REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Rucu ifadesini içeren 229 kelime bulundu...

afk

  • Rücu etmek, dönmek.
  • Kaybolmak.

arc

  • Mekke ile Medine arasında bir mevzi.
  • Deve sürücüsü.

avdet

  • Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'.

ayyab

  • Kusur görücü, ayıb gören.

azm-i terkova

  • Tıb: Köprücük kemiği.

bab / bâb

  • Kapı.
  • Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
  • Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad.

babur

  • (Zahirüddin Muhammed) Hindistan'da büyük Müslüman Türk devletinin kurucusu ve Timur'un beşinci göbekten torunudur. Fergana Emiri olan babası Ömer Şeyh'in ölümünden sonra tahta geçmiştir. (1494)

bani / bâni / bânî / بَان۪ي

  • Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden.
  • Binâ eden; kuran, kurucu.
  • Kurucu.

basir / basîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Gizli ve açık her şeyi hakkıyle görücü.

ber

  • Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır) (Farsça)
  • Göğüs, sine, bağır, sadır. (Farsça)
  • Fayda. (Farsça)
  • Hamil. (Farsça)
  • Hıfz. (Farsça)
  • Yan. (Farsça)
  • Taraf. (Farsça)
  • Nâkil. Götürücü. (Farsça)
  • Meyve. (Farsça)
  • Yaprak. Varak. (Farsça)
  • Meme. (Farsça)
  • Genç kadın. (Farsça)
  • E (Farsça)

berid

  • Postacı. Haberci. Elçi.
  • Sürücü.
  • Dört fersah mesâfe.

besere-i habise

  • Çıktığı yeri kangren eden ve adına da kara kabarcık denen öldürücü bir hastalık.

bin / bîn

  • Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir. Meselâ: (Farsça)

bina

  • Gören, görücü. (Farsça)
  • Göz. (Farsça)
  • Yapı, ev.
  • Yapma, kurma.
  • Göz, gören, görücü.

binende

  • Görücü, gören. (Farsça)
  • Tedbirli, ilerisini düşünen, akıllı. (Farsça)

buda

  • Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır.
  • Budizmin kurucusu.

büka-alud / bükâ-âlûd

  • Ağlatıcı, gözyaşı döktürücü. (Farsça)

büka-engiz / bükâ-engiz

  • Ağlatıcı. Gözyaşı döktürücü. (Farsça)

cabir / câbir

  • Cebredici, zorla yaptıran.
  • Galib gelen.
  • Şefkatsiz, merhametsiz.
  • Tekebbür ve taazzüm eden.
  • Aziz ve kavi olan.
  • Tıb: Kırıkçı, çıkıkçı.
  • Cebir ilminin ilk kurucusu olan müslüman âlimi.

cadib

  • Kusur görücü. Başkalarının noksan taraflarını gören.

calis

  • (Çoğulu: Cüllâs) Oturan, oturucu, cülûs eden. Tahta çıkan.

can-geza

  • Ruh sıkıcı, can sıkıcı. Tehlikeli olan, öldürücü. (Farsça)

canşikar / canşikâr

  • Öldürücü. (Farsça)
  • Mc: Can avlayan veya öldüren. Sevgili, mahbub. (Farsça)

caris

  • Yaygaracı, geveze, terbiyesiz, güldürücü. Çala çaldıran.

carub-zen / cârûb-zen

  • Süpürücü, çöpçü. (Farsça)

çarub-zen / çârub-zen

  • Süpürücü. (Farsça)

cebin-say / cebin-sây

  • Alın sürücü, alın süren. (Farsça)

cemiyetçi

  • Topluluk teşkil eden, dernek kurucusu.

cemmal

  • Deveci, deve süren, deve sürücüsü.

cevab-ı müskit / cevâb-ı müskit / جَوَابِ مُسْكِتْ

  • Susturucu cevab.

cirsam

  • Divanelik, delilik.
  • Öldürücü zehir.
  • Zatülcenb.

cübu'

  • Tehir etmek, sonraya bırakmak.
  • Yönelmek, rücu etmek.

cuş-aver / cûş-aver

  • Coşturucu, coşmaya sebep olucu. (Farsça)

darib

  • (Darb. dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve.
  • Ağaçlı yer.
  • Karanlık gece.
  • Vurucu, vuran. Darbeden, çarpan. Döven.

dellal / dellâl

  • Duyurucu, ilân edici.

dellal-i alişan / dellâl-i âlişân

  • Şânı yüksek olan duyurucu, tebliğ edici

dellal-ı azam / dellâl-ı âzam

  • En büyük duyurucu, ilân edici.

dellal-ı muhterem / dellâl-ı muhterem

  • Saygıdeğer ilan edici, duyurucu.

dıhk-aver / dıhk-âver

  • Güldüren, güldürücü. (Farsça)

ebred / ابرد

  • Dondurucu soğuk, çok soğuk. (Arapça)

ebsar

  • (Tekili: Basar) Gözler. Dikkat sahipleri. Görücüler.

ecvibe-i müskite

  • Susturucu cevaplar.

efgen

  • (Figen) Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı. (Farsça)

entimem

  • yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen

esbtaz

  • At koşturucu, at koşturan. (Farsça)
  • At koşturacak meydan, saha. (Farsça)
  • Her şemsî ayın onsekizinci günü. (Farsça)

esrar

  • (Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
  • Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
  • Elinde ve el ayasında olan hatlar.

et-tevvab

  • Tevbeleri kabul edici olan Allah. Kendine tevbe ve rücu' eden kulları çok. Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi afv u rahmeti ile bahtiyar eder.

etlad

  • Evde doğan câriyeler.
  • Eski mal.
  • Damızlık denilen doğurucu hayvan.

evbe

  • Rucu etmek. Geri çekilmek, dönmek.

evvab

  • (Evb. den) Rücu' eden. Geri dönen.
  • Günahlardan tevbe edip hakkı kabul eden.

eybe

  • Rücu' etmek.
  • Gurub etmek, batmak.

eyd

  • Rücu' etmek.
  • Avdet etmek.

fatr

  • Bir şeye başlamak.
  • İcab eylemek.
  • Yarık, çatlak.
  • Yarmak.
  • Yaratmak.
  • Oruç tutanın orucunu açması.

fecr-i sadık / fecr-i sâdık

  • Fecr-i kâzibi tâkibeden tam karanlıktan sonraki beyazlık. Sabah namazının ve orucun başlama vakti.

fela cerem / felâ cerem

  • Şüphesiz. Muhakkak.
  • Düşündürücü değil.

feraşet

  • Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe-i şerifeyi süpürenin hizmeti.

ferma / fermâ

  • Buyurucu. Emredici. Âmir. (Farsça)
  • Buyurucu.

fevak

  • İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi.
  • Rahat.
  • Rücu.
  • Uzun boyunlu bir nevi su kuşu.

fey'

  • Ganimet. Harbde elde edilen mal.
  • Rücu'.
  • Haraç.
  • Zeval vaktinden sonraki gölge.

figen

  • Yıkıcı, düşürücü, atıcı. (Farsça)

fügen

  • Yıkıcı, atıcı, düşürücü. (Farsça)

gaddar

  • Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden.

habıt

  • Susturucu.
  • Batıl kılan. İptal ettiren.
  • Değersizleşen.

haciri / hacirî

  • Yapıcı, kurucu.

hamir-gar / hamîr-gâr

  • Hamurcu, hamur yoğurucu. (Farsça)

handebahşa

  • Güldürücü, tebessüm ettirici. (Farsça)

handebar

  • Güldüren, güldürücü. (Farsça)

handeferma

  • Güldürücü, güldüren. (Farsça)

hanis / hanîs

  • Yeminini bozan, ahdinde durmayan. Rücu' eden. Te'hir eyleyen.

haşhaş

  • Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki.
  • Hazırlıklı.
  • Silâhlı ve zırhlı topluluk.

haşşaş

  • Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.

hassas bölgeler

  • Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsler (Türkçe)

hastgar / hâstgâr / خواستگار

  • Görücü. (Farsça)

hastgari / hâstgârî / خواستگاری

  • Görücülük. (Farsça)

hatıf

  • Süratli kapıp götürücü.
  • Göz kamaştırıcı şimşek.

havl

  • Güç. Kuvvet.
  • Muhit, etraf.
  • Yıl, sene.
  • Tahavvül, inkılâb.
  • Geçmek.
  • Bir hâlden bir hâle dönmek.
  • Rücu etmek.
  • Sıçramak.
  • Hile.

havr

  • Rücu etmek, dönmek.
  • Eksiltmek, noksan etmek.

hazaze

  • Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.

helahil

  • (Tekili: Hülhül) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu.

helahil-riz

  • Öldürücü zehir saçan. (Farsça)

helhel

  • Seyrek, ince, dakik şey.
  • Öldürücü zehir.

hıred-fersa

  • Akıl yorucu. (Farsça)

hülhül

  • (Çoğulu: Helâhil) Öldürücü zehir.

hümeze

  • (Hemz. den) Dürtüştürücü, kırıcı, ısırıcı, sıkıcı.
  • El ve kaş işâretleri ile ayıplama.
  • Bir kişinin ardından ayıplarını söyleyen. Gammaz.

hunhar

  • Kan içici. Zâlim. Kan akıtan. Öldüren, öldürücü. (Farsça)

hunus

  • Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek.
  • Örtülü olmak.
  • Tehir etmek, sonraya bırakmak.

ibret

  • Uyanıklığa sebeb olan ders.
  • Çok çirkin ve düşündürücü.
  • Tuhaf, acâyip.

ibretli

  • Düşündürücü, ders verici.

iftar / iftâr

  • Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması.
  • Oruç tutmama, yime.

imam-ıa'zam ebu hanife / imâm-ıa'zam ebû hanîfe

  • Ehl-i sünnet ve'l-cemâatın ameldeki dört mezhebinden biri. Hanefî mezhebinin kurucusu.

imsak / imsâk / امساک

  • Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Hapsetmek.
  • Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
  • Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
  • Orucun başlangıç saati. (Arapça)

ısdar

  • (Sudur. dan) Çıkarma, çıkarılma, sudur ettirme.
  • Deveyi sudan geri döndürmek.
  • Rücu ettirmek, geri döndürmek, vazgeçirmek.

kadiyanilik / kâdiyânîlik

  • On dokuzuncu yüzyılda, Hindistan'da Mirzâ Gulâm Ahmed tarafından kurulan bozuk yol. Kurucusunun doğum yeri olan Kâdiyan kasabasına nisbetle bu adla anılmaktadır. İsmine nisbetle, Ahmediyye de denilmektedir.

kahkaha'

  • Öldürücü bir yılan.

kahkariye

  • Geri dönme. Rücu'.

kaid

  • (Kuud. dan) Oturan, oturucu, oturmuş.

kanaat-bahş

  • Kanaat verici, tatmin eden, doyurucu.

kayım

  • Durucu, duran.
  • Kılıç kabzası.

kayyum / kayyûm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaratıcı ve mahlûkları yerlerinde ve varlıkta durdurucu.

keffaret-i savm / keffâret-i savm

  • Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.
  • Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.

kelal-aver / kelâl-âver

  • Yorgunluk ve bıkkınlık veren. Sıkıcı, yorucu. (Farsça)

kelal-bahş / kelâl-bahş

  • Sıkıcı, yorucu. Yorgunluk getiren. (Farsça)

kelime-i gaddare

  • Kahredici, öldürücü, zâlim ve merhametsiz söz.

kub

  • "Vuran, vurucu, döven" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: (Leked-kub: Tekme vuran) (Farsça)

kuban

  • (Tekili: Kub) Vurucular, dövücüler. (Farsça)
  • Vurarak, döverek mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

kuhkub

  • Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan. (Farsça)
  • Kuvvetli at veya katır. (Farsça)
  • Kale veya sur döven top. (Farsça)

küş

  • "Öldüren, öldürücü" mânalarına gelerek tamlama yapmada kullanılır. Meselâ: Düşman-küş: Düşman öldüren. (Farsça)

küşende

  • Öldüren, katil, öldürücü. (Farsça)

kuşluk vakti

  • Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.

kuttal

  • (Tekili: Katil) Katiller, öldürücüler, öldürenler. Katledenler.

lafz-ı müşebbi' / lâfz-ı müşebbi'

  • Doyurucu, tatmin edici söz.
  • Doyurucu, tatmin edici söz.

madahik

  • (Tekili: Madhek) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar.

maliki mezhebi / mâlikî mezhebi

  • Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri. Kurucusu İmâm-ı Mâlik bin Enes'tir.

masir / masîr

  • (Çoğulu: Masâyi) (Sayruret. den) Sürüp giden.
  • Karargâh.
  • Suyun aktığı yer.
  • Rücu etmek, dönüp gitmek.
  • Dönüp varılacak yer.

meal / meâl

  • (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum.
  • Mânası. Kısaca mânası.
  • Kaymak.
  • Husul yeri, peyda olunacak yer.
  • Son, sonuç.

mehamm

  • (Tekili: Mühim) Mühim şeyler. Kıymetli işler. Umur-u azime.
  • Düşündürücü şeyler.

mensec

  • (Nesc. den) Bez, çulha vs. dokunan yer. Örücü işyeri. Trikotaj atelyesi.

meraci'

  • (Tekili: Merci) Rücu edilecek ve dönülecek yerler.
  • Mürâcaat edilerek başvurulacak kimse veya yerler.

merak-aver / merak-âver

  • Merak verici, düşündürücü.

merakaver / merakâver

  • Merak verici. Düşündürücü. Meraklandırcı. (Farsça)

mesab

  • Rücu edecek, geri dönecek yer. Kuyu ağzında su çeken kimsenin durduğu yer.
  • Havuz ortası.
  • Suyun biriktiği yer.

metab

  • Tevbe etmek.
  • Rücu etmek, geri dönmek, caymak, vazgeçmek.

mevr

  • Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.
  • Suyun yeryüzüne yayılması.
  • Hayvanlardan yün almak.
  • Yol, tarik.
  • Toz, gubar.
  • Rücu etmek, döndürmek.

mezheb-i azami / mezheb-i âzamî

  • İmam-ı Âzamın kurucusu olduğu Hanefi Mezhebi.

mıt'an

  • (Çoğulu: Metâin) At sürücüsü.

muaviye / muâviye

  • Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe.

mubsır

  • Görücü, gösterici, görünen, bilici, bildirici, vazıh ve âşikâr.
  • Mantık. Kelâm ve seyrin mutediline denir.

mudhik

  • Güldürücü, güldüren, maskaralık ederek halkı güldüren.

müessis / مؤسس

  • Kuran, kurucu.
  • Tesis edici, kurucu.
  • Kurucu, te'sis edici. Te'sis eden, kuran, temel atan.
  • Kanun ve usul gibi şeyleri vaz'edip temelleştiren.
  • Kurucu. (Arapça)

müessis-i devlet

  • Devlet kuran. Bir devletin kurucusu.

müessisin / müessisîn

  • (Tekili: Müessis) (Esas. dan) Meydana getirenler, tesis edenler. Kurucular, kuranlar.

müftir

  • İftar eden.
  • Orucu bozan şey.

müftirat

  • Orucu bozan şeyler.

muğni / muğnî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.

muhaddir / مخدر

  • Uyuşturucu ilâç.
  • Uyuşturucu. (Arapça)

muhaddirat

  • (Tekili: Muhaddire) Uyuşturucu ilâçlar.

mühimm

  • Düşündürücü.
  • Değeri çok fazla. Kıymetli.
  • Lâzım ve muktezi olan.

mühlik / مهلك

  • Helâk eden. Öldüren. Öldürücü. İfsad eden. Bozan. Kıtal.
  • Öldürücü. (Arapça)

muhtariyye / muhtâriyye

  • Şia fırkasının kollarından biri. Bu fırkaya Keysâniyye ve Bedâiyye de denir. Kurucusu Muhtâr bin Ebî Ubeyd es-Sakafî'dir.

mukayyi / مقيىء

  • Kusturucu. (Arapça)

mukayyiat

  • (Tekili: Mukayyi) Kusturucu ilâçlar.

müksif

  • Kalınlaştırıcı.
  • Tortu çöktürücü.

mülzim

  • İlzam eden, susturucu.
  • Lüzumlu gören. Gerektiren.
  • Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.

münazzıc

  • Yumuşatıcı. Öldürücü.

münevvim

  • Uyutucu, uyuşturucu.

münkaleb

  • Rücu etmek, geri dönmek.

müracaat

  • (Rücu'. dan) Geri dönmek.
  • Baş vurmak, izin almak için veya bir iş için alâkadarlarla görüşmek.
  • Mütalâa istemek, danışmak.

mürteci'

  • (Rücu'. dan) Geri dönen, geri dönmek isteyen. İrticâa giden.
  • Her cihetle en yüksek saadet ve selâmete sevkeden İslâmiyete muhalefetle İslâmdan önceki câhiliyet ve ahlâksızlığa dönmek isteyenlerin vasfı.
  • İslâmiyete muhalif olanların; hakikat, İslâmiyet ve iman fedakârlarına, İ

müşebbi'

  • Tokluk verici, doyuran, doyurucu.

müsebbitat

  • Uyuşturucu, bayıltıcı, dondurucu ilâçlar.

müsekkit / مسكت

  • Susturucu. (Arapça)

müşerri / müşerrî

  • Şeriatın kurucusu.

müşerri'

  • Teşri' eden. Şeriatın kurucusu. Şeriat kanununu meydana getiren.

müskit

  • Susturucu.

muslib

  • Vurucu, vuran, dârib.

müzca

  • Sürücü, süren.
  • Kâmil olmayan kişi. Olgunlaşmamış insan.

nafih

  • (Nefh. den) Üfürücü, üfleyici.

nahis

  • Vuran, vurucu.
  • Devenin kuyruğunda veya göğsünde olan uyuz.

nakis

  • Bozan, çözen, üzen veya dağıtan.
  • Rücu eden. Dönen.

nakz-ı sıyam

  • Orucu bozmak.

narkotik

  • yun. Afyon, morfin gibi uyuşturucu maddelerin genel adı.

nasreddin hoca

  • (Mi: 1208 -1284) Mizahlı, güldürücü sözleri ile meşhur bir zâttır. Akşehir, Sivrihisar Medreselerinde okumuş, Selçuklular zamanında yaşamıştır.

nazır / nâzır

  • Gören, görücü.
  • Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelend

neccaş

  • Hayvan sürücüsü.

necmeddin-i kübra

  • (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et

nergis

  • (Nerges - Nercis) İri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. Suyu, uyuşturucudur. Mahmur bakışı andırır.

nişinende

  • Oturan, oturucu. (Farsça)

nükub

  • Rücu' etmek, geri dönmek.
  • Udul etmek, ayrılmak.
  • (Tekili: Nekbet) Tâlihsizlikler, şanssızlıklar. Felâketler, musibetler, düşkünlükler.

nurdan sesler

  • Ali Ulvi Kurucu tarafından yazılan bir şiirin başlığı.

nütuc

  • Doğurucu hayvan.
  • Doğurması yakın olan.

nüza

  • Koyunda olan öldürücü bir hastalık.

orhan gazi

  • (Mi: 1288 - 1359) Osmanlı Devletinin kurucusu olan Babası Osman Gazi vefat edince (1326) Onun yerine tahta geçti. Onu yetiştiren, Hocası Şeyh Edebâli idi. Genç yaşta gazi akıncılar arasına karıştı, çok cesur ve atılgandı. Akıncı Gaziler onun oğlu Süleyman Paşa kumandasında Rumeli'ye geçtiler. Türbes

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

oruç keffareti / oruç keffâreti

  • Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.

pir / pîr / پير

  • Yaşlı, ihtiyar. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Bir tarikatın kurucusu. (Farsça)
  • Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi. (Farsça)
  • Reis; herhangi bir meslek veya sanatın kurucusu, başlatıcısı.
  • Yaşlı. (Farsça)
  • Tarikat kurucusu. (Farsça)

pir-i fani / pîr-i fânî

  • Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok yaşlı olan.

pürsan

  • (Pürsâ) Soran, sorucu. (Farsça)

raci'

  • (Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden.
  • Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik.
  • Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.

rai

  • (Rü'yet. den) Görücü, gören.
  • Gr: R harfiyle alâkalı. R harfine mensub.

raib

  • Göz bağlayıcı, büyücü.
  • Doldurucu.

ramazan

  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

ramazan-ı sükut / ramazan-ı sükût

  • Sessizlik ramazanı, sessizlik orucu.

ran / rân

  • Bacağın uyluk kısmı. Uyluk. (Farsça)
  • Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren. (Farsça)
  • "Süren, sürücü" mânâsında son ek.

rec'

  • Geri döndürmek.
  • Döndürülmek.
  • Yağmur.
  • Menfaat, fayda.
  • Rücu' etmek veya ettirmek.

rey'

  • Arpa, buğday, tahıl.
  • Rücu', geri dönme, avdet.
  • Ziyade, çok.

rüc'a

  • Rücu' mânâsına mastar.

rüceme

  • (Çoğulu: Rucâm-Rucum) Büyük taş.

ruhsat

  • (Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
  • Genişlik.
  • Kolaylık.
  • Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
  • İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.

sa

  • (-Sây) Sürücü, süren. (Farsça)

sadare

  • Rücu etmek, geri dönmek.
  • Doğmak.

sadr

  • Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi.
  • Kalb, göğüs, ön.
  • Meclisin önü ve en muteber yeri. Reisin oturduğu yer.
  • Rücu.
  • Bir aruz kalıbı.
  • Baş, reis, başkan.
  • Oturulacak yerlerin en iyisi.

şafii / şâfiî

  • İmâm-ı Şâfiî'nin meşhur adı, Şâfiî mezhebinin kurucusu.
  • Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinde olan kimse.

şaklaban

  • Şen şatır, hoppa. Avutucu, aldatıcı. Güldürücü, soytarı.

samm

  • Zehirleyen. Ağulu.
  • Sam Yeli denen öldürücü rüzgâr.

sarban

  • Deve sürücüsü. Deveci. (Farsça)

sari

  • Süren, sürücü. (Farsça)

şari-i hakiki / şâri-i hakikî

  • Şeriatın kurucusu ve gerçek sahibi olan Allah (c.c.).

şazeli / şazelî

  • (Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b

semm-i katil

  • Öldürücü zehir.
  • Öldürücü zehir.

semm-i kàtil

  • Öldürücü zehir.

semmikatil

  • Öldürücü zehir.

sevb

  • (Çoğulu: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.)
  • Rücu' manasına mastar.

şeyh

  • Bir tarîkatın kurucusu veya başı.

sünusi / sünusî

  • (Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy

sürü

  • Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.

taftir

  • Orucunu açmak.

tahvir

  • Rücu ettirmek, döndürmek.
  • Ağartmak, beyazlatmak, tebyiz.

tatminkar / tatminkâr

  • Doyurucu, ikna edici, memnun edici.

te'vil

  • (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "Evl: " den alınmıştır. Müfessirlerce: Bir âyet-i kerimenin mânasını bir nesneye irca' ile beyan etmektir. Bazılarınca da (Evvel: ) lâfzından alınmış olup kelâmı evveline sa

tefettü'

  • Rücu etmek, geri dönmek, vazgeçmek.

tefie

  • Eğilmek.
  • Rücu etmek, geri dönmek.

tenekkus

  • Rücu' etmek, geri dönmek.

teracu'

  • (Rücu. dan) Bir yere veya bir kimseye dönme.
  • Birinden ayrılma.
  • Dönme, vazgeçme.

terci'

  • (Rücu'. dan) Geri döndürme, geri çevirme.
  • Sesini yükseltmek.

terkuve / ترقوه

  • Köprücük kemiği. (Arapça)

teselli-amiz / teselli-âmiz

  • Teselli verici, avutucu, avundurucu.

tesevvür

  • Kadının çok doğurucu olması.

tevbe-i nasuh

  • Sâdık tevbe. Nasuh tevbesi. Rücu' ettiği günaha bir daha dönmemek veya tevbe eylediği günahı bir daha yapmamak için kasd ve niyet etmek ve bunda tam kararlı olmak.

udhukeperdaz / udhukeperdâz

  • Güldürücü, komik. (Farsça)

vakin

  • Oturucu, oturan.

vassad

  • Ören, örücü, dokuyan, dokuyucu.

vecenat

  • (Tekili: Vecne) Elmacıklar, yanaktaki yumrucuklar.

vecne

  • (Çoğulu: Vecenât) Elmacık, yanaktaki yumrucuk.

yezidiler / yezîdîler

  • Hazret-i Ali'ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka. İbâdiyye fırkasının kurucusu Abdullah bin İbâd'ın adamlarından Yezîd bin Enîse'ye uydukları için bu adı almışlardır. Emevî halîfelerinden Yezîd'in bunlarla hiçbir ilgi si yoktur.

zaika

  • (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.

zed

  • "Vurucu, vuran" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Guş-zed : Kulağa çalınan. Zeban-zed : Yayılmış söz.

zehr-i katil

  • Öldürücü zehir.
  • Öldürücü zehir.

zengar / zengâr

  • Bakır pası nev'inden bir mâden. Boyacılar kullanılır. Öldürücüdür. Yeşil renktedir.

zerdüşt

  • Mecûsîliğin kurucusu.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın