Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Sıkıntı
ifadesini içeren
326
kelime bulundu...
adreng
Keder, mihnet, sıkıntı.
(Fransızca)
ahzan
(Tekili: Hüzn) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar.
akves
Sıkıntılı an.
İhtiyarlıktan beli bükülmüş kimse. Kamburu çıkmış ihtiyar kişi.
alet-i azap / âlet-i azap
Azap âleti, sıkıntı veren unsur.
anveten
Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
aram-gar / ârâm-gâr
Hiçbir sıkıntısı olmayan, rahat yaşayan adam.
aram-rüba / arâm-rüba
Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran.
(Farsça)
arman / آرمان
Hasret, özleyiş, özleme.
(Farsça)
Nedâmet, pişman olma.
(Farsça)
Eseflenme, teessüf.
(Farsça)
Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet.
(Farsça)
Özlem.
(Farsça)
Sıkıntı.
(Farsça)
asrem
Kulağı sakat, hasta.
Ailesini geçindirmek için sıkıntı çeken (kimse).
Bölük bölük.
asude-hal / asûde-hâl
Hâli rahat, sıkıntısı olmayan.
(Farsça)
avez
Fakirlik, yoksulluk. Sıkıntı.
avl
Feryat, sıkıntı sebebi. Acınma.
azab / azâb
Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
Sıkıntı, acı çekme.
Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
azab-ı cehennem
Cehennem azabı.
Mc: Büyük ıztırab, sıkıntı.
azap / azâp
Acı, sıkıntı.
azir / âzîr
Iztırab, sıkıntı. Ağrı, sızı.
(Farsça)
Azar, tekdir.
(Farsça)
bahz
Sıkıntılı olma, can sıkma.
Yük ağır gelip hayvanı çökertme.
Bir adamı çenesinden, sakalından tutup çekme.
bar / bâr
Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı.
(Farsça)
Def'a. Kerre.
(Farsça)
Yemiş, meyve.
(Farsça)
Sebeb-i masraf ve ıztırab olan şey. Kale duvarı.
(Farsça)
İzin.
(Farsça)
bar-ı sıklet / bâr-ı sıklet
Ağır yük, sıkıntı.
bast
Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.
bazak
Üzüm sıkıntısı. (Kaynatıp koyarlar ve köpüklenir.)
be's
Azab, şiddet. Korku.
Zarar, ziyan.
Zorluk, meşakkat, zahmet.
Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)
befm
Keder, tasa, iç sıkıntısı, üzüntü.
(Farsça)
beis-be's
Zarar, ziyan.
Korku, azap, sıkıntı, fenalık.
Kuvvet, kudret.
bela / belâ
(c.: Belâyâ) Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat. İmtihan. Dâhiye.
Yaramaz nesne.
Musibet, sıkıntı.
Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.
belakeş / belâkeş
Belâ çeken. Sıkıntı içinde olan.
(Farsça)
beliyyat / beliyyât
Belâlar, musibetler, sıkıntılar.
belva-yı am / belvâ-yı âm
Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan zorluk.
berzah
İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası.
Perde.
Sıkıntılı yer.
İki yer arasındaki geçit.
Mani'a, engel,. Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âlemin
bevas
Sıkıntı, keder, mihnet, elem, dert, kaygı, gam.
(Farsça)
Yokluk.
(Farsça)
bevr
Helâk olma. Yok olma.
Sınama, deneme.
Alış-veriş sıkıntısı.
Sürülmemiş yer.
bikeder / bîkeder
Kedersiz, sıkıntısız.
bityar
Elem, keder, tasa, sıkıntı.
(Farsça)
buhran
Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.
büreha
Şiddetli azab. Sıkıntı.
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
cefa / cefâ
Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.
Bir şey yerinde durmayıp bir tarafa ayrılmak.
Eziyet, sıkıntı.
cefa-ender / cefâ-ender
Cefa ve sıkıntı içinde.
cevir
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
ciğer
Ciğer. Bağır.
(Farsça)
Keder, sıkıntı, elem.
(Farsça)
Avaz.
(Farsça)
çile / چله
Eziyet. Sıkıntı.
(Farsça)
İplik.
(Farsça)
Yay kirişi.
(Farsça)
Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün.
(Farsça)
Kırk günlük ibadet.
(Farsça)
Sıkıntı, azap.
(Farsça)
İplik demeti.
(Farsça)
cimri
Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy olarak bilinir. Cömertlik ve tutumluluk ise övünülen ahlâkî vasıflardandır. Cömertlikte de ölçülü olmak tavsiye e
(Farsça)
cünah
Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, "günah" kelimesinin aslı budur.
dacr
Darlık, kalbin sıkıntılı olması.
dağdağa / دغدغه / دَغْدَغَه
Sıkıntı, gürültü.
Zorluklar, sıkıntılar.
Sıkıntı.
dağdağa-i hayat
Hayatın sıkıntıları.
dağdağa-i hayat-ı cismaniye
Maddî hayatın sıkıntıları.
dağdağa-i kalbi / dağdağa-i kalbî / دَغْدَغَۀِ قَلْب۪ي
Kalp sıkıntısı, ızdırabı.
Kalb sıkıntısı.
dağdağalı
Sıkıntılı.
dağdağasız
Sıkıntısız.
danka'
Dar, sıkıntı. Zararlı, zarara sebeb olan.
dar-ı elem / dâr-ı elem
Elem ve sıkıntı yeri, dünya.
darra
Şiddet, mihnet. Belâ. Naks. Ziyan. Sıkıntı. Kötürümlük.
daym
Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.
depresyon
Maddi veya manevi çöküntü. İç sıkıntısı.
(Fransızca)
derd-i ser
Sıkıntı, baş derdi, başağrısı.
derhem
Karışık, karmakarışık.
(Farsça)
Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken.
(Farsça)
İncinme.
(Farsça)
dik / dîk
Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren.
dil-aşub
Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren.
(Farsça)
Kalbi meftun eden güzel.
(Farsça)
dil-gir
Kalbe sıkıntı veren gönül tutan.
(Farsça)
Gücenmiş olan, kırgın.
(Farsça)
dil-teng
Sıkıntılı, kederli, gönlü darda olan.
(Farsça)
dil-tengi / dil-tengî
Gönlü darlığı, iç sıkıntısı.
(Farsça)
dildil
Iztırab, acı, elem, sıkıntı, azab. İnilti.
(Farsça)
dilteng / دل تنگ
Yüreği daralmış, sıkıntılı.
(Farsça)
dua ordusu / duâ ordusu
Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, velîler.
ducret
Sıkıntı, gönül darlığı, zahmet. Zaruret.
ducret-ver
Sıkıntılı.
(Farsça)
ebedi şekavet / ebedî şekavet
Sonsuz sıkıntı ve azap.
edreng
Sıkıntı, içdarlığı. Musibet, belâ, felâket, âfet.
(Farsça)
effaf
Çok of! çeken. Sıkıntılı, muztarib ve kederli kimse. Elemli, gamlı, tasalı adam.
ehl-i şekavet
Sıkıntı ehli, Cehennemlik olanlar.
elem
Acı, keder, sıkıntı.
Keder, dert, üzüntü, sıkıntı, acı.
elem-i elim / elem-i elîm
Çok acı veren sıkıntı, dert.
elem-i ye's
Ümidsizlik elemi, yeisten gelen sıkıntı.
endeme
Mazideki sıkıntıları hatırlama, geçmişdeki ıztırabları tahattur etme.
(Farsça)
endişnak
Endişeli, kederli, meyus, sıkıntılı, düşünceli.
(Farsça)
enduh
(Endüh) : Keder, elem, gam, gussa, kaygı, sıkıntı, ıztırab, üzüntü.
(Farsça)
enduh-güsar
Kederi yok eden. Gamı, sıkıntıyı gideren.
(Farsça)
enduh-nak / enduh-nâk
Kederli, sıkıntılı, gamlı, üzüntülü.
(Farsça)
ervenan
Dik ses, sadâ.
Iztırablı, sıkıntılı, üzüntülü gün.
eşcan
(Tekili: Şecen) Şecenler, elemler, gamlar, kederler, tasalar, sıkıntılar, ıztırablar.
etrah
(Tekili: Terah) Tasalar, kederler, elemler, gamlar, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
eza / ezâ
Ticarette kaybetme, zarar etme.
Kibir ve gururunu bıraktırma.
Sıkıntı, eziyet, zulüm, cevr, sitem, renc, incinmek. İnsanın kerih görüp mahzun olduğu şey.
Hayır ve sadaka yoluyla mal vermede gururlanmak. Tetavül etmek.
Sıkıntı, acı.
eziyet
İncinme. Sıkıntı çekme.
Büyük sıkıntı, incinme.
ezyak
(Zîk. dan) Pek dar ve sıkıntılı. Çok zor.
fedakarlık / fedakârlık
Varlığını feda edip her türlü sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat etme.
ferah
Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren.
İnşirah. Sevinç.
ferec / فَرَجْ
Sıkıntıdan kurtulmak, zafer, inşirah, kederden kurtulmak. Genişlik, ferahlık, fütuhat.
Girecek yerler.
Tasa ve sıkıntıdan kurtulma, ferahlık.
Sıkıntıdan kurtulma.
ferec-i umumi / ferec-i umumî
Genel ferahlık, sıkıntıdan kurtulma.
firak / firâk
Ayrılık, ayrılma.
Hüzün, keder, sıkıntı.
fitne / فتنه
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.
Bölücülük, kargaşa çıkartma.
(Arapça)
Sıkıntı.
(Arapça)
gaile
Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş.
Düşünce.
gaile açmak
Sıkıntılı ve uğraştırıcı bir şeyler ortaya çıkarmak.
gaile çıkarmak
Sıkıntı meydana getirmek, üzüntü vermek.
gaile-i zaile / gaile-i zâile
Sona eren sıkıntı, ardı kesilen elem.
gam
Sıkıntı, üzüntü.
gam ve keder
Sıkıntı ve üzüntü.
gavail
(Tekili: Gaile) Musibetler, belâlar.
Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler.
Felâketler, âfetler.
geçmiş olsun makamı
Bir kişinin başına gelen sıkıntıdan dolayı "geçmiş olsun" deme konumu.
gıllugış
Karar verememe, gönül sıkıntısı.
habal
Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık.
Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü.
habek
Üzülme, sıkıntı yapma.
(Farsça)
Sıkılma, bunalma.
(Farsça)
hadşe-aver
Rahatsızlık veren, insanı sıkıntıya koyan.
(Farsça)
hadşe-i derun
İç sıkıntısı, gönül üzüntüsü.
hafakan
Sıkıntı. Kalb çarpıntısı. Iztırab.
Yürek oynaması, sıkıntı.
halice / halîce
İçinde hurma ıslanmış süt.
Üzüm sıkıntısı.
harac
Güçlük, sıkıntı, eziyet.
Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
harec
Zorluk, sıkıntı.
Darlık, zorluk, sıkıntı.
Dar yer, sık ağaçlı yer.
Günâh.
Zorluk, sıkıntı.
Darlık, sıkıntı, zorluk.
Günah.
harhar
Devamlı arzu, sürekli istek.
(Farsça)
Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı.
(Farsça)
Devamlı kaşıntı.
(Farsça)
hasis / hasîs
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.
hatrebe
(Hatribe) Dar gelirli olmak.
Maaş sıkıntısı.
Gevezelik etmek.
haybet-zede
Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan.
(Farsça)
hemm
Gam, hüzün, sıkıntı.
hidayet / hidâyet
Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem
hufale
Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan.
Her kabuklunun arınıp pâk olanı.
Her nesnenin kemi ve yaramazı.
Yağ tortusu.
Şıra sıkıntısı ve kepeği.
husare
Arpa, buğday ve pirinç gibi hububâtın kabuğundan düşen parçalar.
Her kabuklu nesnenin, kabuğundan ayrılıp temizlenmesi.
Şirâ sıkıntısı.
Her nesnenin fenâsı.
husban
Hesab.
Azab.
Sıkıntı.
Şer.
Koltuk yastığı.
hüzn
(Hüzün) Gamlı olmak. Keder Sıkıntı.
hüzn-hüzün
Gam, keder, sıkıntı.
ibtila / ibtilâ
İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.
Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.
ibza'
Bir kimseyi sıkıntı ve kedere boğma. Mahvetme.
ichad
Eziyet çekme, elem ve sıkıntıya mâruz bırakılma.
Gayret etme.
igsas
Sıkıştırma, tazyik etme.
Bir yer ahalisini sıkıntıya düşürme.
ihtiyaç / ihtiyâç
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey.
iksa'
Kasvet. Sıkıntı vermek. Sıkıntı verilmek.
iksa-yi kalb
Gönül sıkıntısı, iç darlığı.
ila / îlâ
Yemin etmek.
Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi.
Sıkıntı ve derde uğrama.
ila'
Sıkıntı ve derde uğramak.
Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.
iltiya'
Heyecanlanmak, iç alevlenmesi.
İç sıkıntısı çekme, dertlenme.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
inhak
Çok eziyet etme. Çok fazla sıkıntı verme.
inkıbaz / inkıbâz / اِنْقِبَاضْ
Büzülme. Çekilip toplanma.
Sıkıntı. Gamlı olmak.
Kabızlık. Tutukluk.
Büzülüp toplanma, çekilme.
Kasvet, keder, sıkıntı.
Kabızlık, peklik.
(Rûhî) sıkıntı içinde olma.
(Ruhi) sıkıntı.
irhak
Sıkıntı ve eziyet etme.
Zorlama, sıkma.
irtiad
(Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak.
Deprenme. Titreme.
irtihaş
Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma.
istihmam
Bir kimse, bağlı olduğu cemâate ait işler için her türlü sıkıntıya düşme.
Ehemmiyet verme.
it'ab
Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek.
izdiham
Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı.
ızdırabat
Izdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar.
ızdırap
Sıkıntı, aşırı elem.
ıztırab / ıztırâb
Acı, elem, sıkıntı, vesvese, azab.
Aşırı elem, sıkıntı.
Acı, darlık, sıkıntı.
ıztırabat
Istıraplar, sıkıntılar.
(Tekili: Iztırâb) Elemler, acılar, sıkıntılar, azablar. Vesveseler.
ıztırap
Sıkıntı, acı duyma.
kabulde ıztırabı
Kabul etmekte zorlanması, sıkıntı çekmesi.
kabus / kâbus
Sıkıntı ve korku veren.
kabz u bast
Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Sıkıntı ve ferahlık.
Birini diğeri üzerine tercih etme.
Münkabız bir adama ferahlık ve sürurluluk vermek, sevindirmek.
Beyan ve ifâde etmek.
Uzun uzun ve etraflıca anlatmak.
kabz ve bast
Tasavvuf yolunda ilerleyenlerde görülen sıkıntı ve ferahlık.
kalak / kalâk / قَلَقْ
Can sıkıntısı. Gönül darlığı. Kararsızlık.
Zahmet. Meşakkat.
Sıkıntı, huzursuzluk.
Gönül sıkıntısı.
Sıkıntı, ızdırab.
karabasan
t. Kâbus. Sıkıntılı ve korkunç rüya.
Bir kimsenin içine düştüğü pek sıkıntılı ruh durumu.
kasavet / kasâvet
Sıkıntı, keder.
kasavetli
Üzüntülü, sıkıntılı.
kasvet
Katılık.
Sıkıntı. İç sıkıntısı.
Kalb katılığı.
Sıkıntı.
Katılık, sertlik.
Merhametsizlik, acımasızlık.
Sıkıntı, gönül darlığı.
Sıkıntı, katılık.
kasvet-bahş
Kasvet ve sıkıntı veren.
(Farsça)
kasvet-efza
Kasvet ve iç sıkıntısı veren.
(Farsça)
kasvet-engiz
Kasvet ve iç sıkıntısı veren.
(Farsça)
kasvet-nak / kasvet-nâk
İç sıkan, sıkıntı veren.
(Farsça)
kasvetli
Katı; sıkıntılı.
keder
Tasa, kaygı, can sıkıntısı. Bulantı. Gam.
Sıkıntı, üzüntü.
kederefza / kederefzâ
Keder ve sıkıntı veren. Keder verici.
(Farsça)
kederengiz
Üzüntü, keder ve sıkıntı meydana getiren.
(Farsça)
kederli
Sıkıntılı, üzüntülü.
kedersiz
Sıkıntısız, üzüntüsüz.
kefa
Sıkıntı, meşakkat, mihnet.
(Farsça)
kefaret / kefâret
Bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı.
kemend-i mahbub-i ilahi / kemend-i mahbûb-i ilâhî
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
keramet-i kevniye
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin
keş'
Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.
keşakeş
Münâkaşa, çekişme.
(Farsça)
Keder, hüzün, tasa, gam.
(Farsça)
Sıkıntı, felâket, ıztırab.
(Farsça)
Tereddüt, kararsızlık.
(Farsça)
Pehlivanların birbirleriyle mücâdeleleri.
(Farsça)
İki kişinin, bir şeyi birer uçlarından tutup, her birinin kendine doğru çekmesi.
(Farsça)
kıllet-i nukud
Para darlığı. Para sıkıntısı.
kıyamet
Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
Mc: Büyük belâ.
Fazla sıkıntı.
kritik
yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.
küdur
(Tekili: Keder) Kederler, hüzünler, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
kuhut
Kıtlıktan sıkıntı ve eziyet çekme.
külbet
Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet.
İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.
külef
(Tekili: Külfet) Külfetler, zahmetler, sıkıntılar, zorluklar.
Merâsimler.
külfet
Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak.
Merâsim.
künc-i mihen
Mihnet, sıkıntı ve ıztırab köşesi.
kurbet / kûrbet
Sıkıntı, kötü hâl.
kürbet
(Kerb. den) Sıkıntı. Tasa. Keder.
Belâ. Musibet.
kürh
Sıkıntı, meşakkat, zahmet.
kutur
Pintiliğinden dolayı ailesini sıkıntı içinde bırakan adam.
lahif
Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.
lakit / lakît
Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk.
leşker-i dua / leşker-i duâ
Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu.
lezn
Darlık. Şiddet. Sıkıntı.
lütf u kahr
Güzellik, insan ve kötülük, sıkıntı.
madak
Sıkıntı, darlık.
maglul
Susuz kalmış. Su sıkıntısında bulunan.
Eli bağlı. Zincirle bağlanmış kimse.
Hapsedilmiş olan.
magmum
Gamlı. Kederli. Tasalı. Sıkıntılı.
Bulutlu. Kapalı.
makam-ı mahmud / makâm-ı mahmûd
Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.
mazacir
(Tekili: Mazcer) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler.
mazayık
(Tekili: Mazîk) Zor güç işler.
Sıkıntılı ve dar yerler.
mazcer
(Çoğulu: Mazâcir) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler.
medar-ı şekavet ve hasaret ve elem / medar-ı şekavet ve hasâret ve elem
Her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı.
mekarih / mekârih
(Tekili: Mekrehe) İnsana tiksinti veren şeyler.
Sıkıntılar, dertler.
melal / melâl / ملال
Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.
Can sıkıntısı.
Sıkıntı, usanma.
(Arapça)
melalli
Sıkıntılı.
(Arapça - Türkçe)
merak
Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük.
Dalgınlık. Kara sevdâ.
Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.
meric / merîc
Muzdarip, sıkıntılı.
Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit.
meşak / meşâk
Eziyetler, sıkıntılar.
meşakk / meşâkk
Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler.
meşakk-ı hayat / meşâkk-ı hayat
Hayatın meşakkat, zahmet ve sıkıntıları.
meşakkat / مشقت
Zahmet. Sıkıntı. Güçlük. Zorluk.
Zahmet, güçlük, zorluk, sıkıntı.
Zahmet, zorluk, sıkıntı.
Sıkıntı, güçlük.
(Arapça)
Meşakkat çekmek:
Sıkıntı çekmek, güçlüğe katlanmak.
(Arapça)
meşakkat-i bedeniye
Bedenen çekilen zorluklar, sıkıntılar.
meşakkatli
Sıkıntılı.
mezahim / mezâhim
Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.
Zahmetler, sıkıntılar.
mezahim-i hazıra / mezâhim-i hazıra
Şimdiki sıkıntılar, zahmetler.
mezayık
Dar ve sıkıntılı yerler.
mezil
Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan.
Ayağı uyuşmuş.
Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan.
Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.
mihan
(Tekili: Mihnet) Mihnetler, sıkıntılar.
mihen / محن
Sıkıntılar.
(Arapça)
mihnet / محنت
Sıkıntı, tasa.
Sıkıntı, acı, dert.
(Arapça)
mu'zi / mu'zî
(Ezâ. dan) Eziyet ve sıkıntı veren. Rahat bırakmayan, inciten.
muacciz
Sıkıntı verici, rahatsız edici.
mualecesiz / muâlecesiz
Zahmetsiz, sıkıntısız.
muazzeb
Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan.
Azapta bulunan, çok sıkıntı gören, eziyet çeken.
muazzep
Eziyet çeken, sıkıntı gören.
mübtela / mübtelâ
Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.
müdamere
Sıkıntı ve mihnet içinde sabahlama.
mudcer
(Ducret. den) Sıkıntılı olan. Sıkılmış.
mudcir
(Ducret. den) Sıkıntı veren, sıkan, gamlandıran.
müferrah
Ferahlanmış. Sıkıntıdan, üzüntüden kurtulmuş.
müflis
İflâs eden.
Dünyâda iken insanların haklarını yemiş, onları dövmüş, sıkıntı ve eziyet vermiş; bu sebeblerle âhirette hesâblar görülürken, hakkı olanlara bütün günahları verilip, hiç sevâbı kalmayan ve hak sâhiplerinin günâhlarını yüklenerek, Cehennemlik olan kimse.
muhadeşe
Tırmalama. Sıkıntı ve zahmet verme.
muhadiş
Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı.
mukassi / mukassî
(Kasvet. den) Kasvet verici. Sıkıntılı, kasvetli. Sıkıcı, dar.
mükedder
Kederli. Sıkıntılı.
Tekdir edilmiş. Azarlanmış.
Bulandırılmış. Bulanık.
muktir
Dar hâlli, durumu sıkıntılı.
Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.
munkabız
Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı.
Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış.
Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.
Sıkıntılı, büzülmüş.
münkabız
Sıkıntılı, tutuk.
müşakat
Sıkıntı ve zorluklara dayanma hususunda yarışma. Aykırılık. Düşmanlık.
musibet / musîbet
Âfet, belâ, sıkıntı.
musibet-i hazıra
İçinde bulunulan şimdiki belâ ve sıkıntı.
müşkilat / müşkilât / مشكلات
Güçlükler, zorluklar.
(Arapça)
Müşkilat çekmek:
Zorluk çekmek, sıkıntı çekmek.
(Arapça)
müşkilat-ı azime / müşkilât-ı azîme
Büyük zorluklar, sıkıntılar.
müşkülat-ı azime / müşkülât-ı azîme
Büyük zorluklar, sıkıntılar.
mutazaccır
Sıkıntılı. İçi sıkılan. Rahatsız.
müteanniyane
Sıkıntılı ve zahmet çekerek. Zahmetle.
(Farsça)
mütevecci'
Dertli, sıkıntılı.
Ağrı duyan.
mütevecciane / mütevecciâne
Sıkıntı ile. Dertli olarak.
(Farsça)
Ağrı duyarak.
(Farsça)
mütezahim / mütezâhim
(Çoğulu: Mütezahimîn) (Ziham. dan) Birbirini iterek, herbirinin üstüne çıkarak biriken kalabalık.
Halkın kalabalığından sıkıntıya uğrayan.
Kalabalıktan sıkıntı çeken.
müz'ic
Rahatsızlık, sıkıntı veren.
müz'iç olan
Sıkıntı veren.
müzahamet
Sıkıntı verme, bir noktaya yığılma.
Birbirine zahmet verme. Kalabalıktan gelen sıkıntı, sıkıştırma.
Bir yere itişe kakışa hücum etme.
müzahemet / müzâhemet
Karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme.
müzahim
Zahmet ve sıkıntı veren. Zıt gelen.
müzayaka
Sıkıntı, darlık, yokluk, parasızlık. Zorluk.
Sıkıntı, darlık, güçlük.
muzcer
Sıkıntılı, ıztırablı.
muzcir
Sıkıntı ve ıztırab veren.
muztarib
(Muzdarib) (Darb. dan) Sıkıntılı. Iztırab çeken. Hasta. Bir tarafı sızlayan. Ağrıyan. Ağlayan.
muztaribane
Rahatsız olarak, ıztırab ve sıkıntı çekerek.
(Farsça)
muztarip
Izdıraplı, sıkıntılı.
muztarrin / muztarrîn
Çaresizler. Sıkıntı içinde olanlar.
nafis-ül kerb
Sıkıntı ve belâlara, göz değmesine, nazara te'sir edip kaldıran.
natıh
(Çoğulu: Nevâtıh) Boynuzuyla vuran, süsen hayvan.
Keder, sıkıntı, elem, mihnet.
nazile / nâzile / نازله
Belâ, sıkıntı.
İnme, nüzul.
Nezle hastalığı.
Nezle.
(Arapça)
İnmiş.
(Arapça)
Sıkıntı.
(Arapça)
neked
Sıkıntı, dert, keder. Belâ, musibet.
padergil
(Pâ-der-gil) Ayağı çamurda.
(Farsça)
Mc: Davranamaz.
(Farsça)
Sıkıntıda.
(Farsça)
pas
Gecenin sekizde biri.
(Farsça)
Gözetleme, bekleme.
(Farsça)
Keder, hüzün, gam.
(Farsça)
İç sıkıntısı.
(Farsça)
pay-der-gil
Ayağı çamurda.
(Farsça)
Sıkıntıda, dertte.
(Farsça)
Mc: Davranamaz.
(Farsça)
piç ü tab
Iztırab ve sıkıntı.
piçtab
Sıkıntı, telâş.
(Farsça)
Şaşkınlık.
(Farsça)
ra'de
Muztarib oluş, azablı ve sıkıntılı hâl. (Rı'de şeklinde de okunur)
rahat
Dinlenme, sıkıntısızlık, dinçlik.
Sıkıntısız, üzüntüsüzlük.
red'-i ceyb
Mc: İçinden sıkıntıyı atma.
rehide
Sıkıntı ve dertten kaçmış olan.
(Farsça)
renc / رنج
Sıkıntı, zahmet, eziyet.
(Farsça)
Ağrı, sızı.
(Farsça)
Öfke, gazab, hışım.
(Farsça)
Sıkıntı, zahmet, meşakkat.
(Farsça)
renc-ber
(Renc; sıkıntı, zahmet. Ber; çeken) Tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. Amele, ırgat.
(Farsça)
Çiftçi.
(Farsça)
rencber / رنجبر
Sıkıntı çeken.
(Farsça)
Amele, yrgat.
(Farsça)
renciş
Sızlanış, inciniş, eziyet ve sıkıntı veriş. Keder.
(Farsça)
rencur
İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta.
(Farsça)
sadist
Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.
sahti
Sertlik, katılık.
(Farsça)
Güçlük.
(Farsça)
Sıkıntı.
(Farsça)
şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ
Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını
sefalet
Fakirlik, yoksulluk. Fakirlikten gelen sıkıntı. Sefillik.
sefil
Sefalet çeken, muhtaçlık içinde olan. Çok sıkıntıda bulunan.
Uslu huy sahibi.
şekavet / şekâvet
Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
Haydutluk, eşkiyalık.
Sıkıntı, azap, işkence.
şekavet-i daime
Sürekli bedbahtlık, hiç bitmeyen sıkıntı.
şekavet-i dünyeviye
Dünyanın nihayetsiz belâ, sıkıntı ve ıztırabı.
şekavet-i ebediye
Sonsuz sıkıntı ve mutsuzluk.
şekavet-i uhreviye
Âhiretteki sıkıntılar.
şekavetli
Sıkıntılı, mutsuz.
sevda
Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk.
(Farsça)
Hırs. Tama.
(Farsça)
Heves, istek.
(Farsça)
Siyah.
(Farsça)
Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat.
(Farsça)
Gam. Keder, Sıkıntı.
(Farsça)
seyyiat
(Tekili: Seyyie) Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.
sıklet / ثقلت
Ağırlık. Mânevi sıkıntı.
Ağırlık.
(Arapça)
Sıkıntı.
(Arapça)
Sıklet vermek:
Ağırlık vermek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
(Arapça)
suada'
Sıkıntıdan dolayı uzun uzadıya solumak.
Ev ortası.
sücun
(Tekili: Sicn) Hapishaneler, zindanlar, ceza evleri.
Mc: Dünyanın sıkıntıları.
suda'
Baş ağrısı.
Rahatsız etme, sıkıntı verme, sıkma.
şükr secdesi
Kendisine nîmet gelen veya bir dertten ve sıkıntıdan kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için yaptığı secde.
sütuh
Yorgun, bezgin.
(Farsça)
Sıkıntılı, kederli.
(Farsça)
Beceriksiz.
(Farsça)
ta'ciz
(Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
Eğlendirmek.
Âciz etmek.
Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.
ta'cizat / ta'cizât
(Tekili: Ta'ciz) Tacizler. Rahatsız etmeler, sıkıntı vermeler.
taab / تعب
Yorgunluk. Sıkıntı. Zahmet. Bezginlik. Eziyet.
Sıkıntı, zahmet.
(Arapça)
Yorgunluk.
(Arapça)
taciz etme / tâciz etme
Rahatsız etme, sıkıntı verme.
tadaccur
(Ducret. den) Sıkılma, sıkıntı, iç sıkılması.
tasavvuf
Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
tazaccur
Sıkıntı. İç sıkılma.
tazyik
Daraltmak, sıkıştırmak.
İcbar etmek.
Sıkıntı ve ızdırab vermek.
Zorlama, baskı.
Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga
tazyik eden
Sıkıntı veren, baskı yapan.
tazyik-i mecnunane / tazyik-i mecnunâne
Delicesine baskı ve sıkıntı verme.
tazyikat-ı dünyeviye
Dünyadaki sıkıntılar.
tebehhül
Tahsil için sıkıntı ve zahmet çekme.
tefavüt-ü şekavet
Sıkıntıların, musibetlerin farklılığı.
teng
Dar, sıkıntılı, melul, kederli.
(Farsça)
Kıtlık.
(Farsça)
tengdil
(Çoğulu: Tengdilân) Yüreği dar. İçi sıkıntılı.
(Farsça)
tengna
Dar yer. Geçit, boğaz. Sıkıntılı yer.
(Farsça)
Mezar.
(Farsça)
tepide
Rahatsız, sıkıntıda.
(Farsça)
terakku'
Sıkıntı ve emek ile kazanma.
tezahüm / tezâhüm
Birbirine sıkıntı vermek. Halk kalabalık edip birbirine sıkıntı vermek.
Birbirine sıkıntı verme, sürtüşme, sıkışma.
ufunet
Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
İltihab.
Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
Sıkıntı veren manevî ağırlık.
ülü'l-azm
Şerîat sâhibi, yeni din getiren peygamberlerden altı tânesine ve en büyüklerine verilen ad. Bunlar; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken çok sıkıntı çektikleri ve bu sık ıntılara sabr ettikleri için kendilerine bu isim
usr
Güçlük, zorluk. Zor iş.
Sıkıntı. Darlık. Kıtlık.
usret / عسرت
Zorluk, güçlük. Darlık, sıkıntı. İşlemezlik.
Güçlük, sıkıntı, zorluk.
(Arapça)
vasıta-ı nakl-i hüzün ve elem ve gam
Üzüntü, acı ve sıkıntıya sebep olan.
vemye
Meşakkat, sıkıntı. Belâ, musibet.
vicdan-suz / vicdan-sûz
Vicdanen sıkıntı ve ızdırap veren, vicdanı yakan.
zahil
Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen.
Unutan.
zahmet / زحمت
Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk.
Zor, güç.
Sıkıntı, eziyet, zorluk.
Sıkıntı, zor, güç.
Sıkıntı, meşakkat.
(Arapça)
Güç.
(Arapça)
zaman-ı elim / zaman-ı elîm
Acı veren, sıkıntılı zaman.
zank
Dar yer. Dar şey.
Darlık, sıkıntı.
zarra' / zarrâ'
(Darrâ') Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı.
zarurat / zarûrât / ضرورات
(Tekili: Zaruret) Zaruretler. Sıkıntı ve muhtaçlıklar.
Sıkıntılar, mecburiyetler.
(Arapça)
zaruret / zarûret / ضرورت
Çaresizlik. Muhtaçlık. Sıkıntı. Yoksulluk.
Sıkıntı.
(Arapça)
Yoksulluk.
(Arapça)
Zorunluluk.
(Arapça)
zaruret-i maişet
Geçim sıkıntısı, zorluğu.
zebir
Sıkıntı, mihnet.
Yazılmış şey. Mektup.
zev'
Ölüm sebebiyle gelen sıkıntı, keder.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
kahve
Laklaka
tağyır
hakk
aza\'
Gammaz
mütetabık
kesirü'l-istimal
Eysa
zahar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Sıkıntı
Çeviri
Uruz
tesmiye
avaba
Harar
acic
Boşa gitmek
Regaib
Naze