REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Rüzğar ifadesini içeren 166 kelime bulundu...

accac

  • Fırtınalı, rüzgârlı.
  • Gürültülü.

akim / akîm

  • Neticesiz, sonu yok. Beyhude.
  • Yağmur getirmeyen rüzgar.
  • Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).

alize

  • Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı. (Fransızca)

arf

  • (Çoğulu: A'râf) Rüzgâr.
  • El ayasında çıkan çıban.

asf

  • Zulüm. Haksızlık.
  • Can çekişme.
  • Emek çekip kâr kazanma.
  • Bir tarafa eğilme.
  • Sür'atle gitme.
  • Rüzgârın kuvvetle esmesi.
  • Taze ekin yaprağı.
  • Ekin taze iken biçme.

asıf / âsıf

  • (Çoğulu: Asıfât) Şiddetli rüzgâr, sert fırtına.
  • Şiddetli rüzgar, fırtına.

asıfat

  • (Tekili: Asf) şiddetli rüzgârlar.

asuf

  • Hızlı ve çabuk yürüyen.
  • Çok şiddetli rüzgar.

avasıf

  • (Tekili: Asıta) Sert ve kuvvetli rüzgârlar. Fırtınalar.

bad / bâd / باد

  • Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes. (Farsça)
  • Rüzgâr, nefes.
  • Rüzgar, yel. (Farsça)
  • Defa, kez. (Farsça)
  • Yük. (Farsça)
  • Olsun. (Farsça)

bad-ı berin / bâd-ı berîn

  • Sabah rüzgârı.
  • Lâtif hava.

bad-ı cem / bâd-ı cem

  • Hz. Süleyman Peygamberin hükmettiği yel, rüzgar.

bad-ı cenubi / bâd-ı cenubî

  • Güney rüzgârı.

bad-ı hazan / bâd-ı hazân

  • Sonbahar rüzgârı.

bad-ı pürgu / bâd-ı pürgû

  • Devamlı sesler çıkaran, ıslık çalan rüzgar.

bad-ı saba / bâd-ı sabâ

  • Baharda esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli.

bad-ı semum / bâd-ı semûm

  • Çölde, sıcakta gündüz esen sıcak yel. Sam yeli. Zehirli rüzgâr.

bad-ı şimali / bâd-ı şimalî

  • Kuzey rüzgârı. (Farsça)
  • Nefes, soluk. (Farsça)
  • Ah sesi, ah çekme. (Farsça)
  • Allah'ın inâyeti. (Farsça)
  • Medih. (Farsça)
  • Söz. (Farsça)
  • Büyüklük taslama, kibirlilik. (Farsça)
  • şarap. (Farsça)

bad-ı subh / bâd-ı subh

  • Sabah rüzgârı.

bad-ı tecelli / bâd-ı tecelli / bâd-ı tecellî

  • Tecelli rüzgârı.
  • Kader.
  • Tecellî rüzgârı.

bad-nüma

  • Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet. (Farsça)
  • Fırıldak. (Farsça)

bad-reftar

  • Rüzgâr gibi hızlı yürüyen. Çabuk ve hızlı koşan, sür'atli. (Farsça)

bad-seyr

  • Hızlı yürüyen, rüzgâr gibi koşan, ayağına çabuk. (Farsça)

badi / bâdî

  • Geçici. (Farsça)
  • Havaya veya rüzgâra âit. (Farsça)
  • Rüzgâra ait.
  • Muvakkat. Geçici.

barih

  • (Çoğulu: Bevârih) Samyeli adı verilen sıcak ve şiddetli bir çeşit rüzgâr.

belil

  • Islanmış olan şey.
  • Serin ve yağmurlu rüzgâr.

bevarih

  • (Tekili: Bârih) Şiddetli sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar ki, adına Samyeli denir.

bezane

  • Esici. Esen rüzgâr. (Farsça)

bora

  • yun. Birdenbire çıkan fırtına. Pek şiddetli rüzgâr.

debur / debûr

  • Batı rüzgârı.
  • Fırak, ayrılık.
  • Halef etmek.
  • Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.

delik

  • Hurma ve yağdan yapılan bir yemek.
  • Oğmaç aşı.
  • Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak.

demak

  • Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır.)

deruc

  • Hızlı esen rüzgâr, fırtına.

dıkka

  • (Çoğulu: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak.
  • Uzaklaşmış olan şey.

div-bad

  • Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. (Farsça)
  • Divanelik, delilik, cinnet. (Farsça)

eksibe

  • (Tekili: Kesib) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.

esb-i saba-refter / esb-i sabâ-refter

  • Rüzgâr gibi giden at. (Farsça)

ezib

  • Rezil, âdi ve aşağılık kimse.
  • Kıble rüzgarı.
  • Riyh-u cenub ile Sâbâ arasında esen yel.
  • Sevinmek, ferah ve neşat.

ferag

  • Serin serin esen rüzgâr. (Farsça)

fırışka

  • Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.

fırtına

  • Şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.
  • Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
  • Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

gaser

  • Rüzgârın çukur yere getirip yığdığı.

hacuc

  • Şiddetli esen rüzgâr.

hady

  • Evmek, acele etmek.
  • Rüzgârın esmesi.

hafif / hafîf

  • Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama.

hanun

  • Gümleyerek esen rüzgâr.

harcef

  • Soğuk rüzgâr.

harka'

  • Kulağı delik koyun.
  • Çeşitli yönlerden esen rüzgâr.

harur

  • Sıcaklık. Güneşin kızgınlığı.
  • Gece esen sıcak rüzgâr.

hasb

  • (Çoğulu: Havâsıb) Taş atmak.
  • Ufak taşları savuran rüzgâr.

hasıb

  • Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.

hava-i nesimi / hava-i nesîmî

  • Hafif ve hoşça esen rüzgâr, tatlı, hoş hava.

hava-yı nesim / havâ-yı nesîm

  • Hoş ve hafif rüzgar havası.

hava-yı nesimi / havâ-yı nesîmî

  • Tatlı ve hoş bir şekilde esen rüzgar.

havasıb

  • (Tekili: Hâsıb) Şiddetli rüzgârlar, fırtınalar.

hazrec

  • Sert rüzgâr.
  • Güney rüzgârı.

hebib / hebîb

  • Rüzgâr, yel.

heduc

  • Eserken gümleyen rüzgâr.

hellab

  • Yağmurlu soğuk rüzgâr.

hemheme

  • Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
  • Aslan bağırması.
  • Deve sesi.
  • Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
  • Rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi.

hemime / hemîme

  • Yumuşak rüzgâr.
  • Ufak taneli yağmur.

hevc

  • (Çoğulu: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak.
  • Rüzgârın sert esmesi.

hevheve

  • Ağacın yapraklarının rüzgâr esmesi ile çıkardığı sesler. (Farsça)

hevheve-i yaprak / هَوْهَوَۀِ يَاپْرَاقْ

  • Yaprağın rüzgarın esmesi ile çıkardığı ses.
  • Yaprakların rüzgarın esmesiyle çıkardığı ses.

heyf

  • Sıcak rüzgâr.

heyr

  • Rüzgâr adı.
  • Sağlam ve sert taş.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

hizab

  • Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga. (Farsça)

hubak

  • (Çoğulu: Hubek) Suya ve kuma rüzgârın etkisiyle yol yol görünen yerler.

hübub

  • Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi.

hübub-i riyah / hübub-i riyâh

  • Rüzgârların esmesi.

hüvf

  • Soğuk rüzgâr.

huz

  • Tuz ağacı dedikleri nesnedir ve denize yakın yerlerde posası denize düşüp rüzgârla dalga döve döve kehribar olur.

ı'sar

  • Hafif esen rüzgâr.

irtiyah

  • (Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme.
  • Rüzgârlanıp rahatlama.

ıskarso

  • İtl. Yelkenleri doldurur dik rüzgâr.
  • Geminin götürü olarak kiralanması.

jirnet

  • Fırıldak. Rüzgârın istikametini gösteren âlet.

karia / kâria

  • (A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet.
  • Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler.
  • Peygamberimiz'in (A.S.M.) düşman üzerine saldığı asker grubu.
  • Pek şiddetli rüzgâr.
  • Pek şiddetli rüzgâr,
  • Ansızın gelen büyük belâ.
  • Kıyamet.
  • Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.

kasıf

  • Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
  • Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.

kasırga

  • Çevrintili rüzgâr. Tozu ve toprağı birbirine katarak, ağaçları sökerek bir an esip kesilen rüzgâr.

kaur

  • Çok derin.
  • Çöllerde, rüzgârların esmeleri sebebiyle yığılan kum tepeleri. Kumullar.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kavasıf

  • (Tekili: Kasıf) Şiddetli esen rüzgârlar. Fırtınalar.

kerkere

  • Tavuğa çağırmak.
  • Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.

kıble / قبله

  • Kâbe-i Muazzamanın bulunduğu Mekke-i Mükerreme ciheti. Kıble tarafı, güney.
  • Cenubdan esen rüzgâr.
  • Kâbe tarafı. (Arapça)
  • Güney. (Arapça)
  • Güney rüzgarı. (Arapça)

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

lakıh / lâkıh

  • (Çoğulu: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr.
  • Yağmur yağdıran rüzgâr.
  • Karnında yavrusu olan hamile deve.

lodos

  • Güneyden esen ılık yel, rüzgâr.

mahfuz liman

  • Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.

mahr

  • (Çoğulu: Mevâhır) Yarmak.
  • Yükseltmek.
  • Rüzgârın çıkardığı gürültü.

mahve

  • Kuzey rüzgârı.

mecnub

  • Güney rüzgârı yetişen kişi.
  • Akciğer zarı iltihabı olan kişi.

mehabb

  • (Tekili: Mehebb) Rüzgârın estiği yerler.

mehebb

  • (Çoğulu: Mehâbb) Rüzgârın estiği yer.

meltem

  • Yaz mevsiminde karadan denize doğru esen rüzgâr.

meravih

  • (Tekili: Mirvaha) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar.

mervaha

  • (Çoğulu: Merâvih) Ova, çöl. Her tarafından rüzgâr esen yer.

mikyas-ür riyah

  • Rüzgâr hızını tâyin eden âlet.

mis'

  • Şimal yeli, kuzey rüzgârı.

mütenessim

  • (Nesim. den) Rüzgâr kokusu olan. Rüzgâr koklıyan.

nahir

  • Çürümüş kemik.
  • İçine rüzgâr girip çıkmakla öten kemik.

nahire

  • Ufalanmış.
  • Çürümüş.
  • Rüzgârla savrulur, yel estikçe ses verir, delik deşik olmuş kemik.

neec

  • Yel esmek, rüzgâr esmek.
  • Yalvarmak, tazarru etmek.

nefh

  • Rüzgâr esmek.
  • Güzel kokunun yayılması. Kokmak.
  • Vurmak.
  • Def'etmek, kovmak.
  • Vuruşmak, kat'etmek.

nefha

  • Koku. Rüzgârın hafif esişi. Azıcık koku.

nehire

  • Çürümüş, ufalanmış, rüzgârla savrulur. Delik deşik, göz göz olmuş.
  • Rüzgâr estikçe ses verir kemik, çürümüş kemik. (Nâhir de denir)

nekba

  • Esince adamı eğip düşüren rüzgâr. Fırtına.

neş'

  • Yiğit olmak.
  • Yüksek olmak.
  • Rüzgâr esmek.
  • İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak.

nesaim

  • (Tekili: Nesim) Hafif ve lâtif rüzgârlar.

nesem

  • Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
  • Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.

nesim / nesîm

  • Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.
  • Hoş ve hafif rüzgâr.
  • Hoşa giden rüzgâr.

nesim-i nevbahar / nesim-i nevbahâr

  • İlkbahar rüzgârı, tan yeli.

nesim-i seher / nesîm-i seher

  • Lâtif sabah rüzgârları.
  • Seher rüzgârı, tan yeli, tatlı sabah rüzgârı.

nesim-i subh

  • Sabah rüzgârı.

nesim-i subh-dem

  • Sabah vakti esen rüzgâr, sabah rüzgârı.

nesimi / nesimî

  • Hafif hafif ve lâtif bir tarzda esen rüzgârla ilgili.

nikabet / nikâbet

  • Rüzgârın ters yönlerden esmesi.

nis'

  • (Çoğulu: Ensu') Gizlemek.
  • Gitmek.
  • Sarkık olmak.
  • Kuzey rüzgârı.

nüami / nüamî

  • Güney rüzgârı.

orsa

  • Yelkenleri mümkün olduğu kadar rüzgârın estiği cihete yaklaştırarak seyretmek hâli.
  • Geminin sol tarafı, iskele.

pür-bad / pür-bâd

  • Kibirli. (Farsça)
  • Çok rüzgârlı. (Farsça)

ramis

  • Toprağı her yöne sürüp savuran rüzgâr.

ravh

  • Rahatlık. Rahmet ve kolaylık.
  • Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa.
  • Koklamak.

revc

  • (Revac) Geçmek.
  • Rüzgârın karışık esmesiyle ne taraftan geldiği belli olmaması.

revgan

  • Yağ. (Farsça)
  • Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık. (Farsça)
  • Üstü yağ gibi kayan parlak nesne. (Farsça)
  • Parlak deri. (Farsça)

revh

  • İç açıklığı. Rahat.
  • Rahmet.
  • Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.

reyde

  • (Çoğulu: Ruyud) Dağın sivri ve yumru tarafı.
  • Yavaş ve yumuşak esen rüzgâr.

rih

  • Rüzgar, yel.
  • Sızı, romatizma.
  • Mc: Galebe, kuvvet. Rahmet.
  • Devlet. Hoş ve iyi şey.
  • Koku.

rih-ı reyhan

  • Hoş ve güzel kokulu rüzgâr.

rihireyhan / rîhireyhan

  • Hoş kokulu rüzgâr.

riyah

  • (Tekili: Rih) Rüzgârlar, yeller.
  • Letaif ve in'amlar.
  • Mc: Galebe, kuvvet, rahmet, devlet.
  • Mazarrat.

ruha

  • Ferahlık.
  • Yumuşak rüzgâr.

saba / sabâ

  • Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
  • Gün doğusundan esen hoş ve lâtif rüzgâr.
  • Hoş bir rüzgâr.

saba-beraber

  • Sabâ rüzgârı gibi lâtif ve hafif. (Farsça)

sabareftar

  • (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. (Farsça)
  • Hoş ve lâtif yürüyüşlü. (Farsça)

safal

  • Alçaklık.
  • Rüzgârın dokunduğu yer.

safine

  • (Çoğulu: Sevâfin) Yel, rüzgâr, riyh.

safiye

  • (Çoğulu: Sevâfi) Toz.
  • Rüzgâr, yel.

samm

  • Zehirleyen. Ağulu.
  • Sam Yeli denen öldürücü rüzgâr.

samyeli

  • Sıcak memleketlerde esen bunaltıcı rüzgâr.

sandid

  • Bela.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Şiddetli yağmur ve rüzgâr.

sarasır

  • (Tekili: Sarsar) şiddetli ve gürültülü rüzgârlar.

sarsar

  • Gürültü ile gelen pek soğuk rüzgâr, yel. Kasırga.
  • Ağustos böceği.

şefan

  • Yağmurlu soğuk rüzgâr.

sefasif

  • (Tekili: Sefsâf) Yerden toz kaldırarak esen rüzgârlar.

şefşaf

  • Soğuk yumuşak rüzgâr.

seham

  • Sıcak günlerde havada iplik iplik olduğu hayâl edilen nesneler.
  • Sıcak esen rüzgâr.

sehek

  • Balık kokusu.
  • Demir pası.
  • Rüzgârın yerden savurduğu toprak.
  • Bir şeyin pis pis kokması.

şemul

  • Sâfi halis şarap.
  • Kıble mukabilinden esen rüzgar.

semum / semûm

  • Zehirli şey.
  • Sam yeli.
  • Gündüz vakti sıcak çölde esen pek sıcak rüzgar olup, bitki ve hayvanları mahveder.
  • Yakıcı rüzgâr.

seyhek

  • Katı yel. Şiddetli rüzgâr.

sika

  • (Çoğulu: Sıyak) Yel, rüzgar, riyh.
  • Ses.

sikr

  • Rüzgârın eserken dinmesi.

sırre

  • Soğuk rüzgâr. Şiddetli soğuk.
  • Şiddetli sayha, çığlık.

suba

  • (Çoğulu: Esbâ) Gece ile gündüz eşit olduğunda gündoğusundan esen rüzgâr.

sühnun

  • Rüzgârın ve yağmurun evveli.

sühuk

  • Şiddetli rüzgâr. Katı yel.

şurta

  • (Yelkenliye) uygun rüzgâr.
  • Önde gidip düşmanla savaşan asker.
  • Polis, jandarma.

tasbih

  • Rüzgârdan dolayı otun kuruması.
  • Sütü su ile karıştırıp içirmek.

teezzüb

  • Her yönden rüzgârın esmesi.

tenşib

  • Saplama, sokma.
  • Rüzgâr esme.

tündbad / tündbâd

  • Sert rüzgâr, kasırga. (Farsça)

ufk

  • Kıyı, kenar.
  • Rüzgârın estiği cihetler.
  • Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler.
  • Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.

yel

  • Rüzgâr.

za'zaa

  • Doldurmak.
  • Ayırmak.
  • Rüzgâra savurmak.

zenyan

  • Men'etmek, engel olmak. Kabul etmemek, reddetmek.
  • Evmek, acele etmek.
  • Rüzgârın sert esmesi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın