REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Soru ifadesini içeren 157 kelime bulundu...

adalet-i kübra / adâlet-i kübra

  • Bütün hak sahiplerine haklarının verildiği ve bütün haksızlardan hesap sorulduğu büyük adâlet.

adem-i mes'uliyet

  • Mes'uliyetsizlik, sorumsuzluk.
  • Sorumsuzluk.

aya / âyâ

  • (Şüphe ve tereddüt bildiren edât; hayret ve taaccüb, soru ile beraber ümid ifâde eder) Acabâ. Âyâ, nasıl oluyor. Hayret, sen bu işi nasıl olur da yaparsın?.. der gibi.

aziz-i mısır / azîz-i mısır / عَز۪يزِ مِصِرْ

  • Eski mısırda hazineden sorumlu kişi.

berzah / برزخ

  • Cehennem. (Arapça)
  • Dil, kara uzantısı. (Arapça)
  • Sorun, dert. (Arapça)

bezm-i elest

  • Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim? meâlinde soru sorduğunda, ruhlar, "Evet Rabbimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tabir edilir.
  • Elest Meclisi; Allah'ın ruhları yarattığında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" anlamındaki sorusuna, ruhların, "Evet, Rabbimizsin" diye cevap verdikleri an.

bezm-i ezel-i elestü

  • Cenâb-ı Hak ezelde ruhları yarattığında, "Ben Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya bütün ruhların, "Evet Sen Rabbimizsin" diye söz vermeleri ânı; "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" şeklinde de ifade edilir.

bi-çun / bî-çûn

  • Emsalsiz, eşsiz, ortaksız, benzersiz. (Farsça)
  • Sebep sorulmaz. (Allah C.C.) (Farsça)

cemaat-i mükellefin / cemaat-i mükellefîn

  • Dinen sorumlu olanlar topluluğu.

cess

  • Araştırma, tahkik etme, soruşturma.
  • El ile yoklama.
  • Yapışmak.

cevab / cevâb

  • Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık.
  • Kabul etmemek. Reddetmek.
  • (Tekili: Câbiye) Havuzlar.
  • Cevap, soruya verilen karşılık.

cevab-ı müskit

  • Soru soranı susturan cevap.

cevabat

  • (Tekili: Cevâb) Cevablar. Sorulan sorulara verilen karşılıklar. Mukabil sözler.

çi

  • (Çe) Ne? Nasıl? (Soru edatı) (Farsça)
  • Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır. (Farsça)

daire-i teklif

  • Sorumluluk ve imtihan yeri.

dar-ı teklif ve mücahede

  • Sorumluluk ve mücadele yeri.

dar-ut-teklif / dâr-ut-teklîf

  • Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ.

derdiser / درد سر

  • Baş belası, baş ağrısı, sorun, problem. (Farsça)

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.

elcevap

  • Bu sorunun cevabı.

em

  • Soru sorma mânasında atıf edatıdır. İstifham elifi mânasına da gelir. "Yahut, belki, yoksa" kelimeleriyle tercüme edilebilir.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

erbab-ı gaflet

  • Gaflette olanlar; Allah'ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz davrananlar.

es'ile / اسئله

  • (Tekili: Sual) Sualler. Bir şey istemeler. Sorular.
  • Sualler, sorular.
  • Sorular. (Arapça)

esile / esîle

  • Sorular, sualler.

eyniye

  • Mekânsal ("Eyne?" Arapçada "Nerede?" mânâsına gelir ve yer ve mekân bu soru edatıyla sorulur.).

farzıkifaye / farzıkifâye

  • Bazı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife.

felsefe

  • Akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim.

fetş

  • Sorup aratmak.

fetva emini

  • Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İ

fezleke / فذلكه

  • Soruşturma özeti. (Arapça)
  • Özet. (Arapça)

gayr-ı mes'ul

  • Mes'ul olmayan, sorumlu tutulmayan.

girihgüşa / girihgüşâ / گره گشا

  • Düğüm çözen. (Farsça)
  • Sorunları halleden. (Farsça)

girive / girîve / گریوه

  • Çıkmaz, sorun. (Farsça)
  • Geçit. (Farsça)

hazinedar / خزینه دار

  • Haznedar, hazinenin birinci derecede sorumlusu. (Arapça - Farsça)

hel

  • Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.
  • Arapça "mı, mi, mu, mü" anlamlarına gelen soru edatı.

hevai / hevâî

  • Uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz.

hikmet-i teklif

  • İnsanlara dünya hayatında bazı sorumlulukların yüklenmesinin hikmeti, imtihan gayesi.

ibda'

  • (İbzâ') Parça parça etmek.
  • Sorulan şeye güzel cevab vermek.
  • Kandırmak.
  • Birisine, kâr tamamen kendine âit olmak üzere sermaye vermek.

ibtihas

  • Bir şeyin doğruluğunu öğrenmek için soruşturma, tetkik etme.

iddianame / iddiânâme

  • Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahk
  • İddia yazısı; savcının, yapılan soruşturmalar neticesinde tutuklu hakkındaki suçlamalarını bildirmek üzere mahkemeye sunduğu yazı.

ilanat müvezzii / ilânat müvezzii

  • İlânlardan, duyurulardan sorumlu olan, onları dağıtan.

iltifatkar / iltifatkâr

  • İltifat eden, mültefit. Hal hatır sorup gönül alan.

inhizal

  • Beli kırılmış gibi ağır yürüme.
  • Soruya karşılık verme.

inşad

  • Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme.
  • Arayıp soruşturma.
  • Birisini hicvetme.
  • Kayıp olan bir şeyi haber verme.

irad / îrâd / ایراد

  • Getirme, söyleme. (Arapça)
  • Gelir, kazanç. (Arapça)
  • Suâl îrad edilmek: Soru yöneltmek. (Arapça)

isti'lam

  • (İlm. den) Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma.
  • Yazı ile bilgi isteme.

isti'naf

  • Önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerdeki muhtemel sorulara cevap teşkil etme.

isticvab / isticvâb

  • Sorup cevap isteme.

istifham / istifhâm / استفهام / اِسْتِفْهَامْ

  • Soru.
  • Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru.
  • Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
  • Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
  • Soru, sorma.
  • Sorma. (Arapça)
  • Soru işareti. (Arapça)
  • Soru sorma.

istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî

  • Bir şeyin öyle olmayacağını soru sorma şekliyle ifade etme; "Hiç böyle olur mu?".
  • Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.

istifkad

  • (Fakd. den) Kaybolmuş olan bir şeyi araştırıp soruşturma.

istifsar / istifsâr

  • İfade isteme. Sorma. Sorup anlama.
  • Anlamak için soru sorma.

istihare

  • Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek.
  • Hayırlı olmayı istemek.
  • Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek.
  • Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma.

istinafiyye / istinâfiyye

  • Yeniden başlamaya ait.
  • İstinaf mahkemesine ait.
  • Arapça'da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle.

istis'al

  • (Suâl. den) Soruşturma, tahkik etme, araştırma.

istizah / istîzâh / استيضاح

  • Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek.
  • Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual.
  • Gensoru. (Arapça)

japon

  • 1911 yılında İstanbul'da bulunan ve İslâm âlimlerine Allah'ın birliği ve Peygamber Efendimizin nübüvvetiyle ilgili sorular yönelten Japon Başkumandanı Mareşal Nogi.

kaide-i sual / kâide-i sual

  • Soru sorma kuralı.

kalu bela / kalû belâ

  • Ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet" cevabı.

kàlu bela / kàlû belâ

  • Ruhların yaratıldıktan sonra Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Rabbimizsin" cevabı.

kefalet / kefâlet

  • Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.

kefil / kefîl

  • Başkasına âit bir işi veya borcu üzerine alan, sorumluluğunu yüklenen kimse. Kefîle, dâmin de denir.

kem

  • Gr: Ne kadar? Kaç? (Mikdar için soru ifâdesinde kullanılır.) (Farsçada: Çend)

key

  • Ne vakit, ne zaman? (Soru için kullanılır.) (Farsça)

kist

  • Kimdir? (mânâsına soru edâtı) (Farsça)

kudam

  • Hangisi? Hangileri? (mânasına sorudur) (Farsça)

layüs'el / lâyüs'el

  • Mes'uliyetsiz. Mes'ul tutulamaz. Sorumsuz.
  • Sorulmaz.

layüsel / lâyüsel

  • Sorumsuz.

lede-s-sual / lede-s-suâl

  • Soruldukta, sorulduğu anda.

limmiyet

  • Niçin sorusu, nedensellik, sebebiyet.

me'haz-i sail / me'haz-i sâil

  • Soru soranın kaynağı.

medar-ı mes'ul

  • Sorumluluk sebebi.

medar-ı mes'uliyet / medâr-ı mes'uliyet / medâr-ı mes'ûliyet / مَدَارِ مَسْئُولِيَتْ

  • Mesuliyet, sorumluluk sebebi.
  • Sorumluluk sebebi.

medar-ı mesuliyet / medâr-ı mesuliyet

  • Bazı suçlardan sorumlu tutulma sebebi.

medar-ı sual / medâr-ı sual

  • Soru sebebi.

medar-ı sual ve cevap / medâr-ı sual ve cevap

  • Soruya ve cevaba kaynak, sebep.

medar-ı teklif / medâr-ı teklif

  • Görev ve sorumluluk sebebi.

melekü'l-bihar

  • Denizlerden sorumlu melek.

melekü'l-cibal

  • Dağlardan sorumlu melek.

melekü'l-emtar

  • Yağmurdan sorumlu melek.

menbit-i sual

  • Sorunun yeri, sorunun geldiği yer, mahal.

mes'ul / mes'ûl / مَسْئُولْ

  • Sorumlu.
  • Sorumlu.

mes'ul etmek

  • Sorumlu etmek.

mes'uliyet / mes'ûliyet / مَسْئُولِيَتْ

  • Sorumluluk.
  • Sorumluluk.

mes'uliyet-i maneviye / mes'uliyet-i mâneviye

  • Mânevî sorumluluk.

mesele / مسئله

  • Sorulup karşılığı istenen problem.
  • Önemli iş.
  • Mesele, konu. (Arapça)
  • Sorun. (Arapça)
  • Problem. (Arapça)

mesul / mesûl

  • Sorumlu.

mesuliyet / mesûliyet / مسئوليت

  • Sorumluluk.
  • Sorumluluk.
  • Sorumluluk. (Arapça)

mu'amma / mu'ammâ

  • Gizli, örtülü, anlaşılmaz veya anlaşılması güç şey.
  • Edebiyâtta bir ad sorulacak şekilde düzenlenmiş manzûm bilmece.

mucib-i istifsar / mûcib-i istifsar

  • Soru sorma gerekçesi, sebebi.

mucib-i mes'uliyet / mûcib-i mes'uliyet

  • Sorumluluk gerektiren.
  • Sorumluluk gerektiren.

müdür-ü mes'ul

  • Sorumlu müdür.

mukadder sualler

  • Gelmesi beklenen, muhtemel sorular.

mükellef

  • Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.

mükellefin / mükellefîn

  • Yükümlüler, sorumlular.

mükellefiyet

  • Yükümlülük, sorumluluk.

mükellefiyet-i ubudiyet

  • Kulluğa ait yükümlülük, sorumluluk.

mürşid-i mucib / mürşîd-i mûcîb

  • Sorulara cevap verip irşad eden, aydınlatıcı cevap veren.

müstantık

  • İstintak eden, soran.
  • Mahkemede ilk ifadeyi alan, ilk soruşturma tahkikatı açan hâkim.
  • Sorgu hâkimi.
  • Sual soran. Sorguya çeken.

müste'nife

  • Yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerideki muhtemel, sorulara cevap teşkil eden cümle.

müstecvib

  • (Cevâb. dan) Cevap isteyen. İfâdesini alan, suâl sorup cevabını isteyen.

müstefsir

  • (Çoğulu: Müstefsirîn) (Fesr. den) Soruşturup anlamak isteyen. Açıklanmasını, izah edilmesini ve geniş anlatılmasını isteyen.
  • Soruşturup anlamaya çalışan.

müstemlekat nazırı / müstemlekât nâzırı

  • Sömürgelerden sorumlu bakan.

müstemzic

  • (Mezc. den) Soran, soruşturan. Fikir yoklayan. Anket için düşüncelerini soran.

müsteş'ir

  • (İş'ar. dan) Soruşturan. (Yazı ile) bildirilmesini isteyen.

mütefahhıs

  • (Fahs. dan) Dikkatle araştıran, sorup tetkik eden, inceliyen.

naçar / nâçâr / ناچار

  • Çaresiz, sorunda. (Farsça)
  • İster istemez. (Farsça)

pejuh

  • Araştırma, soruşturma. (Farsça)

pürsan

  • (Pürsâ) Soran, sorucu. (Farsça)

pürsiş

  • Soruş, sorma, sual ediş. (Farsça)

sail / sâil

  • Soru soran.

sail-i meçhul / sâil-i meçhul

  • Soru soran meçhul kişi, kendisi bilinmeyen soru soran kişi.

sail-i misali / sâil-i misâlî

  • Rüyada soru soran kişi.

sail-i müteannid / sâil-i müteannid

  • Israrla soru soran; karşı tarafı zora sormak için soru soran.

sinn-i mükellefiyet

  • Dinî emir ve yasaklarla sorumlu olma yaşı.

sinn-i teklif

  • Sorumluluk yaşı.

su'al / su'âl / سؤال

  • Soru. (Arapça)
  • Su'âl eylemek: Soru sormak. (Arapça)
  • Su'âl olunmak: Soru sorulmak. (Arapça)

su'alat / su'âlât / سؤالات

  • Sorular. (Arapça)

sual / suâl

  • İsteme. İstek.
  • Soru. Sorulan şey.
  • Dilencilik.
  • Soru.
  • Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.
  • Soru, istek.

süal / süâl

  • Soru.

sual / سؤال

  • Soru.

sual-i azim / sual-i azîm

  • Büyük soru.

sual-i manevi / sual-i manevî

  • Mânevî bir soru.

sual-i mukadder / suâl-i mukadder / سُؤَالِ مُقَدَّرْ

  • Gelecek, gelmesi beklenen soru.
  • Sözün gelişinden anlaşılan soru.

sual-i müşkil / suâl-i müşkil

  • Zor soru.

sual-i müşkül

  • Zor soru.

sual-i umumiye / sual-i umumîye

  • Genel soru.

sual-i vahid / sual-i vâhid

  • Tek soru.

sualat / sualât

  • (Tekili: Suâl) Suâller, sorular. İstemeler, istekler.

tabir-i hakimane / tâbir-i hakîmâne

  • Hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme.

tahkikat-ı ibtidaiyye

  • Huk: İlk tahkikat. İlk soruşturma.

tahmil / tahmîl / تحميل

  • Yükleme. (Arapça)
  • Sorumluluk verme. (Arapça)

taht-ı taahhüd

  • Sorumluluk ve güvence altı.

takibat / tâkibat

  • Yapılan takipler, koğuşturma, soruşturma.

tebellüh

  • Ahmak olmak.
  • Suretâ ahmaklık göstermek.
  • Kaybolmuş bir şeyi araştırmak.
  • Yolu bilmeyen kimse, erbâbından sorup araştırmayarak gitmek.

tefakkud

  • (Çoğulu: Tefakkudât) Arayıp sorma. Sorup soruşturma.

tegafül

  • Gaflet etme, duyarsızlıklık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma.

tekalif / tekâlif

  • Yükümlülükler, sorumluluklar.

tekalif-i diniye / tekâlif-i diniye

  • Dinle ilgili sorumluluklar, dini yükümlülükler.

tekalif-i hayat / tekâlif-i hayat

  • Hayatla ilgili sorumluluklar ve yükümlülükler.

tekalif-i hayatiye / tekâlif-i hayatiye

  • Hayatın yükümlülükleri, sorumlulukları.

tekalif-i ilahiye / tekâlif-i ilâhiye

  • Allah'ın yüklediği sorumluluklar.

tekellüfkarane / tekellüfkârâne

  • Gösteriş hevesiyle bir sorumluluğun altına girme, zoraki davranarak.

teklif

  • Yükümlülük, sorumluluk.

teklif etme

  • Yükleme, sorumlu tutma.

teneşşüd

  • Bir haberi veya bir şeyi öğrenmek için insanların farkına varamıyacağı şekilde nezâketle soruşturma.

tesaül

  • Birbirine sual etme, soru sormak.

tevekkül-ü tembelane / tevekkül-ü tembelâne

  • Tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah'tan isteme.

tevfiz

  • Yetki ve sorumluluğu başkasına veya Allah'a havale etme.

tezkiye

  • Doğruluğuna şehadet etmek.
  • Zekât vermek.
  • Zekât almak.
  • Pak ve temiz etmek.
  • Övmek, medhetmek.
  • Birisinin durumu hakkında soruşturmak.

uhde / عهده

  • Bir işi üzerine alma. Söz verme.
  • Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey.
  • Mes'uliyet hududu.
  • Ric'at ve taalluk dâiresi.
  • Becerme, yapma.
  • Mes'uliyet, sorumluluk.
  • Sorumluluk.
  • Sorumluluk, söz verme.
  • Sorumluluk. (Arapça)

ukde / عقده

  • Düğüm. (Arapça)
  • Gönül üzüntüsü. (Arapça)
  • Sorun. (Arapça)

üslub-u hakim / üslub-u hakîm

  • Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun

vebal

  • Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.

veli / velî / ولى

  • Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata.
  • Velâkin, fakat, amma.
  • Ermiş, velî. (Arapça)
  • Çocuktan sorumlu olan. (Arapça)

zaptiye nazırı / zaptiye nâzırı

  • Emniyet ve güvenlikten sorumlu üst düzey memur, güvenlik subayı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın