REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te TOPLAM ifadesini içeren 196 kelime bulundu...

a'mal-i erbaa / a'mâl-i erbaa

  • Mat: Dört işlem. (Toplama, çıkarma, çarpma, bölme.)

arkes

  • Cem'etmek, toplamak.

artı

  • Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır.

avl

  • İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.

bac-gir / bâc-gir

  • Vergi toplayan kimse. Vergi toplama memuru. (Farsça)

barbaros

  • Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir

bas'

  • Cem' etmek, toplamak.

berat-ı cibayet

  • Vergi, icâre ve resim gibi vakfa veyahut da hazineye ait olan paraları toplamak salâhiyetini veren vesika.

bilanço / bilânço

  • Toplam, özet.

ca'v

  • Deve ve koyun tersini toplamak.

cami

  • İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina.
  • Cem'edici, toplayıcı, içine alan.
  • Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan.
  • Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
  • Ehl-

cami-ül mehasin

  • Güzel vasıfları huyları kendinde toplamış bulunan.

cell

  • (Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
  • Gemi yelkeni.
  • Yaşlı olmak.
  • Kadr ve mertebesi büyük olmak.
  • Celil, büyük, ulu.

cem

  • Toplama.
  • Toplama.

cem etme

  • Toplama, bir araya getirme.

cem etmek

  • Toplamak.

cem u tevfik

  • Toplama ve uygunlaştırma, uzlaştırma.

cem' / جمع / جَمْعْ

  • (Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
  • Az olarak cemaat için isim olur.
  • Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
  • Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
  • Toplama. (Arapça)
  • Çoğul. (Arapça)
  • Cem' edilmek: Toplanılmak. (Arapça)
  • Cem' etmek: Toplamak, derlemek, bir araya getirmek. (Arapça)
  • Toplama.

cem'an / جمعا

  • Bir yere toplamak suretiyle, toplanmış olarak.
  • Toplam. (Arapça)

cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet

  • Manevî âlemlerde en yüksek seviyeler olan kutupluk, gavslık ve ferdiyet özelliklerini üzerinde toplama; bu makamlara sahip olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî hazretleri.

cem-i sahih

  • Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes.
  • Mat: Toplama.

cena

  • Yemiş toplamak.
  • Cem'etmek, toplamak.

cerre çıkma

  • Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.

cibave

  • Toplamak. Cem'etmek.

cibayat

  • (Tekili: Cibâyet) Vergi, câbilikler, gelir toplamalar.

cibayet

  • Câbîlik, vergi, gelir toplama.

cibve

  • Toplamak. Cem'etmek.

cizal

  • Hurma toplama.

cüdd

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yol üstünde olan kuyu.

cüma'

  • Toplamak. Cem'etmek.

dabt

  • Hıfzetmek.
  • Cem'etmek, toplamak.

dağıt

  • Emin.
  • Nâzır, bakan.
  • Şiddet veren.
  • Üzüm toplamada kullanılan âlet.

debl

  • Küçük eşek.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Islah etmek.

dehver

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Lokmayı büyük yapmak.

deydenun

  • Toplamak.
  • Haslet, huy, âdet.
  • Oyun.

dikkat

  • Duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik.

elb

  • Sürmek. Reddetmek.
  • Cem'etmek, toplamak.

elips

  • Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır. (Fransızca)

fahhaş

  • Her cins fenalık ve kötülükleri şahsında toplamış olan kimse.

faraş

  • Süprüntü toplama aleti.
  • (Feraşe. den galat) Süprüntüleri toplamağa ait kulplu kutu, kürekçik. Süpürge.

fely

  • Bit toplamak.
  • Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
  • Kesmek.
  • Kılıç ile vurmak.

habş

  • Cemetmek, toplamak.

hafs

  • Toplama, cem'etme. Biriktirme.

hakn

  • Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak.
  • Men etmek, engel olmak.

hakr

  • Cem etmek, toplamak.

harf

  • Yemiş toplama.

harif

  • Güz mevsimi, sonbahar.
  • Meyve toplama zamanı.

hars

  • Tarla sürmek.
  • Maarif.
  • Mal toplamak, kazanmak.
  • Teftiş ve tedbir eylemek.

hart

  • El ile ağacın yaprağını sağmak.
  • Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak.
  • Nikâh.

hasıl-ı cem' / hâsıl-ı cem'

  • Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.

haşir / حَشِرْ

  • Ölüleri dirilterek toplama.

haşir ve neşir / حَشِرْ وَ نَشْرِ

  • Ölüleri dirilterek toplama ve amel defterlerine göre hak ettikleri yerlere dağıtma.

haşr

  • (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
  • Toplama, cem'etmek.
  • Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
  • Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir
  • Toplama.
  • Ölüleri diriltip mahşere çıkarma.
  • Kur'ân'-ın 59. sûresi.

haşr-i a'zam / حَشْرِ اَعْظَمْ

  • Kıyâmetten sonraki büyük diriltme ve toplama.

haşr-i cismani / haşr-i cismânî / حَشْرِ جِسْمَان۪ي

  • Ölüleri cisimleriyle dirilterek toplama.

hasr-ı fikir

  • Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.

hasr-ı nazar / حَصْرِ نَظَرْ

  • Dikkatini toplama.

haşş

  • Kat'etmek, kesmek.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Davara ot vermek.
  • Ateş yakmak.

hatb

  • Odun toplamak.

havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet

  • Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.

hazen

  • (Çoğulu: Hızân) Etin kokması.
  • Toplamak, cem'edip yığmak.
  • Gizlemek, saklamak.

hazm

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Zaptetmek.
  • Kast etmek.
  • Bağlamak.
  • Yumuşak yüksek yer.
  • Sağlam re'y. Doğru ve kat'i karar.
  • Basiretle hareket etmek.

hebş

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Kazanmak, kesbetmek.

hedb

  • Meyve toplamak.
  • Davar sağmak.

helesaya çıkmak

  • Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.

hesm

  • Kaba yemek. Bütün bütün yutmak.
  • Kesmek.
  • Toplamak, cem'etmek.

heyamola

  • Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
  • Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini

heyet-i mecmua

  • Ferdlerinin toplamından meydana gelen heyet, genel yapı.

hipotenüs

  • Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.) (Fransızca)

hıyazet

  • İlâve etmek, toplamak.

hiyazet

  • Toplama, bir araya getirme.
  • Bir şeyi kendine mal etme.

huccet-i haşriye / حُجَّتِ حَشْرِيَه

  • Ölüleri dirilterek toplamanın delili.

ibn-i ishak

  • (Ebu Abdullah Muhammed) Medine'de büyümüştür. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) hayatına dair vak'aları derin bir alâka ile toplamağa başladı. Daha sonra Mısır'a, oradan da Irak'a gitti. Hi: 151 veya 152 tarihinde Bağdat'ta vefat etti. Siyere dair iki eser vücuda getirmiştir.1. Kitab-ül Mübtedâ ve Kısâs-ul E

iclab

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yoldaşlık etmek.
  • Ardından çağırmak.
  • "Gitsin" diye haykırmak.

icma / icmâ

  • Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
  • Toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri.

icma' / icmâ' / اِجْمَاعْ

  • Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak.
  • Hazırlamak.
  • Azm ve kasdeylemek.
  • Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi.
  • Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
  • Toplama, fikir birliği yapma.

icmal / icmâl / اجمال

  • Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek.
  • Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
  • Özetleme. (Arapça)
  • Özet. (Arapça)
  • Toplam. (Arapça)
  • İcmâl edilmek: Öçetlenmek. (Arapça)
  • İcmâl etmek: Özetlemek. (Arapça)

icmar

  • Bir araya toplamak.
  • Süratle yürümek.
  • Atın sıçrayarak yürümesi.
  • Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
  • Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
  • Yeni ayın görünmesi.

ictiba

  • Seçmek. İhtiyar ve intihâb etmek. Seçkin bir şeyi almak.
  • Tahsildarın para ve vergi toplaması.

ictina / ictinâ

  • Meyve toplamak. Meyve devşirmek. Bir yere toplamak.
  • Aldanmak.
  • Meyve toplama.

iddihar

  • Biriktirmek, toplamak, yığmak.
  • Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.

ihsaiyat

  • İstatistik. İstatistiğe ait mâlumatı toplama ilmi.

ıhtiraf

  • Cem'etmek, toplamak.

ihtitab

  • (Hatab. dan) Odun toplamak, odun kesmek.

ihtiva

  • İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.

iktisa

  • Biriktirme, toplama, yığma.

iktitaf

  • Edb: Sözün özünü almak.
  • Ağaçtan meyve toplamak. Toplanma. Toplama.
  • Bir uğraşma sonucunda faydalanma.

iktitaf-ı esmar

  • Meyve toplama.

iltikat

  • Yere düşen şeyi almak.
  • Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak.

ina'

  • Yemiş toplama zamanı gelme.

ırgat

  • (Rumca) Rençber, işçi.
  • Yapı işçisi. Amele.
  • Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.

istatistik

  • Hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.

istiab

  • İçine almak.
  • Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek.
  • Tutulmak. Zapteylemek.

istihbarat

  • Duyulup öğrenilenler. Alınan haberler.
  • Haber toplama merkezi.

izlaf

  • Yakın etmek. Toplamak, cem' etmek.

ka'ş

  • (Çoğulu: Kuuş) Ağacın başını çekip eğmek.
  • Cem etmek, toplamak.
  • Kadınların bindiği merkep.

kabt

  • El ile bir şey toplamak.

kafş

  • Yemekten lezzet alma, fazla yemek yemek.
  • Pabuç.
  • Cem'etmek, toplamak.

kamş

  • Bir şeyi şundan bundan toplamak.

kar'

  • (Çoğulu: Ekrâ) Cem'etmek, toplamak.
  • Okumak, kıraat.

karmeşe

  • Cem'etmek, toplamak.

karş

  • Kesbetmek, kazanmak.
  • Toplamak, cem'etmek.

kasm

  • Kapa kapa yemek, bütün bütün yutmak.
  • Kesmek.
  • Cem'etmek, toplamak.
  • İ'tâ etmek, vermek.

kaşm

  • Yemek.
  • Açlık.
  • Cem'etmek, toplamak.

kass

  • Cem'etmek, toplamak, biriktirmek.

keft

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Sarfetmek, harcamak.
  • Evmek.
  • Katı katı sürmek.

kelt

  • Ahmaklık.
  • Toplamak.

kelz

  • Cem'etmek, toplamak.

ken'

  • (Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yakın olmak.
  • Mülâyemet.
  • Alçaklık yapmak.
  • Firar, kaçmak.

keşf-i raz / keşf-i râz

  • Gizli bir şeyi meydana çıkarmak, açıklamak. (Farsça)
  • Sır toplamak, casusluk etmek. (Farsça)

ketb

  • Yazma.
  • Toplama, cem'etme.
  • Dikme.

kırtale

  • (Çoğulu: Kırtâl) Yemiş toplamakta kullanılan sepet.

kürabe

  • Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

lakt

  • Dermek, toplamak, cem'etmek.
  • Ansızdan bir nesneye yetişmek.

leff

  • Sarma. Dürme. İçine toplama. İliştirme. Rabtetme.

lemm

  • Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
  • Islâh etmek.
  • Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
  • Şiddet ve meşakkat.
  • Az şey.
  • Konmak. Nâzil olmak.

lesb

  • Vurmak.
  • Yalamak.
  • Yapışmak. Cem'etmek, toplamak.

likat

  • Tarlada kalan başakları toplama.
  • Hizada olma.

maarız

  • (Tekili: Muarraz) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.

mecmu / mecmû

  • Toplam.

mecmu' / mecmû' / مجموع

  • Toplam, tümü. (Arapça)

mecmu-u aded

  • Toplamı, yekûnu.

mecmu-u ayat / mecmu-u âyât

  • Âyetlerin toplamı, tamamı.

mecmu-u ayet / mecmu-u âyet

  • Âyetlerin toplamı, tamamı.

mecmu-u hurufat

  • Harflerin toplamı.

mecmu-u makasıt

  • Gayelerin, isteklerin toplamı.

mecmu-u vahşet

  • Vahşetin toplamı, tamamı.

mecmua-i kavanin-i adat-ı ilahiye / mecmua-i kavânîn-i âdât-ı ilâhiye

  • Allah'ın kainata koyduğu, devam eden kanunların tamamı; İlâhî âdetler ve kanunların toplamı.

mecmuan / mecmûan / مجموعا

  • Toplam olarak. (Arapça)

mel'eme

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek.
  • Yara yırtığını bağlamak.

meş'

  • Kesbetmek, kazanmak.
  • Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak.

meunet

  • Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği.
  • Külfet.
  • Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.

meydan-ı haşir / meydân-ı haşir / مَيْدَانِ حَشْرْ

  • Ölüleri dirilterek toplama meydanı.

müçtemi

  • Toplamış.

müdelles hadis / müdelles hadîs

  • Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs.

muhassal

  • Toplam ortaya çıkan, meydana gelen.

muhassalı

  • Toplamı, sonuç olarak elde kalanı.

muktataf

  • (Çoğulu: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş.
  • Derleme, toplama. Derlenmiş.

muktatafat

  • (Tekili: Muktataf) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler.

müraat-ı nazir / müraat-ı nazîr

  • Edb: Mânâca birbirine uygun kelimeleri bir cümlede toplamak.

müsadere

  • El koyma, toplama, toplatma.
  • Toplama, elden alma.

müsteski / müsteskî

  • (Saky. den) Karnı su toplamış, istiska olmuş.

nakr

  • Oymak, kazmak. Taş oymak.
  • Kuşun yem toplaması.
  • Vurmak.
  • Sıklık vermek.
  • Ağaç üstüne nakşetmek.
  • Tanbur çalmak.
  • Üflemek.
  • Dille ıslık çalmak.
  • Parmak çıtlatmak.

neceş

  • Değeri artırmak için almak.
  • Bir kumaşın pahasını artırmak.
  • Dağılmış şeyleri bir yere toplamak.
  • Örtmek, setretmek.

necş

  • Avı yatağından çıkarma.
  • Dağılmış parçaları toplamak.

nefir-i amm / nefîr-i âmm

  • Cemaatı toplama, halkı askere sürme.

nehhat

  • Çalıştırılan sığır.
  • İnce.
  • Hımar, eşek.
  • Sadaka toplamaya memur olan kişinin işini bitirdikten sonra ücretini alması.

nemeş

  • Dağınık, parçalanmış şeyleri toplamak.
  • Nakış hatları.
  • Yüzde olan siyah ve beyaz noktalar.

osmanlılık

  • Din, dil ve ırk gözetmeksizin bütün Osmanlı vatandaşlarını vatan birliği ortak paydası etrafında toplamayı gaye edinen fikir akımı.

re'b

  • Mantar.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Islah etmek, düzeltmek.

rek'at

  • Namazın bölümlerinden her biri; bir namazda kıyâm, rükû ve iki secdenin toplamı.

rezm

  • Deve avazı.
  • Gök gürlemesi.
  • Cem'etmek, toplamak.

sahh

  • şiddetinden kulaklar tutulan çığlık.
  • Sağlam bir şeyle vurmak.
  • Cemetmek, toplamak.

sahib-i tertib / sâhib-i tertîb

  • Tertîb sâhibi. Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.

sai / sâî

  • Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru.

saky

  • Sulamak. Su içirmek.
  • Bedende su toplamak.

sarm

  • (Surm) Bağ kesmek. Meyve toplamak. Bir şeyi kökünden ayırmak.

sarr

  • Kesenin ağzını bağlamak.
  • Hıfzetmek.
  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yukarı kaldırmak.
  • Zammetmek, artırmak.

semire

  • Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.

semm

  • Cem' etmek, toplamak.
  • İyi etmek.

şerc

  • Kıç, dübür.
  • Cem'etmek, toplamak. Birbiri üstüne yığmak.
  • Fırka.
  • Nev, cins.

sırr-ı icma / sırr-ı icmâ

  • İcmâ sırrı, dağınık şeyleri bir araya toplama sırrı.

sosyalizm

  • Toplumculuk, bütün malları devlet elinde toplamak isteyen bir anlayış.

subh-u haşir / صُبْحُ حَشْرْ

  • Ölüleri dirilterek toplama sabahı.

sümame

  • (Çoğulu: Sümâm) Bir zayıf ot.
  • Cem etmek, toplamak, biriktirmek.

tahşid

  • Yığma. Toplama. Biriktirme. Yığınak.
  • Bir mevzu hakkında çok izah ve konuşmalar.

tahşidat / tahşidât

  • Birikmeler. Toplamalar. Yığınaklar.
  • Konuşarak fazla üzerinde durma.

tahsil

  • Hâsıl etmek.
  • İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
  • Vergi toplamak.
  • Aşikâre eylemek.

tahsilat / tahsîlat / تحصيلات

  • Para ve vergi toplama. (Arapça)

tahtib

  • Odun toplamak.

takmiş

  • Cem'etmek, toplamak.

tecmi'

  • Bir yere toplamak,
  • Cuma namazına gelmek.

tedmin

  • Yığıp toplamak.
  • İhâta edip kaplamak.
  • Lâzım olmak, icab etmek.

tedvin / tedvîn

  • Bir konudaki mevzuatı bir araya toplama.
  • Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.

teessül

  • Sermaye edinmek.
  • Cem'etmek, toplamak.

tehviş

  • Karma karışık etme.
  • Bir yere toplama.

teksif / teksîf / تكثيف

  • (Kesâfet. den) Sıklaştırma, koyulaştırma, yığma, toplama.
  • Yoğunlaştırma. (Arapça)
  • Toplama. (Arapça)
  • Teksîf etmek: Yoğunlaştırmak. (Arapça)

tekvir

  • Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak.
  • Toplamak. Cemolmak.
  • Başa sarık sarmak.
  • Sarmak, toplamak.
  • Sarma, toplama.

telakkut

  • Cem'etmek, toplamak, biriktirmek.

temettu'

  • (Çoğulu: Temettuât) Kazanma, kâr etme.
  • Kâr, fayda, menfaat.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Mühlet vermek.
  • Yoldaş olmak.

tenfir

  • (Nefret. den) Ürkütme, korkutma.
  • Nefret ettirme.
  • Mekruh ve müstehcen isim takma.
  • Galibiyetle hükmetme.
  • (Nefir. den) Asker toplama.

tertib sahibi / tertîb sâhibi

  • Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.

tezad

  • İki şeyin birbirine zıt olması. Aksilik. Terslik.
  • Edb: Mânaca birbirine zıt olan kelimeleri bir arada toplamak.
  • İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik.
  • Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak.

va'b

  • Ulaştırmak, vardırmak.
  • Toplamak, cem'etmek.

vahdetü'l-mevcud

  • "Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.

vesk

  • (Çoğulu: Evsük) Cem'etmek, toplamak.
  • Altmış sa'.

vilayet-i muhammediyye / vilâyet-i muhammediyye

  • Peygamber efendimizin kendine mahsûs vilâyetle birlikte bütün peygamberlerin vilâyetlerini (evliyâlık derecelerini) kendisinde toplamış olması. Vilâyet-i Mustafaviyye de denilir.

virat

  • Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak.

vücud-u cümle ecza

  • Parçaların toplam varlığı.

yekun / yekûn

  • Toptan, hepsi. Netice. Toplam. (Arapçada; olur-oluyor mânâsınadır)
  • Bütün, toplam.

yekün

  • Toplam.

yekun / yekûn / یكون

  • Toplam. (Arapça)

yeleb

  • Beyaz deve.
  • Polat demir.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Deriden yapılmış cübbe, zırh ve gömlek.
  • Kalkan.

ze'zee

  • Cem'etmek, toplamak.

zevh

  • Develeri dağıtıp toplamak.

zeyy

  • Döndürmek.
  • Toplamak, cem'etmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın