Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Saç
ifadesini içeren
558
kelime bulundu...
a'sac
Saçları alnı üzerine dökülmüş.
abes / عبث
Boş, saçma.
Saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz.
Saçma, abes.
(Arapça)
abesiyet
Abeslik, saçmalık.
acuze-i şemta
Saçı ağarmış kocakarı.
afi / afî
Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan.
Affedilmiş, bağışlanmış.
Yalvaran.
Uzun saçlı.
Tencere altında artaya kalan.
afreye
Horoz ibiği. İnsanın ense saçı.
Davarın alın saçı.
agsem
Beyazı siyahından daha fazla olan saç.
ahlak-ı seyyie-i vahşiyane / ahlâk-ı seyyie-i vahşiyâne
Vahşet saçan kötü ahlâk.
ahlet
Saçı dökülmüş kişi.
ahseb
Çok iyi hesab edilmiş, münâsib.
Çok fazla cimri, hasis.
Miskin.
Saçının rengi kırmızıya yakın.
Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.
ahu
Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır.
akisa
(Çoğulu: İkâs) Saç örgüsü.
akra'
Başı kel olan.
Saçları dökülmüş olan.
Çıplak dağ.
aks
Boynuzu eğri ve kayık olmak.
Bağlamak.
Dövmek.
Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek.
Saçını kıvırcık göstermek.
Bahillik etmek.
ala-tarik-il icmal / alâ-tarik-il icmal
Kısaca, icmal yoluyla.
alem-efruz / âlem-efruz
Âlemi parlatan, bütün âleme ışık saçan.
(Farsça)
alev-riz
Alevlenen, alev saçan.
(Farsça)
amentü / âmentü
"İmân ettim" demek olup Ehl-i Sünnet Mezhebi olan mü'minlerin iman esaslarını kısaca toplayan ifâdenin has ismidir.
amize-muy / âmize-muy
Saçı sakalı kırlaşmış olan adam. Kır sakallı kimse.
(Farsça)
amize-muyi / âmize-muyî
Kır saçlı ve kır sakallı kimse.
(Farsça)
anber-efşan
Anber saçan.
(Farsça)
apulet
Askerlerin, sınıf ve rütbelerine göre sırma, ipek veya yünden omuzlarına taktıkları saçak.
(Fransızca)
arabe / arâbe
(Çoğulu: Arâbât) Keçi veya koyunun memesine geçirilen torba.
Açık saçık konuşma.
arifane / ârifâne / عَارِفَانَه
Allahı tanıyana yakışacak sûrette.
asayiş-perverane / asâyiş-perverâne
Rahat, huzur ve asâyiş taraftarına yakışacak şekilde.
(Farsça)
ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin
Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl
ashar
Saçı kızıl adam. Kırmızı tüylü hayvan.
aşkar
Koyu kırmızı.
Kırmızı saçlı adam.
Doru at.
aşti-perverane / aştî-perverane
Barış taraftarına yakışacak şekilde.
(Farsça)
ateş-efşan / ateş-efşân
Ateş saçan.
(Farsça)
ateş-nisar
Ateş saçan.
(Farsça)
Mc: Çok öfkeli, çok kızgın.
(Farsça)
ateş-paş
Ateş saçan.
(Farsça)
ateşfeşan / âteşfeşân / آتش فشان
Ateş saçan.
(Farsça)
ateşpare-i zeka / ateşpâre-i zekâ
Ateş saçan zekâ; çok süratli ve keskin anlayış sahibi.
av'ave
Havlama, köpeğin havlaması.
Mc: Hezeyan, saçma sapan konuşma.
bahs
Kazmak.
Ayırmak.
Saçmak.
Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey.
Teftiş.
Söz münazarası, muaraza, mübahese.
Bir mevzû hakkında tafsilât, açıklama.
İddialaşma.
bahtiyarane
Bahtiyarcasına, mutlucasına, mesut olana yakışacak şekilde.
(Farsça)
bar / bâr
Ek olup "saçan, yağdıran, döken, ışık veren" gibi mânâda kelimeler teşkil edilir. Meselâ: Ateşbâr : Ateş saçan. Ateş yağdıran.
(Farsça)
baran-riz / bârân-riz
Yağmur saçan, yağmur döken.
(Farsça)
bedad / bedâd
Gözükme, zahir olmak.
Sayış, sayma.
Fırka.
Savaşacak akran.
Nasib, hisse, pay.
behreme
Saç ve sakalın kınayla boyanması.
Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
Hindlilerin ibadeti.
berber
Tıraş eden, saç kesen.
(Farsça)
Afrika'nın kuzeyindeki bir kavim.
(Farsça)
berhud / berhûd
Saçmasapan söz, mânasız söz.
(Farsça)
berk-efşan
Şimşek saçan.
(Farsça)
berrade
Suyu soğutmaya ait kap, buzdolabı, karlık.
Bardak asacak yer.
besbas
Saçmasapan, manâsız söz.
(Farsça)
besbes
(Çoğulu: Besâbis) Herze. Mânasız, saçma sözler.
beza
Konuşmada açık saçıklık.
Hayasızlık, utanmazlık.
bezr-kar / bezr-kâr
Ekinci, çiftçi. Tohum saçan.
(Farsça)
bi-meal / bî-meal
Hükümsüz, mânasız, saçmasapan söz.
(Farsça)
bişkel
Elem, keder, gam, tasa, kasavet.
(Farsça)
Orak şeklinde ağaç anahtar.
(Farsça)
Kıvırcık saç.
(Farsça)
bukta
Perişan, pejmurde, dağınık, dökük saçık.
Cemaat, güruh, topluluk, kalabalık.
burhan-ı nur-efşan / burhân-ı nûr-efşân / بُرْهَانِ نُورْ اَفْشَانْ
Nur saçan delil.
burhan-ı nurefşan / burhan-ı nurefşân
Nur saçan delil.
bürkan
Yanardağ, volkan, lavlar saçan dağ.
büzürgane / büzürgâne
Büyük, ulu bir kimseye yakışacak sûrette.
(Farsça)
ca'd
Kıvırcık saç, şa're.
cali'
Açık-saçık kadın. Hayasız kadın.
Utanmaz, utanması kıt olan adam.
cebbarane
Cebbarcasına. Cebbar olana yakışacak tarzda.
cedeli / cedelî
Tartışmaya, münakaşaya ait. Münakaşacı. Tartışmacı.
celah
Başın iki tarafından saçın dökülmesi.
Devenin ağaç yemesi.
cele
Başın ön tarafının saçı dökülmek.
cemiş
Saçı yolunmuş.
Ot bitmeyen yer.
cemş
Saçı yolmak veya traş etmek.
Gizli ses.
Parmaklarının uçları ile çekmek.
Gazel söylemek.
Oynaşmak.
culah
Örümcek, ankebut.
(Farsça)
Çulha, yâni dokuyucu, nessâc.
(Farsça)
cümmet
Suyun biriktiği yer.
Başta toplanan saç.
Omuzlara inen saç.
dafr
Saçı ve ona benzer şeyleri enlice örmek ve dokumak.
Vakarla yürümek.
Def'etmek, kovmak.
dahdaha
Suyun dökülüp saçılması.
Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması.
dakis
Bir kimsenin aksırdığında ağzından saçılan tükrük.
daverane / dâverâne
Doğruluk ve adaleti seven bir büyüğe yakışacak tarzda.
(Farsça)
Hâkim ve vezirle alâkalı olan.
(Farsça)
decucat
Ayakları kısacık dişi deve.
dehr suresi
Kur'ân-ı Kerim'in 76. suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir.
dehşet-efşan
Korkunç, korku ve dehşet saçan, ürkütücü.
(Farsça)
dindarane
Dindar bir kimseye yakışacak tarzda.
direktif
Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir.
(Fransızca)
dü-muy
Saçına sakalına kır düşmüş adam.
(Farsça)
dürret-i beyza / dürret-i beyzâ
Parlak ve ışık saçan inci.
ebatil / ebâtil / اباطل
Saçma sapan sözler, ipe sapa gelmez şeyler.
(Arapça)
ecza-yı zaide / ecza-yı zâide
Asıl olmayan parçalar; bedendeki tırnak ve saç gibi.
efra'
İşi gücü olmayan adam. Boş dolaşan kişi.
Kuruntulu, vesveseli adam.
Başının saçı tamam olan kimse. (Müe: Für'â)
efşan
Dağıtan, saçan, serpen.
(Farsça)
"Saçan" mânâsında son ek.
egamm
Saçları yüzüne ve ensesine sarkan ve çok olan kimse.
ehass
Saçı dökülmüş kişi.
ekmelane / ekmelâne
Ekmel olana yakışacak şekilde.
ekremane
Ekremce, ekrem olana yakışacak şekilde. Çok elaçıklığıyle, cömertlikle.
elhamdü-lillah
Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir.
elhasıl / elhâsıl
Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.
Kısacası, özetle.
elkıssa / القصه
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
enadid
Perişan, saçılmış, dağılmış, pejmürde şeyler. Perakende.
envar-ı muhammediye / envâr-ı muhammediye
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) saçtığı nurlar, yaydığı ışıklar.
eracif / erâcîf / اراجيف
Saçmalıklar, uydurmalar.
(Arapça)
eş'as
Saçı dağınık olan.
Saçı dökülmüş kişi.
esmat
(Çoğulu: Sümut) Saçının ve sakalının karası beyazıyla karışıp ikisi beraber olmak.
eşmat
Saç ve sakallarına kır düşmüş olan.
ess
Otun vaya saçın çok ve sık olup birbirine dolaşması.
eşyeb
(Şeyb. den) Saçı sakalı ağarmış, yaşlanmış olan kişi. İhtiyar.
evham-ı vahiye
Saçma vehimler, asılsız kuruntular.
evham-saz / evham-sâz
Vehimli, kuruntu saçan.
ez'ar
Saçı az olan kimse.
Otu az olan yer.
Zâlim ve kötü huylu kimse.
ezebb
Saçları uzun ve kaşlarının kılları çok olan adam.
(Farsça)
fahimane / fahimâne
İtibar ve nüfuz sahibi kimseye yakışır şekilde, fahim olana yakışacak surette.
(Farsça)
fakirane / fakirâne
Fakir bir kimseye yakışacak surette. Fakircesine.
(Farsça)
fark
Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme,
Başın tepesi, baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer.
fazc
Yarmak.
Saç dibinin terlemesi.
fedakarane / fedakârane
Canını ve herşeyini feda eder derecesinde. Her türlü eziyet ve zahmetlere göğüs gererek, dâvası uğruna sebat edene yakışacak surette.
(Farsça)
ferah-efşan
(Ferah-feşân) Sevinç veren, ferah saçan.
(Farsça)
ferhal
Karışık ve kıvırcık olmayan uzun saç.
(Farsça)
fers
Dağıtmak. Saçmak.
Ciğer parçalamak.
Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak.
Atın pisliği. Fışkı.
feşan / feşân
Saçma. Neşretme.
(Farsça)
Yayıcı. Serpici olan.
(Farsça)
"Saçan" mânâsında son ek.
feynan
Güzel uzun saçlı kişi.
fi / fî
Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, husus
fıkra
Yazıda bir bahis.
Parağraf.
Kanun maddelerinden her bir kısım.
Kısa haber.
Küçük hikâye.
Omurga kemiklerinin her biri.
Bend.
Kıssa.
Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.
fürug-efşan
Işık saçan.
(Farsça)
gadair
(Tekili: Gadire) Saç örgüleri.
gadire / gadîre
(Çoğulu: Gadâir) Saç örgüsü.
Çulha çukuru.
galibane
Muzaffer ve galib olana yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
galiye-bar / galiye-bâr
Güzel kokulu şey saçan.
(Farsça)
gamem
Saçın, alnı ve başı örtmesi.
gamze-figen
Gamze saçan, süzgün süzgün bakan.
(Farsça)
gevher-efşan
Cevher saçan.
(Farsça)
gevher-paş
Mücevher saçan.
(Farsça)
Mc: Çok güzel ve düzgün konuşan.
(Farsça)
girye-feşan
Acıklı acıklı ağlayan, gözyaşı saçan.
(Farsça)
gisu / gîsu / gîsû / گيسو
Uzun saç, omuza dökülen saç.
(Farsça)
Saç.
(Farsça)
gisu-bend / gîsu-bend
Saç örgüsü, saç bağı.
(Farsça)
Altundan yapılmış kadın tarağı.
(Farsça)
gisubend / gîsûbend / گيسوبند
Saç bağı.
(Farsça)
güher-riz / güher-rîz
Cevher döken, cevher saçan.
(Farsça)
güle
Zülüf. Bükülmüş ve kıvrılmış saç.
(Farsça)
gülefşan
(Gül-efşân) Gül saçan.
(Farsça)
gülfeşan
Gül saçan, gül dağıtan.
(Farsça)
gülriz / gülrîz / گلریز
Gül serpen, gül saçan.
(Farsça)
Meşhur bir cins lâle.
(Farsça)
Gül saçan.
(Farsça)
gusn
Saç örgüsü.
güzaf / güzâf / گزاف
Saçma sapan, ipe sapa gelmez, boş, beyhude.
(Farsça)
hadr
Evmek, acele etmek.
Vücutta bir organın şişip yumrulaşması.
Men etmek, engel olmak.
Saçak bükmek.
hafiye
(Çoğulu: Havâfi) İnsan bedeninde gizli olan can.
Kuş kanadında ebâhirden sonra olan dört kısacık yeleklerin her birisi.
Gizli, mestur.
hakikat-şinasane / hakikat-şinasâne
Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette.
(Farsça)
hakikatfeşan / hakîkatfeşân
Hakikat saçan.
hakirane / hakirâne
Hakircesine. Hakir bir kimseye yakışacak tarz ve şekilde.
(Farsça)
halis / halîs
Karışmış, muhtelif.
Siyah ile beyazı karışmış saç.
Tel.
ham-ı zülf
Saç lülesinin kıvrımı.
hamdele
"Elhamdülillah" demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması.
hamiyet-mendane / hamiyet-mendâne
Hamiyetlicesine. Hamiyetli olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
haml
Saçak.
Büyük saçaklı halı.
handefeşan
Gülümsemeler dağıtan, gülmeler saçan.
(Farsça)
hasa
Toprak saçmak.
hasas
Başta saçın az olması.
hasifane / hasîfane
Aklı başında ve olgun olan bir adama yakışacak suretde.
hasıl / hâsıl / حاصل
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
hasılı / hâsılı
Kısaca, özet olarak.
hasılı kelam / hâsılı kelâm
(Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası.
hassa
Saç ve sakalı döken bir hastalık.
hassasane
Hassas ve duygulu olana yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
hasv
Toprak saçmak.
Az birşey vermek.
haşvi / haşvî
Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan.
Haşve benziyen.
hata'
Saçak bükmek.
hatemane
Hâtem'e yakışacak şekil ve surette. Cömertçesine.
(Farsça)
hatıb-ı leyl
Geceleyin odun toplayan kimse.
Mc: Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan adam.
hatv
Saçak bükmek.
havafi
Kuş kanadında ebâhir yeleklerinden sonra olan dört kısacık yelekler.
hayatfeşan / hayatfeşân
Hayat saçan.
Hayat saçan.
hayretefza / hayretefzâ
Hayret içinde bırakacak şekilde; hayret saçan.
hazıkane
Mâhirâne, mâhir ve usta olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.
helahil-riz
Öldürücü zehir saçan.
(Farsça)
helice / helîce
Saçaklı seccade.
herze / هرزه
Boş söz. Saçmasapan söz. Boş lâkırdı.
(Farsça)
Boş, saçma sapan söz.
Saçma.
(Farsça)
herze-lay
Herze söyleyen, saçmalayan.
herzederay
Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan.
(Farsça)
herzegu / herzegû / هرزه گو
Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen.
(Farsça)
Saçma sapan konuşan, lüzumsuz ve mânâsız sözler söyleyen.
Saçmasapan konuşan.
Saçmalayan.
(Farsça)
herzeguyi / herzegûyî / هرزه گویى
Saçmalama.
(Farsça)
herzehayi / herzehayî
Mânâsız konuşma, saçmasapan söyleme.
(Farsça)
herzekar / herzekâr
Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen.
(Farsça)
herzekarane / herzekârane / herzekârâne
Saçma sapan konuşarak. Boş ve lüzumsuzca uydurmalarla, abuk sabukça.
(Farsça)
Saçmalayarak.
Saçmasapan konuşarak.
hezeliyat
Ciddi olmayan sözler, saçmalamalar.
(Tekili: Hezl) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması.
hezeyan / hezeyân / هزیان / هَذَيَانْ
Saçmalık, saçmalama.
Kötü sözler. Soğuk şakalar.
Sayıklama. Saçma sapan konuşma.
Deli saçması, saçmalama.
Sayıklama.
(Arapça)
Saçmalama.
(Arapça)
Saçmalama.
hezeyan-ı fikri / hezeyan-ı fikrî / hezeyân-ı fikrî / هَذَيَانِ فِكْر۪ي
Fikrî saçmalık.
Fikre âit saçmalama.
hezeyan-ı küfri / hezeyan-ı küfrî
Küfür saçmalaması.
hezeyanat / hezeyânât
(Tekili: Hezeyan) Sayıklamalar.
Saçma sapan ve mânâsız konuşmalar.
Saçmalıklar.
hezeyancı
Saçmalayan.
hezeyanlı
Saçmalayan.
hezeyanvari / hezeyanvâri / hezeyanvârî
Saçma sapan bir şekilde.
Saçmalarcasına.
hezl
Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.
Saçma, uydurma.
hezr
Saçmasapan, boş ve mânâsız söz.
hezzar
Devamlı saçmalayan adam.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hikmetfeşan / hikmetfeşân
Hikmet saçan.
hilallemek / hilâllemek
Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek.
hınna
Kına. Saça, sakala veya kadınların, parmaklarının uçlarına sürdükleri sarımtırak pembe boya ve bunun esası olan toz.
hitar
Saçma söz, mânâsız kelâm.
hüdb
(Çoğulu: Ehdâb) Kirpik.
Mendil.
Testere çevresinde olan saçak.
hufale
Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan.
Her kabuklunun arınıp pâk olanı.
Her nesnenin kemi ve yaramazı.
Yağ tortusu.
Şıra sıkıntısı ve kepeği.
hulasa
Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası.
hülasa / hülâsa
Özetle, kısaca.
hulasa-i kelam / hulâsa-i kelâm / خلاصهء كلام
Kısacası, sözün kısası.
hülasatan / hülâsatan / خلاصة
Özetle, kısaca.
(Arapça)
hulasaten / hulâsaten / خلاصة
Kısaca, özet olarak, hülâsa olarak, muhtasaran.
Özetle, kısaca.
(Arapça)
hulm
Rüya, hülya.
İhtilâm olmak. Açık saçık rüya.
Akıl.
hunefşan
Kan saçan, kan serpen.
(Farsça)
hunfeşan
Kan saçan, kan serpen.
(Farsça)
hunpaş
Kan döken, kan saçan.
(Farsça)
hurafat / hurâfât
Aslı esası olmayan saçma inanışlar.
hurafe
Saçma inanış.
hurafet
Delile dayanmayan saçma inanış.
husumetefza / husumetefzâ / husûmetefzâ
Düşmanlık saçan.
Düşmanlık saçan.
hutat
Dökülmüş ve saçılmış olan şey.
hutta
Darp, vurmak.
Zor iş.
Başın önünde olan saç örgüsü.
ibret-feşan
İbret saçan; ibretli.
ibretfeşan / ibretfeşân
İbret saçan.
icmal / icmâl
Kısaca, özet olarak.
icmalen / icmâlen
Kısaca. Özlüce. İcmali ve hülâsa olarak.
Kısaca, özetle.
Kısaca, özetle.
icmali / icmalî / icmâlî
Kısaca, toplu olarak, tafsilatsız. Muhtasaran.
Kısaca, özetle.
icmali iman / icmalî iman / icmâlî îmân
İman esaslarını kısaca bilmek. Allah'a ve Peygamberine imân ettiğini söylemek ve tasdik etmek.
Kısaca inanmak. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm ne bildirmiş ise hepsine inandım demek.
iddira'
Anlama, derketme, kavrama, fehmetme.
Hile ile aldatma.
(Kadın) saçını tarayıp salıverme.
ifaze-i nur
Nur saçma, aydınlatma.
ıfrat
Davarın alın saçı.
İnsanın ense saçı.
ifriz
Dam saçağı.
igdidan
Saç uzamak.
Ot yeşermek.
ihlas-perverane
Temiz yürekli, ihlas sahibi bir kimseye yakışacak surette.
(Farsça)
ıhmal
Saçak yapmak.
ihtidab
Kına ile saç ve sakalı boyama.
Boyanma, renklenme.
ihtilaskarane / ihtilaskârane
Çalıp aşıranlara yakışacak şekilde, hırsızlar gibi.
(Farsça)
ihtisaren / ihtisâren / اختصارا
Kısaca, özetleyerek.
İhtisar suretiyle, muhtasar olarak, kısaltarak, tafsilâtsız, kısaca.
Özetle, kısaltarak, kısaca.
(Arapça)
ihtizab
(Saç, sakal v.s.yi) boyama.
ıkka
Çocukların doğduklarında mevcut olan saçı.
iktihal
İhtiyarlama, yaşlılanma, kocama.
Saç ve sakala kır düşme.
iktihan
Kır saçlı ve sakallı olma.
iman-ı icmali / îmân-ı icmâlî
Kısaca inanmak, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Allahü teâlâdan ne bildirmiş ise, hepsine inandım, demek.
imtişat
Tarama. Saç veya sakal tarama.
imtizaçkarane / imtizaçkârâne
Birbiriyle karışıp, kaynaşacak bir şekilde.
inayetkarane / inayetkârâne
İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.
(Farsça)
inkidar
Hızlı yürüme.
Düşme ve saçılma.
insan suresi
Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir.
intisar
Saçılmak. Dağılmak.
Püskürmek.
Toz kabarması. Kabarmak.
Buruna su çekmek.
Aksırıp tıksırmak.
işabe
Saç ve sakal ağartma, beyazlatma. Genç yaşta saç ve sakal ağarması.
isar
Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm.
İhtiyar etmek.
Yumuşatmak.
Dökmek, serpmek. Saçmak.
isas
Çok sık ve uzun saç veya bitki.
işpihte
Su sızıntısı.
(Farsça)
Yayılmış, saçılmış.
(Farsça)
istihdam
Bir hizmette kullanmak, hizmete almak, hizmet ettirmek.
Edb: Bir çok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvâfık kelime söylemek. Meselâ: "Avcınızın attığı da, sözleri de saçma idi" cümlesinde olduğu gibi.
ıztıram
Saç ve sakala kır düşme.
Alevlenme.
jajha
Saçma sapan söyliyen. Mânâsız ve boş konuşan.
(Farsça)
jajhayan
Saçma sapan söz söyleyenler. Mânâsız ve boş konuşanlar.
(Farsça)
jaleriz
Çiğ saçan, kırağı saçan.
(Farsça)
jeng-bar
Pas saçan.
(Farsça)
kafzea
(Çoğulu: Kafâzi) Başın çevre yanlarının saçı.
kahil / kâhil
Saçına ak düşmüş adam. Yaşlı, ihtiyar. Tembel.
kakül
(Kâgül) Alnın üzerine sarkıtılan kısa kesilmiş saç.
(Farsça)
kamkam
(Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
İyi, keskin kılıç.
Büyük deniz.
Çok adet.
Saç dibine düşen yavşak.
Küçük kene.
kanazı'
(Tekili: Kunzua) Uzamış saç.
Baş traş edilirken yer yer bırakılan saç.
kara'
Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık.
Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.
karamil
Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.
karbus
(Çoğulu: Karâbis) Eğerin ön ve arka kaşı.
Saç.
karn
Zaman, devre.
Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
Yüz yıllık zaman. Asır.
Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki
kasib
(Çoğulu: Kasâyib) Kadınların yüzleri üstüne bıraktıkları kıvırcık saç. Kâkül.
kasr-ı meşid-i nurani / kasr-ı meşîd-i nuranî
Temelleri sağlam ve etrafına aydınlık saçan saray.
kass
Göğüs.
Saç kesmek.
Kırkmak.
Koyundan kırkılmış yün.
kataif
(Tekili: Katife) Saçaklı, tüylü havlular; ehramlar.
Kadayıf tatlısı.
katat
Kısa, kıvırcık saç.
katir
İhtiyarlık, saç ağarmak.
Perçin yapılan çivi uçları.
katrefeşan
Damla saçan.
(Farsça)
katt
Katı bir cismi yontma, enine kesme.
Saçın kıvırcık olması.
Narhın, fiatın fazla olması.
kavf
Bir kimsenin peşinden gitmek.
Ense saçı.
kaza'
Çocukların başını traş edip, bazı yerlerinde kısım kısım saç bırakmak.
kazh
Atmak, saçmak.
keçel
Başı kel olan kişi. Başında saç olmayan kimse.
(Farsça)
keffaret-i halk
Hac için ihrama girip de bir özre mebni saçlarını vaktinden evvel traş ettiren kimsenin tutacağı üç günlük oruçtan ibârettir.
kehl
Otuz yaşını geçmiş, saçına aklık karışmış kimse.
Bit.
kehribar
Cevher saçan.
Güzel sözler söyleyen.
kemal-i zuhur / kemâl-i zuhur
Son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olma.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kemend-i zülf / كمند زلف
Saçlarının kemendi.
(Farsça)
keşef
Alın saçının ve kâkülün dâire şeklinde yukarı doğru devrik olması.
kevkeb-i münevver
Işık saçan parlak yıldız.
kezm
Bir şeyi ağzına alıp ön dişiyle kırmak.
Burnun kısa ve yüksek olması.
Parmakları kısacık olmak.
Atın dudaklarının kaba ve kısa olması.
kezma
Parmakları kısacık olan kadın.
kırzam
Saçma sapan şeyler konuşan. Manâsız sözler söyliyen kimse.
kıssaperdaz / kıssaperdâz
Hikâye düzen kişi. Kıssacı, masalcı.
(Farsça)
külale
Çiçek demeti.
(Farsça)
Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle.
(Farsça)
kunzua
(Çoğulu: Kanâzı') Çakıl taşı.
Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.
kusas
Saçın önünde ve ardında nihayeti.
kussa
Alın saçı.
kuta'
(Çoğulu: Kutâ-Kutevât) Atın arkalaşacak yeri.
Bağırtlak kuşu.
kuule
Ayağının arkasıyla yerden toprak saçmak.
lami-ün nur / lâmi-ün nur
Nur saçarak parlıyan.
leali-feşan
İnciler saçan.
(Farsça)
lebriz
Taşacak kadar. Ağıza kadar. Taşkın.
(Farsça)
lemean eden / lemeân eden
Parıldayan, ışık saçan.
lihye-i saadet
Peygamber Efendimize ait saç ve sakal.
lü'lü'-feşan
İnci saçan, inci dağıtan.
(Farsça)
lü'lü'-paş / lü'lü'-pâş
İnci dağıtan, inci saçan.
(Farsça)
lugat / lûgat
Lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap.
lükat
Yabana dökülmüş ve saçılmış nesne.
maçin
Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın aha
maglata
Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.
mağlata / مَغْلَطَه
Yanıltıcı saçma kıyâs.
mağlata ve safsataya düşürme
Yanlış ve saçmalığa sürükleme.
mahmum
Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.
makam-ı mahmud / makam-ı mahmûd
Peygamberimizin kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
(Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.
En yüksek şefaat makamı; Peygamberimizin (a.s.m.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
malayani / mâlâyanî
Faydasız, boş, saçma.
meal / meâl
(Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum.
Mânası. Kısaca mânası.
Kaymak.
Husul yeri, peyda olunacak yer.
Son, sonuç.
Sözün kısaca anlamı.
meal-i icmali / meâl-i icmalî / meâl-i icmâlî
Kısaca hülâsası, kısaca mânâsı. İcmalî meâl.
Kısaca açıklama, meâl.
meali / meâlî
Kısaca mânasına ait.
mear
Saç ve sakalın dökülmesi.
mecc
Ağızla su püskürmek.
Sulu şeyler atmak ve saçmak.
mededcuyane
Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette.
(Farsça)
medrese-i nurani / medrese-i nuranî
Nur saçan medrese, okul.
medrese-i nuraniye
Nur saçan medrese, okul.
mefarik
(Tekili: Mefrak ve Mefrik) Başın tepe kısımları. Başta saçın ikiye ayrıldığı noktalar.
mefrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer.
mehcur
(Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.
menar-ı neyyir
Nur saçan ve çevresini aydınlatan lâmba.
menat
Dönecek yer, merci'.
İlişip asacak yer.
mensur
(Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış.
Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek.
Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir.
mergul
(Mergule) Kıvrılmış veya bükülmüş saç. Kıvırcık saç.
Ahenkli ses.
Kuş sesi.
merşuş
Saçılmış, dağılmış.
meş'un
Dağınık saç.
mescum
Saçılmış, dökülmüş.
meşib / meşîb
İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.
mesih / mesîh
Îsâ aleyhisselâmın isimlerinden.
Kıyâmete yakın yeryüzünde çıkacağı bildirilen, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışarı fırlamış kâfir bir genç olan Deccâl'e verilen isim.
mesrube
Uzun saç.
Saç kesecek âlet.
mevadd-ı vahiye / mevadd-ı vâhiye
Boş, saçma şeyler, anlamsız maddeler.
mevsil
(Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer.
Ek yeri.
midare
Çuvaldız gibi bir demir. (Kadınlar onunla saç düzeltirler.)
midra
Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.)
mifrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın ortası (saçın bölük olduğu yerdir.)
mihzar
Mânâsız ve saçma sapan sözler konuşan.
mimsaha
Adi basacak nesne.
Yüz silecek mendil.
mişceb
(Çoğulu: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes.
Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye.
mişcer
(Çoğulu: Meşâcir) Çamaşır asacak yer.
Mahfe ağacı.
Ağaçlık.
mishab
(Çoğulu: Mesâhib) Sacayak.
mubend
Saç bağı.
(Farsça)
müca'ad
(Ca'd. dan) Kıvrılmış, lülelenmiş saç.
mücareze
Saçma ve iyi olmıyan sözlerle lâtife yapma.
mucez / mûcez
(İcaz. dan) İcaz yoluyla. Muhtasar ve mücmel bir tarzda. Kısaca.
Kısaca; kısa ve özlü.
mücmelen
Kısaca.
Kısaca, özetle.
muhakkikane
Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
(Farsça)
muhled
Saçı ve sakalı geç ağaran kişi.
muhlis
Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.
muhmel
Tüylü ve saçaklı nesne.
muhtasaran / مختصرا / مُخْتَصَرًا
Kısaca.
Kısaca.
(Arapça)
Kısaca.
muhtekir
İnsan ve hayvan yiyecek maddelerini piyasadan toplayıp pahalanınca satan kimse. Karaborsacılık yapan.
münasere
Saçmak.
müneccimane / müneccimâne
Müneccim gibi, müneccime yakışacak şekilde.
(Farsça)
münsecim
Düzgün, insicamlı.
Dökülmüş, saçılmış, dağılmış.
müntesir
(Nesr. den) Saçılan, yayılan, dağılan.
müşacerat
(Tekili: Müşacere) Dövüşmeler, vuruşmalar, kavgalar.
müşağabe / müşâğabe
Didimcilik; münakaşacılık, münakaşayı gaye sayanların yolu.
musahhar-ı pürnur
Nurlu, nur saçan hizmetkâr.
müsakat şirketi / müsâkât şirketi
Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık.
muşata
Tararken dökülen saç veya sakal teli.
müşate
Saç ve sakaldan dökülen kıllar.
müşk-efşan
Misk saçan.
(Farsça)
müşk-feşan
Misk saçan, misk saçıcı.
(Farsça)
muşrık
Parlak, aydınlatan, nur saçan.
muşta
Saç tarağı.
müstahilat
(Tekili: Müstahil) İmkânsız şeyler.
Mânâsız, boş ve saçma şeyler.
mustakzer
Pis, pislik saçan.
müstavsıla
Takma saç kullanan kadın.
müstehcen
Açık, saçık. Edepsizcesine, ayıp, iğrenç.
Açık saçık, ayıp, edepsizcesine.
müstehilat
(Tekili: Müstehil) (Havl. den) Mümkün olmayan şeyler, kabil olmayan şeyler.
Mânasız, saçma şeyler.
mutasaddırane
Baş köşeye kurulana yakışacak surette.
(Farsça)
müteca'id-ül eş'ar
Kıvırcık saçlı, saçları kıvırcık olan.
mütela'sim
(Çoğulu: Mütela'simîn) Saçmasapan cevap veren, kemküm eden.
mütela'simane
Saçmalayarak, kemküm ederek.
(Farsça)
mütemaşşit
Saçını sakalını tarayan.
mütenasir
(Nesr. den) Saçılan.
mütenessir
(Nesr. den) Saçılan, yayılan, dağılan.
müteşa'ir
(Şaar. dan) Kıllı, saçlı. Kılı çok olan.
müteşacir
(Çoğulu: Müteşâcirin) Birbirlerine sopayla, ağaçla vuran.
müteşacirin / müteşacirîn
(Tekili: Müteşacir) Birbirlerine ağaçla, sopayla vuranlar.
muy
Tüy. Saç. Kıl.
(Farsça)
muy-bend
Saç bağı.
(Farsça)
na-merbut
Rabıtasız, mânâsız, anlamsız, saçma sapan.
(Farsça)
nafe / nâfe / نافه
Ceylanın göbeğinden çıkan misk.
(Farsça)
Sevgilinin saçı.
(Farsça)
nafe-riz
Koku saçan.
(Farsça)
Göbek düşüren.
(Farsça)
nafir
Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen.
Galip olan.
Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun.
nasir
Nesir yazan.
Saçan, yayan.
nazh
Su serpmek, su saçmak.
Suyun çok olması.
Suyun, pınarından çıkıp akması.
Defetmek, kovmak.
necm-i nur-efşan / necm-i nur-efşân
Aydınlık saçan yıldız.
nefz
Saçma, yayma. Neşretme.
Silkmek.
Nazar etme, bakma.
neşc
(Çoğulu: Enşâc) Sesli sesli ağlamak.
Ses.
nesfe
Dökülmüş ve saçılmış un.
nesir
Saçma, serpme.
Vezinsiz, ölçüsüz söz.
nesr
(Nesir) Çoğaltmak, saçmak, yaymak.
Manzum olmayan söz veya yazı.
nessar
Dağıtan, saçan, neşreden.
Parlatan.
neyyirat
(Tekili: Neyyir) Nurlular, nur saçanlar.
neza'
Başta, alnın iki yanında saç olmayan açık yer.
nisar / nisâr / نثار
Saçmak, dağıtmak.
İ'ta etmek. Vermek.
"Saçan, saçıcı" mânasına gelir ve kelimeleri sıfatlandırır. Meselâ: Pertev-nisar : Işık saçan.
Saçmak.
Saçma.
(Arapça)
Nisâr etmek:
Saçmak.
(Arapça)
nisarçin
Saçılan şeyleri toplayan.
(Farsça)
nu'fe
Erkeklerin iki yanına sallanan saçı.
nüfza
Bir yere saçılmış veya dökülmüş olan kan.
nur-efşan
Nur saçan.
nur-feşan
Nur saçan.
nur-u hakikat-feşan / nur-u hakikat-feşân
Hakikat saçan nur.
nurbahş
Işık saçan, aydınlatan, parlatan.
(Farsça)
nurefşan / nurefşân / نُورْاَفْشَانْ
Etrafı aydınlatan, nur saçan, ışık veren.
(Farsça)
Nur saçan.
Nur saçan.
Nur saçan.
nurpaş
Nur saçan, nur saçıcı.
(Farsça)
nüsare
Saçılan şey.
Yemek döküntüsü.
nussa
Saç kırpıntısı.
paçan
Saçan, saçıcı.
(Farsça)
paş / pâş / پاش
"Serpen, saçan, dağıtan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
Saçan, serpen.
(Farsça)
paşan
Saçan, saçıcı.
(Farsça)
paşende
Saçan, dağıtan, saçıcı.
(Farsça)
paşide
Saçılmış, serpilmiş, dağılmış.
(Farsça)
payan
Kenar, son nihayet, uç.
(Farsça)
Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi.
(Farsça)
Akıbet.
(Farsça)
perakendegu / perakendegû
Saçma sapan konuşan. Saçmalayan.
(Farsça)
perçem
Kâkül.
(Farsça)
Tepede bırakılan saç.
(Farsça)
Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler.
(Farsça)
perdebirun
Utanmaz, açıksaçık konuşan.
(Farsça)
perhüde
Saçmasapan söz, hezeyan.
(Farsça)
Ateşten dolayı sararmış eşyâ.
(Farsça)
pertev-feşan
Işık saçan, ziya saçan.
pertevefşan
Işık saçan.
pervaz / پرواز
Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu.
(Farsça)
Nur.
(Farsça)
Karargâh.
(Farsça)
Saçmak.
(Farsça)
Hücre.
(Farsça)
Saçak.
(Farsça)
Ayna. Dolap.
(Farsça)
İnce, uzun tahta.
(Farsça)
Uçan, uçucu gibi mânâlara gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
Uçma.
(Farsça)
Saçak.
(Farsça)
peşkeş
Saçıp savurma.
piçidemuy
Saçı kıvrılmış.
(Farsça)
pusula
Yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup.
radyumvari / radyumvârî
Işık saçan radyum elementi gibi.
rahmetfeşan / rahmetfeşân
Rahmet saçan.
Merhamet saçan.
rayihanisar
Koku saçan.
(Farsça)
recefe
Zelzele.
Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir.
recel
Saçın ne sarkık ve ne de çok kıvırcık olması.
İstedikçe emsin diye davarı yavrusuyla beraber otlağa salmak.
refref
Kuşu çok olan çimenlik, kır.
Mânevi bir binek.
Dalları salkım salkım olan ağaç.
Kenar saçağı.
Yeşil elbise.
İnce yumuşak kumaş.
Döşek.
Cennet.
İnce, yumuşak kumaş.
Kemer saçağı.
Döşek, döşeme.
Kuşu çok çimenlik.
Dalları salkım salkım ağaç.
resalet
Saçı salıverme.
Deveyi eşkin yürütme.
reşhapaş / reşhapâş
Damla saçan.
(Farsça)
resl
Kıvırcık olmayan saç.
reşraş
Kavak ağacı.
Su veya yağ damlayan kebap.
Su saçmak.
revak
(Rivak) Ev önündeki saçak.
Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.
rişe / rîşe / ریشه
Saçak, püskül.
Kök, saçaklı kök.
(Farsça)
riştab
Kıvırcık saç ve sakal.
(Farsça)
riz
Döken, saçan, akıtan.
(Farsça)
şa'r
(Çoğulu: Şüur-Eşâr) Kıl. Saç.
Ateş yakmak.
Cenk koparmak, kavga çıkarmak.
şa're
Kıl, saç.
şa'şaapaş
Parlaklık neşreden, şa'şaa saçan.
saadetfeşan / saâdetfeşân
Mutluluk saçan.
sahbet
Şarabın kırmızı olması.
Saç kılının kırmızıya yakın olması.
şahvar
(Şeh-vâr) Şâha, hükümdara yakışacak tarzda, şah gibi.
(Farsça)
İri ve iyi cins inci.
(Farsça)
saib
Ak saçlı, beyaz saçlı.
sal'
Baş tepesinin saçsız oluşu, kellik.
sala'
Kellik. Baş tepesinin saçı dökülüp açık olması.
salaa
Tepenin saçı dökülüp açık kalan yeri.
şanezede
Tarakla saçları taranmış.
(Farsça)
şare / şâre
Saç, kıl.
satı'
(Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan.
Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
şayib
(Çoğulu: Şevâyib) Ayıp. Noksan.
Pis, murdar.
Saçı ve sakalı beyazlamış olan kimse.
sebata
Saçın kıvırcık olmayıp sarkık olması.
sebed
Sepet.
Az saç, kıl. Başta az tüy olması.
sebet
Kıvırcık olmayan saç.
sebt
(Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
Boyun vurmak.
Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
Cumartesi günü.
Şaşırmak, hayrette kalmak.
Çok zeki, dâhiye.
Başı tıraş etmek.
sec'
(Çoğulu: Escâ-Esâci) Kumru sesi.
Kafiyeli söz.
secede
(Tekili: Sâcid) Secde edenler.
sefiyy
Saçılmış toprak.
Bulut.
sefy
Savurmak. Saçmak.
şehab-ı şaşaanisar / şehâb-ı şâşaanisâr
Haşmet, görkem saçan parlak yıldız, parlak meteor.
şekerriz
Pek tatlı, şeker saçan.
(Farsça)
Sevinçten dolayı gelen gözyaşı.
(Farsça)
şemet
Saçın akı karasına karışmak.
şems-i envar / şems-i envâr
Etrafa nur saçarak aydınlatan güneş.
şemta
Saçı ağarmış kadın. Kocakarı, acuze.
Akı karasına karışmış saç.
senut
Yere saçılan buğday.
şerarat-ı neyyirane / şerârât-ı neyyirâne
Parlak kıvılcımlar, ışık saçan şerareler.
(Farsça)
Mc: İslâmiyetin kuvvet ve hakkaniyetinden gelen parlaklık.
(Farsça)
Aydınlatıcı parlak kıvılcımlar, ışık saçan kıvılcımlar.
şerarefigen
Kıvılcım saçan.
(Farsça)
şererfeşan
Kıvılcım saçan.
(Farsça)
şerernak / şerernâk
Kıvılcım saçan.
(Farsça)
şetat
Hadden aşırı olmak.
Hakdan uzak.
Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.
şeyb
İhtiyarlık. Yaşlılık.
Saç, sakal ağarması.
şiken-i kakül / şiken-i kâkül
Kıvırcık saç.
sirac
Işık. Lâmba. Fener. Mum. Kandil.
Şevk veren şey.
Güneş ve ay mânâsına veya Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) "Nur saçan" meâlinde verilen bir isimdir.
sirac-ı vehhac / sirâc-ı vehhac
Etrafını aydınlatan, ışık saçan lamba; getirdiği dinle tüm karanlıkları iman nuruyla aydınlatan Hz. Muhammed (a.s.m.).
şu'le-i cevval
Daim hareket ederek etrafına ışık saçan parıltı.
şu'lefeşan / şu'lefeşân
Işık saçan, parlatan.
(Farsça)
şu'lepaş / şu'lepâş
Işık saçan.
(Farsça)
şu'leriz
Işıldayan, alev saçan.
(Farsça)
süccad
(Tekili: Sâcid) Secde edenler.
sücced
(Tekili: Sâcid) Secde edenler. Secde edip yere kapananlar.
sücud
Secdeye varmak. Cenab-ı Hakk'ın huzurunda hiçliğini, aczini bilip teslimiyetle yere kapanıp duâ ve tesbih etmek.
(Tekili: Sâcid) Secde ederek yere kapananlar, secde edenler.
sudg
(Çoğulu: Esdâg) şakak.
şakaklardan sarkan saç.
süfyan / süfyân
Âhirzamanda geleceği ve İslâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs.
şugul
(Tekili: Şugl) İşler, uğraşacak şeyler, gaileler.
şuh
Şen ve hareketlerinde serbest olan.
(Farsça)
Nazlı, işveli.
(Farsça)
Açık saçık, hayasız. Oynak.
(Farsça)
şule-feşan / şûle-feşan
Işık saçan.
Işık saçan, nur saçan.
şule-i cevvale
Sürekli hareket ederek etrafına ışık saçan parıltı.
şulefeşan / şûlefeşân
Işık saçan.
Işık saçan.
Işık saçan.
suret-i zaife-i vahiye / suret-i zaife-i vâhiye
Hakikatsız, saçma sapan zayıf suret ve vesvese.
tacdarane
Hükümdarlara yakışacak şekilde. Hükümdarca.
(Farsça)
tadfir
Saç örmek.
Yürürken çok sallanmak.
Çok çalışmak.
tahsa'
Toprak saçmak.
tahzib
(Hizab. dan) Saç, sakal boyama.
tahzif
Saçını düzüp bezemek, süslemek.
tamm
Saçını kesmek.
Galebe etmek. Galib gelmek.
Yükselmek, yüce olmak.
Defnetmek, gömmek.
tanef
Kayış.
Dağ burnu. Dağ başı.
Kapı üstüne yapılan örtü.
Duvar üzerine yapılan saçak.
tanfese
(Çoğulu: Tanâfis) Uzun saçaklı halı.
Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira' miktarı olan hasır.
tar / târ / تار
Karanlık.
(Farsça)
Tel. Saç teli.
(Farsça)
Tepe.
(Farsça)
İplik.
(Farsça)
Tel.
(Farsça)
Saç teli.
(Farsça)
Enstrüman teli.
(Farsça)
Karanlık.
(Farsça)
Tepe.
(Farsça)
Karanlık.
(Farsça)
Târ olmak:
Kararmak.
(Farsça)
tar-ı zülf / târ-ı zülf
Saç teli.
tartil
Saçı yağlamak.
tavla
Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)
te'sif
Sacayak üstüne çömlek koymak.
teattul
Kadının elinde ve ayağında kınası, saçında boyası, kolunda ve boynunda mücevherleri olmaması.
teberrüc
Açık saçık olmak.
Kadının süslenip yabancılar içinde gezmesi. (Câhiliyet devrinde olduğu gibi)
tebzir / tebzîr
Malı saçıp savurma.
Elde olanı saçıp savurmak.
tebzirat / tebzirât
(Tekili: Tebzir) İsraflar.
Tohum saçmalar.
tec'id
(Ca'd. den) Saç kıvırtma.
teca'ud
(Ca'd. dan) Büklüm büklüm olma (saç).
tecmir
Buhur etmek.
Taş atmak.
Hapsetmek.
Aşağı sarkıtmamak.
Kadının saçını toplayıp bağlaması.
tehdib
Saçak yapmak.
teheddüb
Saçaklanmak.
tehlike-i maneviye / tehlike-i mâneviye
Mânevî tehlikeler; imanî noktalarda oluşacak kayıplar.
tela'süm
Dil dolaşma, şaşırma.
Cevap verilecek yerde veremeyip kekeleme.
Saçmasapan cevap verme.
telbid
Bir yere toplayıp yığmak.
İhramda olan kimsenin saçı dağılmasın diye başına sakız yapıştırması.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
tema'ur
Mütegayyer olmak, değişmek.
Rengi donuk olmak.
Saç dökülmek.
tema'ut
Saç dökülmek.
temerrut
Saç dökülmek.
temeşşut
(Muşt. dan) Saçını, sakalını tarama.
tenasür
Saçılma, serpilme, püskürme.
tenessür
Dağılma, saçılma, yayılma, serpilme.
tenfiz
Silkmek.
Saçmak, dağıtmak.
tensir
Serpme, saçma.
terarih
(Tekili: Türrehe) Saçmasapan ve mânâsız sözler.
terb
Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.
tercil
Arıtmak.
Saçını tarayıp düzeltmek.
tereccül
Paklanmak, temizlenmek.
Süslenmek, ziynetlenmek.
Saç ve sakal taramak.
Yayan yürümek.
Kuyu içine girmek.
tereşşüş
Su saçılmak.
Islanmak.
terşiş
(Reşş. den) Saçma, serpme.
tertil
Saçı yağlamak.
Tartmak, ölçmek.
teşbib
Saç ve sakal ağarmak.
Ateş yakma.
Kasidede mahbubdan bahsetme.
teşe'ub
Budaklanmak.
Perâkende olmak, dağılmak, saçılmak.
tesettürsüzlük
Açık saçıklık.
teveşşi
Saç ve sakalı kır olmak, alacalanmak.
tezbir
(Çoğulu: Tezbirât) (Zebr. den) Yazma veya yazılma.
Bez kenarına saçak yapmak.
tezlik
(Çoğulu: Tezlikât) Sürçtürme, kaydırma.
Başın saçını yolmak.
tirb
(Çoğulu: Tirâb-Etrâb) Anasından saçlı ve dişli doğan oğlan.
Yaşta diğerine eşit olan nesne.
Lezzet.
topuz
t. Ucu top şeklinde sopadan ibâret eski silâh.
Top şeklinde toplanmış saç.
Kısa ve tıknaz kimse.
tumum
Su baskını.
Saçını kırkıp tıraş etmek.
turra
(Tuğra) Mühür. Pâdişah damgası. Pâdişahın imzası.
Kumaşın etrafındaki nişan ve işaret. Kumaşta ipekten çevrilen kenar.
Herşeyin ucu ve kenarı.
Alındaki saç. Tura.
turre / طره
Saç lülesi.
(Arapça)
türrehat
(Tekili: Türrehe) Saçma sapan sözler.
türrehe
(Çoğulu: Terârih-Türrehat) Saçma sapan ve mânasız söz.
üfnun
Hâl. Nev, çeşit. Saçma sapan söz. Dedikodu.
ufre
Başın ortasında olan saç.
uluhiyet / ulûhiyet
İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.
umre
Ziyâret etmek. Hac zamânı olan beş günü yâni Arefe ve Kurban bayramının dört günü dışında, istenildiği zaman ihrâma girip Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek ve Safâ ile Merve arasında sa'y etmek (yürümek), saçı kazımak veya kesmekten ibâret olan ibâdet. Umreye Hacc-ı asgar (küçük hac) da denir.
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.
urve
(Çoğulu: Urâ) Düğme iliği.
Yazda ve kışta yaprağı dökülmeyen ağaç.
Daima bâki olan nesne.
Arslan. Kudretten kinaye olur.
Kulp. Yapışacak sap. Tutacak yer.
uzret
Önde olan saç.
vahi / vâhî
Mânâsız, saçma. Ehemmiyetsiz.
Ahmak. Düşkün. Zaif.
Mânâsız, saçma.
vakahat
Arsızlık. Utanmazlık. Katı yüzlülük. Açıklık ve saçıklık.
Pek sağlam ve metin.
varik
(Çoğulu: Vürük) Süs için palanın önüne geçirip astıkları saçaklı kıvrımlı esvap.
Nakışlı kumaştan yapılmış saçaklı palan ve eyer örtüsü.
velhasıl / velhâsıl / والحاصل
Sözün kısası, özü, kısacası.
Kısacası.
Kısaca, sözün kısası.
(Arapça)
veyl
Vay hâline, yazıklar olsun.
Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz.
Cehennem'de bir vâdinin adı.
yafe
Saçma ve mânasız söz.
(Farsça)
yave / yâve / یاوه
Hezeyan, saçma sapan söz, lakırtı, lâf.
Hezeyan. Yalan. Yaygara. Saçma sapan söz.
(Farsça)
Sahipsiz hayvan.
(Farsça)
Zırva, saçma.
(Farsça)
yave-gu / yâve-gû
(Çoğulu: Yâve-guyân) Saçmasapan konuşan, saçmalayan.
(Farsça)
yavegu / yâvegû / یاوه گو
Zırvalayan, saçmalayan.
(Farsça)
yed-i beyda / yed-i beydâ
Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.
yoga
Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.
zafair
(Tekili: Zafire) Örülmüş saçlar.
zal / zâl / زال
Saçları ağarmış, ihtiyar.
(Farsça)
zehr-bar
Pek acı, zehir saçan.
(Farsça)
zehr-efşan
Zehir saçan.
(Farsça)
zemer
İnce saçlı.
Bahadır, kahraman, yiğit kimse.
zer'
Yaratmak.
Yere tohum saçmak.
Çoğaltma.
Halketme, yaratma.
Tohum ekme.
Ağzından dişlerin dökülmesi.
Saç ağarması.
Perde, hâil.
zerare
Saçılan şey.
zerefşan / zerefşân / زرافشان
Altın saçılmış, altın yaldızlı.
(Farsça)
zevabe
(Çoğulu: Zevâib) Saç bölüğü.
Zülüf.
Kılıç tasması.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Muțr
زير
selile
makarr-ı hükümet
Dâş
Kasr-ı kainat
Ta'at
yar
Bîrûn
Akşam
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Saç
Doktor
LUGAT
efha-i
mesve
hacam
birbirine karışma
abd-i
sevgili
Ocak