REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Sevgi ifadesini içeren 394 kelime bulundu...

ab-ı ru-yi habib-i ekrem / âb-ı rû-yi habîb-i ekrem

  • Allah'ın sevgili kulu olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) yüz suyu.

afet / âfet / آفت

  • Afet, bela, felaket. (Arapça)
  • Güzel sevgili. (Arapça)

afitabcemal / âfitâbcemâl / آفتاب جمال

  • Güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi parlayan, sevgili, maşuk. (Farsça - Arapça)

ahbap

  • Dostlar, sevgililer.

ahibba / ahibbâ / احبا

  • Dostlar, sevilenler; sevgililer. (Arapça)

ahilik

  • Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin

ahu-yi simin

  • Sevgili.
  • Sâki.

alaka / alâka

  • İlişik, rabıta, merbutiyet.
  • Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse.
  • Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına nakledilmesinin sebebidir. (Temiz ahlâklı, güzel huylu kimselere melek denildiği gibi.)

alevi / alevî

  • Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden.

alüfte

  • Muhabbet ve sevgiden deli gibi. (Farsça)
  • Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe. (Farsça)

aram-ı can / ârâm-ı cân

  • Gönül rahatı.
  • Sevgili, sevilen güzel.

aram-ı dil / ârâm-ı dil

  • Sevgili, sevilen güzel.
  • Gönül rahatı.

arif / ârif

  • Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.
  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.
  • Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.

aşk

  • (Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme.
  • İttibâ'. Alâka.
  • Şiddetli sevgi.
  • Şiddetli sevgi, candan sevme.

aşk-ı dünya

  • Dünya aşkı, sevgisi.

aşk-ı hakikat

  • Hakikat sevgisi.

aşk-ı hakiki / aşk-ı hakikî

  • Hakiki aşk. Allah için sevmek. Allah sevgisi.

aşk-ı ilahi / aşk-ı ilâhî

  • İlâhî aşk, Allah'a duyulan aşk derecesindeki sevgi.

aşk-ı islamiyet / aşk-ı islâmiyet

  • İslâmiyet aşkı, İslâm sevgisi.

aşk-ı lahuti / aşk-ı lâhutî / aşk-ı lâhûtî

  • Cenâb-ı Hakka olan sevgi ve aşk.
  • Cenab-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. Aşk-ı İlâhî, aşk-ı hakikî, aşk-ı mânevî gibi tâbirler Cenab-ı Vacib-ül Vücud'a dâir şiddetli muhabbet ve sevgiyi ifâde eder.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî / aşk-ı mecâzî / عَشْقِ مَجَاز۪ي

  • Gerçek sevgiliye değil, geçici ve sınırlı bir güzelliğe karşı duyulan sevgi.
  • Geçici sevgililere yönelik aşk.

aşk-ı mukaddes-i ilahiye / aşk-ı mukaddes-i ilâhîye

  • Cenâb-ı Hakkın zâtına mahsus mukaddes sevgisi.

asnım

  • (Tekili: Sanem) Putlar.
  • Sevgililer.

aşüfte

  • Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven. (Farsça)
  • İffetsiz kadın. (Farsça)

atf

  • Bağlama. Bağ. Ekleme.
  • Meyletme.
  • Şefkat. Sevgi.
  • Eğilme.
  • İkiye bükme. İki kat eyleme.
  • Çevirme.
  • Geri döndürme.
  • Bir kimse üzerine tekrar hamle eylemek.
  • Gr: Bir kelimeyi diğer bir kelimeye harf-i atıf vasıtasiyle ilhak eylemek.
  • <

atfetmek

  • Meyletmek. Sevgi beslemek.
  • Gr: Mânâyı birbirine bağlamak.

atıfet / âtıfet

  • Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme.
  • Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi.
  • Karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme.

ayide

  • Fayda, menfaat.
  • Muhabbet, sevgi.

ayn-ı muhabbet

  • Sevginin ta kendisi.

azam-ı aktab / âzam-ı aktâb

  • Kutupların, Allah'ın sevgili kulları velilerin ileri gelenlerinin en büyükleri.

aziz / azîz

  • İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu.
  • Dost.
  • Şerif.
  • Nadir.
  • Dini dünyaya âlet etmeyen.
  • Sireti temiz.
  • Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi.
  • Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.

azize / azîze / عزیزه

  • Sevgili. (Arapça)
  • Saygın. (Arapça)

azra

  • Medine-i Münevvere'nin bir ismi.
  • Sevgili. Mahbûbe.
  • Delinmemiş inci.
  • Üzerinde yürünmemiş kum. Kız olan kız.
  • Hz. Meryem'in bir vasfı.

ban

  • Dam, çatı.
  • Sorgun ağacı. Bey söğüdü.
  • yun. Sevgilinin boyu. Farsçada kelime sonuna gelerek, Türkçedeki "ci, cu" ekleri yerini tutan mânâda kullanılır. Meselâ: Bağban: Bağcı.

bedmihr / بدمهر

  • Sevgisiz. (Farsça)

behkele

  • Nârin vücutlu kız, sevgili.

beyne'l-evliya

  • Allah'ın sevgili kulları arasında.

bi-mihr / bî-mihr

  • Sevgisiz, şefkatsiz. (Farsça)

bimihr / bîmihr / بى مهر

  • Sevgisiz, şefkatsiz. (Farsça)

buy

  • Koku. (Farsça)
  • Ümit, umma. (Farsça)
  • Sevgi, muhabbet. (Farsça)
  • Tamah. (Farsça)
  • Huy. Tabiat. (Farsça)
  • Kısmet, pay, nasib. (Farsça)

cam-ı sim

  • Sevgilinin çenesi.

can / cân / جان

  • Ruh. (Farsça)
  • Can. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)

can-bahş

  • Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah. (Farsça)

cana / cânâ / جانا

  • Ey sevgili! Ey can! (Farsça)
  • Ey sevgili.
  • Sevgilim, ey sevgili. (Farsça)

canan / cânân / جانان

  • Sevgili, güzel, sâhib-i cemâl. (Farsça)
  • Canlar, ruhlar. (Farsça)
  • Sevgili.
  • Sevgili.
  • Sevgili. (Farsça)

canane / cânâne / جانانه

  • Sevgili. (Farsça)

canşikar / canşikâr

  • Öldürücü. (Farsça)
  • Mc: Can avlayan veya öldüren. Sevgili, mahbub. (Farsça)

cefa-pişe

  • Gaddar, cebbar, zâlim. (Farsça)
  • Sevgili, mâşuk, sevilen. (Farsça)

cefapişe / cefâpîşe / جفاپيشه

  • Üzmeyi huy edinmiş, cefa eden. (Arapça - Farsça)
  • Aşığını üzen sevgili. (Arapça - Farsça)

cemiyet-i ahbap

  • Sevgililer topluluğu.

cennet-i canan / cennet-i cânan

  • Canların, sevgililerin buluştuğu Cennet.

cezbe

  • Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.
  • Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
  • Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.

cezbedarane / cezbedarâne

  • Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.

cezbeli

  • Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelen.

ciğer-guşe / ciğer-gûşe

  • Evlât, yavru. (Farsça)
  • Sevgili. Mâşuk. (Farsça)

ciğer-pare / ciğer-pâre

  • Sevgili yavru, evlâd. (Farsça)

cigerguşe / cigergûşe / جگرگوشه

  • Ciğerköşe, evlat. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)

ciğerpare / ciğerpâre

  • Ciğer parçası, sevgili yavru.

demagoji

  • yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.

dil-dar

  • Kalbi hükmü altında tutan. Sevgili, mâşuk. (Farsça)

dilaşub / dilâşûb / دل آشوب

  • Gönül karıştıran, sevgili. (Farsça)

dilbend / دلبند

  • Gönül bağlanan, sevgili. (Farsça)

dilber / دلبر

  • Gönül alan, güzel, sevgili. (Farsça)

dilcu / dilcû / دلجو

  • Gönlün aradığı, güzel, sevgili. (Farsça)

dildar / dildâr / دلدار

  • Gönül tutan, sevgili. (Farsça)

dilefruz / dilefrûz / دل افروز

  • Gönül aydınlatan, sevgili. (Farsça)

dilfirib / dilfirîb / دل فریب

  • Gönül aldatan, sevgili. (Farsça)

dost / دوست

  • (Çoğulu: Dostân) Sevilen insan, muhib, yâr. (Farsça)
  • Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube. (Farsça)
  • Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)
  • Yakın arkadaş. (Farsça)
  • Tanrı. (Farsça)

dua ordusu / duâ ordusu

  • Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, velîler.

dürc / درج

  • Kutu. (Arapça)
  • Mücevher kutusu. (Arapça)
  • Sevgilinin küçük ağzı. (Arapça)

dürdane / dürdâne / دردانه

  • İnci tanesi. (Arapça - Farsça)
  • Sevgili. (Arapça - Farsça)

dürr-i can / dürr-i cân

  • Canın incisi. Çok sevgili. (Farsça)

dust / dûst / دوست

  • Dost. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)
  • Tanrı. (Farsça)

efendi

  • (Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederl

ehabb

  • Çok sevgili. En sevgili.

ehabb-ı ehibba

  • Dostların, ahbabların en sevgilisi.

ehibba

  • (Tekili: Habib) Habibler, dostlar, sevgililer.

ehl-i aşk

  • Kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlar.

ehl-i beyt

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün âile fertleri. Mübârek zevceleri, çocukları, kızı hazret-i Fâtıma ile hazret-i Ali ve bunların mübârek evlâdları olan hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn'den kıyâmete kadar gelecek nesilleri.

ehl-i muhabbet

  • Muhabbet sahipleri, sevgi ehli.

ehl-i tasavvuf

  • Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.

ehlullah

  • Allah'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. Allah'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
  • Allah adamları, Allahü teâlânın emirlerine uyup, O'nun sevgisini ve ism-i şerîfini gönlünden hiç çıkarmayan evliyâ zâtlar.

ehver

  • Sevgili, mâşuk. (Farsça)

el-hubbu fi'llah

  • Allah için sevmek; sevgi Allah içindir.

el-kasibü habibullah / el-kâsibü habibullah

  • Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ma'rifetini ve rızâsını kazanan onun habibidir, sevgili kuludur. (Hadis meâli)

elhubbu-lillah

  • Allah için sevmek. Muhabbet, dostluk, sevgi sırf Allah içindir. Hoş geçim, insanlara olan muhabbet Cenab-ı Hakk'ın rızası içindir.

elhubbulillah / elhubbulillâh

  • Sevgi Allah içindir.

enis / enîs / انيس

  • (Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
  • Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
  • Yaban horozu.
  • Dost. (Arapça)
  • Sevgili. (Arapça)

enva-ı muhabbet / envâ-ı muhabbet

  • Sevgi türleri, çeşitleri.

esbab-ı muhabbet

  • Sevgiyi gerektiren sebepler.

evdad

  • (Tekili: Vedid) Sevgililer, sevilenler.

evliya / evliyâ

  • Velîler, Allah'ın sevgili kulları.
  • Velî kelimesinin çoğuludur.
  • Dostlar.
  • Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.

evliyaullah / evliyâullah

  • Allah'ın sevgili kulları.
  • Allahın velîleri, sevgili kulları.

fahr-i enam / fahr-i enâm

  • Yaratılmışların kendisiyle övündüğü zât. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan hürmet ve saygı ifâdesi. Gece-gündüz dilimde, salât-ü selâm, O mübârek rûhuna, ey Fahr-ül-enâm.

fahrü'l-alemin ve habib-i rabbü'l-alemin / fahrü'l-âlemîn ve habib-i rabbü'l-âlemîn

  • Kâinatın övgüsüne sahip ve Alemlerin Rabbinin sevgilisi, Muhammed (a.s.m.).

fakdü'l-ahbap

  • Sevgililerin, dostların yok oluşu, onları kaybetme.

fani / fânî

  • Yok olucu, geçici, devamlı olmayan.
  • Tasavvufta Allahü teâlâdan başkasını unutan, bunların sevgisinden kurtulan kimse.

fart-ı muhabbet

  • Aşırı sevgi, ifrat derecesinde sevme.
  • Muhabbet ve sevgide aşırılık.

fena / fenâ

  • Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.

fena fillah / fenâ fillah

  • Kalbin yalnız Allahü teâlâyı sevmesi, O'nun beğendiği şeylerde fâni olmak yâni O'nun sevdiklerini sevmek O'nun sevdiklerini kendi için sevgili bilmek.

fena-i kalb / fenâ-i kalb

  • Mahlûkların (yaratılmışların) varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak. Kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutması.

fetişizm

  • Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı. (Fransızca)

füzud

  • Çoğaltan, ziyadeleştiren, artıran. Muhabbet-füzud : Muhabbet artıran, sevgi artıran. (Farsça)

gavsü'l-vasılin / gavsü'l-vâsılîn

  • Hakikate, marifete ermiş anlamına gelen, Allah'ın sevgili kulu, irşad eden büyük zât.

gül

  • Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır. (Farsça)

gulampare

  • Dost, sevgili, mahbup. (Halk ağzında kulampara şeklinde kullanılır.)

habaib

  • (Tekili: Habibe) Habibeler, sevgili kadınlar.

habib / habîb / حبيب / حَب۪يبْ

  • (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost.
  • Allah'ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Sevgili.
  • Sevgili mânâsına Muhammed aleyhisselam.
  • Sevgili, dost.
  • Sevgili, sevilen.
  • Sevgili. (Arapça)
  • Dost. (Arapça)
  • Hz. Muhammed. (Arapça)
  • Sevgili.

habib-i ekrem / habîb-i ekrem / حَب۪يبِ اَكْرَمْ

  • Lutuf ve cömerdliği çok olan sevgili (Peygamberimiz asm).

habib-i hakiki / habîb-i hakikî

  • Gerçek sevgili olan Allah.

habib-i hüda / habib-i hüdâ

  • Allah'ın en sevgili kulu; Hz. Peygamber (a.s.m.).
  • (Hüdâ'nın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).

habib-i kibriya / habib-i kibriyâ / habîb-i kibriya

  • Allah'ın en büyük sevgilisi ve yüce peygamberi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
  • Kibriyanın sevgilisi. Hz. Muhammed (s.a.v.).

habib-i kuddus / habib-i kuddûs

  • Pak ve temiz olan Allah'ın sevgilisi; Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i rabbü'l-alem / habîb-i rabbü'l-âlem

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed.

habib-i rabbü'l-alemin / habîb-i rabbü'l-âlemîn

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed.

habib-i rahmani / habib-i rahmânî

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'ın sevgili kulu; Hz. Muhammed (a.s.m.).

habib-i yezdan / habib-i yezdân

  • Cenâb-ı Hakkın sevgilisi, Peygamber Efendimiz.

habib-i zişan / habîb-i zîşân / حَب۪يبِ ذ۪يشَانْ

  • Şân sahibi sevgili (asm).

habib-ül bekkain / habib-ül bekkâîn

  • Ağlayanların sevgilisi. Ağlayanların habibi.

habib-ullah

  • (Habib-i Hudâ) Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed (A.S.M.)

Habibe / habibe

  • Sevilen. Sevgili. Seven. Dost.

habibi rabbü'l-alem / habîbi rabbü'l-âlem

  • Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sevgilisi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

habibiyet / habîbiyet

  • Allah'ın en sevgili kulu olma.
  • Sevgililik.

habibullah / habîbullah

  • (Allah'ın sevgilisi); Hz. Muhammed (s.a.v.).
  • Allahü teâlânın sevgilisi manasına, Muhammed aleyhisselâm.
  • Allahın sevgili kulu.

halsan

  • Kişinin dostu, sevgilisi ve yâri.

haremeyn

  • Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ

hasr-ı muhabbet / حَصْرِ مُحَبَّتْ

  • Sevgiyi yöneltme, sadece onu sevme.
  • Sevgiyi bir noktaya yoğunlaştırma.

haşyet

  • Sevgiyle karışık korku.

havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet

  • Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.

hazret-i mahbub-u ilahi / hazret-i mahbub-u ilâhî

  • Allah'ın sevgilisi, Allah'ın resûlü Hz. Muhammed (a.s.m.).

heva / hevâ

  • Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma.
  • Nefsanî zevklere uyma.

hibban

  • (Tekili: Hibb) Mahbublar, sevgililer.

hiss-i muhabbet

  • Sevgi hissi, duygusu.

hıyre-küş

  • Sevilen, mahbub, sevgili. (Farsça)
  • Haksız yere adam öldüren. (Farsça)

hubab

  • Muhabbet.
  • Mahbub, sevgili olan.
  • Su üzerinde olan kabarcık ki, habab-ül mâ' derler.

hubb / حب

  • (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek.
  • Hulus, lüzum ve sübut.
  • Muhafaza ve imsâk.
  • Sevgi, muhabbet.
  • Sevgi.
  • Sevgi. (Arapça)

hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ

  • Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.

hubb-i dünya

  • Dünya sevgisi.

hubb-ı riyaset / hubb-ı riyâset

  • Makam ve mevki sevgisi.

hubb-ısiva / hubb-ısivâ

  • Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi.Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan. Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı.

hubb-u ahiret / hubb-u âhiret / حُبُّ اَخِرَتْ

  • Âhiret sevgisi.
  • Ahiret sevgisi.

hubb-u al-i beyt / hubb-u âl-i beyt

  • Âl-i Beyte duyulan sevgi.

hubb-u ali

  • Hz. Ali sevgisi.

hubb-u cah / hubb-u câh

  • Şöhret düşkünlüğü, makam sevgisi. Rütbe hırsı. (Farsça)
  • Makam ve mansıb sevgisi.
  • Makam, mevki sevgisi.

hubb-u din

  • Din sevgisi.

hubb-u dünya / حُبِّ دُنْيَا

  • Dünya sevgisi.
  • Dünya sevgisi.

hubb-u ehl-i beyt

  • Ehl-i Beyte duyulan sevgi.
  • Ehl-i Beyt'e olan sevgi ve bağlılık. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) neslinden gelenleri, onun izinden gidenleri ve onun yolunda sâdık olup sebat edenleri sevmek. (Farsça)

hubb-u insaniyet

  • İnsanlık sevgisi.

hubb-u lafz / hubb-u lâfz

  • Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.

hubb-u maali / hubb-u maâlî

  • Yüksek, yüce sevgi.

hubb-u mehasin / hubb-u mehâsin

  • Güzellik sevgisi.

hubb-u vatan

  • Vatan sevgisi.

hubb-ul vatan

  • Vatan sevgisi.

hubbü'l-vatan mine'l-iman / hubbü'l-vatan mine'l-îmân / حب الوطن من الایمان

  • Vatan sevgisi imandan gelir. (Arapça)

hubbucah / hubbucâh

  • Makam sevgisi.

hullet

  • (Çoğulu: Hulel) İçten, samimi sevgi. Dostluk. Muhabbet. Haslet.

hulul

  • Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
  • Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
  • Halletmek.
  • Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
  • Gelip çatmak.
  • Bir menzile inmek.
  • Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ

huluskar / huluskâr

  • Bir insana karşı samimi muhabbeti olan. (Farsça)
  • Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren. (Farsça)

huluskarane / huluskârâne

  • Samimi muhabbet ve sevgi ile. (Farsça)
  • İkiyüzlülükle, dalkavuklukla. (Farsça)

huri / hurî / hûrî

  • Cennet kızı.
  • Sevgili.
  • Sevgili, cennet kızı.

hürriyet

  • Hürlük, serbestlik.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
  • Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.

hüseyin

  • Küçük güzel.
  • (Hi: 6-61) Hazret-i Ali Radıyallahü Anhu'nun oğlu, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sevgili torunudur. Peygamberimiz (A.S.M.) "Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allah Hüseyini seveni sever." buyurmuştur. Kerbelâda şehid oldu (R.A.)

hüsn-ü teveccüh

  • Sevgi ile karışık medih ve takdir. İyi karşılanmak ve alâka görmek.

huşu / huşû

  • Korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hal.
  • Gönül alçaklığı, tevazu.
  • Korku ile sevgi arası durum, saygı.
  • Sevgiyle karışık korku.

huşu' / huşû'

  • Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
  • Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.

hüyyam

  • (Tekili: Hâim) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar.

hz. hasan

  • Hz. Ali'nin (R.A.) oğludur. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) sevgili torunudur. Cennet'le tebşir olunmuştur. Hz. Peygamber (A.S.M.) kendisi için cennet gençlerinin seyyidi buyurmuştur.

i'tilak

  • Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma.

ibrin

  • Yüzü çok parlak ve güzel olan sevgili.

ifrat-ı muhabbet

  • Aşırı sevgi.

ihbab

  • Muhabbet etmek. Sevgisini göstermek.

ihlas

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve

incizab-ı muhabbet-i şems-i ezel

  • Ezel Güneşi olan Cenâb-ı Allah'ın sevgisinin çekiciliği, cazibesi.

irşad / irşâd

  • Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.

islamiyyet / islâmiyyet

  • Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.

ism-i vedud / ism-i vedûd

  • Allah'ın kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenildiğini bildiren ismi.

istifham

  • Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
  • Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.

iştiyak-ı uhreviye

  • Âhiret sevgisi, arzusu, coşkusu.

kalbi muhabbet / kalbî muhabbet

  • İçten, samimi sevgi.

kanber

  • Hz. Ali'nin (R.A.) sâdık, vefakâr ve sevgili kölesinin adı.
  • Mc: Bir evin gediklisi.
  • Herşeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan bir adamdan kinâye olarak kullanılır.

kaside-i bürde / kasîde-i bürde

  • İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Saîd Busayrî hazretlerinin, sevgili Peygamberimizi öven meşhûr kasîdesi. Bu kasîdeyi rüyâsında Peygamber efendimize okuduğu ve Peygamber efendimiz de ona bürdesini yâni hırkasını hediye ettiği için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde de

kayyım

  • İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.

kelef

  • Yüzdeki benek.
  • şiddetli sevgi.

kemal-i muhabbet / kemâl-i muhabbet / كَمَالِ مُحَبَّتْ

  • Mükemmel bir sevgi.
  • Tam bir sevgi.

kemalat-ı muhabbet / kemâlât-ı muhabbet

  • Sevginin mükemmellikleri.

kemanebru / kemânebrû / كمان ابرو

  • Kaşı yay gibi olan sevgili. (Farsça)

keramat / kerâmât

  • Kerametler; Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiiller.

keramat-ı evliya / kerâmât-ı evliya

  • Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarına sunduğu olağanüstü haller.

kesret-i muhabbet

  • Muhabbetin çokluğu, büyük sevgi.

kuy / kûy / كوی

  • Köy. (Farsça)
  • Sokak. (Farsça)
  • Sevgilinin evinin bulunduğu yer. (Farsça)

layık-ı muhabbet / lâyık-ı muhabbet

  • Sevgiye lâyık.

leşker-i dua / leşker-i duâ

  • Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu.

lev'-i garam / lev'-i garâm

  • Aşk ile, sevgi ile yanma.

leveat

  • (Tekili: Lev'a) Sevgiden ve mecazî aşktan gelen iç yanıklıkları. Yürekten gelen acılar.

lezzet-i muhabbet

  • Sevgideki lezzet.

ma'şuk

  • Aşk ile sevilen, sevgili.

ma'şuk-u mecazi / ma'şûk-u mecâzî / مَعْشُوقُ مَجَاز۪ي

  • Hakîkî olmayan fânî sevgili.

maani-i mukaddese-i muhabbet / maânî-i mukaddese-i muhabbet

  • Sevgi ile ilgili mukaddes mânâları.

mahabbet / محبت

  • Sevgi. (Arapça)
  • Mahabbet eylemek: Sevmek. (Arapça)

mahbub / mahbûb / محبوب / مَحْبُوبْ

  • Sevgili.
  • Sevilmiş, sevilen, sevgili.
  • Sevgili.
  • Sevgili.
  • Muhabbet edilen. Sevilen, sevgili.
  • Sevilen. (Arapça)
  • Sevgili. (Arapça)
  • Sevgili.

mahbub-i huda / mahbûb-i hudâ

  • Allahü teâlânın habîbi, sevgilisi Muhammed aleyhisselâm.

mahbub-u alem / mahbub-u âlem

  • Âlemin sevgilisi.

mahbub-u baki / mahbub-u bâkî / mahbûb-u bâkî

  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.
  • Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.

mahbub-u can

  • Bütün insanların ve derece olarak yüksek makamlarda olan zâtların sevgilisi.

mahbub-u ezeli / mahbub-u ezelî / mahbûb-u ezelî / مَحْبُوبُ اَزَلِي

  • Ezelî Sevgili; bütün yaratılmışlar tarafından çok sevilen ve varlığı ezelî olan Allah.
  • Başlangıcı olmayan sevgili (Allah).

mahbub-u hakiki / mahbub-u hakikî

  • Gerçek sevgili, Allah.

mahbub-u hüda / mahbub-u hüdâ

  • Allah'ın sevgilisi.
  • Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed Mustafa (A.S.M.)

mahbub-u ins ü can / mahbub-u ins ü cân

  • Cinlerin ve insanların sevgilisi.

mahbub-u kulub / mahbub-u kulûb

  • Kalplerin sevgilisi.

mahbub-u layezal / mahbub-u lâyezâl / mahbûb-u lâyezâl / مَحْبُوبِ لَا يَزَالْ

  • Yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.
  • Hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek yegane sevgili olan Allah.
  • Sonu olmayan sevgili (Allah).

mahbub-u layezali / mahbub-u lâyezâlî

  • Sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.

mahbub-u müstean / mahbûb-u müsteân

  • Kendisinden yardım istenen sevgili.

mahbub-u mutlak / مَحْبُوبُ مُطْلَقْ

  • Sonsuz sevgili.
  • Her cihetle sevilmeye layık olan sevgili (Allah).

mahbub-u sermedi / mahbub-u sermedî / mahbûb-u sermedî / مَحْبُوبُ سَرْمَد۪ي

  • Varlığı sürekli olan sevgili, Allah.
  • Varlığı sonsuz sevgili Allah.
  • Dâimî olan sevgili (Allah).

mahbubat / mahbubât

  • Sevilenler. Sevgililer.
  • Sevgililer.

mahbubat-ı mecaziye

  • Gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler.

mahbubetün li-zatiha / mahbubetün li-zâtihâ

  • Zâtı için sevilen. Kendi zâtında sevgili olan.

mahbubiyet

  • Sevgili olma; Allah'ın muhabbetine erişme.

mahbubiyyet / mahbûbiyyet

  • Sevgili olmak.

mahbup

  • Sevgili.

makam-ı mahbubiyet

  • Allah'ın sevgisini kazanma makamı, derecesi.

makam-ı mahbubiyet-i uzma / makam-ı mahbubiyet-i uzmâ

  • En büyük sevgi makamı.

maşuk / maşûk / معشوق

  • (erkek) sevgili. (Arapça)

maşuk-u mecazi / mâşuk-u mecazî

  • Gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler.

maşuka / mâşuka / معشوقه

  • Aşık olunan, sevgili.
  • (bayan) sevgili. (Arapça)

mazhar-ı muhabbet ve uhuvvet

  • Sevgi ve kardeşliği gösterme ve onlara ayna olma.

mecazi aşık / mecazî âşık

  • Fânî dünyanın sevgililerine âşık olan.

mecazi aşk / mecazî aşk

  • Gerçek olmayan aşk; Allah'tan başka diğer varlıklara duyulan şiddetli sevgi.

mecazi muhabbet / mecazî muhabbet

  • Fâni olan şeylere duyulan sevgi.

meczub / meczûb / مجذوب

  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.
  • Cezbedilmiş. (Arapça)
  • Tanrı sevgisiyle cezbeye kapılan. (Arapça)
  • Deli. (Arapça)

medar-ı muhabbet

  • Sevgi kaynağı.

mehabet / mehâbet

  • Saygı ve sevgiyle karışık korku.

mehyum

  • Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış.
  • Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.

melak

  • Lütuf, muhabbet, sevgi.

menakıb / menâkıb

  • Menkıbeler. Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları. Menkabenin çokluk şeklidir.

meratib-i muhabbet / merâtib-i muhabbet

  • Sevgi dereceleri.

meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriya / merâtib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriyâ

  • Sevgi, övgü, şeref ve büyüklük mertebeleri.

meşguf

  • (Şagaf. dan) Âşık, tutkun. Sevgi ve aşk yüzünden deli olmuş.

mevdud

  • Sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. Sevgi gösterilmiş.

meveddet / مودت

  • Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.
  • Sevgi, muhabbet.
  • Sevme, sevgi, dostluk.
  • Dostluk, sevgi.
  • Sevgi. (Arapça)

mevhibe

  • İhsan. Sevgi. Hediye.

mevla / mevlâ

  • Yardımcı ve koruyucu olan Allahü teâlâ.
  • Sevgili, sevilen.
  • Âzâd edilmemiş, serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi.
  • Âzâd edilmiş köle.
  • Kölesini âzâd etmiş olan kimse.

meyelan-ı muhabbet / meyelân-ı muhabbet

  • Sevgiyi ortaya çıkaracak meyil ve eğilimler.

meyletmek

  • Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek.
  • Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek.

mihr / مهر

  • Sevgi. (Farsça)
  • Güneş. (Farsça)

mihrban / mihrbân / مهربان

  • Sevgi dolu, şefkatli. (Farsça)

mihrbani / mihrbanî

  • Dostluk, muhabbet, sevgi. (Farsça)

mika

  • Muhabbet, sevgi.

misal-i muhabbet / misâl-i muhabbet

  • Sevgi misali.

muazzez

  • Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş.

muhabbet / محبت

  • Sevgi, sevme.
  • Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. (Zıddı: Buğzetme ve adavettir.)
  • Sevgi. Aşırı düşkünlük.
  • Sevgi.
  • Sevgi, sohbet.
  • Sevgi.
  • Sevgi.
  • Sevgi. (Arapça)

muhabbet-i acibe / muhabbet-i acîbe

  • Şaşkına döndüren sevgi.

muhabbet-i ahmediye

  • Peygamber Efendimize (a.s.m.) duyulan sevgi.

muhabbet-i al-i beyt / muhabbet-i âl-i beyt

  • Âl-i Beyte duyulan sevgi.

muhabbet-i din

  • Din sevgisi.

muhabbet-i ehl-i beyt

  • Peygamberimizin ailesine mensup ve soyundan olanlara duyulan sevgi.

muhabbet-i evliya

  • Evliya sevgisi.

muhabbet-i fıtriye / مُحَبَّتِ فِطْرِيَه

  • Yaratılıştan var olan muhabbet, sevgi.
  • Yaratılışta olan sevgi.

muhabbet-i gayr-ı meşrua

  • Dine uygun olmayan sevgi.

muhabbet-i hak

  • Gerçek sevgi.

muhabbet-i hakiki / muhabbet-i hakikî

  • Gerçek sevgi.

muhabbet-i hakikiye

  • Gerçek sevgi.

muhabbet-i hayat

  • Hayata olan bağlılık, sevgi.

muhabbet-i ilahiye / muhabbet-i ilâhiye

  • Allah sevgisi.

muhabbet-i imaniye / muhabbet-i îmaniye

  • İman sevgisi.

muhabbet-i insaniye

  • İnsanlık sevgisi.

muhabbet-i insaniyet

  • İnsanlık sevgisi.

muhabbet-i kudsiye

  • Kusur ve noksandan uzak olan sevgi.

muhabbet-i mecazi / muhabbet-i mecâzî

  • Allah'ın dışındaki dünyevî varlıklara yönelik sevgi.

muhabbet-i mecaziye / muhabbet-i mecâziye / مُحَبَّتِ مَجَازِيَه

  • Allah nâmına olmayan sevgi.

muhabbet-i meşrua

  • Helâl, dine uygun sevgi.

muhabbet-i milli / muhabbet-i millî

  • Millî sevgi.

muhabbet-i milliye

  • Millî muhabbet; İslâm dinine, şeriatına ve inancına ait sevgi.

muhabbet-i mukaddese

  • Mukaddes muhabbet; her türlü kusur ve noksandan yüce bir sevgi.

muhabbet-i münezzehe

  • Tertemiz ve kusursuz sevgi.

muhabbet-i nebevi / muhabbet-i nebevî

  • Peygamber (a.s.m.) sevgisi.

muhabbet-i nebeviye

  • Peygamber sevgisi.

muhabbet-i nefsaniye / muhabbet-i nefsânîye / مُحَبَّتِ نَفْسَانِيَه

  • Nefis hesabına olan sevgi.

muhabbet-i rahman / muhabbet-i rahmân / مُحَبَّتِ رَحْمٰنْ

  • Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'a duyulan sevgi.
  • Çokça merhamet eden Allah hesabına olan sevgi.

muhabbet-i resulillah / muhabbet-i resûlillâh

  • Peygamber efendimizin sevgisi.

muhabbet-i ruhaniye

  • Ruhanî sevgi.

muhabbet-i umumiye

  • Toplum genelinde meydana gelen sevgi.

muhabbet-i vataniye

  • Vatan sevgisi.

muhabbet-i vücud

  • Var olma sevgisi.

muhabbet-i vücut

  • Var olma sevgisi.

muhabbet-i zati / muhabbet-i zâtî

  • Allah'ın kendi Zâtına karşı duyulan sevgi.

muhabbet-i zatiye / muhabbet-i zâtiye

  • Allah'ın yüce zâtına sevgi.

muhabbet-i zatiyye / muhabbet-i zâtiyye

  • Allahü teâlânın zâtına olan sevgi.

muhabbetdar / muhabbetdâr

  • Seven, sevgili.

muhabbethane / muhabbethâne

  • Sevgi evi.
  • Muhabbet yeri, sevgi yuvası.

muhabbetkar / muhabbetkâr

  • Muhabbetli, sevgi gösteren.

muhabbetkarane / muhabbetkârâne

  • Sevgi besleyerek, muhabbetle.

muhabbetname

  • Sevgisini bildiren yazılı mektup.
  • Sevgisini bildiren yazılı kâğıt. Aşkını bildiren yazı. (Farsça)

muhabbettar

  • Sevgi besleyen.

muhabbettarane / muhabbettârâne

  • Sevgiyle, sevgi dolu.

muhabbetullah

  • Allah sevgisi; Cenâb-ı Hakka duyulan sevgi.
  • Allah sevgisi.
  • Allahü teâlânın sevgisi.
  • Cenab-ı Hakk'a karşı beslenen ihlâslı sevgi.
  • Allah sevgisi.

muhibban

  • (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları. (Farsça)

muhibbe

  • Kadın sevgili. Kadın dost.

mukarreb

  • Yakınlaştırılmış.
  • Cennette dereceleri en yüksek olan.
  • Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.

musafaha

  • El sıkışmak. Tokalaşmak.
  • Muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek.

müsenna / müsennâ

  • İkili olan; meselâ sevginin ikili olanı vatan sevgisi, din sevgisi gibi.

müsta'tıf

  • (Atıfet. den) Sevgi ve şefkat isteyen.

müsta'tıfane / müsta'tıfâne

  • Şefkat istercesine, sevgi taleb edercesine. (Farsça)

mutaassıb

  • Bir şeyi müdafaada ifrat ve inat gösteren. Körü körüne inad ve israr eden. Aşırı derecede kendi tarafını tutan.
  • Din, millet ve vatanı hakkında çok sevgi, bağlılık ve gayret gösteren.

mutasavvıf

  • Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.

mütearris

  • Karısına sevgisini bildiren.

mütevadd

  • Birbirine sevgi gösteren.

müteveccih

  • Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan.
  • Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak.
  • Pir-i fâni olmak.
  • Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan.
  • Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.

müteveddid

  • Sevgi ve muhabbet gösteren. Kendini sevdiren.

muvalat

  • Dostluk, karşılıklı sevgi. Yardım, koruma.
  • Dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım.

müvalat / müvâlât

  • Abdest alırken her uzvu ara vermeden birbiri ardınca yıkamak.
  • Dostluk, karşılıklı sevgi.Tebrik ile terdif ederim arz-ı hulûsu, Kalbimdeki sıdk u müvâlât senindir.

na-mihr-ban

  • Vefasız, sevgisiz, muhabbetsiz. (Farsça)

na-mihr-bani / na-mihr-banî

  • Vefasızlık, sevgisizlik, muhabbetsizlik. (Farsça)

nafe / nâfe / نافه

  • Ceylanın göbeğinden çıkan misk. (Farsça)
  • Sevgilinin saçı. (Farsça)

nakş-bendi / nakş-bendî

  • Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha (Farsça)

nakşibendiyye

  • Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir. Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi.

nazar-ı muhabbet

  • Sevgi bakışı.

nigar / nigâr / نگار

  • Güzel yüzlü sevgili. (Farsça)
  • Nakış. Resim. (Farsça)
  • Nakşeden. (Farsça)
  • Put, sânem. (Farsça)
  • Resmi yapılmış, resmedilmiş. (Farsça)
  • Resim, sevgili.
  • Sevgili. (Farsça)
  • Resim. (Farsça)

nigarin / nigârin

  • Resim gibi güzel sevgili. (Farsça)
  • Resimlerle ve nakışlarla süslü. (Farsça)

nübüvvet yolu

  • Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo

nur-i ayn

  • Göz nuru. (Farsça)
  • Pek sevgili olan. (Farsça)

nur-u muhabbet

  • Sevgi nuru.

perestide / perestîde / پرستيده

  • Sevgili, mahbub, sevilen. (Farsça)
  • Tapınılan. (Farsça)
  • Taparcasına sevilen, sevgili. (Farsça)

perestişkar / perestişkâr

  • İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.

pürsevda

  • Sevgiyle dolu.

rabıta / râbıta

  • Bir velînin şeklini, sûretini hayâline getirerek onun kalbindeki feyz (bereket) ve mârifetlere (ilimlere) kavuşma yolu. Kalbini büyüklerin kalbine bağlayarak onlardan feyz alma. Her şeyi unutarak, dünyâ işlerini düşünmeyerek, sevgi ve saygı ile bir velînin mübârek yüzünü hayâlinde veya gönlünde bulu

rahmet

  • Acıma, merhamet.
  • Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed'in isimlerinden.
  • Kur'ân-ı kerîm.
  • Yağmur.

ratbe

  • (Çoğulu: Ritâb) Genç ve güzel sevgili.
  • Yonca otu.

riayetkar / riayetkâr

  • Hürmetkâr, itaatkâr. Sevgi ve saygı gösteren. (Farsça)

rişte-i hürmet

  • Sevgi, hürmet bağı.

sababet

  • Şiddetli sevgi. Âşıklık.

sadık / sâdık

  • Velî, Allahü teâlânın sevgili kulları.
  • Doğru, yalan ve uydurma olmayan. Doğru sözlü, sözünde duran.

şah-ı evliya / şâh-ı evliya

  • Allah'ın sevgili kulu olan velîlerin reisi, lideri.

şahid / şâhid / شاهد

  • Sevgili, mahbube. (Farsça)
  • Güzel, dilber. (Farsça)
  • Tanık. (Arapça)
  • Güzel. (Arapça)
  • Sevgili. (Arapça)

salih / sâlih

  • İyi insan. Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman.

saliha

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah'ın sevgili kulu mü'mine kadın.

salihin / salihîn

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket edenler, Allah'ın sevgili kulları.

samimiyet

  • İçten ve kalbden olan sevgi ve bağlılık.

şarab-ı muhabbet / şarâb-ı muhabbet

  • Sevgi şarabı.

sebeb-i muhabbet

  • Sevgi sebebi.

şefik-i habib

  • Sevgili Şefik.

şefkat

  • Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.

şekerhand / شكرخند

  • Tatlı gülüş, sevgilinin tatlı gülüşü. (Farsça)

serv-i bülend / سرو بلند

  • Boyu servi gibi düzgün ve uzun olan sevgili.

serv-i hıraman / serv-i hırâmân / سرو خرامان

  • Salınarak yürüyen sevgili.

sevda / sevdâ

  • Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. (Farsça)
  • Hırs. Tama. (Farsça)
  • Heves, istek. (Farsça)
  • Siyah. (Farsça)
  • Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. (Farsça)
  • Gam. Keder, Sıkıntı. (Farsça)
  • Aşk hastalığı, sevgi, heves, siyah.

şevk-i tenzili / şevk-i tenzilî

  • Kur'an-ı Kerim'in ilk önceki mânâsıyla Sahabelere verdiği sevgi ve iştiyak. Kur'an-ı Kerim'in tenzil mertebesindeki mânâsının verdiği şevk. İlâhî bir makamdan inmenin verdiği şevk.

şeyda

  • Tutkun. Divane. (Farsça)
  • Çok sevgiden hâsıl olan hal. (Farsça)

şeydai / şeydâi

  • Çok fazla sevgiden hâsıl olan divanelik, şaşkınlık. (Farsça)

seyr-i fillah

  • Allahü teâlânın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme. Allahü teâlânın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fânî olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak).

seyyid-ül-enam / seyyid-ül-enâm

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından biri. Beşerin yâni insanların efendisi, en yükseği.

seyyid-üs-sakaleyn

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından. İnsanların ve cinlerin efendisi, iki cihânın seyyidi Muhammed aleyhisselâm.

şia

  • Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler.

sıbteyn-i mükerremeyn

  • Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ).

şiddet-i muhabbet

  • Aşırı sevgi.

siret-i nebevi / sîret-i nebevî

  • Sevgili Peygamberimizin örnek hayâtı, güzel ahlâkı.

sultan / sultân / سلطان

  • Hükümdar. (Arapça)
  • Hükümdar eşi ve kız çocuğu. (Arapça)
  • Sevgili. (Arapça)

sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk

  • Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).

süluk yolu / sülûk yolu

  • İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yollardan biri.

şümar

  • Hesap, sayı. (Farsça)
  • Sevgi, muhabbet. (Farsça)

taarrus

  • (Çoğulu: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.

taaşşuk

  • Âşık olmak. Çok fazla derecede sevgi beslemek.

tabakat-ı kemal ve muhabbet / tabakat-ı kemâl ve muhabbet

  • Sevgi ve olgunluk tabakaları, katmanları.

tahabbüb

  • Sevgi göstermek, muhabbet beslemek. Bir kimseyi dost ittihaz etmek. Sevdirmeği istemek.
  • Karşılıklı sevgi gösterme.
  • Sevgi gösterme.

tahabbüp

  • Sevgi gösterme.

tasavvuf

  • Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.

teatuf

  • Birbirine şefkat, muhabbet ve sevgi göstermek.
  • Birbirine bağlanma.

teatufat / teatufât

  • (Tekili: Teâtuf) Karşılıklı sevgiler.

tecelli-i muhabbet / tecellî-i muhabbet

  • Sevgi yansıması, görüntüsü.

temayül

  • (Çoğulu: Temayülât) Meyletmek. Bir cihete iltifat etmek. Bir tarafa eğilmek.
  • Bir yana çarpılmak.
  • Bir yana veya bir kimseye fazla taraftarlık ve sevgi göstermek.

temayülat / temayülât

  • (Tekili: Temayül) Meyiller, sevgiler, muhabbetler.

terk-i masiva / terk-i mâsivâ

  • Allah'tan gayrısını terk etmek. Allah rızası olmayan işlerden, fâni ve fena dünya işlerinden vazgeçip Allah rızasına yönelmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak.

tesis-i muhabbet-i umumiye

  • Herkesi kuşatan bir sevgi ortamının kurulması.

teveccüh

  • Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme.
  • Mânen üzerine düşme.
  • Ait olmak.
  • Hoşlanmak.
  • Sevgi, alâka.

tevella

  • (Tevelli) Birisini dost edinme.
  • Bir işi üzerine alma.
  • Dönme, yönelme, i'raz etme.
  • Ehl-i Beyt'e tam sevgi.
  • Akrabalık. Karabet. Yakınlık beslemek.

tir / tîr / تير

  • Ok. (Farsça)
  • Sevgilinin kirpiği. (Farsça)

tivele

  • Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması.

uhuvvetkarane / uhuvvetkârane

  • Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile. (Farsça)

uzriyy

  • Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.

vedad

  • Dostluk. Sevme. Sevgi.

vedd

  • Dostluk. Sevgi, muhabbet.

vedid

  • Sevgisi çok olan.

vedud / vedûd

  • Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)
  • Kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah.
  • Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.

vefa

  • Ahdinde, sözünde durma.
  • Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
  • Ödeme.
  • Yetişme.
  • Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.

velehzede

  • Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık. (Farsça)

vesile-i muhabbet

  • Sevgi sebebi.

vidad / vidâd / وداد

  • Sevgi. (Arapça)
  • Dostluk. (Arapça)

vidd

  • Muhabbet, dostluk, sevgi.

vuslat-ı leyla / vuslat-ı leylâ

  • Leyla'ya (sevgiliye) kavuşma.

ya vedud / yâ vedûd

  • Ey kullarını çok seven ve şefkat eden, kendisine çok sevgi beslenen Allah.

yar / yâr / يَارْ / یار

  • Dost, ahbab, tanıdık. (Farsça)
  • Yardımcı. (Farsça)
  • Âşık. Mâşuk, sevgili. (Farsça)
  • Dost, sevgili.
  • Dost, sevgili.
  • Dost. (Farsça)
  • Sevgili. (Farsça)
  • Arkadaş. (Farsça)

yaran / yârân

  • Dostlar, sadık arkadaşlar, sevgililer.
  • Dostlar. Sâdık arkadaşlar. Sevgililer. (Farsça)

yarı ağyar eylemek / yârı ağyar eylemek

  • Dost ve sevgiliyi aldatarak, araya fitne sokarak yabancılaştırmak.

yeftenc

  • Sevgililerin zülüfü kendisine benzetilen siyah renkli büyük bir yılan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın