REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Rakı ifadesini içeren 319 kelime bulundu...

acil

  • Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı.
  • Ahiret.

agyar

  • Yabancılar. Başkaları.
  • Rakipler.

ahir / ahîr / âhir

  • En son, sonraki.
  • Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki.
  • Sonraki.

ahir zaman / âhir zaman

  • Dünyânın son zamânı, son devresi. Genel olarak Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) teşriflerinden, özel olarak hicrî bin senesinden sonraki zaman.

ahiret / âhiret

  • Öteki dünya; öldükten sonraki ebedî hayat.

ahiret alemi / âhiret âlemi

  • Öteki dünya, öldükten sonraki hayat.

ahirin / âhirîn / âhirin / آخرین

  • Sonrakiler.
  • Sonuncu. (Arapça - Farsça)
  • Sonrakiler. (Arapça - Farsça)

ahval-i ahirin / ahvâl-i âhirîn / اَحْوَالِ آخِرِينْ

  • Sonrakilerin halleri.

akl-ı feal / akl-ı feâl

  • İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.

alamet-i ihmal / alâmet-i ihmal

  • İhmal belirtisi, başı boş bırakılmışlık işareti.

aleyhdarlık

  • Aleyhtarlık, zıt olan rakip tarafı tutma.

amnezi

  • Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.

anve

  • Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor.

arak / عرق

  • Ter. (Arapça)
  • Rakı. (Arapça)

arakk

  • Çok ince. En ince. Ziyâde rakik olan.

arasat / arasât

  • Ölümden sonraki dirilme yeri.

arazi-i haliye / arâzi-i hâliye

  • Boş, sahipsiz bırakılmış topraklar.

arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye

  • Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.

arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye

  • Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü

arazi-i metruke / arâzi-i metrûke

  • Terk edilmiş, bırakılmış topraklar, araziler.

arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye

  • Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka

  • Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

asr-ı saadet ve tabiin / asr-ı saadet ve tâbiîn

  • Mutluluk asrı olan sahabe dönemi ve sahabelere tâbi olan bir sonraki dönem.

atf

  • Bağlama, bağlaç; kendinden öncekiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edat.

atık / âtık

  • Azad edilmiş, Serbest bırakılmış kimse.
  • Yaşlı.
  • Genç kız.
  • Temiz soylu.
  • Eski.
  • Yavru kuş.

atik

  • (Atika) Esaretten serbest bırakılmış olan.
  • Soyu temiz. Necib.
  • Genç kız.
  • Kadim. İhtiyar.
  • Yavru kuş.
  • Eski.
  • Hz. Ebû Bekir'in (R.A.) bir nâmı.

azab-ı müeccel / azâb-ı müeccel

  • Sonraya bırakılmış azap.

azade / âzâde / آزَادَه

  • Serbest bırakılan.

ba-i cerre / bâ-i cerre

  • Arabçada kendinden sonraki kelimeyi "esre" okutan bâ. (Bismillâhi'deki gibi).

batıniyyun / bâtıniyyûn

  • Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

batş

  • Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
  • Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.

behrec

  • Eksik veya ayarı bozulmuş para.
  • Arzuya, isteğe bırakılmış şey, iş.
  • Faydasız, işe yaramaz olan şey.

beka-billah / bekâ-billah

  • Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.

besman

  • Bir muahededen, bir anlaşmadan sonra rehin olarak bırakılan şey. Kapora. (Farsça)

bi / bî

  • Kelimenin başına getirilerek o kelime menfi yapılır.Misâlleri için, "BİA" kelimesinden sonraki kelimelere bakınız. (Farsça)

bi-

  • Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.

birkaş

  • (Çoğulu: Berâkış) Serçeye benzer bir küçük kuşun adı.

bist

  • (Çoğulu: Ebsât-Büsât) Yavrusu yanında olan dişi deve.
  • Salıverilmiş, bırakılmış olan şey.

cebri / cebrî / جبری

  • Zoraki, zorla. (Arapça)

cezalet

  • Rekâketsiz ifade.
  • Güzellik.
  • Müdebbirlik, akıllılık.
  • Azim, büyük.
  • Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld

cum'a

  • Toplanma.
  • Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest

dabs

  • Ahlâkı kötü ve korkak olmak.
  • Anlaması, idrâki az olmak.

dar-ül karar / dâr-ül karar

  • Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. Cennet. Dâr-ül Beka.

dımar

  • Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi.
  • Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal.
  • Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç.
  • Gizli.

diskalifiye

  • Müsabaka dışı bırakılmış. (Fransızca)

dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek

  • Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
  • Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.

ebna-üd dehaliz / ebnâ-üd dehaliz

  • Anası babası belli olmayıp etrafa atılmış, sokağa bırakılmış çocuklar.

ecil

  • İşini geriye bırakan, geciktiren.
  • Geciktirilen, geriye bırakılan şey.
  • Bir yerde birikip toplanmış su.

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

emanet / emânet

  • Geri alınmak üzere bırakılan şey, eşya.
  • Emîn, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri.
  • Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

endahte

  • Terkedilmiş, bir tarafa atılmış. Bırakılmış. (Farsça)

er-rakib / er-rakîb

  • (Bak. RAKÎB)

erakk

  • Çok ince, ziyade rakik, ince ve yumuşak.

erakk-ı hissiyat

  • En rakik, en ince hisler, duygular.

erciye

  • Arkaya, sonraya bırakılan şey.

erkam

  • (Çoğulu: Erâkım) Alaca yılan.

erkaş

  • (Çoğulu: Erakiş) Siyahlı-beyazlı alaca yılan.

erkat

  • (Çoğulu: Erâkıt) Aklı karalı alaca yılan.
  • Yer yer beyazlığı olan her kara nesne.

esir

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.

evkaf

  • (Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen

evvelin ü ahirin / evvelîn ü âhirîn

  • İlkler ve sonlar. Evvelkiler ve sonrakiler.

eyyam-ı teşrik / eyyâm-ı teşrik

  • Kurban bayramının birinci gününden sonraki diğer üç güne verilen isimdir. Zilhiccenin 11, 12 ve 13 üncü günleridir. Birinci gününe "yevm-i nahr" (kurban günü) denir.
  • Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.

eyyamü't-teşrik / eyyâmü't-teşrik

  • Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.

ezani saat / ezanî saat

  • Ezanın kendine göre ayarlandığı saat. Her hangi bir yerde güneşin tam gurub ettiği andan, sonraki gün aynı vakte kadar, 24 saat olmak üzere ayarlanmış saat.

fasid kan / fâsid kan

  • Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan (baliğa, ergen) olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda (kadınlarda) âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise (ihtiyar) kadın

fasl-ı zamanın sahife-i selasesi / fasl-ı zamanın sahife-i selâsesi

  • Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman.
  • Asr-ı saadetten evvelki devir, Asr-ı saadet ve ondan sonraki zamanlar.

fecr-i sadık / fecr-i sâdık

  • Fecr-i kâzibi tâkibeden tam karanlıktan sonraki beyazlık. Sabah namazının ve orucun başlama vakti.

ferd-i yekta / ferd-i yektâ

  • Eşsiz, benzersiz; tek ve rakipsiz.

ferda

  • Yarın. Bugünden sonraki gün. (Farsça)
  • Arabçada: Bir olarak. Tek olarak. (Farsça)

ferraşin ovası / ferrâşîn ovası

  • Hakkari sınırları dahilinde bulunan ve rakımı 2.000 m'nin üstünde olan bir ova.

fey'

  • Ganimet. Harbde elde edilen mal.
  • Rücu'.
  • Haraç.
  • Zeval vaktinden sonraki gölge.

fikr-i ahiret / fikr-i âhiret

  • Öldükten sonraki hayat düşüncesi.

frenk sakalı

  • Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.

gamuz

  • İtham olunan, töhmet altında bırakılan.
  • İçinden kan giden dişi deve.

garim / garîm

  • Alacaklı.
  • Hasım. Rakib. Borçlu veya üzerinde borçtan başka hakları olan kimse.

gırre

  • Gaflet. Boş bir şeye aldanan.
  • Tevbeyi sonraya bırakıp, aldanan. Övünen, gururlu. Gâfil. İşe yaramaz.

gurema

  • (Tekili: Gerim) Düşmanlar, adüvler, hasımlar, rakibler.
  • Alacaklılar.

haber-i meşhur / haber-i meşhûr

  • Bidayette râvisi mahdut iken sonraki devirlerde, yalan üzere ittifakları muhal olan bir cemaat tarafından nakledilegelen makbul hadistir. (Ist. Fık.K.)
  • Başlangıçta râvîsi (rivâyet edeni, bildireni) sınırlı iken, sonraki devirlerde, daha çok kimse tarafından nakledilen haber, hadîs-i şerîf.

hacıyatmaz

  • Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak.
  • Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.

hakimiyyet / hâkimiyyet

  • Hâkim oluş. Hükmediş. Âmirlik. Üstünlük. Müdahale ve rakibi kabul etmemek hali.

halife-i müslimin / halife-i müslimîn

  • Yavuz Sultan Selim Han'dan sonraki Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmış bir tabirdir. Müslümanların halifesi demektir.

hamele-i kur'an / hamele-i kur'ân

  • Kur'ân davasını omuzlayan, onu sonraki nesillere ulaştıran.

harf-i atıf

  • Gr: İki kelime veya cümleyi birbirine bağlayan harf. Vav ve fe gibi. Bunlar bir kelimeyi veya cümleyi diğer bir kelime veya cümle üzerine atıf ve rabtederler. Bu harflerden evvelkine: ma'tufun aleyh, sonrakine ise, ma'tuf denir.

harf-i cer

  • Cer harfi; gr. cümlede kendinden önceki fiilin veya ismin mânâsını kendinden sonraki kelime veya kelime guruplarına taşıyan harfler "an, min, be" gibi.

harif / harîf / حریف

  • Rakip. (Arapça)
  • Meslektaş. (Arapça)

harkafa

  • (Çoğulu: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.

harkeket

  • (Çoğulu: Harâkîk) Uyluk başı.

hasmınız

  • Düşmanınız, rakip.

haşr-i a'zam / حَشْرِ اَعْظَمْ

  • Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ.
  • Kıyâmetten sonraki büyük diriltme ve toplama.

haşri / haşrî

  • Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.

havale edilme

  • Gönderilme, bırakılma.

hayat-ı ahiret / hayat-ı âhiret

  • Âhiret hayatı, öldükten sonraki hayat.

hayrülhalef

  • Bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse.

hem-neberd

  • Savaş arkadaşı, muharebe arkadaşı. (Farsça)
  • Rakib. (Farsça)

hicret

  • Bir yerden bir yere göç etmek. Kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak.
  • Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mekke'den Medine'ye hicret etmesi. İslâmiyetin ilk zuhurunda, şeref ve izzetleri zedelenen Mekke'deki putperest müşrikler daima Hz. Peygamber'e su-i kastlar tert

hıfz-ı emanet

  • Canı muhafaza etme.
  • Bırakılan emaneti koruma.

hilal / hilâl

  • Yeni ay şekli. Yeni ay.
  • Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
  • Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.

hıms

  • Üç gün deveyi susuz bırakıp, dördüncü günü su vermek.
  • Alaca yemeni bez.

hisbe

  • Ecir, sevap.
  • İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi.
  • Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu.

hükema-i işrakiyyun / hükemâ-i işrakiyyun

  • İşrakiyye mesleğindeki feylesoflar.

huşare

  • Bir yere giderken bırakılan faydasız şeyler.
  • Her şeyin kötüsü.

i'tikal

  • Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma.
  • Devenin dizini büküp bağlama.
  • Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.

ibaha / ibâha

  • Bir şeyin haram olmaktan çıkarılarak serbest bırakılması; mübah kılma.

ibak

  • Bir esirin, bir köle veya câriyenin sebepsiz olarak, sahibini bırakıp kaçması.

ibre-i hayyat

  • Kendi işlerini bırakıp başkasının işlerini halledip düzeltmeye çalışan adam.
  • Terzi iğnesi.

icazkarane / îcâzkârâne

  • Benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.

ichad

  • Eziyet çekme, elem ve sıkıntıya mâruz bırakılma.
  • Gayret etme.

ifade-i cebriyye

  • Zoraki ifade.
  • Mat: Cebir işaretleri ile maksadını anlatma.

ihtiyari / ihtiyarî

  • Mecburi olmayan. İsteğe bağlı. Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan.

ilham / ilhâm

  • Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
  • Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
  • Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.

ilka

  • Vahiyle indirilme, kalbe bırakılma.

imhal-i ikab / imhâl-i ikab

  • Cezanın sonraya bırakılması.

infirad / infirâd / انفراد

  • Bir başına kalma. (Arapça)
  • İnfirâd ettirilmek: Bir başına bırakılmak. (Arapça)

infisal

  • Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme.
  • Yerini bırakıp gitme.
  • Azledilme.

inhisar

  • Hasr olunma.
  • Tecavüz etmeme.
  • Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.

inkılab ale-l a'kıb / inkılâb ale-l a'kıb

  • Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan meca

inziva

  • Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.

irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye

  • Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi.

ırak-ı acem / ırâk-ı acem

  • (Acem Irakı) Tar: Irak'ın Dicle nehrinden başlayarak İran sınırındaki yüksek dağlık mıntıkaya kadar uzanan bölgesine Osmanlılarca verilen ad.

ıraki / ırakî

  • (Irâkiyye) Irak halkından, Iraklı.
  • Irak'a ait.

irta'

  • Zoraki ve istemeyerek gülme.

ıslah-ı nefs / ıslâh-ı nefs

  • Kötü huyları, fenâ alışkanlıkları ve yaramaz işleri bırakıp, iyi huyları, güzel işleri, kulluğa yakışan tâat ve ibâdetleri yapma.

islam-ı hakiki / islâm-ı hakîkî

  • Nefsin itminâna (Allahü teâlânın emirlerine itâate) kavuşmasından sonraki müslümanlık.

israf

  • Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
  • En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.

işraki / işrakî

  • Bâtıl İşrakiye felsefesine mensub. İşrakiyyunun dalâletten ve şirkten ibaret bâtıl ve hurafe fikirleri.

işrakiyye

  • İşrakiyyunların bâtıl ve hurafe mesleği.

işrakiyyun / işrâkiyyûn

  • İşrakiyye felsefesi ile iştigal eden ve ehl-i şirk olan feylesoflar.
  • İşrâkiyyeciler.

istibhal

  • Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma.

istical

  • Sonraya bırakılmasını istemek.

isticbar

  • (Cebr. den) Zorlama, cebretme. Baskı yapma. Zoraki yaptırma.

istihar

  • Geri bırakılma, geri kalma.

kalb-i metruk

  • Terkedilmiş kalb, bırakılmış gönül.

kanazı'

  • (Tekili: Kunzua) Uzamış saç.
  • Baş traş edilirken yer yer bırakılan saç.

karkal

  • (Çoğulu: Karâkıl) Kadın gömleği.
  • Yeleksiz elbise.

karkar

  • (Çoğulu: Karâkır) Düz açık yer.

kem-fehm

  • Anlayışı kıt. İdrâki az.

kerhen

  • İstemeyerek, zoraki.
  • İstemiyerek, tiksinerek, zoraki.

kirkire

  • (Çoğulu: Kerâkir) Şecaat.
  • Deve göğsü.

kısm-ı ahar / kısm-ı âhar

  • Diğer, geri kalan, sonraki kısım.

kişniş

  • Güzel kokulu bir tohum olan karakimyon.

kisra

  • Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.

kitabet / kitâbet

  • Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
  • Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
  • Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.

künd

  • Biçimsiz, yakışıksız, kısa.
  • Kesmez, kör.
  • Yiğit, cesaretli, cesur.
  • Anlayışsız. Fehim ve idraki kısa.

kunzua

  • (Çoğulu: Kanâzı') Çakıl taşı.
  • Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.

kürki / kürkî

  • (Çoğulu: Kürâki) Turna kuşu.

kurre

  • Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması.
  • Ağlamaktan sonraki serinlik.
  • Dilşâd olmak.
  • Bir atımlık şey.
  • Kurbağa.

kurun-u ahire / kurun-u âhire

  • Son asırlar. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından zaptedildiğinden sonraki zaman. Hicri 857, Mi. 1453 yılından sonraki devir.

lakap / lâkap

  • Asıl isminden başka sonradan takılan ad, meşhur olan birinin sonraki adı.

lakit / lakît

  • Geçim sıkıntısı veya nâmus korkusu (zinâ ithamlarından kaçınmak) için terkedilmiş, bir yere bırakılmış çocuk.

li

  • Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.

lisans

  • Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi. (Fransızca)
  • Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma. (Fransızca)
  • Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı. (Fransızca)
  • İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak (Fransızca)

lu'bet

  • Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak.
  • Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.

ma-hala

  • (Bir istisnâ edatıdır) Mâadâ mânasına gelir, kendinden sonraki kelimeyi nasb eder. (Allah'tan başka herşey fânidir) cümlesinde olduğu gibi.

maad

  • Dönüp gidilecek yer.
  • Ahiret.
  • Dönüş, geri gidiş.
  • Dünya'dan sonraki hayat.
  • Gaye, amaç, ulaşılacak yer.

maba'di / mâba'di

  • Sonrası, sonraki.

mabad / mâbad / مابعد

  • Sonraki. (Arapça)

mahrub

  • Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış.

mahrum edilen

  • Yoksun bırakılan.

maksur

  • Zoraki, cebren. Elinde ve ihtiyarında olmadan.

matrud

  • Kovulmuş ve saf dışı bırakılmış.

me'cuc / me'cûc

  • Çok eski zamanlarda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundan gelecek olan kötü bir millet. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır.

mead / meâd

  • Dönülecek yer; ölümden sonraki yaratılış, haşir.

mebde' ve mead / mebde' ve meâd

  • Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.

mefrug

  • (Çoğulu: Mefârig) (Ferağ. dan) Başkasına bırakılmış, feragat edilmiş.

mefrugün bih

  • Bir kimseye bırakılan şey.

mefrugün leh

  • Kendisine bir şeyin mülkiyeti ve tasarruf hakkı bırakılmış olan kimse.

mefsuh

  • Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş.

mehcur

  • (Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
  • Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.

mehcuriyet

  • Uzaklık, ayrılık.
  • Bırakılıp unutulma, metrukiyet.

mehr-i müeccel

  • Miktarı nikah yapılırken tesbit edilip, ödenmesi daha sonraya bırakılan yâni erkeğin evleneceği kadına sonra ödeyeceği altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfeat.

melkut

  • Yerden kaldırılıp alınan şey.
  • Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.

menfi siyaset

  • Olumsuz siyaset; aşırı taraftarlık veya rakipleri yok etmek şeklinde uygulanan siyaset.

menfi siyasetçilerin fetvaları / menfi siyasetçilerin fetvâları

  • Siyaseti kötüye kullanan veya rakiplerini yok etmeye yönelik siyaset yapan kişilerin ortaya attıkları hükümler, görüşler.

menkuz

  • Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.

mensuh / mensûh

  • (Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış.
  • Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.

merakib

  • (Merâkibe) (Araba, at, kayık, vapur gibi) binecek vasıtalar. Merkebler.

merfu'

  • Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
  • Hükümsüz bırakılmış.
  • Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.

merkel

  • (Çoğulu: Merâkil) Yol.
  • Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.

mesbuk

  • Geçmiş.
  • Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış.
  • İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan.

mesdul

  • Salıverilmiş, serbest bırakılmış.

meşruta

  • Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş.
  • Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire.

metruk

  • Terk olunmuş. Bırakılmış.
  • Boşanmış olmak.
  • Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
  • Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.

metrukat / metrûkat / متروكات

  • (Tekili: Metruk) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.
  • Miras olarak bırakılanlar, geride bırakılanlar. (Arapça)

metruke

  • (Terk. den) (Erkekten) boşanmış.
  • Kocası tarafından bırakılmış kadın.

metrukiyet / metrûkiyet

  • Metrûkiyete uğramak: Terkedilmek, metruk bırakılmak.

metrukiyyet

  • (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma.
  • Bırakılmışlık, kullanılmazlık.
  • Bir işten çekilip uğraşmama.

mevdu

  • (Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş.

mevduat

  • (Tekili: Mevdu) Emanet bırakılmış şeyler.
  • Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır.

mevkuf

  • Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan.
  • Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen.
  • Ait, bağlı.

mevkulün ileyh / mevkûlün ileyh

  • Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil.

mevla / mevlâ

  • Yardımcı ve koruyucu olan Allahü teâlâ.
  • Sevgili, sevilen.
  • Âzâd edilmemiş, serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi.
  • Âzâd edilmiş köle.
  • Kölesini âzâd etmiş olan kimse.

mirhat

  • Salıverilmiş, bırakılmış perde.

mirkam

  • (Çoğulu: Merâkım) Kalem.

mirken

  • (Çoğulu: Merâkin) Don yıkayacak kap.
  • Küçük leğen.

mu'bir

  • Terkolunmuş, bırakılmış, terkedilmiş.

mu'cizevi / mu'cizevî

  • Bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz ve hayrette bırakır şekilde.

mu'tak

  • Serbest bırakılmış köle, câriye veya esir.

mu'tekil

  • Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
  • Devenin dizini büküp bağlıyan.
  • Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.

muahhar / مؤخر / مُؤَخَّرْ

  • Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan.
  • Sonraki.
  • Sonraki, daha sonraki, geç. (Arapça)
  • Sonra olan, sonraki.

muattal

  • Kullanılmış, bırakılmış.
  • Boş, işsiz.

muattıla

  • Boş bırakılmış. Atâlete atılmış.
  • Hâlık'a itikat etmeyen.

muavvak

  • (Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş.

mübtel

  • Hükümsüz bırakılmış, bozulmuş, ibtâl olunmuş.

muceb

  • İcâb etmiş, lâzım gelmiş. Bir söz veya emrin icâb ettiği şey, netice.
  • Büyük bir memurun, kendisine sunulan evrakı tasdik için ettiği işaret.

mucizane / mûcizane

  • Aciz bırakırcasına.

muda'

  • Fık: Emâneten kendine bir şey bırakılan kimse.
  • Serkeş ve oynak olmayıp, mazlum ve sâkin olan at.

müdebber

  • Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.

müeccel

  • Sonraya bırakılan.
  • Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
  • Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş.

müeccelen

  • Te'cil edilmek suretiyle. Müddeti sonraya bırakılarak.

müehher

  • (Müahhar) Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş.

müehhirin / müehhirîn

  • Sonrakiler.

müfarakat

  • Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
  • Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.

müfrez

  • Toptan ayrılıp bir tarafa bırakılmış. İfraz olunmuş, ayrılmış.

muhalla

  • Tahliye olunmuş. Boşaltılmış.
  • Serbest bırakılmış.

muhavvel

  • Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.

muhayyeb

  • Yoksun bırakılmış, mahrum kılınmış.

muhayyibane / muhayyibâne

  • Mahrum ve yoksun bırakırcasına. (Farsça)

mühmel / مُهْمَلْ

  • İhmâl edilmiş. Bırakılmış. Kıymet verilmemiş. Bakılmamış.
  • Mânasız ve boş söz, cümle. Sonraya atılmış.
  • Boşlanmış.
  • Edb: Noktasız harf, noktasız harflerle yazılmış olan.
  • Ebcedde: Noktasız harflerin hesabı ile çıkan tarih.
  • İhmal edilmiş, bırakılmış.
  • İhmâl edilmiş, bırakılmış.

mülevves

  • Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
  • Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan.
  • Tazelenmek için suda ıslatılmış şey.
  • Karışık, intizamsız.

münaseha

  • Bir şeyi diğerine nakletmek.
  • Döndürmek.
  • Tebdil etmek, değiştirmek.
  • Huk: Bir vârisin, kendine bırakılan mirası alamadan ölmesi.

müncedil

  • Bırakılmış.

mündemic

  • İçine bırakılmış.

muntalik

  • (Talâk. dan) Salıverilmiş, bırakılmış.
  • Bağsız.
  • Kederi, hüznü ve gamı olmıyan. Sevinçli, mesrur, neşeli.

munzar

  • Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.

müreddede

  • İhtimâller arasında bırakılan, tereddüt içinde bulunan.

müserrah

  • Bırakılmış, boşanmış.

müstahfız

  • Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine

müstesna

  • İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.

müstevda'

  • (Ved. den) Emaneti kabul eden.
  • Emanet bırakılan, emanet bırakılmış.

müstevdi'

  • (Ved. den) Emanet bırakılan yer.
  • Emanet bırakan.

mutallaka

  • (Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.

mütareke / متاركه

  • Bırakışma, karşılıklı silah bırakma. (Arapça)

müteahhir

  • Sonraki, sonra gelen.
  • Sonraki.

müteahhirin / müteahhirîn

  • Sonrakiler.

mütebettil

  • (Betl. den) Tebettül eden, fani şeyleri bırakıp Allah'a yönelen.

mütehalli

  • Bırakılmış, boşaltılmış.
  • Boş kalan, boşalan.

mütemeddin

  • Medeni, görgülü, terakki etmiş. Şehirleşmiş olan. Bedeviliği, göçebeliği bırakıp medenileşmiş olan.

muvadaa

  • Düşmanlığı bırakıp barışma. Adaveti bırakıp sulh etme.
  • Vedâlaşma.

na-hah

  • İstemeyerek, râzı olmayarak. Zoraki. (Farsça)

naki'

  • Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı.

namık kemal

  • (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar

nebiz

  • (Çoğulu: Enbize) Hurma şarabı.
  • Yola bırakılıp atılan çocuk.
  • Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.

nekahet / نقاهت

  • Hastalıktan sonraki zayıflık.
  • Hastalıktan sonraki tehlikeli geçiş dönemi. (Arapça)

neş'e-i uhra / neş'e-i uhrâ / نَشْئَۀِ اُخْرَا

  • Ölümden sonraki yeniden yaratılış.

nifas / nifâs

  • Lohusalık hâli. Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri.

nükte

  • İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ.
  • Yere ağaçla vurup eser bırakmak.

nüşur

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama

perçem

  • Kâkül. (Farsça)
  • Tepede bırakılan saç. (Farsça)
  • Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler. (Farsça)

pesin

  • Sonraki, gerideki, en son. (Farsça)

radafe

  • (Çoğulu: Razf) Kızdırılmış sıcak taş (süte bırakıp sıcaklık verirler.)

rağmen

  • Aksine olarak, inadına, zıddına olarak, zoraki.

rağmen li-enfihi

  • (ve alâ rağmihi) Zoraki ve mahsus tahkir ve tezlil için olan hareket.

rakib / râkib / راكب / rakîb / رقيب

  • Rakip, rekabet eden, yarışan.
  • Binen. (Arapça)
  • Binici. (Arapça)
  • Râkib olmak: Binmek. (Arapça)
  • Rakip. (Arapça)

rakiban

  • (Tekili: Rakib) Rakibler. Birbirleriyle yarışanlar. (Farsça)
  • Bekçiler. (Farsça)

rakibane / rakîbâne / râkibane

  • Rakip olarak.
  • Rakip gibi.

rakide

  • (Bak: RAKİD)

rakika

  • (Bak: RAKİK)

ravi / râvî

  • Hadisi kendisinden sonrakilere aktaran kimse.

refiz

  • (Rafz. dan) Atılmış, bırakılmış, terkedilmiş. Metruk.

rekaik

  • (Tekili: Rakik) İnce ve nâzik olan şeyler.

rekik

  • Dili tutuk, kusurlu, peltek.
  • Rey ve idraki zayıf olan.
  • Gayret ve namusu olmayan.
  • Zayıf, kuvvetsiz.

revakid

  • (Tekili: Râkid) Durgun olanlar.

rukaba'

  • (Tekili: Rakib) Bekçiler.

rükban

  • (Tekili: Râkib) Biniciler, binenler, binmişler.

rükkab

  • (Tekili: Râkib) Biniciler, ata binenler.

rüşd

  • Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
  • Hayra isabet etmek.
  • Büluğa ermek.
  • İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
  • Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.

şafak

  • Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
  • Nahiye. Cânib.
  • Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
  • Merhamet.
  • Harf.

şahbeyt

  • Edb: Bir şiirin en güzel beyti. Gazelde matla'dan sonraki beyt.

sahv

  • Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı. Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli. Fenâdan sonraki bekâ hâli.

saibe

  • Başı boş bırakılmış hayvan. Sâime.

san'at-ı acip

  • İnsanı hayrette bırakıp hayranlık veren sanat.

şehvet

  • Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu.
  • Bir şeyi fazla istemek.
  • Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)Kudsi Hadis'te Cenab-ı Hak buyuruyor: "Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı

selef ve halef

  • Öncekiler ve sonrakiler.

şerik

  • Ortak, rakip.

şevval

  • Hicrî ayların onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

şevval ayı / şevvâl ayı

  • Arabî ayların onuncusu, Ramazân-ı şerîften sonraki ay.

şevval-i şerif / şevvâl-i şerif

  • Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

sosyalizm

  • İktisadî teşebbüsleri ve teşekkülleri devlete vermek isteyen görüş. İştirakiyecilik. Güya, herkese müsavi mal verme esasını idare sisteminde yerleştirmeyi ve mal birliğini iddia eden ve insan fıtratına zıt olarak hürriyetleri daraltıcı ve din aleyhdarı bir sistem. Serserilere, zenginlerin mallarını (Fransızca)

subh-u kıyamet

  • Kıyametten sonraki sabah. Kıyamet sabahı.

suhre

  • Maskara, gülünç, eğlenceli.
  • Zoraki iş gören, ücretsiz zoraki çalışan kimse ve hayvan.
  • Zoraki iş, angarya.

sümme

  • Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır.
  • Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.

süpürde

  • Ismarlanmış, sipariş olunmuş. (Farsça)
  • Bırakılmış, verilmiş. (Farsça)

ta'dil-i erkan / ta'dil-i erkân

  • Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak v

tabiin / tâbiîn

  • Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil.

tahakkümi / tahakkümî

  • Zoraki ve delilsiz olma.

tahallüf

  • Geride bırakılma. Arkada kalma.
  • Değişme. Uygun olmama.
  • Geride bırakılma.

tahliye

  • Serbest bırakılma.
  • (تحليه) Tezyin; güzel özelliklerle donatmak, süslemek.
  • (تخليه) Tenzih; noksanlardan uzak tutma.

talik

  • Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir.

tazhir

  • (Zahr. dan) Arkaya atma. Arkaya bırakma veya bırakılma. İhtimâl.

tazyi'

  • (Çoğulu: Tazyiât) (Ziyâ. dan) Kaybına sebeb olma, bırakıp kaybetme. Boşuna harcama.

te'vil / te'vîl / تَأْو۪يلْ

  • Görünürdeki ma'nâyı bırakıp başka bir ma'nâ vermek, yorumlama.

tecessüs

  • Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak.
  • İç yüzünü araştırmak.
  • İç yüzünü araştırma merakı.

tecil edilen

  • Ertelenen, sonraya bırakılan.

tecrithane

  • Yalnız bırakılan yer, hücre evi.

tefviz

  • Tefviz edilmek:
  • Birine bırakılmak.
  • İhale edilmek.

tekellüf

  • Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak.
  • Gösterişe kapılmak. Özenmek.
  • Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket.
  • Kendi isteği ile bir zorluğa katlanmak.
  • Gösterişe kapılmak. Özenmek. Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket.

tekellüfat / tekellüfât

  • Zoraki davranışlar.

tekellüfkarane / tekellüfkârâne

  • Gösteriş hevesiyle bir sorumluluğun altına girme, zoraki davranarak.

tekellüflü

  • Zahmetli, zoraki.

tenük

  • Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf. (Farsça)
  • İnce, rakik, nârin. (Farsça)
  • Az, hafif. (Farsça)
  • Yumuşak. (Farsça)

terk / ترک

  • Bırakma. (Arapça)
  • Vazgeçme. (Arapça)
  • Ayrılma. (Arapça)
  • Terk edilmek: (Arapça)
  • Bırakılmak. (Arapça)
  • Vazgeçilmek. (Arapça)
  • Terk etmek: (Arapça)
  • Bırakmak. (Arapça)
  • Vazgeçmek. (Arapça)
  • Ayrılmak. (Arapça)

teşrik tekbirleri

  • Zilhiccenin dokuzuncu günü, yani Kurban Bayramının arefe günü, sabah namazından başlayarak, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar olan, her farz namazın selâmından sonraki alınan tekbirler.

tevdi edilen

  • Bırakılan, emanet edilen.

tevdi'

  • Emanet vermek, bırakmak.
  • Misafirin veda etmesi. Giderken kalanlara: Allah'a ısmarladık gibi veda etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi.
  • Mutlaka terkedip bırakmak.

ulum-u evvelin ve ahirin / ulûm-u evvelîn ve âhirîn

  • Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri.

ümm-ül habais / ümm-ül habâis

  • Şarap, rakı gibi haram olan içki.

vahdeddin

  • (Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan

vahl

  • Sıvı çamur. Balçık. Tîn-i rakik.

vakahet

  • (Vakhe) İbadet, taat.
  • Bir adamın sözünü dinleyip itaat ve imtisal etmek, ona uymak.
  • Bir şeyi bırakıp feragat etmek.
  • Büyük papaz olmak.

vehn

  • Gevşeklik, kuvvetsizlik.
  • Zayıf.
  • Gövdesi kalın ve kısa adam.
  • Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman.

verka'

  • (Çoğulu: Verâki') Yabâni güvercin.
  • Açık boz renk.

vestiyer

  • Pardesü, palto vesairenin çıkartılıp bırakıldığı yer. (Fransızca)

vücub

  • Vâcib ve lâzım olmak.
  • Sâbit olmak.
  • Sukut ve vuku.
  • Sübut ve temekkün cihetiyle lâzım olmak. Bırakılması mümkün olmamak.
  • Güneşin batması.
  • Muztarib olmak.

yevm-i ahiret / yevm-i âhiret

  • Âhiret günü; öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat.

zemheri

  • Karakış dönümünden (12 Aralıktan) 31 Ocağa kadar olan şiddetli soğuk devresi.

zemherir / zemherîr / زمهریر

  • Karakış.
  • Karakış. (Arapça)

zendeka

  • Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın