REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Suretle ifadesini içeren 55 kelime bulundu...

a'yan-ı sabite / a'yân-ı sabite

  • Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.

adeta / adetâ

  • Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz.

ale-l-ıtlak

  • Umumiyetle. Mutlaka. Bir suretle kayıtlı olmayarak. Mingayri tahsis.

alem-i misal / âlem-i misâl / عَالَمِ مِثَالْ

  • Varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem.
  • Her şeyin suretlerinin bulunduğu âlem.

alem-i suver / âlem-i suver

  • Sûretler âlemi, görüntüler dünyası.

ba-anki

  • Şu sûretle ki, o şartla ki.

bir guna / bir gûna

  • Hiçbir suretle. Bir suretle. Bir türlü.

düma

  • (Tekili: Dümye) Suretler. Küçük putçuklar.

ebced

  • Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen),

emr

  • Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.
  • İş.

esnam

  • (Tekili: Sanem) Putlar. Tapılan heykeller. Suretler. Sanemler.

feth

  • Açma, başlama.
  • Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret.
  • Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle g

feth-i suver / فَتْحِ صُوَرْ

  • Allah'ın Fettâh isminin tecellisiyle her canlıda suretlerin açılması, yaratılması.
  • Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.
  • Sûretleri açma.

fettah / fettâh

  • Herşeyi lâyık olduğu şekil ve suretlerde açan, fetihler ve açılımlar müyesser eden Allah.

fettah-ı allam / fettâh-ı allâm

  • Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah.

halat

  • (Tekili: Hâlet) Haller. Suretler. Keyfiyetler.

havz

  • (Çoğulu: Hıyâz) Hususi suretle yapılan su havuzu.

hergiz

  • Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle. (Farsça)

hevl

  • Korku. Korku verici.
  • Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.

hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye

  • Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.

hiyerarşi

  • Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. (Fransızca)
  • Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. (Fransızca)
  • Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka. (Fransızca)

hizmet

  • Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
  • Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.

illa / illâ

  • (İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).

katran

  • (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.

leş

  • Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.

mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak

  • Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.

meyte

  • Ölmüş veya besmelesiz kesilen yâhut kesilmeyip başka sûretle öldürülen hayvan.

mugalata / mugâlata

  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.

musavvir

  • Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)
  • Herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah.

musavvire

  • Sûretlenen, biçimlenen.
  • Tasvir edilmiş. Suretlenmiş. Şekli çizilmiş.
  • Kuvve-i hayâliye.

musavviriyet-i ilahiye / musavviriyet-i ilâhiye

  • Allah'ın her şeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler vermesi.

müşebbihe

  • Fls: İnsan biçiminde ilâh tasavvur edip suretlendiren bâtıl bir inanış. (Antropomorfizm) Mücessime de denir.

mutasavvire

  • Sûretlendiren.

mütemessil

  • Benzeyen, sûretlenen.

nev'an-ma

  • Bir dereceye kadar, bir bakıma göre, bir suretle.

nev'umma

  • Bir derece, bir suretle.

pertev-suz

  • Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

şühud-i tecelli / şühûd-i tecellî

  • Tasavvuf yolunda ilerleyen kimsenin tecellinin sûretlerini müşâhedesi.

suretyab / suretyâb

  • Şekil bulan, suretlenen, meydana gelen. (Farsça)

suver

  • Boynuz.
  • (Tekili: Suret) Suretler.
  • Suretler.
  • Sûreler, sûretler.

suver-i misaliye

  • Temsilî ifadeler, misalî şekiller, suretler.

suver-i muteaddide

  • Çeşitli şekiller, suretler.

suver-i müteşabihe

  • Müteşâbih ifadeler; Kur'ân-ı Kerimde mânâsı kapalı olan ve yorumlara açık olan suretler, temsiller.

suver-i zihniye

  • Zihindeki şekiller, sûretler.

tecelli-i suri / tecellî-i sûrî

  • Zât-ı ilâhînin veya isimlerinin kendilerinin değil, sûretlerinin, görüntülerinin tecellîsi.

tecelli-i timsal

  • Suretlerin tecellisi.

temasil

  • Timsaller. Suretler. Resimler. Putlar. Semboller. Tasvirler.

temessül / تَمَثُّلْ

  • Benzer şekil ve sûrete girme, sûretlenme.

teşhis

  • Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma.
  • Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek.
  • Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek.
  • Eşyaya şahsiyet vermek.

teşkil

  • Vücud vermek. Suretlendirmek. Şekil vermek. Meydana getirmek.
  • Atın iki önayağı ve art ayağının birisinin beyaz olması.

tevessül

  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

vechen

  • Bir vechiyle. Bir suretle. Bir bakımdan.

vechen min-el vücuh

  • Hiçbir suretle.

vücuh

  • (Tekili: Vech) Çehreler, yüzler, suretler.
  • Tarzlar.
  • Sebepler.
  • İmkânlar.
  • Münasebetler.
  • Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar.
  • Bir memleketin ileri gelenleri.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın