Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Raya
ifadesini içeren
431
kelime bulundu...
a / â / آ
Ünlem edatı ey, hey.
(Farsça)
İki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.
(Farsça)
açar
İştah açmaya yarayan turşu v.s.
(Farsça)
İnişli yokuşlu yer.
(Farsça)
Karıştırılmış, birleştirilmiş.
(Farsça)
acil
Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı.
Ahiret.
acir / âcir
Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren.
Malını kirâya veren.
ad / âd
Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı.
adem-i derk
Anlamama, kavrayamama.
adem-i fehm
Anlayamama, kavrayamama.
adem-i te'lifiyet / adem-i te'lîfiyet / عدم تأليفيت
Uzlaşamama, bir araya gelememe.
adese
Mercimek.
Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı.
afv-cu
Afv isteyen. Afv arayan.
ajanda
Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.
akciğer
Göğüs boşluğunu dolduran ve solunmağa yarayan bir organ. Ree.
akl
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
akl-ı külli / akl-ı küllî
Kâinatta görülen umumi ahenk. Her şeyi kavrayan akıl.
akl-ı maad
İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.
akrebe
Dişi akrep.
Çevik ve zeki cariye.
Ayakkabı bağcığı.
Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.
akvam-ı mazlume / akvâm-ı mazlume
Zulme uğrayan kavimler.
alet-i inkişaf / âlet-i inkişaf
Eşyanın derece ve miktarının ortaya çıkmasına yarayan âlet.
alfabe
Bir lisandaki sesleri gösteren harflerin, belli bir sıraya göre dizilmiş takımı.
(Fransızca)
Okuyup yazmayı yeni öğrenecekler için başlangıç kitabı.
(Fransızca)
Bir işin başlangıcı.
(Fransızca)
ambar
Zahire ve kuru gıdaları koymaya yarayan büyük depo.
amortisör
Otomobillerde veya diğer makinelerde sarsıntı, gürültü gibi şeyleri hafifletmeğe yarayan tertibat.
(Fransızca)
ampermetre
Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet.
(Fransızca)
ampul
İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe.
(Fransızca)
İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe.
(Fransızca)
arafat
Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muha
arasat meydanı / arasât meydanı
Öldükten sonra insanların ve diğer canlıların diriltilip toplanacakları meydan. Buraya mevkıf ve mahşer de denir.
arazi-i muhtekere / arâzi-i muhtekere
Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir ücret karşılığında kiraya verilen arazi. (Kiracı, kira bedelini her sene arâzi sahibine vererek o arâziyi devamlı sûrette elinde bulundurur.)
areometre
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
asayiş-cu / asâyiş-cu
Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen.
(Farsça)
ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf
Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D
Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
asvine
(Tekili: Sunvân) Elbise koymaya yarayan dolaplar. Gardroplar.
atad
İşe yarayan âletlerin takımı.
Büyük kadeh.
Hazırlık.
atardamar
Tıb: Kanın, kalbden vücudun her tarafına (akciğerlere de) gitmesine yarayan damar. Şiryan.
atlab
(Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
(Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
azab-ı müeccel / azâb-ı müeccel
Sonraya bırakılmış azap.
bahane-cu / bahane-cû
Bahane arayan, fırsat kollayan.
(Farsça)
banyol
Bu kelime; zindan, hapishâne mânâlarında kullanılırdı. Buraya katiller, hırsızlar ve beylik esirlerin satışa yaramıyanları konurdu.
bazar
Alış-veriş. Ahz ü itâ.
(Farsça)
Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar.
(Farsça)
Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık.
(Farsça)
bed-cu
Kötülük arayan. Kötülük düşünen.
(Farsça)
bedv
Zihinde bir şeyin peyda olması. Bir şey zâhir olma.
Başlama.
Sahraya çıkma.
bela-cu / belâ-cû
Belâ arayan. Belâsını istiyen.
belham
Çiftçilikte kullanılan saban. Çift sürmeğe yarayan âlet.
berhiz
Atılan, kalkan, sıçrayan. Zorbalık eden.
(Farsça)
berri / berrî / بَرِّي
Karaya ait.
Karaya ait.
berriye / بَرِّيَه
Toprağa, karaya ait.
Karaya âit.
berzede
Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
(Farsça)
bevk
Sıçrayıp binme.
Toplanma. Bir araya gelme.
Karışma, karmakarışık olma.
Su kaynağını karıştırarak açma.
bila-vasıta / bilâ-vasıta
Vasıtasız. Araya biri girmeden, doğrudan doğruya.
bina-dil
Basiretli. Kalbi hakikatı kavrayan.
(Farsça)
bolis çukuru
Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
çarecu / çârecû / چاره جو
Çare arayan.
(Farsça)
ceb'
(Çoğulu: Cebeât) Kızıl mantar.
(Çoğulu: Ecbu) Nakir dedikleri ağzı dar kap ki, içine su koyarlar.
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
cehan
Cihân, dünya, küre-i arz, arz.
(Farsça)
Sıçrayan, fırlayan, acele ve çabuk hareket eden.
(Farsça)
cehende
Fırlıyan, sıçrayan.
(Farsça)
Sıçramış, fırlamış.
(Farsça)
cem eden
Toplayan, bir araya getiren.
cem edilen
Toplanan, bir araya getirilen.
cem etme
Toplama, bir araya getirme.
cem' / جمع
Birleştirme, bir araya getirme.
İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.
Toplama.
(Arapça)
Çoğul.
(Arapça)
Cem' edilmek:
Toplanılmak.
(Arapça)
Cem' etmek:
Toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
(Arapça)
cem-i ezdad / cem-i ezdâd
Zıtların biraraya gelmesi.
cem-i kuvvet
Gücü toplayıp bir araya getirme, güç birliği.
cemaat / cemâat
Topluluk.
İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
cemeden
Bir araya getiren, toplayan.
cemr
İnsanların bir araya toplanması.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Ateş ve küçük taş vermek.
Bir kimseyi def etmek, kovmak.
çengel
Pençe.
(Farsça)
Bir şey asmağa yarayan alet.
(Farsça)
Orman, ağaçlık yer.
(Farsça)
cestan
Atlıyan, sıçrayan.
(Farsça)
cihetü'l-vahdet-i ittihad
Birliğin birlik yönü; birliği bir araya getiren yön.
cu / cû / جو
Arayan.
(Farsça)
Arama.
(Farsça)
cübu'
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
Yönelmek, rücu etmek.
cudi-i islamiyet / cudi-i islâmiyet
Her türlü helâket ve felâketlerden İslâmiyetle necat bulunacağını ifâde eden bir teşbihdir.Nasıl ki Nuh tufanında Nuhun (A.S.) gemisi Cudi Dağında karaya oturup kurtuldukları gibi.
cümma'
Bir araya gelerek toplanmış şey, küme.
çuval-duz
Çuval dikmeye yarayan iğne.
cuy / cûy / جوی
Arayan.
(Farsça)
Arama.
(Farsça)
cuyan
Arayan, arayıcı.
(Farsça)
cuyende / cûyende / جوینده
Arayan.
(Farsça)
dabb
(Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
Yaraya merhem sürmek.
Akmak.
Süt sağmak.
Yere yapışmak.
Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
Hurma çiçeği.
daffat
Devesini kiraya veren deveci.
dağıstan
Dağlık yer.
(Farsça)
Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi.
(Farsça)
dahamis
Bahadır, kahraman.
Karayağız, iri yapılı adam.
debbabe
Kale duvarlarını oymaya yarayan bir savaş aleti. Tank.
debkel
Bir araya toplanmış mal.
Derisi kalın, çirkin kimse.
deskere
Şehir ve kasaba, il ve ilçe.
(Farsça)
Hasta insan, eşya vs. taşımaya yarayan tahta.
(Farsça)
determinant
Denklemlerin çözümlerini rahatlıkla bulmaya yarayan matematiksel tablo.
(Fransızca)
devvare
Geo: Daireler çizmeye yarayan bir âlet, pergel.
dımar
Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi.
Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal.
Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç.
Gizli.
disam
Şişe ağzına konulan tıpa.
Yaraya bağlanan bez.
Kulak içine sokulan şey.
Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.
divan / dîvân / دیوان
Meclis.
(Arapça)
Padişah meclisi.
(Arapça)
Şairin şiirlerinin bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
ecir / ecîr
Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi.
Bir işi yapmak için kendi kuvvetini veya san'atını kirâya veren, çalışan kimse, işçi.
edhem
(Çoğulu: Dühem-Edâhim) Karayağız at.
edlem
Karayağız, siyah adam.
Kara eşek.
Uzun yanaklı.
Uzun boylu.
ehl-i azap
Azap ehli, azaba uğrayanlar.
ehl-i hak ve zekavet / ehl-i hak ve zekâvet
Doğru yoldan olan ve çabuk anlayıp kavrayan zekî kimseler.
ehl-i kusur
Kusur arayanlar.
ekonomi
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f
el-halim
Suçluların cezalarını derhal vermek iktidarında olduğu halde sonraya bırakan ve yumuşak muamele eden, çok halim. (Allah (C.C.)
emval-i zahire / emval-i zâhire
Sâime denilen hayvanlar ile bir kısım arazi mahsulâtı ve madenleri ile yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret mallarıyla, nakitler.
en'am / en'âm
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
erciye
Arkaya, sonraya bırakılan şey.
esmer / اسمر
Siyaha, karaya çalan kumral renk.
Rengi karaya çalan.
Karayağız, esmer, koyu tenli.
(Arapça)
ev'iye
(Tekili: Viâ) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler.
Damarlar.
fasid icare / fâsid icâre
Aslı İslâmiyet'e uyduğu hâlde, sıfatı uygun olmayan icâre (kirâya verme).
fasık-ı hasir / fâsık-ı hâsir
Bilerek günah işleyip zarara uğrayan.
felaketzede / felâketzede / فلاكت زده
Felakete uğrayan.
(Arapça - Farsça)
felsefe
Akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim.
felsefe-i maddiye
Her şeyi maddede arayan ve madde ile açıklamaya çalışan felsefe.
ferkadan
Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).
fitne-cu
Fesat arayan.
(Farsça)
garabet-cu
Tuhaf şeylere meraklı olan, garip şeyler arayan.
(Farsça)
gavvas / gavvâs
Çok gayretli. Çalışkan.
Suya dalan.
İnci arayan dalgıç.
Define arayan dalgıç.
gırre
Gaflet. Boş bir şeye aldanan.
Tevbeyi sonraya bırakıp, aldanan. Övünen, gururlu. Gâfil. İşe yaramaz.
haddas
(Hads. den) Anlayışlı, zeki, çabuk kavrayan.
hadim / hâdim
(Hidmet. den) (Çoğulu: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan.
İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan.
Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunla
hafr
Ahdinde durmamak.
Kiraya vermek.
haibin / haibîn
(Tekili: Hâib) Zarar ve ziyâna uğrayanlar.
Mahrum olanlar.
Me'yus olanlar, üzülenler.
hak-endiş
Hakkı düşünen. Hakkı arayan, doğruluk için endişe eden.
(Farsça)
hamail
(Tekili: Himâle) Tılsım, muska.
Kılıç kayışı, kılıcı bele bağlamaya yarayan kayış.
harf-gir
Her işte ayıp ve noksan arayan.
(Farsça)
hasir / hasîr / hâsir
Zarara uğrayan.
Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.
Zarara uğrayan, zarar eden.
haşir / hâşir
Toplayan, bir araya getiren.
hasir / hâsir / خاسر
Zarar eden, hüsrana uğrayan.
(Arapça)
hasiren / hâsiren
Ziyana uğrayarak, zarar gördüğü halde.
hasirun / hâsirun
Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar.
hasis / hasîs
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.
haşr
Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasâ
haşr-i emvat / haşr-i emvât
Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.
havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet
Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.
haybet-zede
Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan.
(Farsça)
haylulet / haylûlet
Yolu kapamak.
Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.
Araya girme.
Araya girip perde olma, kapama.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
hazine-i hassa / hazine-i hâssa
Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.
hazm
Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
Birisine ansızın hücum etmek.
Ansızın bir şey üzerine inmek.
Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini
helva-hane
İçinde helva pişirilen genişçe ve derinliği az tencere.
(Farsça)
Tar: Saray için her türlü tatlı yiyeceklerin yapılmasına yarayan saray mutfağının bir bölümü.
(Farsça)
helyostat
Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.
hem / هم
-deş, -daş anlamını verecek şekilde kelimeye türetmeye yarayan ön ek.
(Farsça)
Hem, üstelik.
(Farsça)
hem-sufre
Aynı sofraya oturan, sofra arkadaşı.
(Farsça)
heylulet / heylûlet
Araya girme, perdeleme, kapama.
hil'at-ı veda / hil'at-ı vedâ
Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.
hiss-i zahir / hiss-i zâhir
Zâhirde ve varlığın dış yüzünde olanları kavrayan hisler, duyular; görme, işitme, tatma duyuları gibi (Varlığın mânâ boyutu ile ilgili sezgi ve ihtisaslara vesile olan aklî, rûhî, kalbî, vicdanî hislere hiss-i bâtın denir.).
hiyazet
Toplama, bir araya getirme.
Bir şeyi kendine mal etme.
hiz / hîz
Atılan, kalkan, sıçrayan.
(Farsça)
hizan / hîzan
Kalkan, sıçrayan.
(Farsça)
Bitlis vilâyetine bağlı bir kaza ismi.
(Farsça)
hizb
Bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.
hizb-i mahsus
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
huni
yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.
hunus
Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek.
Örtülü olmak.
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
hurdegir
Sözün içinde tenkid edilecek noksan arayan.
(Farsça)
hus
Dikmek.
Darlık vermek.
İki şeyi bir araya getirmek.
ibkar
Fecirden kuşluğa kadar olan vakit.
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
ibric
Yoğurdu yayıp ayran yapmağa yarayan âlet. Yayık.
ibrik
(Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
İyi ve parlak kılıç.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icar / îcâr / ایجار
Kiralamak. Kiraya vermek.
Kira parası.
Kirâya verme, kirâya verilme, kirâ parası.
Kiralama.
(Arapça)
Kiraya verme.
(Arapça)
Kira.
(Arapça)
Îcâr edilmek:
Kiraya verilmek.
(Arapça)
Îcâr etmek:
Kiraya vermek.
(Arapça)
icare-i münecceze
Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.
icare-i müşahere
Aylık olarak yapılan icaredir. Bir haneyi bir aylığına kiraya vermek gibi.
icare-i müsanehe
Yıllık olarak yapılan icaredir. Bir hanenin bir yıl müddetle kiraya verilmesi gibi.
icare-i müzafe
Bir şeyi gelecek muayyen bir vakitten itibaren kiraya vermektir. Meselâ: Bir hâneyi gelecek falan ayın birinden itibaren bir sene müddetle şu kadar bin liraya kiraya vermek, bir icare-i müzafedir.
icaret
İcâr, ücret. Kiraya vermek.
Kurtarmak, yardım etmek.
icma / icmâ
Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
icma' / icmâ' / اجماع
Bir araya getirme.
(Arapça)
icmal
Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek.
Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
icmar
Bir araya toplamak.
Süratle yürümek.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
Yeni ayın görünmesi.
ictima / ictimâ
Toplanma, bir araya gelme.
ictima' / ictimâ' / اجتماع
Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak.
Toplanma, bir araya gelme, toplantı.
(Arapça)
Toplum.
(Arapça)
İctimâ' etmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
(Arapça)
içtima-ı esbab
Sebeplerin bir araya gelmesi.
ictimaat / ictimâât / اجتماعات
Toplantılar, bir araya gelişler.
(Arapça)
içtimaat-ı hayatiye
Hayatın devamlılığını sağlayan parçaların bir araya gelmesi.
içtimaü'z-zıddeyn
Birbirine zıt iki şeyin birleşmesi, bir araya gelmesi.
ifda'
Sahraya çıkmak, çöle çıkmak.
ifkar'
Fakir düşürme, fakirleştirme.
Hayvanı kirâya verme.
ihmal
Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
ikam
Kısırlar, akamete uğrayanlar.
ikbalcu
İkbal ve büyüklük arayan. Onların peşinde olan.
(Farsça)
ikra
Kiraya verme.
illiyyun
(Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
imhal
Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme.
imhal-i ikab / imhâl-i ikab
Cezanın sonraya bırakılması.
insanın haşri
İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
irca
Sonraya bırakmak.
Kuyuya kenar yapmak.
işkampaviya
İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği
iskandil
ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.
iskarlat
İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni
ıskota
İtl. Büyük yelkenleri kullanmaya yarayan ip.
islak
(Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma.
Yola getirme.
Diziye geçirme.
Mesleğe sokma, sokulma.
istical
Sonraya bırakılmasını istemek.
isticar
Kiralamak. Kiraya vermek.
istigase / istigâse
Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme.
iştikak
Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i
istikla
Te'hir etme. Sonraya bırakma.
Alıkoyma, mâni olma, engel olma.
Veresiye alma, borç olarak alma.
istiklalcu / istiklâlcu
İstiklâl arayan. Müstakil olmak, hür olmak için çalışan.
(Farsça)
istikra'
Kiralamak, kiraya vermek.
istikrai / istikraî
Man: İstikraya ait ve müteallik. İstikra' yolu ile.
istiska / istiskâ
Kıtlık, kuraklık vaktinde, sahrâya çıkıp, yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yalvarmak, duâ etmek. Yağmur duâsı.
kabil-i tevfik
Biraraya gelebilme.
kabız / kâbız
Tutan, sıkan, kavrayan.
kalalib
(Tekili: Kullâb) Çengeller, kancalar. Uçları eğri olup bir şeyler asmağa yarayan demirler.
karakter
yun. Huy. Mizac. Seciye. Bir şeyi benzerlerinden ayırdetmeğe yarayan temel hususiyet.
karine / karîne
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ip ucu. Anlaşılması zor olan hususun hak ve hakikatına dâir cüz'i delil olan şey. İşaret.
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu, işaret.
Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
karun
İki şeyi bir araya getiren.
Tez terleyen hayvan.
Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.
kaylule / kaylûle
Kuşluk vaktinden öğlenden biraz sonraya kadarki zaman dilimidir ki bu zaman diliminde uyumak sünnettir.
kayyım
İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.
kehf-misal
Mağaraya benzer şekilde, mağara gibi sesi aksettiren.
kerevet
Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.
keriyy
Kiraya veren veya kiraya alan. (ikisine de ıtlak olunur.)
kıblenüma
(Kıblenâme) Kıblenin tâyinine yarayan pusula. Cihet ve yön gösteren âlet.
(Farsça)
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
komita
Siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.
komite
Belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk.
komiteci
Belli bir amaç için bir araya gelip, faaliyet gösteren.
komitecilik
Belli bir amaç için bir araya gelme ve faaliyet gösterme.
külae
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
külliyat-ı hakaik / külliyât-ı hakaik
Gerçeklerin bir araya gelmesi, gerçekler bütünü.
kütübhane
Kitapların bulunduğu salon veya bina.
Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün.
Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
lazuk
Yaraya yapışıp onulmayınca kopmayan devâ.
lek
Ahmak, ebleh, sersem.
(Farsça)
Yüzbin.
(Farsça)
Kırmızı boya çıkarmaya yarayan bir maden.
(Farsça)
leyyan
Def'etmek, kovmak.
Sonraya bırakmak, tehir etmek.
ma'k
Ovmak.
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
maddi / maddî
(Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
Paraca ve malca.
Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
mali / malî
(Maliye) Mala ve paraya mensub. Mal ve para cinsinden. Mala ait.
maruz kalan / mâruz kalan
Birşeyin tesirine uğrayan, etkisinde kalan.
maşıta
(Meşşâta) Baş tarayan.
mazlumen
Zulme uğrayarak.
mazlumin / mazlûmîn
Zulme uğrayanlar.
me'ani ilmi / me'ânî ilmi
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.
me'cur
Ecir veya sevabı verilmiş olan.
Kiraya verilen.
Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse.
Kiraya verilen.
me's
İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak.
meclis
Oturulacak, toplanılacak yer.
Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu.
Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina.
mecma-i evsaf-ı masume
Masum sıfatların bir araya toplandığı yer.
mecmu / mecmû
Toplanmış, bir araya getirilmiş.
mecmu'
Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
mecmua / mecmûa / مجموعه
Dergi.
(Arapça)
Küçük risale veya farklı kitapların bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
mededcu
Meded isteyen, yardım arayan.
(Farsça)
mededcuyane
Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette.
(Farsça)
mefruşat
(Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s.
mehacim
(Tekili: Mihcem) Hacamat şişeleri.
Çekip emmeye yarayan âletler.
mehel
(Çoğulu: Mühul-Emhâl) Yavaş yapmak.
Sonraya bırakmak, te'hir etmek.
mehenk
Ölçü, altının ayarlarını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
mehr-i müeccel
Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat.
menbic
Mevzi ismi. (Oraya nisbetle "menbicâni" derler.)
mera
(Çoğulu: Merâyâ) Sütü çok olan dişi deve.
merhem
Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç.
Mc: Acıyı teskin eden şey.
Kederi, derdi gideren.
Deriye, yaraya sürülen ilâç.
meş'ale
Karanlıkları aydınlatmaya yarayan âlet; lâmba.
mesamm
(Tekili: Mesemm) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler.
meşşat
Tarak yapan, tarakçı.
Süsleyen, tarayan.
meşşata
Süsleyen, tarayan.
mihail
Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid
miheng
Ölçü, altını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
mihenk
Mihenk taşı, denek taşı; birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.
(Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
mıkleb
Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.
Saban demiri.
mikroskop
Gözle görülmeyecek kadar küçük cisimleri, çok defa büyük göstermeye yarayan âlet.
(Fransızca)
mina / minâ
Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.
misbar
(Çoğulu: Mesâbir) Yaraya konulan fitil.
mısdak
(Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti.
Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur.
Değer ölçüsü.
misket
Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh.
(Fransızca)
Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.)
(Fransızca)
mıstar
Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım olan çizgileri yapmağa yarayan âlet.
Sıvacıların bir âleti.
miyar
Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.
muahhar
Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan.
mübalağacuyane / mübalağacuyâne
Haddini aşar dercede izah edercesine. Mübâlağa yaparcasına.
(Farsça)
Mübâlağa arayan.
(Farsça)
mucer
(Ecr. den) Kiraya verilmiş olan şey.
mucir
(Ecir. den) İcar eden, kiraya veren.
müctemi'
Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
müdahalat
(Tekili: Müdahale) Müdahaleler, karışmalar, araya girmeler.
müdahale
İşlere ve lüzumlu hallere, icabettiği için karışmak. Zararlı bir hal var ise, işe karışıp zararın def'ine çalışmak.
Araya girme. Sokulma.
müddehar
Biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
müdehhar
Biriktirilip cem' olunmuş, bir araya getirilmiş olan.
müdrik
Aklı eren. Anlayan. Kavrayan, akıllı.
Büluğ çağına, erginlik yaşına gelmiş olan.
İdrak eden, kavrayan, anlayan.
Anlayan, kavrayan.
müeccel
Sonraya bırakılan.
Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş.
müeccelen
Te'cil edilmek suretiyle. Müddeti sonraya bırakılarak.
müehher
(Müahhar) Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş.
müehhir
(Müahhir) Sonraya bırakan, te'hir eden.
mühmel
İhmâl edilmiş. Bırakılmış. Kıymet verilmemiş. Bakılmamış.
Mânasız ve boş söz, cümle. Sonraya atılmış.
Boşlanmış.
Edb: Noktasız harf, noktasız harflerle yazılmış olan.
Ebcedde: Noktasız harflerin hesabı ile çıkan tarih.
mühtebiş
Birikmiş, bir araya toplanmış.
mukabele / mukâbele
Hapsetmek.
Sonraya bırakmak, tehir etmek.
Meşveret etmek, danışmak.
Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.
mükarat / mükârat
Kiraya verme. Kira ile tutma.
mükra
Kiraya verilmiş eşya.
müktera
Kirâya verilen eşya.
mülevves
Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan.
Tazelenmek için suda ıslatılmış şey.
Karışık, intizamsız.
münafık
İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr.
Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden.
Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
münafıkin / münafıkîn
(Tekili: Münafık) Münafıklar. Fitnekârlar. İkiyüzlüler. Araya nifak sokanlar.
münhezim
Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden.
Bozgun.
münhezimen
Yenilerek, münhezim olarak, bozularak, bozguna uğrayarak.
münhezimin / münhezimîn
(Tekili: Münhezim) Hezimete uğrayanlar. Bozgunlar.
müntesik
(Nask. dan) Düzgün, bir sıraya dizilmiş.
munzar
Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.
mürekkep
Bir araya gelmiş, birlik oluşmuş.
mürettib
(Retb. den) Tertib eden, nizâma, sıraya koyan.
Matbaada harfleri ve yazıyı yerine dizen.
Tertib eden, sıraya koyan.
musab
Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.
musannef
(Çoğulu: Musannefât) (Sınf. dan) Sıraya konulup tasnif edilmiş.
Te'lif edilmiş, yazılmış.
musannefat
(Tekili: Musannef) Sıraya konulup tasnif edilmiş kitaplar.
müşattar-ı muhammes
Edb: Araya üç mısra ilâve edilmiş gazel ve kaside.
müşattar-ı murabba'
Edb: Araya iki mısrâ ilâve edilmiş gazel veya kaside.
müsevvif
Hayırlı işleri sonraya bırakan, sonra yaparım diyen, iyi işleri geciktiren, bugünün işini yarına bırakan kimse.
musibet-zede
Belâya uğrayan. Hastalık veya başka musibete uğrayan.
musibetzede / musîbetzede / مُص۪يبَتْزَدَه
Musibete uğrayan.
Musibete uğrayan.
Musîbete uğrayan.
müstatıbb
(Tıbb. dan) Çare arayan, deva arayan.
müstekra
Kiraya verilen eşya.
müştemil
Kavrayan, saran, içine alan. Büsbütün örten.
mutafattın
(Fatânet. den) Anlayışlı. Hem anlayıp farkına varan. Kavrayan.
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
mutatarribin / mutatarribîn
(Tekili: Mutatarrib) Şevke gelip sevinenler. Coşup sıçrayanlar.
mutazarrır
Zarar ve ziyana uğrayan, zarar görmüş olan.
müteannit
Yanlış arayan. Başkalarının yanlışını bulmak için uğraşan.
müteannitane / müteannitâne
Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette.
(Farsça)
mütefehhim
Anlayan, fehmeden, kavrayan.
mütehallil
Araya sokulan, araya giren.
Bozulan.
Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.
mütekalibane / mütekâlibâne
Köpek gibi birbirinin üstüne sıçrayarak.
(Farsça)
mütekalibin / mütekâlibin
(Tekili: Mütekâlib) Köpek gibi birbirlerinin üzerlerine sıçrayanlar.
mütemaşşit
Saçını sakalını tarayan.
mütemerkiz nokta
Merkezleşmiş nokta, bir araya toplandığı nokta.
mütevasib
Birbirinin üzerine sıçrayan.
mütevessib
Sıçrayan, atlıyan.
mütezahim
(Çoğulu: Mütezahimîn) (Ziham. dan) Birbirini iterek, herbirinin üstüne çıkarak biriken kalabalık.
Halkın kalabalığından sıkıntıya uğrayan.
mütezammın
Koltuğa alan.
Kavrayan, içine alan, müştemil.
mütteka
Dayanmağa, yaslanmağa yarayan şey.
müzerri'
Yeri, bir zira' miktarı ıslatıp ekin ekmeye yarayan yağmur.
nakdi / nakdî
Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik.
namcuy
(Çoğulu: Namcuyân) Nam arayan.
(Farsça)
Yiğit.
(Farsça)
namcuyan / namcuyân
(Tekili: Namcu) Ün arayanlar, nam arayanlar.
(Farsça)
Yiğitler, kahramanlar.
(Farsça)
nancu
(Nâncuy) Ekmek arayan. Dilenci.
(Farsça)
nanpare
Ekmek parçası. Bir lokma ekmek.
(Farsça)
Geçime yarayan iş.
(Farsça)
nekl
Yular. At gemi.
Ezâ, cefâ etmeğe ve işkence yapmağa yarayan şey.
nesa
(Çoğulu: Ensâ) Uyluk başından tırnağa kadar varan bir damar.
Te'hir etmek, sonraya bırakmak.
nesi'
Te'hir, sonraya bırakma.
nesie
Veresiye almak. Satın alınan şeyin bedelini vermeyip sonraya bırakmak.
nevs
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
Kaçmak, firar etmek.
Vahşi hımar, yabani eşek.
nişangah / nişangâh
Hedef yeri. Nişan tahtası.
(Farsça)
Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım.
(Farsça)
nuhas
Bakır. Bakır para.
Kızgın mâden.
Kıtr. Ateş. Tunç ve demir döğülürken sıçrayan şerâre.
Dumansız alev.
Bir şeyin aslı.
Tütün.
palade
Kötü söyleyen, ayıp arayan.
(Farsça)
palamar
Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat.
Büyük halat.
Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)
pano
Üzerine ilân, tablo, vs. asmaya yarayan levha.
(Fransızca)
para
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.
pergar / pergâr
Pergel, daire çizmeye yarayan âlet.
peşrev
(Aslı: Pişrev) Önde giden.
(Farsça)
Türk müziğinde bir saz eseri.
(Farsça)
Güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine veya dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun.
(Farsça)
Bir çeşit ok.
(Farsça)
pusula
Yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup.
rah
(Çoğulu: Rayâh) Şarap, içki, hamr.
El ayası mânâsına olan "Râha'nın C."
Gitmek.
rahnedar kalan
Zarara uğrayan, yara alan.
raks
Sıçrayarak oynamak, dansetmek.
rasid
Muntazır, bekleyen kimse.
Avını bekleyen ve yaklaştığında hemen üzerine sıçrayan canavar.
ratib
Tertib edip sıraya koyan.
revabıt-ı içtima / revâbıt-ı içtimâ
Bir araya getiren bağlar.
rıza-cu
Allah'ın rızasını arayan. Razı etmeyi gaye edinen.
(Farsça)
sabr
Acıya ve zorluğa katlanmak.
Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Muharebede şecaat gösterme.
Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.
sahih ced / sahîh ced
Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede. Yâni araya kadın girmeyen büyük baba.
sahr
Masharaya almak.
şahs-ı manevi / şahs-ı mânevî
Mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik.
şahsımanevi / şahsımânevî
İnsanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.
şanezen
(Çoğulu: Şanezenân) Baş tarayan.
(Farsça)
Mc: Güçlükleri çözen. Zorlukları yenen.
(Farsça)
santrifüj aleti / santrifüj âleti
Su çıkarmaya yarayan pompalı alet.
saray-ı vücud
Bin kubbeli harika bir saraya benzetilen insan vücudu.
şedde
Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.
şerce
Dağdan aşağı sahraya inen akıcı su.
şevval
Arabi aylardan onuncusu. Ramazandan sonraya geldiği için ilk üç günü mübarek Ramazan bayramıdır.
sibak u siyak
Sözün gelişi. Sözün (öncesinin sonraya olan) uygunluğu.
siflekam / siflekâm
Adi kişilerin işine yarayan.
(Farsça)
sırr-ı icma / sırr-ı icmâ
İcmâ sırrı, dağınık şeyleri bir araya toplama sırrı.
sitan
(-istan) Mekân adı yapmağa yarayan ek. Meselâ: Gül-sitan : (Gül-istan) Gül bahçesi, güllük.
(Farsça)
sitem-keş
Zulme ve haksızlığa uğrayan. Zulüm çeken. Mazlum.
(Farsça)
siyahçerde
Esmer, karayağız olan.
(Farsça)
siyaset tabibleri
Siyasî hastalıkların hekimleri, doktorları; siyasî meselelere çözüm arayanlar.
sohbet
Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.
şüf'a
Bir malı müşteriye, mal olduğu fiata satmak.
Huk: Satılmakta olan bir yerde hissesi bulunan veya oraya bitişik komşu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir.
<
suhansera
(Çoğulu: Suhanserâyân) Ahenkli söz söyleyen.
(Farsça)
süluk / sülûk
Bir yola girme, bir sıraya dizilme.
Tasavvuf yoluna girme.
sümret
Esmerlik, karayağızlık.
sümut
(Tekili: Simât) Sofralar, yemek masaları.
Sofraya veya masaya gelmiş yemekler.
sürub
Taşraya gitmek.
taallül
Bahane arayarak işten kaçınma.
tadammüd
Yaraya merhem sürüp bezle bağlamak.
tahallül / تَخَلُّلْ
Araya girme, içine karışma.
(Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
Dişleri hilâllamak.
Araya girme, içine sızma.
tahallül-ü mehasin
Güzelliklerin araya girmesi.
tahannüs
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
tahassul
Hâsıl olmak. Üremek. Husule gelmek. Bir araya birikip sâbit ve bâki olmak. Netice olarak çıkmak.
takaus
Durdurmak. Sonraya bırakmak.
takdim tehir
Öne alma-sonraya bırakma; yolculukta öğleyi ikindi vaktinde, akşamı yatsı vaktinde kılmaya tehir denilir. Bunun zıttı ise takdimdir.
takdim-te'hir
Öne geçirmek, sonraya bırakmak.
talib-i hak
Gerçeği arayan, doğruyu isteyen.
talik / tâlik
Sonraya bırakma, erteleme.
tamir
Sıçrayıcı, sıçrayan.
tanzim
(Nazım. dan) Sıraya koymak. Sıralamak. Dizmek.
Düzenlemek. Tertiblemek.
Islah etmek.
Manzum veya mensur olarak yazmak.
tasnif
Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.
tavassut
Ara bulma için araya girmek. Aracılık. Vasıtalık.
İyi ile kötü arasında mu'tedil olanını almak.
Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma.
tazmid
Merhemli bezi yaraya sarıp bağlama.
te'hir
Geciktirme. Sonraya bırakma.
te'hirat / te'hirât
(Tekili: Te'hir) Tehirler, geciktirmeler, sonraya bırakmalar.
te'lif / te'lîf / تأليف
Yanyana getirme, alıştırma.
(Arapça)
Kaleme alma, yazma.
(Arapça)
Te'lîf edilmek:
(Arapça)
Bir araya getirilmek, birleştirilmek.
(Arapça)
Kaleme alınmak, yazılmak.
(Arapça)
Te'lîf etmek:
(Arapça)
Bir araya getirmek.
(Arapça)
(Arapça)
teahhur
Sonraya kalma, gecikme.
tebeddi
Sahraya çıkmak, çöle çıkmak.
tecelli-i zat / tecellî-i zât
İsim ve sıfatlar araya girmeden sâdece zât-ı ilâhînin tecellî etmesi.
tecemmu / تجمع
Toplanma, bir araya gelme.
(Arapça)
Tecemmu etmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
(Arapça)
tecil edilen
Ertelenen, sonraya bırakılan.
tecnid
Askerleri sıraya koyma, sıralama.
tedvin / tedvîn
Bir araya toplayarak tertipleme.
Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.
Bir konudaki mevzuatı bir araya toplama.
Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.
tedvin-i şeriat
İslâmî hükümlerin bir araya gelmesi, toplanması.
teehhür
Gecikme. Sonraya kalma. Geriye kalma.
tehezzü'
Maskaraya almak.
tehir
Erteleme, sonraya bırakma.
tehir etme
Erteleme, sonraya bırakma.
telmih / telmîh
(Çoğulu: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.
Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.
Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir
Bir şeyi açıkca söylemeyip ibarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, bir fıkraya, bir ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek. Kapalı söylemek.
temhil
Sonraya bırakma. Mühlet verme.
tenadi
Birbirine nida etmek, çağırmak.
Bir araya toplanma.
tenavüş
Aşağı tutmak.
Sonraya bırakmak, tehir etmek.
Alıp yemek.
terahi / terâhî
İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal.
Uzaklaşma.
Sonraya bırakma.
Gecikme, geç kalma.
Geri durma, geri çekilme.
Gecikme, sonraya bırakma, sonraya kalma.
İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal.
Sonraya bırakma.
Gecikme, geç kalma.
Geri durma, geri çekilme.
tertibkerde
Düzenlenmiş, sıraya konmuş, tertib edilmiş.
(Farsça)
tertibsaz / tertibsâz
Düzenleyen, sıraya koyan, tertib eden.
(Farsça)
teşeffü'
Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.
tesehhur
Alay etme, maskaraya alma.
tesvif / tesvîf
Hayırlı işleri yapmayı sonraya bırakma.
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
tevhid-i medaris / tevhid-i medâris
Medreselerin, okulların birleştirilmesi; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarının bir araya getirilmesi.
tevsit
Birini araya koyma. Ortaya koyma. Vâsıta etme.
Birini araya koyma.
teykan
Çok sıçrayan kişi. Çok sıçrayan kimse.
tezkire
Hatırlatmaya yarayan yazı, hatırlatma yazısı.
ulum-u aliye / ulûm-u âliye
Yüksek ilimleri anlamaya yarayan mantık, gramer gibi âlet ilimleri.
va'de
Bir iş için önceden belli edilen zaman. Bir işi te'hir etmek, sonraya bırakmak için olan belli vakit.
Ecel.
vahdet-i mesele
Bir mesele hakkında ileri sürülen delillerin biraraya toplanması.
vamcu
Borç arayan.
(Farsça)
vasiyyet
Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak). Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâ
vasl
Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd
vehm
(Vehim) Mübhem ve mânasız korku.
Belirsiz fikir ve düşünce.
Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.
vesatet
Vâsıta olma, araya girme, aracılık yapma.
vesilecu
Sebep ve bahane arayan.
(Farsça)
yaldız
Cilâ; parlatmaya yarayan şey.
yar-ı gar / yâr-ı gar
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.
yarı ağyar eylemek / yârı ağyar eylemek
Dost ve sevgiliyi aldatarak, araya fitne sokarak yabancılaştırmak.
zehl
Dalgınlıkla unutma, geciktirme. İş çokluğundan sonraya bırakma.
Kasden unutma.
zekat / zekât
Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
Temizlik. Taharet.
zeri'
Araya giren, şefaat edici.
zımad
(Çoğulu: Zamâid) İlâç.
Merhemle yaraya sarılan sargı, bez.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
belagat
heyet-i umumiye
gevher-nisar
süda
güher
Bî-pâyân
uçbeyi
karavol
murassa
teşrinievvel
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Raya
ELMAS
Gözden çikarmak
taarruz eden
Lekeler
Siyaset
Yavuz
Huysuz
Bayram
alg