Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
SINIR
ifadesini içeren
399
kelime bulundu...
a'sab / a'sâb / اعصاب
(Tekili: Asab) Sinirler. Damarlar.
Sinirler.
(Arapça)
a'sab-ı guş / a'sâb-ı gûş
Kulak sinirleri, kulaktaki sinirler.
a'sab-ı muharrike / a'sâb-ı muharrike / اَعْصَابِ مُحَرِّكَه
Hissi, duyguyu vücuttaki haber merkezine bildiren sinirler. Hareket ettirici sinirler.
Hareket ettiren sinirler.
acz-i mutlak / âcz-i mutlak
Sınırsız âcizlik, güçsüzlük.
adab / âdâb
Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Müfredi (tekili) edeb'dir.
adale
Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir.
adalet-i mutlaka
Sınırsız, tam ve yerinde adalet.
adem-i merkeziyet-i siyasiye
Siyasî olarak yerinden yönetim; bir ülke sınırları dahilinde bulunan eyâlet ve bölgelerin tek merkezden değil, yerel yönetimler tarafından idare edilmesi.
adem-i mutlak
Sınırsız yokluk.
adem-i tahdid
Sınırsızlık, hudutsuz olma.
adil-i mutlak / âdil-i mutlak / عَادِلِ مُطْلَقْ
Sınırsız adâlet sahibi Allah.
Sınırsız adâlet sahibi olan (Allâh).
afak
Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire.
Etraf. Cihetler.
Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)
afaki / âfâkî
Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
ağtabaka
Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana gelen zar.
ahred
Ayaklarının siniri kurumuş veya bozulmuş olan hayvan.
akabe
Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire.
Tehlike.
Tehlikeli geçit.
Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
akmadde
Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.
aksa-yı bilad / aksâ-yı bilâd
Bir memleketin sınır bölgeleri, hudut beldeleri.
akson
yun.Tıb: Sinir hücrelerinden çıkan uzantıların en önemlisi.
ald
Boyun siniri.
alim-i mutlak / alîm-i mutlak
Sınırsız ilim sahibi Allah.
alim-i zülcelal / alîm-i zülcelâl
Sonsuz ilmiyle herşeyi bilen ve sınırsız haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.
allah-ı kerim / allah-ı kerîm
Sınırsız ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah.
allahü zülcelal / allahü zülcelâl
Sınırsız haşmet ve yücelik sahibi olan Allah.
allahü zülcelal ve'l-kemal / allahü zülcelâl ve'l-kemâl
Sınırsız haşmet ve mükemmellik sahibi olan Allah.
amiriyet-i mutlaka / âmiriyet-i mutlaka
Sınırsız ve tam bir âmirlik, yöneticilik.
arkub
Ökçe siniri.
Yalan ve kötü söz.
arş
Taht, yüce makam; Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.
arş ve kürs
Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği iki yer.
arş-ı ala / arş-ı âlâ
Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yüce yer.
arş-ı azam / arş-ı âzam
Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği makam.
arş-ı azamet
Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer.
arş-ı azim / arş-ı azîm
Allah'ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.
arş-ı azim-i muhit / arş-ı azîm-i muhit
Cenab-ı Allah'ın her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer.
asab / âsâb / عصب
Sinir. Damar.
Sinir, damar.
Sinirler, damarlar.
Sinirler.
Sinir.
(Arapça)
asab-ı muharrike ve hassase / âsâb-ı muharrike ve hassâse
Hareket ettirici, hissedici sinirler.
asab-ı veçhiye / âsâb-ı veçhiye
İnsanın yüzünde bulunan sinirler.
asabe
Kuvvet, şiddet.
Bir tek sinir.
Baba tarafından akraba olanlar.
Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)
asabi / asabî / عصبى / عَصَبِي
Sinirli. Öfkeli.
Sinirli, hassas.
Sinirli.
Sinirli.
(Arapça)
Sinirli.
asabilik / asabîlik
Sinirlilik.
asabiyet
Sinirlilik.
Sinirlilik. gayret.
asabiyy-ül-mizac
Yaradılışça sinirli olan kimse. Yaradılışı itibâriyle asabi, hırçın, öfkeli olan.
asabiyyet / عصبيت
Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamiyyet.
Sinirlilik.
(Arapça)
asap / âsap
Sinirler.
aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî
Gerçek sevgiliye değil, geçici ve sınırlı bir güzelliğe karşı duyulan sevgi.
atnab
(Tekili: Tınâb) Çadır ipleri.
Ağaç kökleri.
Tıb : Vücuttaki sinirler.
ayn-ı mutlak
Kayıtlı ve sınırlı olmayanın ta kendisi.
azamet-i kibriya / azamet-i kibriyâ
Zâtının büyüklüğü ve sıfatlarının sınırsız oluşu.
azamet-i mutlaka
Sınırsız büyüklük.
bahçe-i ebedi / bahçe-i ebedî
Sonsuz, sınırsız bahçe.
bahr-i bikeran / bahr-i bîkerân
Hudutsuz, sınırsız deniz.
baki-i zülkemal / bâkî-i zülkemâl
Sınırsız mükemmellik sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan Allah.
behem-ber-ameden / behem-ber-âmeden
Toplanmak, cem olmak, birikme.
(Farsça)
Mc: Kızmak, sinirlenmek, asabileşmek, müteessir olmak. ("Behemâmeden" de denir.)
(Farsça)
beyin
Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez
(Türkçe)
beyincik
Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.
bi-geran / bî-geran
Sınırsız.
(Farsça)
bi-keran / bî-keran
(Bî-girân) Sınırsız, sonsuz.
(Farsça)
Kenarsız.
(Farsça)
Hesabsız.
(Farsça)
bihadd / bîhadd / بى حد
Hadsiz, sınırsız.
Sınırsız.
(Farsça - Arapça)
bila-haddin / bilâ-haddin
Sınırsız.
bu'd-u mutlak
Sınırsız uzaklık.
ceberut-u mutlak
Sınırsız baskı ve zorbalık.
celil-i zülcemal / celîl-i zülcemâl
Sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan Allah.
cemal-i mutlak / cemâl-i mutlak
Sınırsız güzellik.
cemil-i baki / cemîl-i bâkî
Sınırsız güzellik sahibi ve varlığı devamlı ve sonsuz olan Allah.
cemil-i mutlak / cemîl-i mutlak
Sınırsız güzellik sahibi olan Allah.
cemil-i zülcelal / cemîl-i zülcelâl
Heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah.
cenab-ı feyyaz-ı mutlak / cenâb-ı feyyaz-ı mutlak
Sınırsız feyiz, bolluk ve bereket sahibi olan Allah.
cenab-ı hakim-i mutlak / cenâb-ı hakîm-i mutlak
Sınırsız hikmet sahibi yüce Allah.
cenab-ı kerim-i mutlak / cenâb-ı kerîm-i mutlak
Sınırsız ikram ve cömertlik sahibi yüce Allah.
cerez
Davarın art sinirinde olan bir hastalık.
cevad / cevâd
Sınırsız cömertlik sahibi olan ve çok çok ihsan eden Allah.
cevad-ı mutlak / cevâd-ı mutlak
Sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Allah.
cevvad / cevvâd
Sınırsız cömertlik sahibi Allah.
cinayet-i mutlaka
Sınırsız cinayet.
coğrafya
Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b
cud ve sehavet-i mutlaka / cûd ve sehavet-i mutlaka
Sınırsız cömertlik ve ikramseverlik.
cud-u mutlak / cûd-u mutlak
Sınırsız cömertlik.
cümle-i asabiye
Tıb: Sinir sistemi.
cüret eden
Cahilce cesaret eden; saygı sınırlarını aşarak davranan.
cüz'i ihtiyar / cüz'î ihtiyar
İnsandaki sınırlı irade.
cüz-i ihtiyari / cüz-i ihtiyarî
İnsanın sınırlı iradesi.
cüz-ü ihtiyari / cüz-ü ihtiyârî
İnsanda bulunan sınırlı irade.
dabiret-ül insan / dâbiret-ül insan
İnsanın ökçe siniri.
dahiliye
Ülke sınırlarının içi.
daire
Resmi hükümet makamlarından her biri.
Yazıhane.
Büyük bir idare adamının makamı.
Ev veya apartman katı.
Bir manevi te'sirin hükmü geçtiği mahal.
Sınır içi.
Büro, büyük ev, konak.
Çember, düz yuvarlak şekil.
Mat: Merkezden aynı u
dar-ül cihad / dâr-ül cihad
İslâm sınırlarının haricindeki ülkeler.
darb
(Çoğulu: Dürub) Kapı, bâb.
Büyük, geniş sokak.
Dâr-ı İslâmla dâr-ı harp arasında olan sınır ve hudut.
dehşet-i mutlaka
Sınırsız bir dehşet hali.
dellal-ı saltanat-ı ilahiye / dellâl-ı saltanat-ı ilâhiye
Cenâb-ı Hakkın saltanatının, sınırsız egemenliğinin ilâncısı.
demevi / demevî
Kana dâir, kana mensub ve müteallik.
Mc: Asabi, sinirli. Kanın çokluğu sebebi ile hâsıl olan mizaç.
derbend / دربند
Dar geçit.
(Farsça)
Sınır kalesi.
(Farsça)
Hudut.
(Farsça)
devlet
Sınırları belli olan bir memleketin sahibi olan insanların kurduğu siyasî, hukukî, idarî mahiyetteki merkezî teşkilât. Devlet, teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği hâkimiyet ve iktidarın mahiyeti bakımından çeşitlere ayrılır:1- Kapitalist Devlet: İktisadî siyasete, şahsî mülkiyet
divanhane-i rahman / divanhane-i rahmân
Rahmet ve şefkati sınırsız olan Allah'ın büyük salonu, yeryüzü.
düstur-u cüz'i / düstur-u cüz'î
Bireysel kural; cüz'î ve sınırlı bir alanda geçerli olan kanun.
eb'ad-ı namahdud / eb'âd-ı nâmahdud / eb'âd-ı nâmahdûd
Sınırsız uzaklıklar.
Sınırsız boyutlar.
edeb
Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.
Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.
ehl-i ifrat
Bir meselede aşırı gidenler, sınırı aşanlar.
ekonomi
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f
emdeş
Elinin sinirlerinde rahâvet olup eti az olan kimse.
emniyet-i mutlaka
Sınırsız güvenlik.
emperyalizm
Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sins
(Fransızca)
Bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası.
emraz-ı asabiye / emrâz-ı asabiye
Sinir hastalıkları.
Sinir hastalıkları.
eşca'
Daha yiğit, pek kahraman. En şecaatli.
Parmak ardlarının sinirleri.
etnab
(Tekili: Tınb) Çadır ipleri.
Ağacın kök damarları.
Vücudun sinirleri.
fakr-ı mutlak
Sınırsız ihtiyaç hâli.
fakrımutlak
Tam ve sınırsız fakirlik.
fatır-ı rahman / fâtır-ı rahmân
Rahmet ve şefkati sınırsız olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah.
ferraşin ovası / ferrâşîn ovası
Hakkari sınırları dahilinde bulunan ve rakımı 2.000 m'nin üstünde olan bir ova.
fevkalhad
(Fevk-al had) Huduttan ileride. Sınırsız. Hudutsuz.
Sınırın üstünde.
feyyaz-ı mutlak / feyyâz-ı mutlak
Sınırsız feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.
feza-yı gayr-ı mahdude
Sınırsız uzay boşluğu.
gabit sahrası / gabît sahrâsı
Gabît çölü; Arap Yarımadasında, Benî Yerbû' kabilesinin yaşadığı ve bugün Yemen sınırları içerisinde yer alan bir çölün adı.
ganiyy-i ale'l-ıtlak
Her cihetle sınırsız zenginlik sahibi Allah.
ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî
Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.
ganiyy-i mutlak
Hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçları gayb hazinelerinde bulunan sınırsız zenginliğe sahip olan Allah.
ganiyy-i rahim / ganiyy-i rahîm
Sınırsız zenginlik sahibi olan, şefkat ve merhamet sahibi Allah.
gayat-ı hudud / gayât-ı hudud
En son sınırlar.
gayetsiz
Sınırsız.
gayr-ı mahdud
Sınırsız.
gayr-i mahdud / gayr-i mahdûd / غير محدود
Sınırsız.
gayr-ı mahdude
Sınırsız.
gayr-ı mahdut
Sınırsız, sonsuz.
gayr-ı mahsur / gayr-ı mahsûr
Sınırsız.
Hasrolunmamış. Sınırsız.
Sınırsız.
gayr-ı mazbut
Sınırsız; sınır ve kayıt altına alınamayan.
gayr-i mütenahi / gayr-i mütenâhî
Sonsuz, sınırsız.
gına-yı ilahiye / gınâ-yı ilâhiye
Allah'ın sınırsız zenginliği.
gına-yı mutlak / gınâ-yı mutlak
Sınırsız zenginlik.
gusn
Ağaç dalı. Budak.
Tıb: Damar ve sinir gibi ayrılan bedenin cüzleri.
haber-i meşhur / haber-i meşhûr
Başlangıçta râvîsi (rivâyet edeni, bildireni) sınırlı iken, sonraki devirlerde, daha çok kimse tarafından nakledilen haber, hadîs-i şerîf.
hacire
(Çoğulu: Hâcirât) Terbiye sınırlarına sığmayan kötü söz ve hezeyan.
(Çoğulu: Hevâcir) Günün en sıcak anları.
had / hâd / حد / حَدْ
Yetki, sınır.
Sınır.
Sınır.
had ve hesaba gelmez
Sayılmayacak kadar çok, sayısız ve sınırsız.
had ve hududa alınmaz
Sınırlanmaz.
hadd / حد
Hudut. Çizgi. Sınır.
Cürüm.
Salahiyyet.
Şeriatça verilen ceza.
Derece. Son derece. Münteha.
İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
Def etme. Men etmek.
Keskin. Sivri.
Sert. Gergin.
Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.
Sınır, yetki.
Sınır.
Gerçek değer.
Şeriatçe verilen ceza.
Sınır, çizgi.
Sınır.
(Arapça)
Şer'î ceza.
(Arapça)
hadd ü payan / hadd ü pâyân
Ucu ve son sınırı.
hadd-i istikamet
Doğru yolu gösteren sınır.
hadd-i kemal / hadd-i kemâl
Olgunluk ve mükemmellik sınırı, seviyesi.
hadd-i kusva
En son sınır.
hadd-i maruf / hadd-i mâruf
Kur'ân ve sünnetçe makbul görülen, kabul edilen sınır.
hadd-i meşru
Meşrû sınır, helâl daire.
hadd-i mevhum
Gerçekte olmadığı halde var sayılan bir sınır.
hadd-i muayyene
Belirlenmiş bir sınır, çizgi.
hadd-i şeriat
Şeriatın sınırı.
hadd-i tam
Tam sınırında, derecesinde, kıvamında.
hadden tecavüz
Sınırı aşma.
haddi yok
Yetkisi yok; yetki sınırları müsait değil.
haddibüluğ / haddibülûğ
Ergenlik sınırı.
haddimin fevkinde
Sınır ve kapasitemin üzerinde.
haddinden geçirme
Sınırı aştırma, aşırıya götürme.
hadid
Demir, çelik. Sert, kavi olan.
Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz.
Hudut ve sınır komşusu.
hadsiz
Sayısız, sınırsız.
Sınırsız.
hakikat-i mutlaka
Bir sınırı olmayan sınırsız hakikat, gerçek.
hakim-i mutlak / hâkim-i mutlak
Herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah.
hakimiyet-i mutlaka / hâkimiyet-i mutlaka / حَاكِمِيَتِ مُطْلَقَه
Sınırsız hükümrânlık.
hakimiyet-i uluhiyet / hâkimiyet-i ulûhiyet
Allah'ın sınırsız egemenliği.
halık-ı mutlak / hâlık-ı mutlak
Bütün kâinatın sınırsız güç ve kudretiyle mutlak yaratıcısı olan Allah.
halık-ı zülcelali ve'l-ikram / hâlık-ı zülcelâli ve'l-ikram
Haşmeti sonsuz, lütuf ve ikramları sınırsız yaratıcı, Allah.
hasr / حصر
Sınırlama.
hasra gelmeyen
Sınır altına alınamayan, pek kalabalık.
hasra gelmez
Sınırlanmaz.
hasredilme
Bir hüküm v.s. bir şeye ait kılınma, sınırlandırılma.
hat
Yazı, çizgi, sınır.
hatt
Sınır. Çizgi. Hudud.
Yazı. El yazısı.
Nâme. Mektup.
Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
Deniz yalısı.
Gemilerin hareketteki istikameti.
Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
Ferman, buyruk
Sınır, çizgi, yazı, yol.
havza
Sınırlı bölge.
Coğ: Açık ve düz deniz kıyısı. Kenar.
Memleket.
Taraf.
Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan.
hayat-ı mutlaka
Sınırsız bir hayat.
hayber
Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efen
hazain-i namütenahiye / hazâin-i nâmütenâhiye
Sonsuz, sınırsız hazineler.
hem-hudud
Hudutları bir olan, sınırları birbirine bitişik olan memleket veya arazi.
(Farsça)
hemhudud / hemhudûd / هم حدود
Sınırdaş.
(Farsça - Arapça)
hikmet-i mutlaka
Sınırsız hikmet; yaratılıştaki gaye, herşeyin yerli yerinde ve anlamlı oluşu.
hill
Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad. Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir. Hill'in Mekke-i mü kerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im den
hisarlı
Hisarla çevrili yer.
Hisarda oturan, kalede mukim.
Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit
hışaş
Başı küçük adam.
Küçük başlı yılan.
Devenin burnuna geçirdikleri burunduruk.
Kuşlardan, dimağı olmayan.
Çuval.
Cânip, taraf.
Sinir.
hudud / hudûd / حدود
Sınır, uç.
Sınırlar, hudutlar.
(Tekili: Hadd) Sınırlar, hudutlar.
Uçlar. Bucaklar.
Şeriatın cezâ hükümlerinin tatbiki.
Sınır.
Sınırlar.
(Arapça)
hudud-u azamet-i rububiyet
Allah'ın varlıklar üzerindeki terbiye ve idare ediciliğinin ve egemenliğinin geniş sınırları.
hudud-u cünun
Delilik sınırı.
hudud-u hürriyet
Hürriyetin sınırı.
hudud-u icraat
İcraatın sınırı, ucu.
hudud-u maziye ve müstakbele / hudud-u mâziye ve müstakbele
Geçmiş ve gelecek zamanın sınırları.
hudud-u memalik
Memleket hudutları. Ülkenin sınırları.
hudud-u mülk
Mülkün sınırı.
hududname
Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor.
(Farsça)
Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika.
(Farsça)
hudut
Sınır.
hudutsuz
Sınırsız.
hürriyet-i mutlak
Sınırsız hürriyet.
hürriyet-i mutlaka
Kayıtsız serbestiyet, sınırsız hürriyet.
huzur-u lamekani / huzur-u lâmekânî
Hiçbir mekâna muhtaç olmayan Zâtın huzuru; Allah'ın hiçbir mekânla sınırlı olmayan katı.
i'tisab
Sinirlenme, asabileşme.
Kanaat etme.
ihlal etme / ihlâl etme
Bozma, sınırı aşma.
ihtitat
Sınırlandırma, hududlandırma. Hat çekme.
Sakal bitme.
ihtiyac-ı mutlak
Sınırsız ihtiyaç.
ihtiyar-ı cüz'i / ihtiyar-ı cüz'î
Cüz'î irade, insana ait sınırlı seçme ve dileme özgürlüğü.
iktisar
Sınırlandırma, daraltma.
ılba'
(Çoğulu: Alâbâ) Boyun siniri.
ilm-i cüz'i / ilm-i cüz'î
Az ve sınırlı ilim.
ilm-i ilahi / ilm-i ilâhî
Allah'ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi.
ilm-i ilahiye / ilm-i ilâhiye
Allah'ın herşeyi kuşatan sınırsız ilmi.
inhisar / انحصار
Sınırlandırma, kayıt altına alma.
Sınırlanma.
inhisar-ı kuvvet
Güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması.
intibah
Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek.
Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
irade-i ezeliye / irâde-i ezeliye
Varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah'ın irâdesi.
irade-i mutlaka
Sınırsız irade.
ırak-ı acem / ırâk-ı acem
(Acem Irakı) Tar: Irak'ın Dicle nehrinden başlayarak İran sınırındaki yüksek dağlık mıntıkaya kadar uzanan bölgesine Osmanlılarca verilen ad.
ism-i kuddus / ism-i kuddûs
Allah'ın her türlü kusur ve çirkinlikten yüce olduğunu ve her işinde sınırsız bir temizlik görüldüğünü ifade eden ismi.
ıspazmoz
Sinirlerde beliren gerginlik ve titreme.
istibdad-ı mutlak / istibdâd-ı mutlak
Sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük, despotluk.
istibdad-ı mutlaka
Tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük.
istidadat-ı gayr-ı mahdud / istidâdât-ı gayr-ı mahdud
Sınırsız kabileyetler, yetenekler.
istidadat-ı gayr-ı mahdude / istidâdât-ı gayr-ı mahdude
Sayısız ve sınırsız yetenekler.
istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye / istidâdât-ı gayr-ı mahdude-i insaniye
İnsanın sınırsız istidat ve potansiyel yetenekleri.
istiğna-yı mutlak / istiğnâ-yı mutlak
Sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmayış, tokgönüllülük.
istiklaliyet-i mutlaka / istiklâliyet-i mutlaka
Kesin ve sınırsız bağımsızlık.
istirha-yı a'sab / istirha-yı a'sâb
Sinirlerin gevşemesi.
ıtlak / ıtlâk
Sınırlandırmama, salıverme.
Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
ıtlak etmek
Belli bir sınır getirmeden genelleme yapma; Allah'ın kitap gönderdiği bir peygambere ve dine inanan insanları, yani Hıristiyan ve Yahudileri de hükmün kapsamı altına almak.
kabilesinden
Bir konunun sınırları içinde yer alması yönünden; türünden.
kadastro
Bir ülkedeki arazi ve mülklerin alanını, sınırlarını ve yerini belirtip plânlama işi.
(Fransızca)
kadir-i alim-i mutlak / kadîr-i alîm-i mutlak
Herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen, sınırsız kudret ve ilim sahibi Allah.
kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî
Herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah.
kadir-i külli şey / kadîr-i külli şey
Sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.
kàdir-i külli şey / kàdîr-i külli şey
Sınırsız güç sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah.
kadir-i mutlak / kadîr-i mutlak
Kudreti herşeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.
kàdir-i mutlak
Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah.
kadir-i mutlak / kâdir-i mutlak
Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah.
kadiriyet-i mutlaka / kadîriyet-i mutlaka
Allah'ın gücünün sınırsız olarak her şeyde görünmesi.
kaide-i mahdude
Sınırlı bir kaide.
kamil-i mutlak / kâmil-i mutlak
Sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah.
kar haddi / kâr haddi
Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalığa, kâra konulan sınır.
kasar
Üşenme, tembellik etme.
Güç ve kuvvetin son sınırı.
Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet.
kasta'
Ayaklarının siniri büzülüp kurumuş olan deve.
kaviyy-i mutlak
Sınırsız kuvvet sahibi olan Allah.
kayd
Kelepçe, bağ.
Bağlamak.
Bir şeyi bir yere yazmak.
Deftere geçirmek.
Sınırlamak.
Şart.
Bağlanma, bağlayacak şey.
Bir yere yazma.
Sınırlama, belirtme.
Önem verme, unsurlama.
kayd-ı ömr-ü tabii / kayd-ı ömr-ü tabiî
Doğal ömür sınırı.
kayıd / قَيْدْ
Bağ, sınırlama.
kayıt
Sınır.
kaziye-i mümkine ve mutlaka
Sınırları belirlenmemiş imkân dahilindeki hüküm.
kaziye-i mutlaka
Bir mesele hakkında, hiçbir sınırlama söz konusu olmaksızın ifade edilen kaziye, önerme.
kemal-i zuhur / kemâl-i zuhur
Son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olma.
kena'
Parmakların sinirleri çekilip yumulmak.
kerempe burnu
Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.
kerim-i mutlak / kerîm-i mutlak
Lütuf ve cömertliği sınırsız olan Allah.
kesret-i mutlak
Sınırsız çokluk.
ketite
Sinir.
kis
(Çoğulu: Ekyâs) Cepte taşınır küçük para kesesi.
Rahimde döl yatağı.
Bedendeki bâzı sıvıların toplandığı kese biçimindeki oyuklar.
kıymet-i binihaye / kıymet-i bînihaye
Sınırsız değer.
koloni
Bir ülkenin, sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği ülkeye sıkı bağlarla bağlı arazi.
(Fransızca)
Başka bir memlekete yerleşmeğe giden göçmen topluluğu veya bir topluluğun yerleştiği yer.
(Fransızca)
Bir memlekette bulunan yabancılar topluluğu.
(Fransızca)
kubh-u mutlak
Sınırsız çirkinlik.
kudret
Güç, güçlü olma.
Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi.
Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet.
kudret-i muhita / kudret-i muhîta
Herşeyi kuşatan sınırsız güç ve iktidar.
kudret-i mutlaka
Allah'ın sınırsız güç ve iktidarı.
kunbul
(Çoğulu: Kanâbil) Kalın vücudlu kimse. Sinirli ve hiddetli olan.
30 ilâ 40 yaş arasındaki kimse.
At.
Bomba.
kusva
Son derecede bulunan.
Son, nihayet.
Son sınır. Erişilecek olan en son nokta.
kuvvet-i mutlaka
Sınırsız kuvvet.
kuyud
Kayıtlar, sınırlamalar.
küzaz
Tıb: Tetanos. Sinir gerilmesi.
la müdrike / lâ müdrike
Bilinçsiz, sınırsız.
layetenahilik / lâyetenâhîlik
Sonsuzluk, sınırsızlık.
layüadd ve layuhsa / lâyüadd ve lâyuhsâ
Sayısız ve sınırsız.
layühad / lâyühad
Sınırsız.
layuhadd / lâyuhadd
Hadsiz, sınırsız.
maas
Ayağın siniri çekilip büzülmek.
Ayağın eğri olması.
maddeden mücerret
Maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yüce.
mahdud / mahdûd / محدود
Sınırlanmış, çevrilmiş. Az sayılı. Hududlanmış.
Sınırlanmış.
Sınırlı.
Sınırlı.
Sınırlı, kasıtlı.
(Arapça)
mahdudiyet / mahdûdiyet
Sınırlılık, hududu çizilmiş.
Sınırlılık. Darlık.
Sınırlılık.
mahdut
Sınırlı.
mahdut ihata
Sınırlı bilgi ve kavrayış.
mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak
Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.
mahmud-u bi'l-ıtlak
Sınırsız olarak hamdedilmeye ve övülmeye lâyık olan Allah.
mahsur / mahsûr / مَحْصُورْ
Ferde özel, belli bir alanla sınırlanmış.
Sınırlanan.
mançurya
(Mançu memleketi) Asya'nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı'na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibir
maraz-ı asabi / maraz-ı asabî
Sinir hastalığı.
mazbut
Sınırları belirli.
mebzuliyet-i mutlaka
Sınırsız bir bolluk, ucuzluk.
medş
Elin zayıf olması. Elin eti az ve siniri sarkmış olması.
mehasin-i mücerrede
Soyut güzellikler; maddî olmaktan, her türlü sınırlayıcı özelliklerden uzak olan güzellikler.
mekandan münezzeh / mekândan münezzeh
Yerle ve mekânla sınırlı olmayan.
mekandan münezzehiyet / mekândan münezzehiyet
Yerle sınırlı olmama.
menafi-i cüz'iye / menâfi-i cüz'iye
Küçük ve sınırlı menfaatler.
merhamet-i mutlaka
Sınırsız merhamet.
merz
Toprak, yer.
(Farsça)
Sınır, hudut.
(Farsça)
merzban
Sınır muhafızı, hudut muhafızı. Sınır beyi, vâli.
(Farsça)
merzüban / مرزبان
Sınır muhafızı.
(Farsça)
Sınır beyi.
(Farsça)
merzvan
Hudut muhafızı, sınır beyi.
(Farsça)
meşfu'
Müşterek sınırlı gayrimenkul.
meslaha
Sınır kalesi. Derbent.
mesmur
Cismen ufak olmakla beraber, sinirleri kuvvetli olan adam.
meşveret-i meşrua
İslâmın sınırlarını ve özelliklerini belirlediği istişare ve danışma uygulaması.
mevhibe-i mutlaka
Mutlak Allah vergisi; Allah'ın sınırsız ihsan ve ikramı.
muarref
Târif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Belli. Bilinen.
Gr: Harf-i târifli kelime.
Mat: Sınırlı. Hududlu.
mübaşeret-i cüz'iye
Sınırlı temas.
muhadde
(Hadde. den) Bilenmiş.
Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış.
muhadded
Sınırı belirtilmiş olan. Sınırlanmış, tahdid edilmiş.
muhaddid
Keskinleştirici, bileyici.
Sınırlıyan, sınırını tâyin eden. Tahdid eden. Hududlandıran.
mukayyed
Kayıtlı, sınırlı.
Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı.
Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan.
Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
Kayıtlı, bağlı, sınırlı.
mukayyet
Kayıtlı, sınırlı.
mükennef
Etrafı sınırlanmış, çevresi çevrelenmiş.
mülatafe / mülâtafe
Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.
münhasır
(Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili.
Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus olan.
münhasır kalma
Bir özellik ve konumla sınırlı kalma.
münhasır olma
Sınırlı olma, ait, mahsus olma.
müsavat-ı mutlaka / müsâvât-ı mutlaka / مُسَاوَاتِ مُطْلَقَه
Sınırsız, tam eşitlik.
mütecaviz / mütecâviz
Sınırı geçen, başkalarının sınırını tecavüz eden.
mütekerrihane / mütekerrihâne
Tiksinircesine. Surat asarcasına.
(Farsça)
müteşennic
Buruşan.
Kasılan, büzülen adale veya sinir.
mutlak / مُطْلَقْ
Sınırlandırılmamış, salıverilmiş.
Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
Sınırsız.
na-mahdud
Hudutsuz, sınırsız, sonsuz.
(Farsça)
na-mahsur
Sonu olmayan, sınırlanmamış, sonsuz.
(Farsça)
nakkaş-ı ezeli / nakkâş-ı ezelî
Başlangıcı ve sonu olmayıp zamanla sınırlı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan Allah.
namahdud / nâmahdud / نامحدود
Sınırsız, hudutsuz.
Sınırsız.
(Farsça - Arapça)
namahdut / nâmahdut
Hudutsuz, sınırsız.
nazar-ı adalet
Allah'ın sınırsız adaletiyle her varlığa adaletle muamele etmesi; zerre kadar da olsa her şeyin hakkını vermesi, haksızı cezalandırması açısından.
nazariyat / nazariyât / نَظَرِيَاتْ / nazarîyat
Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.
Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.
nazariyat-ı diniye / nazariyât-ı dîniye / نَظَرِيَاتِ دِينِيَه
Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.
nefis
Can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu.
nevroz
Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı.
(Fransızca)
nihayet-i acz
Sınırsız güçsüzlük.
nihayette olan
Son sınırda, en üst derecede olan.
nisab / nisâb / نصاب
Dinde zenginlik ölçüsü. İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır.
Aranan sınır.
(Arapça)
Sermaye.
(Arapça)
nurşin-i süfla / nurşin-i süflâ
Muş ili sınırları içerisinde yer alan bir köy.
öfke
Kızma, sinirlenme, hiddet.
osmanlı
Osmanlı Devleti teb'asından olan.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin Bizans sınırındaki Beyliğin reisi olan Ertuğrul Bey'in vefatından sonra, Mi: 1288'de yerine geçen Osman Beyin kurduğu devlete mensup olan.
paravan
İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler.
Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli perde.
Gizleme vasıtası.
parsel
Bir maksatla ayrılarak sınırlandırılmış arazi parçası.
(Fransızca)
payan / pâyan
Kenar, sınır, son.
payansız / pâyansız
Sınırsız, kayıtsız.
rahim-i kerim / rahîm-i kerîm
Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan ve sınırsız bir cömertliği olan.
rahim-i mutlak / rahîm-i mutlak
Sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.
rahim-i rahman / rahîm-i rahmân
Rahmân ve Rahîm olan Allah; herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.
rahim-i zülkemal / rahîm-i zülkemâl
Sonsuz mükemmellik ve sınırsız rahmet sahibi olan Allah.
ribat / ribât
Bağ, bazı sinirler.
Sağlam yapı.
Han vesaire gibi konaklanacak yer.
Sınır karakolu; İslâm dînini üstün kılmak, müslümanlardan kâfirlerin şerrini, zararını def etmek için düşman sınırında nöbet beklemek.
rububiyet-i mutlaka / rubûbiyet-i mutlaka
Allah'ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesi.
Sınırsız, kâinatı kaplayan rububiyet.
rüşvet-i mutlaka
Her istenileni vermek, sınırsız rüşvet.
sa'dane
(Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
Devenin göğsü.
Tırnak dibinin siniri.
Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
Kadın memesinin etrafı.
sağr / ثغر
Sınır, hudut.
(Arapça)
saha-i ıtlak
Açık alan, sınırsız meydan.
saltanat-ı mutlaka
Allah'ın bütün varlık âlemi üzerindeki sınırsız hâkimiyeti.
san'at-ı şuuriye-i rahmaniye / san'at-ı şuuriye-i rahmâniye
Rahmeti sınırsız olan Allah'ın sonsuz ilminin neticesi olarak ortaya çıkan san'atı.
sar'a
İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
sehavet-i mutlak / sehâvet-i mutlak
Sınırsız cömertlik.
sehavet-i mutlaka / sehâvet-i mutlaka
Her yeri kaplayan, kusursuz ve sınırsız cömertlik.
şehr-i rahmani / şehr-i rahmânî
Rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah'ın şehri; kâinat.
sempati
Cana yakınlık, sıcak kanlılık.
(Fransızca)
Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi.
(Fransızca)
serhad / سرحد
Hudut başı. İki devlet toprağının birleştiği sınır.
Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
Sınır.
(Farsça - Arapça)
serhat
Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
serşar
Ağzına kadar dolu. Dökülecek derecede dolu.
(Farsça)
İleri giden, sınırı aşan.
(Farsça)
şeza'
Sinirin yarılması.
şezb
Ağaçtan budanan kuru odun.
Geçmek, intikal etmek.
Sınır. (Bu mânâya Çoğulu: Eşzâb)
sidretülmünteha
Yaratılanların bittiği sınır.
sıfat-ı mutlaka / sıfât-ı mutlaka
Sınırsız sıfatlar, vasıflar, nitelikler.
sıfat-ı mutlaka-i muhita / sıfât-ı mutlaka-i muhîta
Allah'ın yüce Zâtını niteleyen ve bütün kâinatı kuşatan sınırsız ve sonsuz kutsal özellikler.
sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.
sofra-ı rahman / sofra-ı rahmân
Allah'ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra.
sügur / ثغور
Sınırlar.
(Arapça)
suhulet-i mutlaka
Sınırsız kolaylık.
şükr-ü mutlak
Allah'a karşı sınırsız minnet duyma, teşekkür etme.
sultan-ı adil / sultan-ı âdil
Her işini sınırsız bir adaletle ve yerli yerinde yapan Sultan; Allah.
sultan-ı mutlak
Herşeye hükmeden, sınırsız egemenlik sahibi sultan.
sür'at ve vüs'at-i mutlaka
Sınırsız hız ve genişlik.
sür'at-ı mutlaka
Sınırsız hız.
sür'at-i mutlaka
Sınırsız hız.
ta'kir
Bir uzvu, organı yararak sinirleri kesme.
taaddi / taaddî
Geçme, öteye geçme, saldırma.
Zulmetme, adaletsizlik.
Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
tahatti / tahattî / تخطى
(Hatve. den) Bir şeyi atlayıp geçmek.
Sınırı aşmak.
Saldırış.
Haddini bilmeme, sınırı geçme, çizgiyi geçme.
(Arapça)
tahcir
Bir yere taş koymak, taş yığmak.
Fık: Kimsenin girmemesi için arazinin etrafına taştan sınır yapmak.
Hayvanı dağlayıp nişanlamak.
tahdid / tahdîd / تحدید
Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek.
Tarif etmek.
Bir şeyi kasdetmek.
Keskin etmek. Bilemek.
Sınırlama.
Sınırlama.
Sınırlandırma.
(Arapça)
Tahdîd edilmek:
Sınırlandırılmak.
(Arapça)
Tahdîd etmek:
Sınırlandırmak.
(Arapça)
tahdid edilme
Sınırlandırılma.
tahdid-i hürriyet
Hürriyetin sınırlanması.
tahdidat / tahdidât / tahdîdât / تحدیدات
Sınırlamalar, kısıtlamalar.
Tahditler. Sınırlamalar.
Sınırlandırmalar, kısıtlamalar.
(Arapça)
tahdit
Sınırlama.
tahdit edilme
Sınırlanma, sınırlandırılma.
tahdit etmek
Sınırlamak.
tahdit olunma
Sınırlanma.
takayyüd
Kayıt altında olma, sınırlılık.
takyid
Sınırsız, genel bir mânâ ifade eden bir sözü, nitelik, durum, gaye bakımından belirli şartlara bağlı olarak bir mânâya gelecek şekilde sınırlama.
Sınırlama, bağlama.
takyidad / takyidâd
Sınırlamalar, bağlamalar.
takyidat
Sınırlandırmalar.
tasarruf-u mutlak
Kayıtsız, sınırsız tasarruf, dilediği şeyi dilediği gibi yapma.
tavr-ı akl
Akıl ölçüsü, akıl sınırı.
teakkul
Aklı kullanarak, lüzumlu şeyleri öğrenirken, her şeyin haddini, sınırını aşmamak, yâni lüzumlu olanı terk etmemek, lüzûmsuz olanla meşgûl olmamak, bunlarla vakit öldürmemek.
tecavüz / tecâvüz / تجاوز
Sınırı aşma, saldırma.
Haddini aşma, sınırı geçme.
(Arapça)
Sarkıntılık etme.
(Arapça)
Tecâvüz etmek:
(Arapça)
Sınırı geçmek, başkasının haklarını hiçe saymak.
(Arapça)
Irza geçmek.
(Arapça)
tecavüzkar / tecavüzkâr / تجاوزكار
Sınırı geçen, saldırgan.
(Arapça - Farsça)
Sarkıntılık eden.
(Arapça - Farsça)
tedenni-i mutlak / tedennî-i mutlak
Sınırsız düşüş, alçalma.
tedenni-i mutlaka / tedennî-i mutlaka
Sınırsız dinsizlik ve alçalma.
tevafuk-u mutlak
Sınırsız uyum, uygunluk.
tevettür-ü a'sab
Sinirlerin gerilmesi, sinirlenme.
tımarhane
Ruh, sinir ve akıl hastalıkları hastanesi.
tunub
(Çoğulu: Etnâb) Ağaç kökleri.
Gövdenin siniri.
Süngü eğriliği.
Çadır ipleri.
ucave
Tırnağa bitişik olan sinir.
ümid-i mutlak
Sınırsız ümid bağlama.
vahdet-i mutlaka
Sınırsız birlik; Allah'ın mutlak anlamda bir ve tek oluşu.
veter
Yayın çilesi. İp ve kiriş.
Bir kavsın iki ucu arasına çekilen doğru çizgi.
Kasları hareket ettiren kalın sinir.
vücub / vücûb
Sınırsız gereklilik.
vüs'at-i mutlaka
Sınırsız genişlik.
ya kerim / yâ kerîm
Sınırsız ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah.
zaaf-ı asab / zaaf-ı âsâb
Sinirlerin zayıflığı, hastalığı.
zat-ı cemil-i zülcelal / zât-ı cemîl-i zülcelâl
Sınırsız yücelik ve haşmetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah.
zat-ı kerim / zât-ı kerîm
Sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah.
zat-ı kerimü's-sıfat / zât-ı kerîmü's-sıfat
Kendisine, sınırsız üstün sıfat ve meziyetler ikram edilen zât.
zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm
Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
safha-i
menba-ı ulüm
Fesahat
tefriş
tekrar
adem-i hilim
alud
tuhfe
zahiri
taammüd
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
SINIR
madum
EHL
ayrilik
mana alemi
Menbaı
ME
AMBER
felsefe
Tezyin