REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Rani ifadesini içeren 315 kelime bulundu...

a'mal / a'mâl / اعمال

  • İşler, ameller, davranışlar. (Arapça)
  • Davranışlar, ameller. (Arapça)

a'mal-i hayriye / a'mâl-i hayriye

  • Hayırlı işler, davranışlar.

a'mal-i saliha / a'mâl-i sâliha

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun iyi iş ve davranışlar.

abdal

  • Evliyadan fazla nuraniyet kazanmış ve bir anda birkaç yerde görünebilen zâtlar.

adab / âdâb

  • Davranış kuralları.
  • Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Müfredi (tekili) edeb'dir.
  • (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar,

adab-ı kur'aniye / âdâb-ı kur'âniye / اٰدَابِ قُرْآنِيَه

  • Kurânın ders verdiği edebler.

adab-ı nebeviye / âdâb-ı nebevîye

  • Hz. Peygamberin (a.s.m.) göstermiş olduğu hal, davranış ve ahlâk kâideleri.

adab-ı tasavvuf / âdâb-ı tasavvuf

  • Tasavvuf kaideleri, davranış edep ve kuralları.

adet / âdet

  • Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle boz

ahlak / ahlâk

  • (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine
  • Huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı.

ahlak-ı ahmediye / ahlâk-ı ahmediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ahlâkı; hareket, tavır, söz ve danışlarından ortaya çıkan örnek hareket ve davranış tarzı.

ahlak-ı zemime / ahlâk-ı zemîme

  • Kötü huylar, çirkin davranışlar.

ahval-i içtimaiye / ahvâl-i içtimaiye

  • İçtimaî haller; sosyal davranışlar.

aks-ül amel

  • İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
  • Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.

alem-i ceberut / âlem-i ceberut

  • Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).

alem-i ef'al / âlem-i ef'âl

  • Fiil ve davranışlar âlemi.

amal-i batıla / âmâl-i bâtıla

  • Doğru olmayan, imana uymayan ameller, davranışlar.

amin

  • Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır.

asar-ı tahripkarane / âsâr-ı tahripkârâne

  • Tahrip edici davranış ve hareketler.

asile

  • (Çoğulu: Asâil) Bir şeyin tamamı, bütünü.
  • Öğleden sonranın son kısmı, akşam üzeri.
  • Ölüm, mevt.

aşk-ı ihlas / aşk-ı ihlâs

  • Büyük bir samimiyet, çalışma, iş ve davranışlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetme gayret ve aşkı.

babacan

  • Biraz kalender davranışlı, cana yakın.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

barani / bârânî

  • Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey. (Farsça)
  • Yağmurla ilgili. (Farsça)

bati-ül hareke / batî-ül hareke

  • Davranış ve hareketi ağır.

batıniyye / bâtıniyye

  • Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.

batıniyyun / bâtıniyyûn

  • Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

beden-i misali / beden-i misâlî / بَدَنِ مِثَالِي

  • Ruhun cesedden ayrıldığında giydiği, madde âleminden olmayan nurânî beden.

bedreftar / bedreftâr / بدرفتار

  • Kötü davranışlı. (Farsça)

berniye

  • (Çoğulu: Berâni) Büyük küp.
  • Küçük horoz.
  • Bir hurma cinsi.

beyninizde

  • Aranızda.

bid'atkar / bid'atkâr

  • Bid'at ortaya çıkarıp uygulayan, İslâmın ruhuna ve özüne ters davranışlara taraftar olan.

bıtna

  • Malın, paranın ve servetin ziyadeliğinden doğan sürur, sevinç.
  • Mide dolgunluğu.

bono

  • İtl. Ticaret senedi. Muayyen bir va'denin sonunda belirli bir paranın belli bir kimseye ödeneceğini bildiren senet.

burak / بُرَاقْ

  • Nurâni bir binek.

bürnüs

  • (Çoğulu: Berânis) Bir uzun takke. (İbtidâ-i İslâm'da ruhbanlar giyerlerdi.)

büsuk

  • Bir kimsenin, akranına üstün olması.
  • Ağacın uzaması.
  • Uzunluk.

caka

  • (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki

carud

  • Nasrani rüesasından olup Şam'ın da reislerindendi. Kitablarında Hz. Peygamber'in (A.S.M.) vasıflarını görüp imân edenlerdendir. Asr-ı Saâdetten önce yaşamıştır.

caslik

  • (Cesâlik) Nasrâniler hakîmi.
  • Çokluk, kesret.

cemaat-i nuraniye

  • Nurlu, nurânî cemaat.

cemiyet-i nuraniye

  • Nurlu cemiyet, nurânî topluluk.

cerrar / cerrâr

  • Tedirgin edici davranışlarla para koparan.

cesed-i misali / cesed-i misâlî / جَسَدِ مِثَالِي

  • Madde âleminden olmayan nurânî beden.

cesed-i necmi / cesed-i necmî

  • Yıldız gibi nuranî olan ceset.

cevab-ı müskit

  • Soru soranı susturan cevap.

cilve

  • Esmâ-i İlâhînin tecellisi.
  • Tecelli.
  • Güzellere yakışır duruş ve davranış. Dilberâne hareket. Naz ve edâ. Hoşa giden görünüş.

cinayet

  • Suç, hukuka uymayan davranış.

cism-i nurani / cism-i nuranî

  • Nuranî cisim sahibi.

cüz' / جُزْؤْ

  • Kurânın özel bölünmüş yirmi sahîfesi.

damd

  • Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek.

davud / dâvud

  • Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (A.S.) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi. M.Ö. 1010 da vefat ettiği nakledilir.

deflasyon

  • Paranın piyasada azalmasıyla satın alma gücünün artması. (Fransızca)

deha-yı nurani / dehâ-yı nuranî

  • Nûranî, nurlu bir dâhî.

devalüasyon

  • Paranın değerinin düşürülmesi. (Fransızca)

deveran-ı dem

  • Kan dolaşımı, kan deveranı.

dikta

  • Lât. Diktatörlerin davranışları.
  • Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir.

dinar / dînâr

  • Yaklaşık olarak altın liranın dörtte biri değerinde olan eski bir para.
  • Bir altın liranın dörtte bir değerinde olan eski bir para.

dürnuk

  • (Çoğulu: Derânik) Bir cins döşek.

düsturü'l-amel

  • Davranış kuralı, uygulama prensibi.

ebced

  • Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen),

ebdal

  • (Tekili: Bedil veya Bedel) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir.

ecsam-ı latife-i nuraniye / ecsâm-ı lâtife-i nuraniye

  • Gözle görünmeyen nurânî cisimler.

eda / edâ

  • Yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu.

edvek

  • Devenin, misvak ağacını yemesi.
  • Bir yerde sâkin olmak.
  • Yaranın veremi sakin olmak.

ef'al ve a'mal-i beşeriye / ef'al ve a'mâl-i beşeriye

  • İnsanların iş ve davranışları.

ef'al-i ihtiyariye / ef'âl-i ihtiyariye

  • Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.

egoizm

  • Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir. (Fransızca)

ehadis / ehâdîs

  • Hadisler; Peygamber Efendimizin mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.

ehadis-i muhammediye / ehâdîs-i muhammediye

  • Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar.

ehadis-i şerife / ehâdis-i şerife

  • Hadisler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.

enflasyon

  • Piyasaya gerektiğinden fazla kâğıt para çıkartmaktan dolayı paranın değeri düşüp fiyatların yükselmesi. (Fransızca)

ernebe

  • (Çoğulu: Eranib) Burun ucu.

esrar-ı kur'aniye / esrâr-ı kur'âniye / اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kurânın sırları.

etvar / etvâr

  • (Tekili: Tavır) Tavırlar, haller, davranışlar.
  • Tavırlar, davranışlar.

etvar-ı gaflet / etvâr-ı gaflet

  • Gaflet davranışları.

etvar-ı müdakkikane

  • İnceden inceye araştıran tavırları, davranışları.

faiz / fâiz

  • Paranın haram olan kârı.

fersude-gi / fersude-gî

  • Eskilik, yıpranış, fersudelik. (Farsça)

fi'l / فعل

  • Hareket, davranış, eylem. (Arapça)
  • Fiil. (Arapça)

fiilen

  • Fiille, davranış ve hareketlerle.

firnas

  • (Çoğulu: Ferânis) Boynu kalın arslan.
  • Köylü reisi.

fuhşiyat / fuhşiyât

  • Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler; Dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar.

gaddar telezzüzü

  • Çok acımasız davranın kişinin lezzet alması.

gaf

  • Beceriksizce ve yersiz söz yahut davranış. (Fransızca)

gar-ı hira

  • Hira mağarası; Peygamber Efendimize (a.s.m.) ilk vahyin geldiği mağaranın adı.

gırnevk

  • (Çoğulu: Garânik-Garânika) Su kuşlarından boynu uzun bir kuş. Telli turna. Kuğu kuşu.

gişe

  • Tren istasyonu, vapur iskelesi ve mağaza gibi yerlerde bilet veya paranın alınıp verildiği yer. (Fransızca)

gur

  • Kabir, mezar.
  • Meşhur pehlivan Rüstem-i İraninin lâkabı.
  • Yaban eşeği.

gurre

  • Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
  • Fık: İska

hadire / hadîre

  • Kalabalık olmayan topluluk.
  • Yaranın içinde toplanan kan ve irin.

hadis-i şerif / hadîs-i şerif

  • Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar.

hafız / hâfız

  • Kurânı ezberlemiş kimse.

haiz

  • Bir şeye sahip olma. Sahip. Mâlik.
  • Yer tutan.
  • Akranından mümtaz olan.

hakiki ihlas / hakikî ihlâs

  • Gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet.

hal-i ahmediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) durumu, davranışı.

hal-i üstad / hâl-i üstad

  • Üstadın davranışları, hâlleri.

halen / hâlen

  • Hal ile, hareket ve davranışla.

halk-ı kur'an / halk-ı kur'ân / خَلْقِ قُرْاٰنْ

  • Batıl Mu'tezile mezhebinin ortaya attığı Kurânın yaratılmış olduğu fikri.

hare / hâre / خاره

  • Granit, sert taş. (Farsça)

harekat / harekât

  • Hareketler, davranışlar.

harekat-ı laubaliyane / harekât-ı lâubaliyâne

  • Saygısızca davranışlar.

harekat-ı laübaliyane / harekât-ı lâübaliyâne

  • Saygısızca davranışlar.

harekat-ı müstahsene / harekât-ı müstahsene

  • Herkesin beğendiği güzel davranış ve hareketler.

harekat-ı müştereke / harekât-ı müştereke

  • Müşterek hareketler, beraber davranışlar.

hareket / حركت

  • Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı.
  • Hareket. (Arapça)
  • Davranış. (Arapça)

hatt-ı hareket

  • Davranış. Davranma tarzı. Hareket tarzı.

havye

  • Tıb: Yaranın etrafındaki kabarık etler.

hayt-ı nurani / hayt-ı nuranî

  • Nurlu bağlantı. Nurâni râbıta.

heyet-i etvar

  • Tavırların, davranışların durumu, yapısı.

himyata

  • (Süryanicedir ve Tevrat'ta geçer.) Resul-ü Ekrem Hz. Muhammed'in (A.S.M.) İbranice bir ismidir.

hıra

  • Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (A.S.M.) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nur da denilmektedir.

hırka-i şerif / hırka-i şerîf

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında büyük velî Veysel Karânî hazretlerine verilmesini vasiyet ettiği mübârek hırkası. Veysel Karânî'ye hediye edilen bu hırka, İstanbul Fâtih'teki Hırka-i Şerîf Câmii'ndedir.

hırnık

  • (Çoğulu: Harânik) Tavşan yavrusu.
  • Bir şâire kadın.

hız

  • Sür'at, çabukluk.
  • Gayret, şevk.
  • Fiz: Alınan yolun zamana oranı.

hoppa

  • Herşeye girişen hafif mizaçlı çocuk tabiatında olan kimse. Yersiz davranışlarda bulunan, dilediğince davranan kişi. Delişmen, şımarık.

hoşeda

  • Hareket ve davranışı hoş ve güzel olan. (Farsça)

hutaf

  • (Çoğulu: Hatâtif) Demir çengel.
  • Makaranın iki tarafında olan eğri demir.

i'tidal-i dem

  • Soğukkanlı davranış. Heyecanlanmadan, acele etmeden, düşüne düşüne ve tedbirli hareket.

i'tikal / i'tikâl

  • (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme.
  • Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması.
  • Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.

ibn-i teymiye

  • (Hi: 661-728) Diğer adı Ahmed bin Abdülhalim Harranî'dir. Hanbelî fıkıh ve hadis âlimi olarak bilinir. Bazı mes'elelerde ifrata kaydığından cumhur-u ulemaca hüsn-ü kabul görmemiştir.

ibrahim

  • İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B

ibrani / ibrânî

  • İbranice; İbrani diline ait.

ibri / ibrî

  • Yahudi, İbrani.

ibriyyun

  • Yahudiler, İbraniler.

icarat

  • Kiranın gelirleri. Gelirler.

icare-i münecceze

  • Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.

ifrat / ifrât

  • Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.

ihbarname

  • Yazılı haber. Yazı ile haber vermek. (Farsça)
  • Belirli hadiselere dair bilgi olarak, alâkalı olduğu yere verilen yazı. (Farsça)
  • Bir paranın ödenmesi veya başka bir muamelenin yapılması lüzumuna dair resmi bir daireden gönderilen ihtarnâme. (Farsça)

ihlas / ihlâs

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı etem / ihlâs-ı etem

  • En mükemmel bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı etemm / ihlâs-ı etemm

  • Mükemmel bir ihlas, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı hakiki / ihlâs-ı hakikî

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; gerçek samimiyet.

ihlas-ı tamm / ihlâs-ı tâmm

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlas-ı tamme / ihlâs-ı tâmme

  • Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.

ihlaslı / ihlâslı

  • İbadet ve davranışlarında sadece Allah'ın rızasını gözeten.

ihtikan

  • Kan toplanması. Bir uzva kan birikmesi sebebi ile oranın şişip kabarması.
  • Şırınga kullanma.

ihtiyat / ihtiyât / احتياط

  • Tedbirli davranış. (Arapça)
  • Yedek. (Arapça)

iktirani kıyas / iktiranî kıyas

  • Man: Neticenin aynı veya nakizı, mukaddemelerinin birisinde bilfiil zikredilmeyen kıyastır. Meselâ: "Her cisim muhdestir". Ve nakizı olan: "Bazı cisimler muhdes değildir" kaziyeleri, ne birinci ve ne de ikinci mukaddemede hey'et-i mecmuası ile zikredilmiş olmadığından iktirânidir.

ill

  • Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir.

iltihab

  • Alevlenmek. Yanmak.
  • Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.

iltiham

  • Yaranın iyi olup ağzının kapanması, etlenerek iyileşmesi.
  • Muharebenin kızışması.

iltiyam

  • Yaranın kapanıp iyi olması.
  • Cem' olmak.
  • Zemmolunmak.
  • İyileşme, yaranın kapanması.

imam-ı taberani / imam-ı taberanî

  • (Süleyman bin Ahmed Taberanî) Hadis âlimidir. Şam'da Taberiyye'de doğmuş ve orada vefat etmiştir. (260-360) Kebir, Evsat ve Sagir hadis kitablarını yazmak için 33 sene Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve başka yerleri dolaşmıştır.

işaret / işâret

  • Anlamlı davranış, belirti.

isbat-ı sani-i vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalet / isbat-ı sâni-i vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalet

  • Herşeyi en mükemmel san'atla yaratan Allah'ın birliğinin, peygamberliğin, âhiret ve Mahkeme-i Kübrânın, adalet ve kulluğun ispatı.

isevi / isevî

  • Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan.

isevilik / îsevîlik

  • Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak din, nasrânîlik.

isti'cal / isti'câl / استعجال

  • Aceleci davranış. (Arapça)

istihza / istihzâ

  • Söz, yazı, işâret veya çeşitli davranışlarla bir kişinin ayıp ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, onunla eğlenmek, alay etmek.

izzet-i imaniye

  • İmanın gerektirdiği vakar ve izzetli davranış.

kabiha

  • (Çoğulu: Kabâih) Çirkin davranış, ayıp iş. Fena muamele.

kahır

  • Aşırı üzüntü, acı, keder.
  • Ezici davranış, zulüm.
  • Baskı ile iş gördürme, zorlama.

kalb

  • Gönül. Yürek denilen, et parçasına yerleştirilmiş nûrânî ve mânevî kuvvet.
  • Tasavvuf yolunda birinci mertebe.

kaşş

  • Yaranın iyileşmesi.
  • Hasta iyi olmak.
  • Evmek.

kastar

  • (Çoğulu: Kasâtıra) Hâzık, basiretli, mahâretli kimse.
  • Paranın sahtesini seçip çıkaran kimse.

kavlen ve fiilen

  • Sözle ve davranışla.

kernaf

  • (Çoğulu: Kerânif) Hurma ağacının budaklarının aslı. (Kesildikten sonra ağacında bâki kalır.)

kesb-i letafet

  • İncelik, nuraniyet kazanma.

kevser-i kur'ani / kevser-i kur'ânî / كَوْثَرِ قُرْآنِي

  • Kurânın (tatlı, hoş) ırmağı.

keyfiyet-i muamele

  • Davranış ve tavırların niceliği, temel özelliği.

kitab-ı yavakit / kitab-ı yavâkit

  • İmâm-ı Şa'rânî'nin eseridir. Kitabın tam adı el-Yevakit ve'l-Cevahir fî Beyani Akaidi'l-Ekâbir'dir.

kompleks

  • Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş. (Fransızca)
  • Basit olmayan. Mürekkep. (Fransızca)
  • İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü. (Fransızca)

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

kudret-i nuraniye-i ezeliye / kudret-i nurâniye-i ezeliye

  • Nuranî ve ezelî olan kudret.

kudumiyye

  • Uzak yoldan gelen bir büyük zâta, oranın halkı tarafından takdim edilen hediye.
  • Edb: Böyle bir vaziyetten dolayı yazılan kaside.

kültür

  • Bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.

kulub-u nuraniye aktabı / kulûb-u nuraniye aktâbı

  • Nuranî kalp sahiplerinin kutupları, en önde gelenleri—velilerin ileri gelenleri gibi.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs

  • İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.

letafet

  • Hoşluk, lâtiflik.
  • Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
  • Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.

lezk

  • Yaranın iyileşmesi, onulması.

lisan-ı adat ve ef'al / lisân-ı âdât ve ef'âl

  • Yaygın olan âdet ve davranışların dili.

lisan-ı hal / lisân-ı hâl

  • Hal ve davranış dili.

mabeyninizde / mâbeyninizde

  • Aranızda.

mahamid

  • (Tekili: Mahmedet) İyi ve güzel huylar. İyi hasletler.
  • Şükürler, senâlar, medihler. Şükür edilmeğe değer davranışlar.

mahzurat

  • Haram sayılan ve sakınılması gerekli iş ve davranışlar.

makabih

  • (Tekili: Makbaha) Çirkin ve yakışıksız davranışlar.

makam-ı üveys

  • Veysel Karani'nin makamı.

makulü'l-mana / mâkulü'l-mânâ

  • Hikmeti akılla kavranılabilir.

materyalizm

  • Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.

matlub / matlûb

  • İstenilen, aranılan şey.
  • Kavuşmak istenilen, aranılan şey, maksat.

matlubat

  • (Tekili: Matlub) İstenilen, talebedilen ve aranılan şeyler.
  • Alacaklar. Ödünç olarak verilmiş olan şeyler.

mazalle

  • Yol aranılan yer.

mazmaz

  • (İbranice) Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Suhuf-u İbrahim ve Tevrat'taki ismi.

me'haz-ı iştikak

  • Bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi).

me'haz-i sail / me'haz-i sâil

  • Soru soranın kaynağı.

meclis-i nurani / meclis-i nurânî

  • Nurânî meclis, nurlu topluluk.

mecmu-u harekat / mecmu-u harekât

  • Davranış ve hareketlerin tamamı.

medine

  • Şehir.
  • Hicazda Hz. Peygamberin (A.S.M.) türbesi bulunan şehirdir. Buranın İslâmiyyetten evvel ismi "Yesrib" idi.

mehdi / mehdî

  • Hidayete eren ve hidayete vesile olan, âhirzamanda eserleri ve talebeleriyle îmana hizmet ederek yeryüzünü nurlandıran büyük ve nuranî âlim.

mendub

  • Dinen yapılması emredilmese de, güzel görülen davranış.

menfi hareket / menfî hareket

  • Yıkmak, yakmak, saptırmak, inkâr etmek vs. gibi olumsuz ve yıkıcı hareket, davranış.

mensucat-ı amel

  • İş ve davranışların dokumaları.

mergub / مرغوب

  • Rağbet edilen, aranılan, istenilen. (Arapça)

mesmud

  • Fukarânın çok istemesinden vere vere hiç birşeyi kalmayan kimse.

mesnevi / mesnevî

  • Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) yirmi altı bin beytten meydana gelen ve altı defter olan meşhûr eseri.
  • Edebiyâtta bir nazım şekli olup, iki mısrânın bir biri ile kâfiyeli hâli. Bu sebeple her beyti kâfiyeli olan eserlere mesnevî denir.

minval

  • Hareket tarzı, davranış. Usul, yol.
  • Fayda.
  • Uslub, tarz.
  • Bez dokuyan cüllah.

mişvar / mişvâr

  • Davranış, gidişat.

moğol

  • Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bazı taraflarında bulunurlar.Cengiz Hanla beraber Asyanın batı tarafla

muamelat / muâmelât / مُعَامَلاَتْ

  • İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları.
  • Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
  • İşler, davranışlar.

muamelat-ı fıtriye / muamelât-ı fıtriye

  • Doğuştan gelen, fıtrî olan davranışlar, işler.

muamelat-ı galiye / muamelât-ı galiye

  • Üstün davranışlar.

muamele / معامله / muâmele / مُعَامَلَه

  • Davranış.
  • Davranma, davranış.
  • Yol, iz.
  • Dairede yapılan kayıt vesaire.
  • Alışveriş, sarraflık, para işleri.
  • (Çoğulu: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş.
  • Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.
  • Davranış, işlem.
  • Davranış.
  • İşlem. (Arapça)
  • Davranış. (Arapça)
  • Davranış.

muamele-i mühimme

  • Önemli davranış.

muamele-i şer'iye

  • Dinle ilgili davranış.

muamele-i ubudiyet / muamele-i ubûdiyet

  • Kulluğa ait davranışlar.

mübadat

  • Düşmanca davranış, saldırganlık.
  • Meydana çıkarma.

mübah

  • Dinen yapılmasında ve yapılmamasında herhangi bir sakınca olmayan, helal olan davranışlar.

mübti'

  • Ağır davranıp geciken. Ağır hareket eden.

müfafaza

  • Şeref hususunda akrânına üstün olmak.

müfessirin / müfessirîn

  • Müfessirler, Kuranı açıklayıp yorumlayanlar.

müfsid

  • İfsad eden, fenalaştıran. Bozan.
  • Başlanmış ibadeti bozan.
  • Nifak koyan, fesad ilka eden. (Hiç bir müfsid, ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet kimse demez "ayranım ekşidir." Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz tic

muhalefetkarane / muhâlefetkârâne

  • Zıt ve aykırı davranırcasına.

muhlis

  • Samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözeten.

mükayele / mükâyele

  • (Mükâyelet) Bir kimsenin davranışına aynıyla karşılık verme.
  • Ölçülmek.

mültefet

  • (Left. den) Kendisine iltifat edilmiş olan. Güler yüz gösterilmiş ve hoş davranılmış.
  • Ehemmiyet verilmiş.

münfehim

  • (Fehm. den) Anlaşılan, kavranılan, fehmedilen.

münhamenna

  • Muhammed (A.S.M.) manâsına, Tevratta geçen İbrânice isimdir.

munzicat / munzicât

  • Yaranın iltihabını yok edici, irinini akıtıcı (ilâçlar).

müsaade-i şer'iye

  • Şeriatın müsaadesi, İslâmiyetin izin verdiği iş ve davranış.

müsavat ve muvazenet-i etvar / müsâvat ve muvazenet-i etvar

  • Tavır ve davranışlarda sürekli denge ve aynı seviyede olma.

müsbet hareket

  • Yapmak, yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış.

müşeffah

  • (İbranice) Peygamberimizin (A.S.M.) Tevrat'taki ismi.

müstağni-i muhteriz / müstağnî-i muhteriz

  • Gözütok davranıp istemekten çekinen; başkalarından yardım istemekten sakınıp çekinen.

mütekabile

  • Karşılıklı davranış veya vaziyet.

nabız-gir

  • Her mizaç ve tabiata göre davranıp muamele etmesini bilen. (Farsça)

nakıd

  • Bir şeyin iyisini kötüsünden veya bozuğundan ayıran.
  • Tenkidci, ayarcı. Paranın kalbını anlayan.
  • Dinar, dirhem.

nakkad

  • (Bak: Nekkad) Nakd eden. Paranın kalbını, sağlamını ayıran.
  • Tenkidci, bir şeyin iyisini kötüsünü ayıran.
  • İmam, hatib.

nasara

  • Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa'ya (A.S.) ilk önceleri Nâsıra Karyesindeki ahali yardım ettiklerinden, onlara "Nasara" ismi verilmiştir.

naşir-i küfr-ü küfran / nâşir-i küfr-ü küfran

  • Küfür ve küfranı yayan; kutsal şeylere karşı inkarcılığı ve nimetlere karşı nankörlüğü yayan.

nasrani / nasrânî

  • Îsâ aleyhisselâma inanan. Çoğulu, nasârâdır. Hazret-i Îsâ'nın bildirdiği dîne nasrâniyyet (nasrânîlik) adı verilir.

nass-ı kelam / nass-ı kelâm / نَصِّ كَلَامْ

  • Sözün (Kurânın) açık hükmü.

nass-ı kur'an / nass-ı kur'ân / نَصِّ قُرْاٰنْ

  • Kurânın açık hükmü.

nekkad

  • Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse.
  • Paranın sağlamını kalpından ayıran.
  • İmam, hatib ve kayyum gibi hizmet sahiblerinin, vazifelerine devam edip etmediklerini murakabe ve devam etmiyenlere tenbihat, icra ve devamsızlıkları tesbit eden vazifeli kişi.

neşr-i esrar-ı kur'aniye / neşr-i esrâr-ı kur'âniye / نَشْرِ اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه

  • Kurânın sırlarını yayma.

neta

  • (Nütü') Yaranın şişmesi.
  • Yüksek olmak.

nikbaz

  • (Nîk-bâz) Davranışları ve işleri iyi olan. (Farsça)

nikkirdar

  • (Nîk-kirdâr) Hareket ve davranışları iyi ve beğenilir olan. (Farsça)

nisbet-i adediye

  • Sayısal uygunluk oranı.

nisbet-i in'ikas / nisbet-i in'ikâs

  • Yansıma oranı.

nisbet-i ref'

  • Ortadan kalkma oranı.

nisbetinde

  • Oranında.

nispetinde

  • Oranında.

öşür

  • Onda bir oranında alınan zekât.

rahib

  • Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan.
  • Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş.
  • Aslan.

rakim

  • Yazılmış nesne. Yazı yazılacak levha.
  • Ashab-ı Kehf'in mağarasının bulunduğu dağ; veya bazılarınca mağaranın bulunduğu dere; veya Ashab-ı Kehf'in başka bir ismi.
  • Ashab-ı Kehf'in isim ve kıssalarının yazılı bulunduğu kitabe.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

reftar / reftâr / رفتار

  • Gidiş. (Farsça)
  • Davranış. (Farsça)

resm

  • (Resim) Yazma, çizme, desen.
  • Eser, iz, nişan, alâmet.
  • Suret.
  • Tertib. Tarz, üslub.
  • Fotoğraf resmi.
  • Âdet, usul, tavır, davranış.
  • Alay, merâsim.
  • Man: Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif.

revabıt-ı kuvvet / revâbıt-ı kuvvet

  • Gücün (icranın) bağları, etkileri.

revac

  • Sürüm, geçerlik, itibarda olma, herkesçe aranılma.

ruhaniyun / rûhâniyun

  • Gayb âlemine nüfuz eden nurânî ve ruhânî kimseler.

ruhaniyyun

  • (Tekili: Ruhanî) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.

şa'rani / şa'ranî

  • (Hi: 899-973) Dört hak mezhebin birleşen ve ayrılan tarafları hakkında mu'teber eserleri olan meşhur bir fakihtir. Mizan-ı Şaranî ismiyle bilinen eseri meşhurdur.

safha-i nurani / safha-i nuranî

  • Nuranî sayfa, nurlu sayfa.

sahife-i a'mal / sahife-i a'mâl

  • İş ve davranışların yazıldığı sahifeler.

salih amel / sâlih amel

  • Faydalı, yararlı iş; dinin emir ve yasaklarına uygun davranış.

sarfe

  • Kuranın mûcize olduğunu gösteren usûllerden biri.

şari' / şâri'

  • Kanun koyucu; kullarına yapmaları ve yapmamaları gerekli davranışlarla ilgili kanun ve kurallar koyan Allah.

sarsarani

  • (Çoğulu: Sarsaraniyyât) Bir deve cinsi.
  • Bir cins balık.

şebec

  • Ovanın ve sahranın bir miktarı.

sefahet / sefâhet

  • Yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık.

sena-yı kur'aniye / senâ-yı kur'ânîye / ثَنَايِ قُرْاٰن۪يّهَ

  • Kurânın övmesi.

seneta

  • Sekenler. Durmalar, duruşlar. Davranışlar.

şerr / شر

  • Kötülük. (Arapça)
  • Kötü davranış. (Arapça)

sevab

  • Sevap, dine uygun davranış.

sevap

  • İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.

seyyale-i latife / seyyâle-i lâtife

  • Akıcı özelliğe sahip nuranî varlık.

sikke

  • Paranın üstüne basılan damga.

şirinkar / şîrinkâr / شيرینكار

  • Davranışları güzel. (Farsça)

sırr-ı ihlas / sırr-ı ihlâs

  • Samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı.

sırr-ı ihlas-ı hakiki / sırr-ı ihlâs-ı hakikî

  • Gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme esprisi, mânevî gücü.

şit (şis) aleyhisselam / şit (şîs) aleyhisselâm

  • Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Babası vefât edince peygamber oldu. Kendisine elli suhuf kitâb verildi. Şit ismi İbrânice olup Arapça'da Allah'ın hibesi (hediyesi) mânâsındadır. Şit yerine Şîs de denilmiştir.

sohbet

  • Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.

su'-i ef'al / sû'-i ef'âl

  • Kötü davranışlar, tavır ve işler. Ma'sûn et (koru) sû'-i ef'âlden ilâhî, Nasîb et râzı olduğun râhı (yolu).

sure / sûre

  • Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.

suret-i muamele

  • Davranış şekli, görüntüsü.

tabir-i hakimane / tâbir-i hakîmâne

  • Hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme.

tarz-ı hareket

  • Hareket tarzı, davranış şekli.

tarz-ı muamele

  • Davranış biçimi.

tasarrufat-ı beşeriye / tasarrufât-ı beşeriye

  • İnsanların gerçekleştirdikleri tavır, davranış, faaliyet ve uygulamalar.

tavır

  • Hâl, sûret, davranış.

tavr

  • Tavır, davranış.

tavr-ı acib / tavr-ı acîb

  • Acayip tavır, davranış.

tavr-ı nebevi / tavr-ı nebevî

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tavır ve davranışları.

tavren

  • Tavırla, davranış olarak.

tayyib

  • İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
  • Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
  • Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.

tayyibe / طيبه

  • İyi davranış. (Arapça)

tazammud

  • Yaranın merhemli bezle sarılması.

teberru

  • Bağış, bir malın veya paranın karşılıksız olarak verilmesi.

tebuk gazvesi

  • Hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Şam'da bulunan Rumlar tarafından o civarın halkı, müslümanlara karşı ayaklandırıldığı Peygamberimiz tarafından duyulduğunda, onlara karşı asker hazırlayarak Tebuk'e gitmiş ve oranın ileri gelenleri Peygamberimize gelerek barışa çalışmışlardır. Tebuk'te on

tecelliyat-ı nuraniye / tecelliyât-ı nuraniye

  • Parlak, nuranî görüntüler.

teekkül

  • (Ekl. den) Yaranın, oyulup açılması.
  • Yenme, eklolunma.

tekellüfat / tekellüfât

  • Zoraki davranışlar.

teklif

  • Zor birşey istemek. Bir vazife ileri sürmek.
  • Sıkılgan ve resmi davranış. İçli dışlı olmayan çekingen muâmele.
  • Vergi yüklemek.
  • Vazife vermek.
  • Cenab-ı Hakk'ın, insanları, emir ve nehiyleri üzerine hareket etmeğe vazifelendirmesi.
  • Fık: Şeriat-ı İslâmiyeni

telid

  • (Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.

tenassur

  • Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme.

tevfik-i hareket eden

  • Uygun davranışta bulunan.

tunburani

  • (Tunburâni) Tanbur çalan.

ufunet

  • Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
  • İltihab.
  • Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
  • Sıkıntı veren manevî ağırlık.

ukul-ü nuraniye erbabı

  • Nuranî akıl sahipleri; akıl yoluyla manevî hakikatlerin nuruna ulaşan kişiler.

üsir

  • Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi.

üslub-u hakim / üslub-u hakîm

  • Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun

üveysi / üveysî / اُوَيْس۪ي

  • (Üveysî tarzı) Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz almak tarzı.
  • Veysel Karânî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zâtı görmeden, gıyaben bağlanma, ders alma.
  • Hz. Veysel Karanî gibi bağlandığı zatı hiç görmediği halde ondan vasıtasız ders ve feyiz alma tarzı.

vaziyet almak

  • Davranış sergilemek.

veysel karani / veysel karanî

  • (Bak: Üveys-el Karanî)

yakub aleyhisselam / yâkûb aleyhisselâm

  • Ken'an diyârındaki (Fenike denilen Sayda, Sur ve Beyrut ile Filistin ve Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan eski bir memleket) insanlara gönderilmiş olan peygamber. İshâk aleyhisselâmın oğlu, Yûsuf aleyhisselâmın babasıdır. Yâkûb, İbrânice bir isim olup, "Allahü teâlânın saf ve temiz kıldığı kul" m

yuhanna

  • Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerinden birisidir. İncillerden birisini yazmıştır. İbranicede Yahya mânasına gelir. Yuhannes, Ohannes, Con (Fr.: Jan) denir.
  • Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki havârîden biri. İbrânî dilinde Yahyâ demektir.Rumca'da Yohannes, İngilizce'de Can, Fransızca'da Jan denir. Dört İncîl'i yazanlardan biridir. Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu idi. Yüz senesinde Efes'te öldü. Hır istiyanlar, on ikinci ayın yirmi yedisinde y

zaki

  • (Zâkiyye) Saf ve temiz kimse. Hareket ve davranışları düzgün olan kişi.

zarafet

  • Zariflik, incelik, kibarlık. Nâzik davranış. Muamelede, harekette ve giyimde hoşluk ve temizlik.

zat-ı nurani / zât-ı nûrânî

  • Nurânî, nurlu Zât; Hz. Muhammed (a.s.m.).

zekat / zekât

  • Zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım.

zemime / zemîme

  • Beğenilmeyecek kötü hal ve davranış.

zencir-bend

  • Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir. (Farsça)
  • Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın