteren.
Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
Okçuluk müsabakaların
kinin
Ateşli hastalıkların ve özellikle sıtmanın tedavisinde kullanılan bir tür bitki.
komisyon
Meclis şubesi. Hususi surette teşkil olunan meclis.
(Fransızca)
Ticarette vasıtalık etme, dellâllık ücreti.
(Fransızca)
kritik
yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.
kuas
Koyunun burnunda olan bir hastalık.
Bir hastalık (ki göğüsü tutar.)
kuhaz
Koyunlara ârız olan bir hastalık.
kül'a
Devenin arkasında olur bir hastalık.
Koyun sürüsü.
kulab
Bir çeşit deve hastalığı.
küllü dain
Bütün hastalıklar. Bütün dertler.
kulunç
Acı veren bir hastalık.
kümun
Pusulanıp gizlenmek.
Tıb: Gözde "gümne" denilen bir dumanlı hastalık görünmesi.
kur'a
Talih denemek maksadı ile çekilen kapalı pusla veya fal açma.
küreyvat-ı beyza
Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl
kutb-i medar / kutb-i medâr
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât. Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir.
kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.
kuvam
Koyunun ayaklarını tutan bir hastalık.
küzaze
Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.
latince
Eski Roma'da konuşulan ve bugünkü Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi dilleri doğurmuş olan ana dil ki, Hint-Avrupa dil âilesinin önemli bir kolu olan İtalik grubundandır.
luri / lurî
Cüzzâm veya miskinlik denilen hastalık.
(Farsça)
Fare avlıyan bir kuş.
(Farsça)
ma'lul
İlletli, hastalıklı, sakat.
ma'lulin / ma'lulîn
(Tekili: Ma'lul) Sakatlar. Hastalıklı ve illetli kimseler.
ma'luliyet
Hastalıklı olma, illetlilik.
ma'nevi hastalık / ma'nevî hastalık
Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce. Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı.
ma'rifet
Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey.
Bilme, biliş, bilgelik.
maddi hastalık / maddî hastalık
Beden hastalığı.
maharet
Ustalık, beceri.
Ustalık, beceriklilik.
maharet-i ilmiye
İlmi beceri, ustalık.
maharet-i san'at
San'attaki ustalık.
mahi-i emraz
Hastalıkları yok eden.
mahirane
Ustaca, ustalıkla, maharetle.
(Farsça)
malul / malûl / معلول
Özürlü, hastalıklı.
(Arapça)
mantıki kıraet / mantıkî kırâet
Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır.
maraz / مرض / مَرَضْ
Hastalık, illet, dert. Belâ.
Hastalık.
Hastalık, illet.
Hastalık.
Hastalık.
Hastalık.
(Arapça)
Hastalık, bela.
maraz-ı asabi / maraz-ı asabî
Sinir hastalığı.
maraz-ı harici / maraz-ı haricî
Dıştan gelen, dış ile ilgili hastalık.
maraz-ı hayali / maraz-ı hayalî
Hayalî hastalık.
maraz-ı hayat-ı içtimai / maraz-ı hayat-ı içtimaî
Toplumsal hayattaki hastalık.
maraz-ı içtimai / maraz-ı içtimaî
Sosyal hastalık.
maraz-ı ihtilaf / maraz-ı ihtilâf
Anlaşmazlığa düşme hastalığı.
maraz-ı kalb
Kalbî hastalık.
maraz-ı kalbi / maraz-ı kalbî
Kalpteki hastalık.
Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları. Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması.
maraz-ı mevt
Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık.
maraz-ı müstevli / maraz-ı müstevlî
Salgın hastalık.
maraz-ı muzır
Zararlı hastalık.
maraz-ı ruhani / maraz-ı ruhanî / maraz-ı rûhânî / مَرَضِ رُوحَان۪ي
Ruhî hastalık.
Ruha âit hastalık.
maraz-ı ruhi / maraz-ı ruhî / maraz-ı rûhî / مَرَضِ رُوح۪ي
Ruhî hastalık.
Ruha âit hastalık.
maraz-ı sari / maraz-ı sârî
Tıb: Bulaşıcı hastalık.
maraz-ı vesvese / مَرَضِ وَسْوَسَه
Kuruntu, şüphe hastalığı.
Kuruntu hastalığı.
marazi / marazî / مرضى
(Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa ait. Hastalıklı.
Hastalıklı, hastalkla ilgili.
(Arapça)
maraziyyat / maraziyyât
Hastalıklar ilmi, patoloji.
marifet / معرفت
Bilme.
(Arapça)
Ustalık, beceri.
(Arapça)
Aracı.
(Arapça)
mariz / marîz
Hasta, hastalıklı.
masru'
Sar'a hastalığına tutulmuş, sar'alı.
masruan
Sar'alı olarak, sar'a hastalığına tutulmuş olarak.
massa
Maraz, hastalık.
Zahmet.
matlul
(Çoğulu: Matâlil) Yaş, ıslâk.
Islanmış, nemlenmiş.
me'nuf
Burunda hastalığı olup koku alamayan.
mebiz
(Çoğulu: Mebâyiz) Tıb: Yumurtalık.
meç
Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç.
meczum
(Cüzam. dan) Cüzam hastalığına tutulmuş kimse.
medyum
(Medyom) Lât. İspirtizmacılık için vasıtalık eden.
meharet
Ustalık, beceriklilik, üstadlık. Meleke ve mümârese.
Kur'anda meharet: Hıfzın kuvvetiyle harflerin mahreçlerine riâyettir.
mehbut
Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan.
mehru'
Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi.
mekbud
Ciğerinde hastalık olan.
meleke
Tecrübe ve tekrarla elde edilen beceri, maharet, iktidar, ustalık.
mem'ud
Midesinde hastalık olan.
memsun
Mesâne hastalığına tutulmuş kimse.
menkut
(Nokta. dan) Noktalanmış. Noktalı.
merga merg / mergâ merg
Umumi vebâ hastalığı.
(Farsça)
merga mergi / mergâ mergî
Hastalıktan dolayı umumi ölüm.
merza
(Tekili: Mariz) Hastalıklar, illetler. Hastalar.
meslek-i sakim / meslek-i sakîm
Hasta meslek, hastalıklı yol.
mevat arazi / mevât arâzi
Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o
mevkib-i ikbal / mevkib-i ikbâl
Talihli kafile.
Talihli kâfile, gelmesi arzu edilen topluluk.
mezkum
Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.
mimraz
Hastalıklı, illetli.
minşel
(Çoğulu: Menâşil) Yemek çatalı.
mirilu
Uzayan harblerde ve askerin kifayetsizliği zamanlarında aylıkla toplanan askerler. Bunlar talimsiz, intizamsız oldukları için "Nefer-i âm: Bütün halkın cenge sürülmesi" hükmünde kalıyor, bir istifade te'min olunamıyordu. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla muntazam askerî teşkilât yapılınca bu türl
miskam
Hastalıklı, illetli.
mıtla
(Çoğulu: Metâli) Dikenli otlar biten yumuşak yer.
mu'cem
İ'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı.
Hadis şeyhlerinin herbirisi.
Harf-ı heca sırasına konularak, her birisinin tarikından müellife kadar gelen rivayetleri toplayan kitaba denir.
muafat
Afvetmek.
Sıhhat vermek.
Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse.
Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.
muafiyyet
Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
muallem / مُعَلَّمْ
Talimli, eğitilmiş.
Eğitimli, talim görmüş.
muallem asker
Tâlim görmüş asker.
muallim
Öğreten, talim eden, öğretmen.
muallime
Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.
mübtela-yi maraz / mübtelâ-yi maraz
Hastalığa tutulmuş.
mücevher
Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli.
Mc: Kıymetli fikir veya söz.
Edb: Yalnız noktalı olan harfleri, ebced hesabına göre sayıldığı zaman, tarih çıkan beyt veya mısra.
müdbir
(Dübur. dan) Tâlihsiz, düşkün.
müdnef
Hastalıktan dolayı zayıflamış olan.
mugalata / mugâlata
(Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
muhti / muhtî
Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
Hatâya düşürten. Yanıltan.
mükellib
Yırtıcı hayvanları ava alıştıran, avcılık tâlim edip öğreten.
mukteb
(Çoğulu: Mekâtib) Yazı talim eden kimse.
mülaet
(Çoğulu: Mulâ) Midedeki rahatsızlıktan dolayı husule gelen zükkâm hastalığı.
Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.), Hz. Abbas'ı ve dört erkek evlâd-ı mübarekelerini örttüğü perde.
Büyük ihram.
mümaresat
Mümâreseler. Alıştırmalar, bir işi devamlı yapmakla alıştırmalar. Ustalıklar. Melekeler.
mümaresat-ı ilzamiyat / mümâresât-ı ilzâmiyat
İkna ve ilzam etmek için meharetle bir işe devam etmek. İlzam için yapılan ustalıklar.
İknâ veya mağlup etmek için çaba harcamaya devam etmek, bu konuda ustalık göstermek.
münakkat
(Nokta. dan) Noktalı, noktalanmış. Nokta konmuş.
münkis
Tekrar eden hastalık, tekrar etkisini gösteren hastalık.
murahhas
Devlet veya herhangi bir teşekkül nâmına, salâhiyyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen kimse.
Terhis edilen. İzin verilen. Tâlimat verilen kimse.
mürcif
(Recefe. den) Fitne ve fesad için iftiralar ve yalan haberler neşrederek ortalığı karıştıran. Yalancı.
Mutlak bir şey ile meşgul olan.
Yer sarsıntısı. Zelzele.
murtaz
Alıştırılmış, tâlimli hayvan.
musabiyet
Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.
müsbit
Hastalık ve yaralardan dolayı pek hâlsiz ve kuvvetsiz kalan.
müsenna
Kat kat olan.
İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki kat olan, iki noktalı olan, iki defa nâzil olan Sure-i Fâtiha. Gr: İki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime.
müsevveme
Talim ve terbiye görmüş, hilkaten tamamen olan at.
Nişan edilmiş.
Süslü.
musibet / musîbet
Âfet, belâ, felâket, hastalık, dert.
Afet. Belâ. Felâket. Hastalık. Dert.
musibet-zede
Belâya uğrayan. Hastalık veya başka musibete uğrayan.
mustalık gazası
Benî Mustalık gazasına Müreysî gazası da denilir. Benî Mustalık, Huzaa'nın bir şubesidir. Müreysî de bunların bir kuyusudur. Benî Mustalık, Resul-i Ekrem'le harb etmek üzere bu kuyu başında toplandıkları için bu sefer bu isimle anılır. Çeşitli râviler, bu gazanın hicrî dört veya beş veya altıncı sen
müsteşfi / müsteşfî
Şifa isteyen, hastalığının iyi olmasını isteyen.
Kendisine baktıran.
Hastahane.
müsteşrik / مستشرق
(Şark. dan) Doğu memleketlerinin din, dil ve tarihlerini ve diğer bâzı hususları araştırıp tesbite çalışan batılı âlim. Garplı âlim. (Orientalist)
Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse.
Doğu memleketlerini, din, dil ve târihleri başta olmak üzere her yönden araştırıp tesbite çalışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, oryantalist, şarkiyâtçı.
Doğubilimci, oryantalist.
(Arapça)
mutaliin / mutaliîn
(Tekili: Mutâli') Mutalâa edenler. Kitap okuyanlar.
mutavassıt
Ortada vasıtalık eden. Arada ıslâh edici olan.
Orta derecede. Orta hâlli.
Sebeb.
İyi ile kötü arasındakini alan.
Ortalama. vasıtalık eden.
müteverrimin / müteverrimîn
(Tekili: Müteverrim) Veremliler. Verem hastalığına tutulmuş kimseler.
müzekkir
Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
Zikreden, ibâdet eden.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril
müzmin
Eskimiş. Üzerinden zaman geçmiş. Zamanla yerleşmiş olan (hastalık).
na-kam / na-kâm
Muradına eremeyen, tali'siz. Arzusuna kavuşamayan.
(Farsça)
na-mizaci / na-mizacî
Keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık.
(Farsça)
nacis
İyileşmez hastalık.
nakal
Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar.
Devenin tabanına ârız olur bir hastalık.
nakıh
(Çoğulu: Nukuh) Tam olarak iyileşip hastalıktan kurtulmayan.
nakih
(Nekahet. den) Hastalıktan yeni kurtulmuş olup henüz zayıf olan kimse.
nakkaşlık / nakkâşlık
İşleme ustalığı.
namus
Irz, iffet, edeb, hayâ.
Şeriat.
Melâike.
İrade-i İlâhiyenin tecellisi.
Nizam.
Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet.
Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali ki
nasur
Göz pınarında, mak'at havâlisinde ve diş etlerinde olur bir hastalık.
nazile / nâzile
Belâ, sıkıntı.
İnme, nüzul.
Nezle hastalığı.
nekahet / نقاهت
Hastalıktan yeni kalkıp henüz iyileşmiş, iyiliğe yüz tutmuş olmak hâli. Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl.
Fehmetmek, anlamak, bilmek.
Seri intikal etmek. Çok çabuk anlayış.
Hastalıktan sonraki zayıflık.
Hastalıktan sonraki tehlikeli geçiş dönemi.
(Arapça)
nekahet devri
Hastalıktan yeni kalkmış fakat tamamıyla iyileşmemiş kimsenin hâli.
nekbet / نكبت
(Çoğulu: Nekebât - Nükub) Talihsizlik, şanssızlık, bahtsızlık.
Musibet, felâket.
Düşkünlük.
Talihsizlik.
(Arapça)
Felaket.
(Arapça)
nekbethane
Tâlihsizlik yuvası.
(Farsça)
Mc: Dünya.
(Farsça)
nekbeti / nekbetî
Tâlihsiz, bahtsız, şanssız, uğursuz.
(Farsça)
nekeb
Hastanın iyileşmesi.
Devenin omuzlarında olan bir hastalık.
neks
Başaşağı etmek, ters döndürmek.
Aynı hastalığın geri gelmesi.
neşg
Aşk galebe edip haykırıp çağırmak.
Tâlim etmek.
neval
Bahşiş. Kısmet, tâli', nasib.
Yiyecek içecek.
Bir tek porsiyon.
nevroz
Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı.
(Fransızca)
nezle
(Çoğulu: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık.
Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması.
nigunbaht
Tâlihi ters dönmüş, tâlihsiz, şanssız.
(Farsça)
nikahter
(Nik - ahter) Tâlihli, şanslı, mutlu.
(Farsça)
nikbaht
(Nîk-baht) Bahtlı, tâlihli, şanslı.
(Farsça)
nühaz
Deve öksürüğü.
Devenin göğsünde olan bir hastalık.
nühza
Devenin göğsünde olan bir hastalık.
nükas
Devenin dudağında olan bir hastalık.
nüks
Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi.
nükub
Rücu' etmek, geri dönmek.
Udul etmek, ayrılmak.
(Tekili: Nekbet) Tâlihsizlikler, şanssızlıklar. Felâketler, musibetler, düşkünlükler.
nusha
Muska; büyü ve tılsım gibi hastalıkve âfetlerden korunmaya vesile olması için yazılan ve üste asılan veya suyu içilen veya tütsülenen dua.
nüza
Koyunda olan öldürücü bir hastalık.
nüzul
İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak.
Nüzül, felç hastalığı.
Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları.
perhiz
Sakınmak, çekinmek.
(Farsça)
Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak.
(Farsça)
Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.
(Farsça)
pestbaht
Talihsiz. Bahtı fenâ olan.
(Farsça)
piş-müzd
Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para.
(Farsça)
psikoz
Tıb: Akıl hastalıklarının umumi adı.
(Fransızca)
Akıl hastalığı.
ra-i mühmele
Noktalı ze'den ayırmak için "rı" harfine verilen bir ad.
rabb-ül alemin / rabb-ül âlemîn
Bütün âlemlerin Rabbi. Her âlemi doğrudan doğruya Rububiyyeti ile tâlim, terbiye, tedbir ve idâre eden Cenab-ı Hak.
rahamet
Rahim hastalığı.
rahum
Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.
raiş
Huk: Rüşvet veren kimse ile rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimse.
recefe
Zelzele.
Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir.
remd
Helâk olmak.
Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.
rencuri / rencurî
Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma.
(Farsça)
resibe
(Çoğulu: Rasibât) Dizlerde ve mafsallarda olan hastalık.
resis
Sâbit, devamlı.
Bakıyye, artık.
Akıllı, zeki kimse.
Sahih olmayan haber.
Aşk-ı muhabbetin ibtidası.
Hastalık başlangıcı.
resse
Avcıların gizleneceği yer.
Hastalığın başkasına bulaşması.
revir
Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri.
Bölge, mıntıka.
riyazet
Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
İdman.
röntgen
Röntgen adında bir Alman âliminin 1896' da keşfettiği ışıklar. Bunlar gözle görülmediği halde fotoğraf camına tesir eder, vücuddan, tahta, kâğıt gibi maddelerden bu ışık geçebilir. Bazı hastalıkların teşhis ve tedavisinde de kullanılır.
Vücuddaki iç uzuvların filmini çekmek.
ruam
Burun suyu, sümük.
Sakağı (mankafa) hastalığı.
rücz
Devenin mak'adında olan bir hastalık.
Pis, necis.
Azap.
Put, sanem.
ruda'
Hastalığın insana yine dönmesi.
Gövde ve beden ağrısının her birisi.
rüs'
Göz kapağında olan hastalık.
rüsuh / rüsûh
Ustalık, sağlamlık, maharet.
sa-i müselles / sâ-i müselles
Üç noktalı sâ' harfi. (Se harfi de denir.)
saadet / saâdet
Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.
sad
Göz hastalığı, göz ağrısı.
Bakır.
Toprağa ağnayan horoz.
Devenin başında olan bir hastalık.
şafi'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
şafi-i hakiki / şâfî-i hakikî
Hastalıkları iyileştiren, gerçek şifâ verici olan Allah.
şahi / şahî
şaha, hükümdara ait, şah ile ilgili.
(Farsça)
Hükümdarlık, şahlık.
(Farsça)
Eski topların bir çeşiti.
(Farsça)
Nişastalı, yumurtalı bir helva.
(Farsça)
Tar: Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han'ın bastığı altun para. (Bu ismin verilmesi, üzerinde "şah" kelimesinin yazılı bulunmasından
(Farsça)
sakam
Hastalık.
(Sekam) İllet, hastalık, dert.
Hata ve yanlış.
Zillet.
Hastalık, bozukluk.
sakam-ı kalbi / sakam-ı kalbî
Kalp hastalığı.
sakamet
Bozukluk, hastalık.
Hastalık.
sakim / sakîm / سقيم / سَق۪يمْ
Hastalıklı, kötü.
Hastalıklı, sakat.
(Arapça)
Hastalıklı.
sam
Ölüm, mevt.
Yer altındaki altın damarı.
Gök kuşağı.
Ateş.
Sersemlik hastalığı.
Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.
san'at
Zanaat, ustalık; bir şey hakkındaki yöntemlerin tamamı; meslek kurallarının tümü.
Ustalıkla, hünerle yapılan iş.
Ustalık, hüner, mârifet.
sanat / sanât
Ustalık, hüner.
şap
(Şep) Kim: Antiseptik bir cisim olup alüminyum ve potasyum sulfatından mürekkep, tadı buruk ve suda tuz gibi erir bir cisim.
Hayvanların ağız ve ayaklarında görülen ateşli, salgın bir hastalık ismi.
sar'
Düşmek.
Yıkıp yere çalmak.
Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak.
Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.
sar'a
Tıb : Bir nevi baygınlık hastalığı.
İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
sar'i / sar'î
Sar'a hastalığı ile ilgili.
sara / sarâ
Bir çeşit asabi hastalık.
sari illet / sârî illet / سَار۪ي عِلَّتْ
Bulaşıcı hastalık.
şarkiyatçı
Doğubilimci, oryntalist, müsteşrik.
(Arapça - Türkçe)
savre
Uyuza benzer bir hastalık.
saz
Kamış.
(Farsça)
Bir çalgı âleti.
(Farsça)
Takım, silâh, edevat.
(Farsça)
Ustalık.
(Farsça)
At takımı.
(Farsça)
Düzen, tertip, sıra.
(Farsça)
Öğrenme.
(Farsça)
Kuvvet, kudret.
(Farsça)
Menfaat.
(Farsça)
Benzer, misil, eş.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
seaf
Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.
sebel
Tıb: Bulanık görme hastalığı.
Göze inen perde.
Buluttan çıkıp da henüz yere ulaşmamış yağmur.
Buğday başı.
sedh
Döşemek.
Uçuk hastalığı.
Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
Deve çökertmek.
Kırba doldurmak.
şeft-alu / şeft-alû
Yarık erik. Şeftali.
(Farsça)
şeftalu / şeftâlû / شفتالو
Şeftali.
(Farsça)
şegaf
Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri.
Sağ tarafta iyeği kemiği altında olan bir hastalık.
Bir nesneyi çevirip kaplamak.
seher
Geceleri uyumayıp uyanık durma hastalığı.
şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret
Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.
şeka'
Maraz, hastalık.
Hiddet, kızgınlık, gadap.
İncelemek.
sekam
Hastalık.
Hastalık. İllet. Bozukluk.
Hastalık.
sekamet
Hastalık.
sel'a
Hıyarcık hastalığı.
Yarmak.
şemşir-baz
İyi kılıç kullanan, kılıç oynatan.
(Farsça)
Kılıçla ustalık gösteren.
(Farsça)
seretan
Tıb: Kanser hastalığı.
Yutmak.
Yengeç.
Cevza Burcu ile Esed Burcu arasındaki burcun ismi. (Rumi 9 Haziran'da başlar)
Kangren, kanser hastalığı.
sermayedar / sermâyedâr / سرمایه دار
Sermaye sahibi, kapitalist.
(Farsça)
sersam
İnsana sersemlik veren bir hastalık.
(Farsça)
Sersem.
(Farsça)
şet'
Açlıktan veya hastalıktan dolayı acı duymak.
sevda / sevdâ
Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk.
(Farsça)
Hırs. Tama.
(Farsça)
Heves, istek.
(Farsça)
Siyah.
(Farsça)
Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat.
(Farsça)
Gam. Keder, Sıkıntı.
(Farsça)
Aşk hastalığı, sevgi, heves, siyah.
seveban
Hastalığın iyileşmesi.
sevel
Koyunlarda olan bir hastalıktır. Hasta koyun sürüye uymaz, otlak yerinde döner durur.
şifa / şifâ
Hastalıktan iyi olma, iyileşme. Hastalıktan kurtulma.
Hastalıktan kurtuluş.
Hastalıktan kurtulma, iyileşme, iyi olma.
şifa-i acil / şifa-i âcil
Hastalıktan çabuk kurtulma.
Acil şifa, hastalıktan çabuk kurtulma, çabuk iyileşme.
şifaresan
Şifaya erişen, hastalığı iyileşen.
(Farsça)
şikeste
Kırılış, yeniliş, mağlub olmuş. Kırık. Tâlik yazının bir çeşidi.
(Farsça)
şikestetali' / şikestetâli' / شكسته طالع
Talihsiz.
(Farsça - Arapça)
sınaat
(Çoğulu: Sanâyi') San'at, mahâret, ustalık.
sıtma
Bir hastalık.
siyahbaht / siyâhbaht / سياه بخت
Tâlihsiz, kara bahtlı.
(Farsça)
Karatalihli.
(Farsça)
siyahruz
Tâlihsiz, şanssız, bahtsız.
(Farsça)
siyaset tabibleri
Siyasî hastalıkların hekimleri, doktorları; siyasî meselelere çözüm arayanlar.
su-i talih / sû-i tâlih
Kötü talih, kötü kısmet.
su-i tefsir / sû-i tefsir
Yanlış ve hatalı yorum, kötüye yorumlama.
sudam
Hayvanların başında olan bir hastalık.
sühaf
Verem hastalığı.
şukak
Bir çeşit hayvan hastalığı.
sukm
(Çoğulu: Eskâm) Zahmet, meşakkat. Hastalık, maraz.
şur-baht
Bahtsız, talihsiz.
(Farsça)
suram
Zillet ve hastalık.
Emzikten son çıkan süt.
şurbaht / şûrbaht / شوربخت
Talihsiz.
(Farsça)
şuridebaht / şûrîdebaht / شوریده بخت
Talihsiz.
(Farsça)
ta'limgah / ta'limgâh
Tâlim ve öğrenme yeri.
ta'rik
Şaraba biraz su katmak.
Kovayı doldurmak.
Terletmek.
Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.
tabahece
Etli ve yumurtalı kalye. (Bazı yerde kaygana diye söylenir.)
tabb
Âdet.
Maharet. Ustalık.
Âlim.
taglis
Fık: Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunanlar için o günün Sabah Namazını fecri müteakib daha ortalık karanlık iken kılmak. (Bu çok efdaldir)
Bir işi üzerine almak.
Sabah karanlığında sefer etmek.
tahtaha
Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.
tahtie / تَخْطِئَه
Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek.
Ist: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, savaba ihtimal var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir.
Hatalı görme.
Hatalı görme.
tahtieci
"Doğru bir tanedir, fazla olmaz" diyerek muhataplarının görüşlerini hatâlı bulan kimselere metodoloji ilminde Tahtieci denir.
talebe
(Tekili: Tâlib) İstekliler.
Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.
tali / tâli
Tilavet eden, okuyan.
İkinci derecede. Sonradan gelen.
Man: Birbirine bağlı iki kaziyeden ikincisi. Meselâ: "Duman çıkıyorsa ateş vardır" sözünde "Ateş vardır" sözü tâli'dir.
Kısmet, talih.
tali' / tâli' / طالع
Doğan.
(Arapça)
Talih.
(Arapça)
tali'siz
Şanssız, talihsiz.
talibe
(Çoğulu: Tâlibât) Kız talebe. Mektebli kız.
talih
Faydasız, yaramaz iş. (Kısmet ve kader mânasında: Bak: Tâli')
talimat / tâlimât
Talimler, öğretmeler, idmanlar, emirler.
Tâlimler, eğitimler; bir iş hakkında hareket tarzını bildiren emirler.
talimgah / tâlimgâh
Talim yeri.
tarih-i mu'cem
Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih.
Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.
tarik-baht
Bahtı kara, şanssız, tâlihsiz.
(Farsça)
taşaş
Nezleye benzer bir hastalık.
tatrim
Tamamlamak.
Ata tâlim ettirip hünerli ve iyi huylu yapmak.
taun / tâun
Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.
Salgın ve ölümcül hastalık.
Veba, salgın hastalık.
Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı.
taun-u beşeri / tâun-u beşerî
İnsanlık hastalığı.
taun-u manevi / tâun-u mânevî
Mânevî vebâ, salgın ve ölümcül hastalık.
tavali'
(Tekili: Tâli') Kısmetler, bahtlar, tâlihler.
tavassut
Ara bulma için araya girmek. Aracılık. Vasıtalık.
İyi ile kötü arasında mu'tedil olanını almak.
Aracılık, vasıtalık.
tayr-ı hümayun / tayr-ı hümâyun
Talih kuşu, saadet, mutluluk kuşu.
Talih veya uğur kuşu. Devlet kuşu.
teb / تب
Ateş, hastalık harareti.
(Farsça)
Sıtma.
(Farsça)
tebei / tebeî
Dolaylı, vasıtalı.
tedavi
İlâç verme. İyileşmesi için bakma.
Hastalığı iyi etme tarzı.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
temellül
(Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme.
Bir dine bağlı olma.
(Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma.
terbiyename
Terbiye edici belge; belli bir terbiye ve eğitim programını içeren talimat, kitap.
terdesti / terdestî
Ustalık, el yatkınlığı, mahâret.
(Farsça)
tesekkür
Sarhoş olma.
Şeker hastalığı.
Şeker hastalığına tutulma.
tesellül
İnsanlar içinden sıyrılıp çıkma.
Verem hastalığına yakalanma.
teşhis
Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma.
Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek.
Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek.
Eşyaya şahsiyet vermek.
teşhis-i illet
Hastalığın teşhisi.
teşhis-i maraz
Hastalığın teşhisi.
teşvif
Tezyin etmek, süslemek.
Haberli olmak, anlamak, muttali olmak.
Bakmak, nazar etmek.
tevacüd / tevâcüd
Vecd ve muhabbette kemâle ermeyenin (olgunlaşmayanın) isteğiyle vecde kavuşmaya tâlib olması, istemesi.
tımarhane
Ruh, sinir ve akıl hastalıkları hastanesi.
tiryak
Panzehir. Zehirlenme veya hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesile olan ilâç.
tiryak-ı marazi'l-bid'a / tiryâk-ı marazi'l-bid'a
İslâmiyet'in aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve sünnete aykırı mânevî hastalıkların ilâcı, panzehiri; On Birinci Lem'a.
tiryaku marazı'l-bid'a
İslâmiyetin aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve Sünnete muhalif manevî hastalıkların ilâcı, panzehiri.
tiryaku marazi'l-bid'a
İslâmiyetin aslında olmayıp, sonradan dine sokulan, Kur'ân ve sünnete muhalif mânevî hastalıkların ilâcı.
tulleb
(Tekili: Tâlib) İstekliler, tâlibler, isteyenler.
übüvvet
(Eb. den) Babalık, atalık.
übüvveten
Babalık sıfatıyla. Atalık cihetiyle.
udal
Katı, şiddetli.
Pek zor.
Ağır hastalık.
urret
Uyuz hastalığı.
üsbu'i / üsbû'î / اسبوعى
Haftalık.
(Arapça)
üsbui / üsbuî
(Üsbuiyye) Haftalık.
üstadi / üstadî / üstâdî / استادی
Üstadlık, ustalık.
(Farsça)
Ustalık.
(Farsça)
Üstatlık.
(Farsça)
utaş
İnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz.
vakt-i tefrih
Tıb: Çiçek hastalığı aşısının yapılmasından te'sirini gösterinceye kadar geçen zaman.
valice
İnsanı şiddetle tutan bir hastalık.
vasab
(Çoğulu: Evsâb) Hastalık. Ağrı.
vasıta / vâsıta
İki şeyi birbirine ulaştıran.
Aracı. Arada bulunan. Vasıtalık eden.
veba / vebâ
Bulaşıcı hastalık.
Salgın bir hastalık. Taun.
Bir salgın hastalık.
vikaye
Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma.
Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma.
vitamin
Vücudda yokluğu bazı hastalıklara yol açan ve taze yiyeceklerde ve bazı meyvalarda bulunan organik madde. A, B, C, D, E gibi remizlerle gösterilen çeşitleri vardır.
(Fransızca)
ye'cüc ve me'cüc
Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk.
Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen ve ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.
ye'cüc-me'cüc
Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
yerekan
Sarılık hastalığı.
Ekin âfetlerinden bir âfet.
yetim-i ebu talib
Ebu Talib'in Yetimi.
za
Zı harfinin bir adı. "Zâ-yı mu'ceme" de denir. Noktalı olduğundan dolayı " : tı" harfinden ayırdetmek için bu isim verilmiştir.
zaaf-ı asab / zaaf-ı âsâb
Sinirlerin zayıflığı, hastalığı.
zabzab
Men'etmek, engel olmak.
Ayıp.
Zahmet. Maraz, hastalık.
zahk
Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
zat-ı rezzak-ı şafi / zât-ı rezzâk-ı şâfî
Bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allah.
zeberdesti / zeberdestî
Maharetlilik, ustalık.
(Farsça)
El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet.
(Farsça)
zemane
şimdiki zaman.
(Farsça)
Vakit, devir.
(Farsça)
Tâlih, baht, şans.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mevkud
yuru
evvela
hallif
gaye-i emel
HAcegan
Şahsına münhasır
Bân
mütezammIn
ali
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Tali
Berk
Karışık
Zeyd
Kokan
Yakışmak
tetkik ve tahkik
kapsayici
BAĞIR,
patates