Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
PEŞ
ifadesini içeren
175
kelime bulundu...
abçin / âbçîn / آبچين
Peştemal.
(Farsça)
abone
Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen bir zaman için müşteri olan kimse.
(Fransızca)
acil / âcil
Aceleci.
Acele eden. Hemen.
Derhal. Peşin.
Çabuk.
Fık: Dünya.
acilen / âcilen
(اٰجلاً) Vakti gelince, ileride, gelecekte.
(عاجلاً) Acele olarak, derhal, peşin olarak.
adid
Kesilmiş ağaç.
Tepesine el yetişen hurma ağacı.
akab-gir
Peşe düşen, kovalıyan.
(Farsça)
akab-rev
Arkadan gelen. Peşe düşmüş, arkaya takılmış.
(Farsça)
ale-l-ittisal
Birbiri ardınca, peş peşe, aralarında fâsıla olmadan.
alem / عَلَمْ
Nişan, minare tepesindeki hilal.
alettevali / alettevâlî / على التوالى
Peşpeşe.
(Arapça)
amut
Bir kimsenin peşinden ayıbını söylemek.
asla'
Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan.
Küçük başlı.
atlab
(Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
(Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.
atme
Ateş kaynağı, volkanın tepesindeki lâvın çıktığı yer, krater.
bedel-i icar
Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.
bedpesend
Kötülüğü beğenen, kötülüğü öven, medheden.
(Farsça)
Güç beğenir, müşkülpesend.
(Farsça)
berk-i basar
Gözün şimşek çakması.
Birdenbire tepesinde çakan şimşekten mâruz olduğu dehşet ve şiddet hâlinden mecaz olarak, ansızın başına gelen mühlik hâdisenin şiddetli âlâm ve ıztırabıyla dehşet ve hayret içinde duyulan keskin intibahı ifade eder.
bermal
Zirve, dağ tepesi. Dağın üstü, en yüksek yeri.
(Farsça)
bini / binî
Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.)
(Farsça)
Dağ tepesi.
(Farsça)
Zirve, uç nokta.
(Farsça)
Yayın ele alınan kısmının ucu.
(Farsça)
Görürlük, görmeklik.
(Farsça)
damen-i pakiniz / dâmen-i pâkiniz
Çok temiz eteğiniz; her türlü kötülük ve günahtan uzak duran bir kişinin peşinden gitmeyi ve ona saygı göstermeyi ifade eden bir deyim.
dest-be-dest
Elden ele, el ele.
(Farsça)
Peşin satış.
(Farsça)
Birbirine bitişik olan.
(Farsça)
dümbal / dümbâl / دنبال
Kuyruk.
(Farsça)
Peş, art.
(Farsça)
dünbal / dünbâl / دنبال
Kuyruk.
(Farsça)
Peş, art.
(Farsça)
egoist
Bencil, hodpesent, hodbin, kendini beğenmiş, menfaatperest.
ehl-i heva / ehl-i hevâ
Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan.
Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.
ehl-i hevesat / ehl-i hevesât
Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.
ehl-i takib
Takip edenler, peşinden gidenler.
ermun
Gündelikçiye verilen peşin ücret.
(Farsça)
evc-i rif'at
Yüksekliğin son noktası, zirvesi, tepesi.
evşal
(Tekili: Veşl) Damla damla akan su.
Birbiri ardınca katar gibi peşpeşe gelen kimseler.
fark
Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme,
Başın tepesi, baştaki saçın ikiye ayrıldığı yer.
feratık
Şiradan ve pekmezden yapılan pestil.
fikr-i ta'kib
Sona erdirme, peşini bırakmama.
firbar
Ululuk, azamet.
Ardınca gelicilik, peşinden gelmek.
futa
Hamamlarda kullanılan bir kumaş cinsi.
(Farsça)
Peştemal. Havlu.
(Farsça)
gevher-i pend
Nasihat küpesi.
hadis-i kavi / hadîs-i kavî
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.
halme
Meme başı, meme tepesi.
hayalperest / hayâlperest
Hayâl peşinde koşan.
helikopter
Pervanesi tepesinde bulunan ve olduğu yerde durabilen, dikine kalkış ve iniş yapabilen bir uçak.
(Fransızca)
hetalan
Akmak.
Göz yaşı ve yağmur pespeşe gelmek.
hevaperest / hevâperest / هواپرست
Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil.
(Farsça)
Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
Yasak arzuları peşinde koşan.
Nefsinin istekleri peşinde koşan.
(Arapça - Farsça)
hevaperestane / hevâperestâne
Yasak arzuların peşinde koşarcasına.
Nefsin arzu ve isteklerinin peşinde olurcasına.
hilal / hilâl
Yeni ay şekli. Yeni ay.
Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.
hotoz
Eski zamanda kadınların başlarına giydikleri süslü serpuş.
Hayvan, kuş ve tavuk tepesi.
Yapıların ve eşyaların üzerine konulan tepelik.
i'cab
Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ikbalcu
İkbal ve büyüklük arayan. Onların peşinde olan.
(Farsça)
irtidaf
(Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.
ıs'as
Gece karanlığı başlamak, karanlık basmak.
Karanlığın açılması.
Bulutun yere yakın olması.
Peşinden gitmek.
islaf
Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş.
Tarlayı aktarmak.
istidbar
(İdbar. dan) Yüz çevirmek. Arka dönmek.
Geri geri gitmek.
Bir kimsenin peşinden gitmek.
istital
Gözyaşları inci gibi dökülme.
Birbiri ardınca çıkma. Birbirinin peşinden çıkma.
istitba'
Tâbi olmayı istemek. Peşinden sürüklemek.
itar
Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme.
Dikkat ve hiddetle bakma.
izar / izâr / ازار
Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler.
İsmet, iffet.
Zevce.
Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
Peştemal.
(Arapça)
kafadar
Arkası sıra giden, peşinden ayrılmayan.
(Farsça)
Kafaları birbirine uyan, kafaca birbirine denk olan arkadaş.
(Farsça)
kafi / kafî
Birine uyup peşinden giden.
kavf
Bir kimsenin peşinden gitmek.
Ense saçı.
kavnes
(Çoğulu: Kavânis) Atın iki kulağı arası.
Başa giyilen miğferin tepesi.
kavz
(Çoğulu: Akvâz-Akâviz-Kızân) Küçük kum tepesi.
Düşmek.
Bağlamak.
kazr
Bir kimsenin peşinden gitmek.
kendure
Peşkir.
(Farsça)
Deriden yapılmış büyük sofra.
(Farsça)
kerempe
Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı.
Dağın en yüksek yeri, tepesi.
Geminin baş tarafı.
kesib
Kum tepesi.
kıbab
(Tekili: Kubbe) Kubbeler. Tepesi yarım küre şeklinde olan binâ damları.
kımme
(Çoğulu: Kumem) Boy, kamet.
Beden.
Başın tepesi.
Dağ tepesi.
Her şeyin yükseği.
İnsan cemaati, topluluk.
kubeb
(Tekili: Kubbe) Kubbeler, kemerler. Tepesi yuvarlak, yarım küre şeklinde yapılan binâ damları.
küh-sar
Dağ tepesi. Dağlık.
(Farsça)
kuhamun
Tepesi düz olan dağ.
(Farsça)
kuhe
Dağ.
(Farsça)
Hücum, saldırma.
(Farsça)
Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey.
(Farsça)
Deve hörgücü.
(Farsça)
At eyeri.
(Farsça)
kuhsar
Dağ tepesi.
(Farsça)
Dağlık yer.
(Farsça)
külah / külâh
Tepesi sivri başlık.
kulle
(Çoğulu: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve.
Kule.
Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
küngüre
Kubbenin en yüksek yeri, tepesi.
(Farsça)
levahik / levâhik
Sonra ilâve olan, peşine eklenen.
lezzetperest
Maddî mânevi zevk ve lezzet peşinde koşan, zevk ve lezzete düşkün.
maani-i müteselsile / maâni-i müteselsile
Zincirleme, peş peşe gelen mânâlar.
meazir
(Tekili: Mi'zer) Peştemallar.
mecla
(Çoğulu: Mecâli) Ayna, mir'at.
Çıkma ve görünme yeri.
Başın tepesinde kıl bitmeyen yer.
mefrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer.
mehr-i muaccel
Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat.
men'af
(Çoğulu: Menâif) Dağın sivri tepesi.
meyzer
(Çoğulu: Meyâzir) Peştemal.
mi'zer
(Çoğulu: Meâzir) Peştemal.
mıkrame
Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.
mil
İğne gibi ince ve uzun bir âlet.
Göze sürme çekecek âlet.
Ucu sivri çelik kalem.
Sivri dağ tepesi.
Bir çarkın, üzerinde döndüğü mihver, eksen.
Elektromotordan iş tezgâhına kuvvet nakleden uzun çelik çubuk.
Selin bıraktığı en verimli münbit topr
mindil
(Çoğulu: Menâdil) Peşkir. Mendil. Bez parçası.
mu'accel
Peşin olarak verilen. Acele ödenen şey.
muaccel / معجل / مُعَجَّلْ
Acele olunmuş, ta'cil edilmiş, mühletsiz. Peşin. Va'desiz.
Peşin.
Acele, peşin.
Peşin.
(Arapça)
Acele edilmiş.
(Arapça)
Acele olan, peşin.
muaccelane / muaccelâne
Acele olarak. Peşin olarak.
muaccelat
(Tekili: Muaccel) Peşin ödemeler.
muaccele
Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım.
muaccelen
Peşin olarak.
Çabuk ve acele olarak.
muakkab
(Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş.
müdgam
(Dagm. dan) Peş peşe gelen iki kelimeden birincisinin son, ikincisinin ilk harflerinin aynı olması.
müeccel
Mühletli, peşin olmayan. Sonradan yapılmak üzere vakti belli olan. Te'cil edilmiş olan.
mükafat-ı acil / mükâfât-ı âcil
Peşin mükâfat.
mükafat-ı acile / mükâfât-ı âcile
Peşin mükâfat.
mükafat-ı muaccele / mükâfât-ı muaccele
Peşin ödenen ödül.
mukteda
Kendisine uyulan. Önde giden.
Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ.
Namazda kendine uyulan imam.
münsak
Gönderilmiş olan.
Birine bağlı olan ve peşinden giden.
müreddef
Edb: Redifli olan manzum söz.
Peşinden yürütülmüş.
musallit
(Salâtet. den) Birine musallat eden. Peşini bırakmayıp sataştıran.
müşkil-pesendan / müşkil-pesendân
(Tekili: Müşkil- pesend) Herşeyi kolay kolay beğenmiyenler.
müteakıben
Arka arkaya, ardı sıra, peşinden. Sonra.
müteakiben / müteâkiben
Hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra.
mütesallit
(Çoğulu: Mütesallitîn) Musallat olan, peşini bırakmıyan, tasallut eden, sırnaşan.
mütesallitin / mütesallitîn
(Tekili: Mütesallit) Musallat olanlar, peşini bırakmayanlar, ardından ayrılmayanlar, tasallut edenler.
müteselsil / مُتَسَلْسِلْ
Zincirleme, peşpeşe gelen.
Peş peşe.
müteselsilen / مُتَسَلْسِلاً
Sıra ile, zincirleme olarak, birbiri peşi sıra.
Peş peşe.
mütetabian
Birbiri ardınca. Birbirinin peşinden.
mütevaliyen
Üst üste, aralık vermeden, peş peşe.
nakd
(C?: Nukûd) Madeni para, akçe.
Bir şeyin bedelini peşinen ödemek.
Para olarak bulunan servet.
Vezin ve ayarı tamam olan para.
Bir şeye hırsızlamasına bakma.
Seçmek.
Saymak.
nakden / نقدا
Para olarak, peşin, elden.
Peşin olarak.
(Arapça)
nakdi / nakdî
Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik.
nakdine
Hazır ve peşin para.
Kıymetli ve değerli mal.
nassiye
(yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d
nefs-i pürheves
Heveslerinin peşinde koşan nefis.
nik
(Çoğulu: Niyâk) Dağın yüksek yeri, dağ tepesi.
Kızgın, hiddetli, gadaplı kimse.
nitak
Kemer, kuşak.
Kuşak yeri.
Peştemal.
peşe
(Bak: Peşşe)
peşinat / peşinât
Peşin verilen paralar.
(Farsça)
peşiz
(Peşize) Akçe, mangır. Pul.
(Farsça)
Balık pulu.
(Farsça)
peşmin
(Peşmine) Yünden yapılmış. Yapağıdan yapılma.
(Farsça)
Sâde ve süssüz elbise.
(Farsça)
peştemal / پشتمال
Peştemal, hamam havlusu.
(Farsça)
pestpaye
(Çoğulu: Pestpayegân) Payesi, derecesi aşağı olan, âdi. Alçak. Bayağı. Pespaye.
Pespaye, alçak.
peyderpey / پى در پى
Peşpeşe, ardy sıra.
(Farsça)
piş-gir
Havlu, peşkir.
(Farsça)
piş-müzd
Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para.
(Farsça)
pişadest
Peşin para ile alış veriş.
(Farsça)
İşçiye, çalıştıktan sonra verilen para.
(Farsça)
pişgir / pîşgîr / پيشگير
Peşkir.
(Farsça)
pişin / pîşîn / پيشين
Peşin, önce, önden.
(Farsça)
Evvelki, eski.
(Farsça)
Önden verilen.
(Farsça)
Peşin.
(Farsça)
pürheves
Heveslerinin peşinde koşan.
püştmal
Peştemal.
(Farsça)
reks
(Rekkese) Geri döndürmek, çevirmek, tepesi aşağı etmek.
riba
Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
Faiz.
Muamelede meşru miktardan tecavüz.
Bir şeyin artması, çoğalması.
Verilen borç para veya mal karşılığında
riba'l-fadl / ribâ'l-fadl
Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.
risalet / risâlet
Peygamberlik, resûllük.Fahr-i âlem girdi çün kırk yaşına Kondu pes, risâlet tâcı başına.
rovelver
Peşpeşe altı mermi atabilen bir tür tabanca, altıpatlar.
sa'niye
Takkenin tepesi.
saadet-i acil / saadet-i âcil
Peşin mutluluk.
saadet-i acile / saadet-i âcile
Peşin mutluluk, dünya mutluluğu.
safa ve merve / safâ ve merve
Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı. Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir.
şahika
Dağ tepesi, zirve.
sal'
Baş tepesinin saçsız oluşu, kellik.
sala'
Kellik. Baş tepesinin saçı dökülüp açık olması.
savm'aa
Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.
sayibe
(Çoğulu: Siyeb) Adak için ayrılıp üstüne binilmeyen ve sütü içilmeyen dişi deve.
"Ümm-ül bahire" adı verilen ve peşpeşe üç dişi deve doğuran deve. Bu deveye de binilmez, sütü sağılmaz. Yabana salarlar, ölünceye kadar gezer.
selem
Teslim etmek.
Ayıplardan uzak olmak.
Selef.
Peşin para ile veresiye mal alma.
İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu
Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.
serd
Sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söyleme.
silsile-i keramet
Kerametler zinciri, peş peşe gerçekleşen kerametler.
silsileli
Zincirleme, peşpeşe.
şimrah
(Çoğulu: Şemârih) Hurma veya üzüm salkımı.
Dağ tepesi.
ta'kib
Gözlemek.
Yolunda gitmek.
Peşinden yürümek.
Suçlunun suçunu araştırmak.
Bir kimsenin aynı senede yine gazaya gitmesi.
Bir şeyi ciddiyetle istemek.
takip
Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek.
tarek
Tepe. Başın tepesi.
(Farsça)
teakub
Birbiri ardınca olmak, peşinde olmak.
Bir nesneyi sonradan çoğaltmak.
tehacüm / tehâcüm
Peşpeşe hücum etme, saldırı.
temkin zamanı / temkîn zamânı
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta
teradüf
Birbiri peşinden gitmek.
Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
terdif
(Çoğulu: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme.
teselsül eden
Zincirleme devam eden, peşpeşe gelen.
teşeyyu'
Şiilik taslamak. Şii olma.
Vedalaşmak.
Ardınca ve peşinden gitmek.
tetbi'
Peşini bırakmayıp iyice araştırma.
Uyma, tâbi olma.
tetra
Birbiri ardınca olmak. Birbirinin peşinden gelmek.
tevliyet
Bir vakfın işlerine bakma vazifesi. Mütevellilik.
Yüz çevirme, yüz döndürme.
Fık: Sâhib olunan malı peşin değeri ile başkasına tevcih etme.
tiba'
Birbiri ardınca olmak. Peşpeşe bulunmak.
tuyur
Birbiri ardınca iade etmek, peşpeşe geri çevirmek. Tekrarlamak.
ücret-i muaccel
Peşin ücret.
urum
(Urume) Alâmet, nişane.
Kök, dip.
Başın tepesi.
vapesin / vapesîn
(Va-pesin) En gerideki, en sondaki.
(Farsça)
zampara
(Aslı "zenpare"dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek.
zen-dost
Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara.
(Farsça)
zenperest
(Çoğulu: Zenperestegân) Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
terceme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Nar-ı
velvele
medet
Te'kîden
sürūr
zahid
meserret
Muktesıt
matlab
enva-i kainat
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
PEŞ
cahil
Sessiz
Menkıbeler
Gölge
ra'
osmanlıca'da
Benzemek
Değerli
Nişanlı