REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Taksim ifadesini içeren 54 kelime bulundu...

adem-i merkeziyyet

  • Bir idâri taksimattaki parçaların (vilâyet, belediye ve köy) muayyen hususlarda kendi kendilerine idare yetkileri. Bir yere bağlı olmaksızın veya bir yerden idare edilmeksizin olan muamele. Bütün kısım ve şubelerin kendi kendilerini idare tarzı.

arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye

  • Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

aşir

  • Onda bir. On kısma taksim edilen bir şeyin herbir parçası.
  • Kur'an-ı Kerimin on cüz'ünden herbiri veya on âyetlik bir parçası.
  • Dost, yardımcı, yardak.
  • Koca.
  • Kabile.
  • Kötülükte yardımcılık eden.
  • Sahip.
  • Toz.

feraiz / ferâiz

  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

fial

  • Çocuk oyunudur. (Bir şeyi toprak içinde gizleyip sonra taksim edip "hangimizin hissesinde çıkar" diye ararlar.)

füzul

  • (Tekili: Fazl) Ganimetten artıp taksimi mümkün olmayan şey.

garameten

  • Herkese eşit olarak, taksim ederek, paylaştırarak, hakkına göre.

gurz

  • (Çoğulu: Guruz-Ağraz-Guraz) Su taksim olunan yer.
  • Eyer kolanı.

haz'

  • Muhalefet etmek.
  • Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak.

hisse-i müfreze

  • Fık: Bir toprağın taksiminde vârislerden her birisinin hissesine isabet eden yer.

hisse-i şayia / hisse-i şâyia

  • Fık: Müşterek bir malın her bir cüz'üne sirayet eden hisse, pay.
  • Ortaklar arasında taksim edilmemiş olan müşterek mal. Meselâ: Bir kitaba, bir kaç kişi ortak ve taksim de mümkün değil ise; her hissedarın kitabın umumuna sahip olması.
  • Bir şeye ortak olanların taksim edilmemiş paylarından her biri; ortak mülkiyet.

ıhtiza'

  • Parça parça edip taksim etmek.
  • Kat'etmek, kesmek.

ilm-i feraiz / ilm-i ferâiz

  • Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim.
  • İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı.

inkısam

  • Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma.

istiksam

  • Yemin teklif etme.
  • Bölüşme, taksim etme, paylaşma.

kadr

  • İtibar. Değer, kıymet. Haysiyet. Derece miktarı. Miktar. Meblağ. Takat. Takdir, rızkı taksim eylemek. Gına.

kasım

  • (A, uzun okunur) Taksim eden, ayıran, bölen.

kasim / kasîm

  • Güzel kimse.
  • Taksim eden, bölen.

kassam

  • Huk: Vârisler arasında miras malını taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru.
  • Taksim eden.

kısmet

  • Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek.
  • Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir.

kur'a çekmek

  • Müşterek malın ortaklar arasında çekim yoluyla taksîm edilmesine verilen isim.

kusame

  • Kassamlara verilen taksim ücreti.

ma-fi-l yed

  • Fık: Bir terekenin taksimi yapılmadan varislerden biri veya birkaçı ölürse, bunların terekelerinden varislerine düşen kendi mikdarları.

makasim

  • (Tekili: Maksim) Su taksim edilen yer.

maksim

  • (Çoğulu: Makasim) Taksim edilecek, dağıtılacak yer.
  • Suyun kollara ayrılma yeri. Masluk, savak.

maksum

  • Taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş.
  • Kısmet, nasib.

muharece

  • Parmaklarıyla hesap edip taksim etmek.

mühayee / mühâyee

  • Müşterek (ortak) bir mal, bâki (sâbit) kalmak üzere bu malın menfeatini taksim etmek.

mukaraa

  • (Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme.
  • Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları.
  • Bir şeyin taksiminde atışmak.

mukaseme

  • (Kısm. dan) Paylaşma, bölüşme, taksim etme.

mukasım

  • (Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen, taksim eden.

mukassem

  • (Kısm. dan) Ayrılmış, bölünmüş, taksim edilmiş.
  • Güzel yüzlü.

mukassim

  • (Kısm. dan) Ayıran, bölen, taksim eden.

mukle

  • (Çoğulu: Mukul) Gözün karası. Göz bebeği.
  • Göz.
  • Su taksimi için kullanılan taş.

münahe

  • Parmaklarıyla taksim etmek. Paylaştırmak.

münkasım

  • (Kısım. dan) Bölünen, kısım kısım ayrılan, taksim edilen.

müstaksim

  • (Kısım. dan) Bölüşen, pay eden, taksim eden.
  • (Kasem. den) Yemin isteyen.

mütekasim

  • Kısmet eden.
  • Aralarında bir şey taksim edenlerin her biri.
  • Birbiriyle kasemleşen, andlaşan.

müvezza'

  • Taksim olunmuş, paylaşılmış.

nahiye

  • Yan taraf, kenar, civar, çevre.
  • Küçük yer, bölge. İdari taksimatta, kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşme merkezi.

nakia

  • (Çoğulu: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek.
  • Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun.
  • Damat için hazırlanan yemek.
  • Ziyafet.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

reym

  • Alçak yer.
  • Kabir.
  • Derece.
  • Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik.
  • Ziyâde çok, fazla.

safiyy

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ganîmet taksîminden önce kılıç, zırh ve at gibi seçip aldığı bâzı şeyler.

şayi'

  • (Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş.
  • Ortaklar arasında taksim olunmamış müşterek hisse.

sebr ve taksim

  • Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât

taksim / taksîm / تقسيم

  • Bölme. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)
  • Bölü. (Arapça)
  • Taksîm edilmek: Bölünmek. (Arapça)
  • Taksîm etmek: Bölmek. (Arapça)

taksim-i a'mal / taksim-i a'mâl

  • İş bölümü, iş taksimi.

taksim-i gurama / taksim-i guramâ

  • Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek.
  • Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.

taksim-i umur / taksim-i umûr

  • Emirlerin ve işlerin taksimi.

taksimat / taksimât

  • Taksimler. Bölmeler. Cüz cüz ayırmalar.

temasül

  • Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak.
  • Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak.
  • Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.

tevezzü'

  • Yer tutma.
  • Dağılma. Bölünme, taksim olunma.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın