Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Onun
ifadesini içeren
621
kelime bulundu...
işa-i rabbani / işâ-i rabbânî
Hıristiyanların, dinlerinin temel inançlarından biri gibi kabûl ettikleri akşam yemeğinde güyâ Îsâ aleyhisselâmın etini yiyip, kanını içerek onunla birleşeceklerine ve böylece günâhlarının döküleceğine inanmaları.
(a.s.)
Aleyhisselâm; Allah'ın selâmı onun üzerine olsun.
a
Nida edatı olup, kelimenin sonuna gelir "ey" mânası verir. Aynı veya farklı iki kelime arasına gelirse, sözün mânasını kuvvetlendirir. "rengârenk, lebaleb" gibi.
a'razi / a'razî
Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan şey, ilinek; hareket ve koku gibi.
abdullah ibn-i ömer
Bi'setten bir yıl önce doğdu. Hicri yetmişüç tarihinde Haccâc-ı Zalim'in emri ile şehid edildi (R.A.) Sahabe-i Kirâmın ileri gelenlerinden ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın çok bağlılarından ve dâima onun ahlâkını yaşamağa çalışanlardandı. Hz. Ömer Radıyallahü Anh'ın oğlu idi. Hilâfet ve Val
adalet / adâlet
Her işte hakkı gözetme ve orta yolu tutma. Haklıya hakkını verme. Haksızlıktan sakınma. Zulmün zıddı, kânun önünde eşitlik.
ahd ü misak / ahd ü mîsâk
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.
ahdel
Boynu önüne eğilmiş olan.
Çok eğik olan şey.
ahir-bin / âhir-bin
Sonunu gören, düşünen.
(Farsça)
ahir-i kar / âhir-i kâr / آخر كار
Sonunda.
Sonuç.
ahirin / âhirin / آخرین
Sonuncu.
(Arapça - Farsça)
Sonrakiler.
(Arapça - Farsça)
ahirinde / âhirinde
Sonunda.
ahirkar / âhirkâr / آخركار
Sonunda, nihayet.
(Arapça - Farsça)
ahirülemr / âhirülemr / آخرالامر
Sonunda, işin sonunda.
(Arapça)
akademi heyeti muvacehesinde
Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.
akibet-bin / âkibet-bin
İleri görüşlü. Sonunu evvelden gören.
(Farsça)
akıbetbin / âkıbetbîn
İşin sonunu görebilen.
akıbetendiş / âkıbetendîş / عاقبت اندیش
Sonunu düşünen.
(Arapça - Farsça)
akıbetülemr / âkıbetülemr / عاقبت الامر
Sonunda.
(Arapça)
akl-ı feal / akl-ı feâl
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
akve
Evin önündeki açıklık, meydanlık. Avlu.
al-i beyt / âl-i beyt
Peygamber Efendimizin ailesi ve onun neslinden gelenler.
al-i beyt-i nebevi / âl-i beyt-i nebevî
Peygamberimizin (a.s.m.) âilesi ve onun soyundan gelenler.
al-i ibrahim / âl-i ibrahim
Hz. İbrahim Peygamberin (A.S.) neslinden gelen ve onun mânevi yolunda yürüyenler. Bütün müslümanlar, Mü'minler.
al-i imran / âl-i imrân
İmrân âilesi. Süleymân aleyhisselâmın evlâdından İmrân bin Mâsân'ın kendisi veya onun kızı hazret-i Meryem ile oğlu hazret-i Îsâ. Âl-i İmrân'ın, Yâkûb aleyhisselâmın evlâdından İmrân binYeshâr'ın kendisi veya oğulları Mûsâ ile Hârûn aleyhisselâmın ol duğu da bildirilmiştir.
ala ruusi'l-eşhad / alâ ruûsi'l-eşhad
Şahitlerin gözü önünde.
ala-mele'in nas / alâ-mele'in nas
Herkesin önünde. Halkın huzurunda.
ala-ruus-ileşhad / alâ-ruus-ileşhad
Aleme karşı. Herkesin gözü önünde. Halkın önünde.
alaküllihal / alâküllihâl
Her durumda, eninde sonunda.
alani / alânî
Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.
alaniyeten / alâniyeten
Herkesin önünde, açıkça, alânen.
alaşım
Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita.
aleniyye
Açık, aleni, göz önünde.
aleniyyet
Göz önünde olma.
aleyh
(Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine.
Ona, onun üzerine, karşıt, zıt.
Onun üzerine.
aleyhdar
Onun tersi yönünde, karşı.
aleyhi efdalüssalatü ve ekmelüsselam / aleyhi efdalüssalâtü ve ekmelüsselâm
En üstün selâmlar ve en mükemmel salâtlar onun üzerine olsun.
aleyhi ekmelü't-tahiyyat
Selâm ve duaların en mükemmeli onun üzerine olsun.
aleyhi ekmelü't-tehaya / aleyhi ekmelü't-tehâyâ
En üstün selâmlar ve dualar onun üzerine olsun.
aleyhi ekmelüssalatü vesselam / aleyhi ekmelüssalâtü vesselâm
En mükemmel salâtlar ve selâmlar onun üzerine olsun.
aleyhi nazaru'r-rahmani / aleyhi nazaru'r-rahmânî
Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah'ın nazarı ve teveccühü onun üzerine olsun.
aleyhi'l-lane / aleyhi'l-lâne
Lânet onun üzerine olsun.
aleyhissalatü ves-selam / aleyhissalâtü ves-selâm
Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.
aleyhissalatü vesselam / aleyhissâlatü vesselâm
Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır.
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
aleyhissalatü vesselama / aleyhissalâtü vesselâma
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
aleyhissalatüvesselam / aleyhissalâtüvesselâm
Salât ve selâm onun üzerine olsun.
aleyhisselam / aleyhisselâm / عليه السلام
Allah'ın selâmı onun üzerine olsun.
Allahü teâlânın selâmı onun üzerine olsun mânâsına daha çok peygamberler ve dört büyük melek için kullanılan duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm, daha çok kişi için aleyhimüsselâm denir.
Selam onun üzerine olsun.
(Arapça)
aleyhisselatü vesselam
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
alim-i zitehevvür / âlim-i zîtehevvür
Öfkeli âlim; sonunu düşünmeden öfkeli hareket eden ilim adamı.
amin / âmin
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır.
Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.
an / ân
Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O.
(Farsça)
Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik.
(Farsça)
Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku.
(Farsça)
anafor
Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.
ane / âne
Kelime sonuna getirilerek zarfiyet ifâdesi için kullanılan nisbet edatıdır. Meselâ: Mütefekkirâne (: Mütefekkire yakışır halde) kelimesinde olduğu gibi.
(Farsça)
animizm
Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.
anın / ânın
Onun.
anun / anûn
İsyankâr, kavgacı.
Davarların önünde yürüyen davar.
aposteriori
Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.
araz
Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan şey (ilinek.
arten
Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.
arzın halifesi
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
asfiya
Sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar.
asfiya-yı müdakkikin / asfiya-yı müdakkikîn
Hz. Peygambere (a.s.m.) vâris olup onun yolundan giden takvâ sahibi ve gerçekleri tam olarak araştıran, delilleriyle isbat eden büyük velîler.
ashab / ashâb
Arkadaşlar, sahipler.
Sahabîler
Hz. Peygamber'i (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar.
(Tekili: Eshâb) (Sahib) Arkadaş olanlar. Sahip olanlar, kullanma yetkisine sahip kişiler.
Halk, ahali.
Sahabeler, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (A.S.M.) görmüş ve mü'min olarak ona ve onun mesleğine bağlı kalmış olan zatlar. Bu kişiler, insanlık, doğruluk ve her türlü faz
ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf
Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D
ashab-ı kiram
Yüksek şeref sahibi Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler.
aşı
Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.
aşir / âşir / عاشر
Onuncu.
Eskiden öşür toplayan vergi memuru.
Onuncu.
(Arapça)
aşire
Onuncu. Tâsia'nın altmışta biri.
aşiren / âşiren / عاشرا
Onuncu olarak, onuncu derecede.
Onuncu olarak.
Onuncusu.
Onuncusu.
(Arapça)
asla'
Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan.
Küçük başlı.
aşr-ı sani-yi ramazan / aşr-ı sâni-yi ramazan
Ramazanın ikinci onuna ait günler.
aşra'
Muharrem ayının onuncu günü.
On aylık vazife.
On aylık hâmile deve.
aşure
(Aşurâ) Arabi aylardan olan Muharrem ayının onuncu günü. Aynı günde çeşitli hububat ve kuruyemişler katılarak yapılan tatlı.
aşure günü / âşûre günü
Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü.
aşva'
Geceleyin gözü görmeyen kadın veya kız.
Önüne bakmayıp her ne olursa basan deve.
atalet kanunu
Fiz: Duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hareket edemez; ve hareket hâlindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hızını ve yönünü değiştiremez.
aver
Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur.
(Farsça)
ayan / âyan
Parlamentonun aldığı kararları düzeltmek için üyelerinin bir kısmı devlete mensup, bir kısmı da halktan seçilmiş olan meclis ve bu meclis üyelerinin her biri ("âyan meclisi", "âyandan falan zat" şeklinde kullanılır).
ayine-i müştak / âyine-i müştâk
Allah'ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan.
ayn harfi
Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.
azizan / azîzan
Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.
"İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini s
azun / azûn
Öylece, onun gibi, bunun gibi, böylece.
(Farsça)
babilik / bâbîlik
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla de
bad / bâd
"Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd : Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd : Afiyet olsun.
(Farsça)
bagar
Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.
ban
Dam, çatı.
Sorgun ağacı. Bey söğüdü.
yun. Sevgilinin boyu. Farsçada kelime sonuna gelerek, Türkçedeki "ci, cu" ekleri yerini tutan mânâda kullanılır. Meselâ: Bağban: Bağcı.
barbaros
Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir
bariz / bâriz
Açık, göz önünde, besbelli.
baz
Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan.
(Farsça)
bedbin / bedbîn
Kötümser, herşeyin kötü yönünü gören.
bedel
Değer, kıymet.
Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
bedevi / bedevî
Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şehir hayatı yaşamıyan.
Seyyid Ahmed-i Bedevî nâmındaki büyük bir zâtın tarikatı ve onun mensubu olan.
bedri / bedrî
Bedr'e ait ve onunla alâkalı.
Erkek ismidir. (Müennesi: Bedriye)
behra
Ondan dolayı, ona binaen, onun için.
(Farsça)
behvet
Sofa.
Çardak.
Odaların önüne yapılan oda.
bende-zade
Köle çocuğu.
(Farsça)
Mc: Çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzi muâmelede bulunan.
(Farsça)
ber
(Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi.
(Farsça)
bere
Tıb: Ezilme veya kılcal damarların kopması sonunda kanın, dokular içinde birikmesi ve bundan dolayı meydana gelen morluk.
(Türkçe)
beste
Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı.
(Farsça)
Kapalı. Tutucu. Donmuş.
(Farsça)
Bir nevi ipek kumaş.
(Farsça)
Gr: "Besten" fiilinin ism-i mef'ulüdür. Kelimelerin başına veya sonuna getirilerek mürekkeb kelimeler (Birleşik kelimeler) yapılır.
(Farsça)
Müzikte: Şarkının makam ve âhengi.
(Farsça)
bevah
Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.
bi-l-ahire
Sonra, sonradan, sonunda.
bih
O, onu, ona, ondan, onunla mânâlarına gelir.
bilahere / bilâhere / بالآخره
Sonradan.
(Arapça)
Sonunda, nihayet.
(Arapça)
bilanço
ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel.
Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.
bin / bîn
Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir. Meselâ:
(Farsça)
binaenaleyh / binâenaleyh
Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
binnihaye
Sonuna kadar. Sonsuz.
bismihi
Onun adı ile, onun namına.
Allah'ın adıyla.
bono
İtl. Ticaret senedi. Muayyen bir va'denin sonunda belirli bir paranın belli bir kimseye ödeneceğini bildiren senet.
boykot
(Boykotaj) Bir şahıs veya devlete karşı alış-verişi, münasebetleri kesmek. Bir ülkeyi, bir topluluğu veya bir şahsı zarara sokmak maksadıyla onunla her türlü ilgiyi kesme.
(Fransızca)
Bir işten geçici olarak çekilme; işe, çalışmaya hep birlikte katılmama.
(Fransızca)
bugra
Turna kuşu veya turna kuşu sürüsünün önünde uçan turna horozu.
(Farsça)
büteyra
Sonunda evlâdı kalmayan.
Vitir namazını bir rekat kılmak.
Şems, güneş.
Sabah.
cahi / cahî
(Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.
cahiliyyet
Cahilliğe âit.
İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil
çal
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
cani
Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, irade
canibinde / cânibinde
Yönünde, tarafında.
car / câr
(Harf-i cer) Başına geldiği ismin sonunu esre okutarak kendinden önceki fiilin mânâsını, başına geldiği isme çekip bağlayan harf.
cazim
Kat'i karar veren.
Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de "câzim" denir. Meselâ "Lem yezuk" aslında (Yezuku) idi. Başına "lem" harfi geldiğinden " Yezuk" diye sâkin okundu.)
cebr-i mafat / cebr-i mâfat
Kaybedilen bir şeyin yerine başka bir şey bularak, onunla avunma.
celed
Sütü ve yavrusu olmayan büyük deve.
Muhkem yer.
Samanla doldurulup anası önüne koyulan buzağı derisi.
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cem-i müzekker
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.
cercis
(A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine dev
ceşir
Büyük çuval.
Ev önünde davar yürüyecek yer.
cezm
(Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak.
Kesmek.
Niyet. Tahmin. Takdir.
İlzam.
İcâbe.
Gr: Arabçada kelime sonundaki harfi sâkin okumak. Kur'ân-ı Kerim okurken harfleri yerlerine vaz'edip mahrecinden çıkarırken tâne tâne, fesahat, beyan ve teenni ve
cihetinde
Yönünde.
ciran
(Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.
cümmah
Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)
cürre
Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan.
Uçan her çeşit kuşun erkeği.
Bir zira' miktarı ağaç. (Ağacın başında bir küfe, ortasında bir ipi olup onunla geyik avlarlar.)
dalle / dâlle
Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın.
dan
Arabca, Farsça veya bazı Türkçe kelimelerin sonuna takılarak, âlet ismi veya sıfat yapılır. Meselâ: Ateş-dan : Mangal. Cüz-dan : Cüz kabı, çanta.
dehri / dehrî
Zaman yönünden, çağları içine alan.
dehüm
Onuncu.
(Farsça)
delailü'l-i'caz / delâilü'l-i'câz
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, Kur'ân-ı Kerim'in edebî yönünü anlattığı bir eseri.
deles
Karanlık.
Yaz sonunda yapraklanır bir ot.
Bir şeyi gizlemek.
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
derpiş / derpîş / درپيش
Önde olan, göz önünde bulunan.
(Farsça)
Göz önünde, en önde.
Göz önünde.
(Farsça)
Derpîş edilmek:
Göz önünde bulundurulmak.
(Farsça)
Derpîş etmek:
Göz önünde bulundurmak.
(Farsça)
ders-i amm
Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan.
Asistan.
Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim.
derviş
Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı kimse.
devir
(Devr) (Çoğulu: Edvâr) Nakil. Birisinin uhdesinden diğerinin uhdesine geçirmek.
Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Geçmiş dersleri hatırlama.
Bir şeyin çevresinde dolaşmak. Dönme.
Seyahat. Bir memleketi dolaşmak.
Bir şeyin kendi mihveri üzerinde dönmesi.
dıhye
Çok yakışıklı Medineli bir Sahabî; Hz. Cebrâil Peygamberimize birkaç defa onun şeklinde gelmiştir.
dikkat-i nazara alınsa
İnceden inceye düşünülse, göz önünde bulundurup bakılsa.
düello
İtl. Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa'da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
Hakareti tâmir maksadıyla iki kişi arasında ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
Şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.
e
Gr: İstifham, sorgu edatı. (Ezehebe Nuri: Nuri gitti mi? derken Ezehebe'nin başındaki "E" harfi gibi)
Arapça kelimelerin sonuna "e" gelerek onları müennes yapmaya yarar. Âdil, Âdile... Emin, Emine... Kâmil, Kâmile... Nuri, Nuriye... gibi.
ebter
Kuyruğu kesik hayvan.
Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
Eksik, tamamlanmamış.
ebu bekir-i sıddık
Asıl adı Abdullah, künyesi Ebu Bekir, lâkabı Sıddık ve Atik. Erkekler içerisinde Resul-i Ekreme (A.S.M.) ilk iman eden; bütün muharebelerde ona refakat eden; seferde, hazarda, bütün tehlikeli anlarda Peygamber Efendimizle (A.S.M.) beraber çalışmış ve onun en yakın Sahâbesi. Onun sohbetinden feyz alm
ecel-i müsemma / ecel-i müsemmâ
Allah tarafından tayin edilmiş ömrün sonunda gelen ecel.
egosantrizm
Psk: Benmerkezcilik. Zihnî gelişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayırmaya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile düşünür. Sanki dünyada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve isteğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve
(Fransızca)
ehadis / ehâdîs
Hadisler; Peygamber Efendimizin mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.
ehadis-i şerife / ehâdis-i şerife
Hadisler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.
ehemm
Mühimler arasında öncelikle göz önüne alınması gereken.
ehl-i iman ve takva / ehl-i iman ve takvâ
Allah'a inanıp Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.
ehl-i kanaat
Allah'ın verdiği rızka razı olup onunla yetinenler.
ehl-i sünnet
Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.
ehl-i sünnet ve cemaat
Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.
ehl-i sünnet ve'l-cemaat
Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk.
ekulü kema kale / ekulü kemâ kale / ekulü kemâ kâle
"Ben de onun dediği gibi derim".
Onun söylediği gibi söylerim (meâlinde.)
el-kasibü habibullah / el-kâsibü habibullah
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ma'rifetini ve rızâsını kazanan onun habibidir, sevgili kuludur. (Hadis meâli)
elest günü
Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.
endiş
Düşünen, mülâhaza eden, ölçülü davranan mânasında sıfat terkiblerinde kullanılır. Meselâ: Akibet-endiş : Her işin sonunu düşünen.
ensar
(Tekili: Nâsır) Yardımcılar. Müdâfiler.
Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Medine'ye hicretinde Onun mücadelesine iştirak edip ona yardımcı, müdâfi, muhafız vaziyetini alan ve Cenâb-ı Hak'tan ve Hz. Peygamber'den (A.S.M.) yardım ve nusret dileyen Sahabe-i Kiram hazeratı.
enzar-ı amme / enzâr-ı âmme
Kamuoyu; herkesin gözü önüne sunma.
enzar-ı mahlukat önünde / enzâr-ı mahlûkat önünde
Bütün varlıkların gözleri önünde.
esbab-ı süfliye
Aşağı sebepler; yani müsebbebin yanında olan ve onunla beraber görünen sebepler (su ile bitkiler gibi; su sebeptir, onunla bitkilerin yeşermesi ise müsebbebdir.).
eshab-ı resulullah / eshâb-ı resulullah
Peygamberimizi görüp onun sohbetine erişme şerefini kazanmış mü'minler.
evsaf-ı sahabe / evsâf-ı sahabe
Hz. Peygamberi (a.s.m.) görüp onun yolundan giden Müslümanların özellikleri.
evsat-ı mufassal / evsât-ı mufassal
Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.
eyyid-allahu mülkehu
Allah'ım onun mülkünü devamlı kıl, kuvvet ver (meâlinde duâ.)
ez ki
Ondandır ki, onun içindir ki.
far
Otomobil, kamyon gibi nakil vasıtalarının önündeki kuvvetli lâmbalar.
(Fransızca)
farabi / farâbî
Aristonun tesirinde kalan bir filozof.
fasid kan / fâsid kan
Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan (baliğa, ergen) olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda (kadınlarda) âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise (ihtiyar) kadın
fatiha / fâtiha
Bir şeyin başlangıcı, ibtidası.
Mübaşeret. Başlamak.
Karar vermek.
Bir duânın sonunda veya duâya başlarken Fâtiha Suresini okumayı hatırlatan ifade.
Kur'an-ı Kerim'in birinci suresi.
fena fillah makamı / fenâ fillâh makamı
Allah'ın varlığında tamamen yok olma makamı, Onun varlığına dalıp kendinden tamamen vazgeçme makamı.
fena fiş-şeyh / fenâ fiş-şeyh
Tasavvuf ilminde talebenin velî olan hocasının arzû ve isteklerine tâbi olması, irâdesini isteğini onun eline bırakması. Ölü yıkayıcının elindeki meyyit (ölü) gibi olması. Ona hiç bir işinde muhâlefet etmemesi.
fih / fîh
(Fî-h) Onda, onun hakkında.
fonoğraf
Gromofonun ilk şekli, ses cihazı.
Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet.
(Fransızca)
füru
Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
(Farsça)
gaib
Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem.
Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.
gales
Gecenin sonunda olan karanlık.
gan / gân
Cemi' yapmak için, sonu "e" sesi ile biten kelimenin sonuna gelir bir "ek" tir. Meselâ: Bendegân : f. Hizmetçiler, bendeler.
(Farsça)
gasem
Gecenin sonunda olan karanlık.
gavur / gâvur
Kâfir, Allah'ı veya Onun bildirdiği kesin olan şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse.
gaybubet / gaybûbet / غَيْبُوبَتْ
Göz önünde olmayış, yokluk.
Göz önünde olmama, kaybolma.
gazz
(Gadd) Utancından dolayı önüne bakmak.
Bir şeyin miktarını eksiltmek.
Hurmanın tomurcuğu.
Zerafet sâhibi.
Yeni buzağı.
geh
Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder.
(Farsça)
gir / gîr
(Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.
(Farsça)
gıyab / gıyâb
Görünmemek. Göz önünde olmamak.
Hazırda bulunmamak.
Bilinmeyen şeyler.
Arka. Arkasından.
Göz önünde bulunmama.
gıybet
Orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.
habt
Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
Fesada vermek.
Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
Cin çarpmak.
hah
(Hasten : "İstemek" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen.
(Farsça)
hakem-i zülcelal / hakem-i zülcelâl
Herbir şey nasıl olacaksa onun keyfiyeti hakkında genel hükmü veren sonsuz haşmet sahibi Allah.
hakikat-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) risalet yönünün gerçek mahiyeti.
hakim-i müdakkik / hakîm-i müdakkik
Konuları gaye, fayda ve san'at yönünden dikkatli bir şekilde araştıran hikmetli kişi.
hakim-i müdebbir / hâkim-i müdebbir
İlmiyle herşeyin sonunu görüp idare eden, ona göre hikmetle iş yapan Allah.
halef
Birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse, ardıl.
halid bin sinan
Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.
halid bin velid
Câhiliye devrinde Kureyş eşrafındandı. Hudeybiye muahedesinden sonra Müslüman oldu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kendisine Seyfullah namını vermiştir. Çok kahraman bir gazi idi. Suriye, Filistin, Şam gibi yerler onun himmeti ile feth olunmuştur. 18 Hadis-i şerif nakletmiştir.Hicri 21 senesi
halife
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
harf-i cerr
Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem)
harf-i nasıb / harf-i nâsıb
Muzari fiilinin sonunu üstün (e, a diye) okutan harf.
hased
Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.
haşir sözü
Haşir bahsinin anlatıldığı Onuncu Söz.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî
Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.
hata savab cetveli
Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)
hatem-ül enbiya / hâtem-ül enbiya
Peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (A.S.M.)
hatem-ül-enbiya / hâtem-ül-enbiyâ
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâm.
hatem-ür rüsül / hâtem-ür rüsül
Peygamberlerin sonuncusu, son resul, Hazret-i Muhammed (A.S.M.)
hatemü'l-enbiya / hâtemü'l-enbiyâ
Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.).
Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
hatemülenbiya / hâtemülenbiyâ
Nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz.
hatib-i rabbani / hatib-i rabbânî
Allah'ın bir hutbecisi, Onun adına koşan.
hatim
Kur'ân'ı başından sonuna kadar okuyup bitirme.
hatıra-i hakikat
Hakikate ulaşma yönünde yaşanmış bir hatıra.
hatm
Hitâma erdirmek, bitirmek. Kur'an-ı Kerim'i veya herhangi bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek.
Mühürleme. Mühürlenme.
Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak) sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak.
hatm-i kur'an / hatm-i kur'ân
Kur'ân'ı başından sonuna kadar okuyup bitirme.
hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân
Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları.
(Farsça)
hayrhahlık
Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.
hayrülhalef
Bir kişinin ardından bıraktığı ve onun yerine geçecek olan hayırlı kişi.
hayz
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
hazır / hâzır
Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan.
Müstaid olan.
Her yerde hazır bulunan Allah.
Meydanda, göz önünde olan.
hazirin / hazirîn
(Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.
hazırun / hazırûn / hâzırûn
Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar.
Meydanda, gözönünde olanlar.
Hazır olanlar.
hazkil aleyhisselam / hazkîl aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.
hem-çü
Onun gibi.
(Farsça)
herkül burcu
Gökyüzünün kuzey yönünde Herkül ismi verilen bir yıldız kümesi.
herşefe
Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.)
Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın.
Çok eski olan kova.
hikmet-i kudsiye-i kur'aniye / hikmet-i kudsiye-i kur'âniye
Kur'ân'ın kutsal hikmeti, onun hikmet ilmi.
hikmetçe
Hikmet yönünden; belli bir amaç ve hedefe yönelik olarak.
hilafet
Bir kimseye halef olmak ve onun yerine geçmek.
Din ve dünya işlerinde umumi reislik. İmam-ül Mü'minîn olan zât, şer'î hükümlerin icrasında Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) halef olduğu için hilafet vazifesini alana Halife denmiştir. Buna İmamet-i Kübra da denir.Hilafet, 1517 (Hi
hilafet-i arziye / hilâfet-i arziye
Yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev.
hilafet-i muhammediye / hilâfet-i muhammediye
Hz. Muhammed'den (a.s.m.) sonra onun dâvâsının temsil edilmesi.
hilafet-i ru-yi zemin / hilâfet-i rû-yi zemin
Yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev.
hilkatçe
Yaratılış yönünden.
hitam
Son, nihayet.
Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
hitamuhu miskün
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.
hizb
Cemaat.
Takın, kısım, fırka. Parti.
Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar.
hizbü'l-kur'ani / hizbü'l-kur'ânî
Kur'ân'a hizmet eden, onun hakikatlerini yaşayıp yaşatmaya çalışan grup.
hoca tahsin efendi
(Vefatı: Mi. 1880) Yanya civarından (Filâtlı) olup Osmanlı Alimlerinin sonuncularındandır. Tarih-i Tekvin ve Esas-ı İlm-i Hayat gibi eserleri vardır.
holding
ing. Bir şirketin diğer bir şirkete, onun idaresine hâkim olacak oranda iştirak etmesini ifade eden hukuki alâka.
hubb-u ehl-i beyt
Ehl-i Beyt'e olan sevgi ve bağlılık. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) neslinden gelenleri, onun izinden gidenleri ve onun yolunda sâdık olup sebat edenleri sevmek.
(Farsça)
hübu'
(Çoğulu: Hebât) Doğum vaktinin sonunda doğmuş deve yavrusu.
Devenin boynunu uzatarak yürümesi.
hüccetü'l-kur'an ala hizbi'ş-şeytan / hüccetü'l-kur'ân alâ hizbi'ş-şeytan
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın kesin delili.
hüccetü'l-kur'an ale'ş-şeytan ve hizbihi / hüccetü'l-kur'ân ale'ş-şeytan ve hizbihî
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın delili.
hücec-i hattiye
Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)
hududname
Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor.
(Farsça)
Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika.
(Farsça)
hükm-i zımni / hükm-i zımnî
Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe
hukuk-u ümmet
Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü'minlere ait haklar.
hulukuhu'l-kur'an / hulukuhu'l-kur'ân
"Onun ahlâkı Kur'an ahlâkıdır.".
hulul etmek / hulûl etmek
Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.
huruf-u cazime / huruf-u câzime
Başına geldiği müzari fiilin sonunu cezm (sükun) olarak okutan edatlar.
huşeçin / hûşeçîn
Başak toplayan; harman sonunda tarlada kalan başakları toplayan.
hutm
Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.
hutta
Darp, vurmak.
Zor iş.
Başın önünde olan saç örgüsü.
hüve'l-ahir / hüve'l-âhir
O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.
hüzeyfe
Ensar-ı Kiramdandır. Hüzeyfe-i Yemanî de denir. Hz. Muhammmed (A.S.M.) ona münafıkları bildirdiğinden dolayı, Hz. Ömer (R.A.) onunla istişare eder ve Onun, namazını kılmadığı kimselerin namazında bulunmazdı. Çok takvalı ve istiğna sâhibi bir zat idi. İran'ın fethinde bulundu. (Hi: 35) de Dâr-ı Beka'
huzur / حُضُورْ
Hürmete lâyık zâtın önünde hazır bulunma.
huzur-u irfanınıza baş koydum
"Üstün ilim ve zekâdan hâsıl olan olgun şahsiyetinizin önüne baş koydum" anlamında karşısındakine karşı bir saygı ve hürmet bildiren ifade.
huzur-u mehakim / huzur-u mehâkim / huzûr-u mehâkim
Mahkemelerin önünde durma.
Mahkemelerin önüne gelme.
huzzar / huzzâr
(Tekili: Hâzır) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.
i'rab / i'râb
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme.
Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
i'tinan
Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma.
İnsanın önüne durma.
iç cebehane
Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
(Türkçe)
icab / îcâb
Zorunlu kılma; bir fiilin yapılmasını isteme ve onun terk edilmesini yasaklama.
iddianame
Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahk
igtirab
(Gurbet. den) Gurbete gitme.
(Güneş, Ay vb. seyyareler) batma.
Göz önünden kaybolma.
ihtisas
(Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur'âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san'ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması.
Gr: Mütekellim veya muhatab zamiri olan mübtedanın haberinin hükmünü bir isme âit (mahsus) kılma. Bu isim zamir
ikbal
Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah.
İstemek.
ila ahir / ilâ âhir
Sonuna kadar.
ila ahir-i aye / ilâ âhir-i âye
Âyetin sonuna kadar.
ila ahir-i ayet / ilâ âhir-i âyet
Âyetin sonuna kadar.
ila ahir-i sure / ilâ âhir-i sûre
Sûrenin sonuna kadar.
ila ahiri hayalatihim / ilâ âhiri hayalâtihim
"Sonuna kadar bütün bunlar onların hayalleridir" mânâsında Arapça bir ibare.
ila ahiri'l-aye / ilâ âhiri'l-âye
Âyetin sonuna kadar.
ila ahirihi / ilâ âhirihî
"Aynı şekilde devam eder" mânâsına gelen bir ifade; sonuna kadar.
ila nihaye / ilâ nihâye
Sonuna kadar.
ila-ahiri'd-deveran / ilâ-âhiri'd-deveran
Devirlerin, zamanların sonuna kadar; kıyamete kadar.
ilaahir / ilââhir
Sonuna kadar.
Sonuna kadar.
ilaahirilayet / ilââhirilâyet
Âyetin sonuna kadar.
ilah
Arabçadaki "ilâ âhir" kelimesinin kısaltılmışı. "Sonuna kadar, böylece devam eder" demektir.
ilanihaye / ilânihaye / ilânihâye / الى نهایه
Sonuna kadar.
Sonuna kadar.
(Arapça)
ilave
(Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
ilh
Sonuna kadar.
ilh.
(İlâ âhir) Sonuna kadar.
ilm-i huduri / ilm-i hudûrî
Bir şeyi, zihinde onun sûreti (görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek.
ilm-i husuli / ilm-i husûlî
Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu müddetçe bilmek. O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur. Bundan dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir.
ilmen
İlim yönünden.
iltifat
Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek.
Dikkat, itina.
Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli...
imam-ı ali naki
(Hi: 212-254) Eimme-i İsnâ Aşer'den onuncu zât olup, manevi büyük nüfuz ve takva sahibi, ehl-i kemal bir zâttır. Ali İbn-i Muhammed Hâdi diye de bilinir. (R.A.)
inayet
Yardım, lütuf meded etmek.
Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
indettahkik
(İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde.
intak
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
intikad
İyi bilineni kötülemek.
Seçip ayırdetmek.
Kalp parayı gerçeğinden ayırmak.
Tenkid.
Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi.
irae
Göstermek, göstererek öğretmek.
Göz önüne koymak.
Gösteriş.
islamiyet / islâmiyet
Semâvî dinlerin sonuncusu; Müslümanlık.
ism-i ahir / ism-i âhir
Allah'ın her herşeyin sonunu hayırlı ve verimli sonuçlarla donattığını ifade eden ismi.
ism-i mensub
Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî
ism-i tasgir
Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.
ismi ahir / ismi âhir
Allah'ın her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî olduğunu ifade eden ismi.
isna aşeriyye / isnâ aşeriyye
Şiîliğin kollarından biri. Hazret-i Ali'nin halîfe olması açıkça emr olunmuştu, Eshâb (Peygamber efendimizin arkadaşları) bu emri yerine getirmediği için kâfir oldu diyen, Peygamber efendimizin vefâtından sonra hazret-i Ali ve sırasıyla onun iki oğlu ile torunlarını meşrû (geçerli) imâm kabûl eden v
ispat
Kanıt göstererek birşeyin gerçek yönünü ortaya çıkarma.
istihza / istihzâ
Söz, yazı, işâret veya çeşitli davranışlarla bir kişinin ayıp ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, onunla eğlenmek, alay etmek.
istihzar
Hazır etme, gözönüne getirme.
istila
(Vely. den) Kaplamak, yayılmak.
Ele geçirmek. İşgal etmek.
Meydanın sonuna erişmek.
Basmak. Galebe etmek.
istilam / istîlâm
Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e
istizah
Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek.
Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual.
itba'
Tâbi' kılmak. Ardına katmak.
Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.)
ıtk-ı müneccez
Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben "seni azad ettim." demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur.
ıtri / ıtrî
Itra mensub, ıtır gibi kokan.
Müzik ilminde bir üstaddır. Asıl adı Mustafa'dır. Bayramlarda okunan tekbirin ilâhi ve kuvvetli bestesi onundur. Bestelere âid Segâh, Ayin-i Şerif gibi 25 eseri olduğu söylenir. Osmanlı padişahı IV. Mehmed'in nedimlik ve esirler kethüdalığında bulunmuştu
ıyd-ı edha / ıyd-ı edhâ
Kurban bayramı. Kamerî seneye göre Zilhicce ayının onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü günleri.
kabilesinden
Bir konunun sınırları içinde yer alması yönünden; türünden.
kàbiliyet-i makam
Konunun kaldırabileceği kapasite.
kadınlarla muhavere
Yirmi Dördüncü Lem'a'nın sonunda yer alan bir bölüm.
kadiri / kadirî
Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin yolunda olan, onun tarikatına mensub. olan.
kafiye
Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynı sesi veren hecelerin benzeşmesi.
kaid
(A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
Sıradağ.
Geniş ark.
kalubela / kâlûbelâ
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.
kams
Hareket ettirmek.
Davar önüne sıçramak.
karlayl
(Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.
karv
Ağaç kadeh.
Köpek yalağı.
Hurma ağacının kökü.
Uzun havuz.
Hayanın derisi inip büyümek.
Kast.
Etraflıca araştırmak, tetebbu.
Bir kimsenin mesleğine girmek, onun yoluna süluk etmek.
kaside-i bürde
Hazret-i Peygamber (A.S.M.) önünde meşhur Arab Şâiri Ka'b bin Züheyr'in okuduğu kasidenin adı olup, bu kasideyi Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm beğenmiş, mükâfat ve iltifat eseri olarak da kendi hırkasını ona giydirdiğinden bu isimle meşhur olmuştur.
kavaid-i ehl-i sünnet / kavâid-i ehl-i sünnet
Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluğu tarafından belirlenen kurallar.
kavl-i kadim / kavl-i kadîm
İmâm-ı Şâfiî'nin Bağdâd'daki ilk ictihâdlarına (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümlere) verilen ad. Bunlara onun mezheb-i kadîmi de denir. İmâm-ı Şâfiî, kavl-i kâdimini el-Hucce adlı eserinde topladı. Mısır'a yerleşince, muhîtin (y örenin) örf ve âdetlerini de nazar-ı îtibâra (dik
kayıd
(Çoğulu: Kıvâd-Kâde-Kavâyid) Çekici, çeken.
Çavuş.
Koyunların önünde yürüyen "kösem" dedikleri koyun.
kayyumiyet-i ilahiye / kayyûmiyet-i ilâhiye
Allah'ın her zaman ve her yerde var olması ve bütün varlıkların ancak Onunla var olabilmeleri.
kaziye-i mahsusa
Man: Mevzuu yalnız bir fertten ibaret olup da hüküm onun üzerine olan kaziyyedir. Buna Kaziye-i şahsiyye dahi denir. "İstanbul en büyük şehirlerin birincisidir" gibi.
kaziye-i zanniye
Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.
ke
"Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)
kefalet / kefâlet
Kefillik. Bir kimse kendine âid bir işi yapamadığı veya borcunu ödeyemediği takdirde, yerine onun işini göreceğini kabul etmek.
Birine kefil olmak. İşini üzerine almak.
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
keffaret-i zıhar / keffâret-i zıhâr
Bir erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan yerine benzetmesi yâni "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" demesinin affı ve onunla te krâr münâsebet kurabilmesi için olan çâre.
kelam / kelâm
Söz. Bir mânayı ifâde eden, bir maksadı anlatan ifâde.
Allah'a mahsus bir sıfat.
Fık: Allah (C.C.) Kelâm sıfatını da hâizdir. Onun kelâmı harften ve savttan (sesden) münezzehtir, ezelidir, ebedidir.
Ist: Hikmet ve mantık esaslarıyla Allah'ın (C.C.) varlığı, birliği, İ
kelamın kuyudat ve keyfiyatı / kelâmın kuyudat ve keyfiyatı
Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.
kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet
"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim" ifadesi.
kema hiye / kemâ hiye
(Kemâ hüve) Onun gibi, nitekim, olduğu gibi.
kemerbeste-i hizmet-i mevla / kemerbeste-i hizmet-i mevlâ
Allah'ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak.
keramat / kerâmât
Kerametler; Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiiller.
keramat-ı evliya / kerâmât-ı evliya
Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarına sunduğu olağanüstü haller.
kerremallahu-vechehu
Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.
kıl-ı zulmettar
Büyük bir hakikatin önünü kapatan bir kıl.
kılavuz
Yol gösteren, rehber.
Vapurlara yol gösteren.
Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
Okçuluk müsabakaların
kinayet
Bir sözü gerçek mânâsına da gelebilecek şekilde, onun dışında başka bir mânâda kullanma san'atı.
kırtasiye
Kâğıt işleri. Kâğıtla alâkalı. Onunla yapılan muâmeleler.
kıskanç
Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.
kıt'a
(Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
Memleket. Ülke.
Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum
kuddise sirruh
Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.
küla
Kuş kanadının sonunda olan dört telek.
kunabe
Toplu yapraklar (Buğdayın başı onun içinde olur.)
kurena
Bir padişâhın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler. Yakınlar. Arkadaşlar.
kusas
Saçın önünde ve ardında nihayeti.
kuss ibn-i saide
İslâmiyetten önce Arabistan'da yaşamış İyâd Kabilesinin ileri gelenlerinden, mühim hakikatlı bir şâirdir. Cârud gibi hakperesttir. Henüz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm genç iken Suk-ı Ukaz panayırındaki hitabeti ile meşhurdur. Hitabesinde bir Hak Peygamber geleceğini ve onun en güzel bir d
kutehendiş / kûtehendiş
Sonunu ve istikbali düşünmeyen. Kısa görüşlü.
(Farsça)
küttab
(Tekili: Kâtib) Kâtipler.
Mektep, okul.
Başı yuvarlak küçük ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirler.)
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
la müdebbire illa hu / lâ müdebbire illâ hû
İdare eden, ilmiyle her şeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah'tan başka ilâh yoktur.
la şerike lehu / lâ şerîke lehu
Onun (Allah'ın) ortağı yoktur.
la'netullahi aleyh
Allah'ın lâneti onun üzerine olsun.
lafz-ı müfesser
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
lafz-ı müşterek
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
lah
Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.)
(Farsça)
lam-ı cer / lâm-ı cer
Kelimeyi cerreden lâm harfi. Kelimenin sonunu "i" diye okutur. Lillâhi, Lieclillâhi'de olduğu gibi. İstihkak ve ihtisas, has ve müstehak ve zarfiyyet, illet mânâsını verir.
latife-i rabbaniye
İnsanın kalbine bağlı ve bütün duygularının sultanı olan ince bir duygudur ki, İlâhî hakikatlar onunla hissedilip zevkedilir.
lazım / lâzım
Birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki şeyden birinci derecede geleni; meselâ Güneş lâzımdır, gündüz melzumdur. Kur'ân lâzımdır, onun açıklaması olan tefsir melzumdur.
lazım-ı mezhep / lâzım-ı mezhep
Mezhebe zorunlu olarak lâzım olan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey (meselâ, iktisat ilmi bir mezhepse, onun lâzımı matematik ilmidir. Çünkü matematik ilmi olmadan iktisat hesaplanamaz).
lazıme-i zaruriye-i beyyine / lâzıme-i zaruriye-i beyyine
Bir meseleyle beraber düşünülmesi ister istemez zaruri olan diğer bir şey ("Allah" denilince Onun ezelî olduğu da zorunlu olarak bilinir).
ledün
İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kel
leh
Hakkında, onun için, onun faydasına veya zararına.
lehinde
Onun faydasına, aleyhinde olmadan. Onun için, iyiliğine.
(Türkçe)
lehine
Onun faydasına.
lombar
ing. Harp gemisinin topun ağzı önündeki deliği.
lut
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve
lüzum
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
ma'lum
Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) bir nâmıdır. Onun geleceği, melekler, resuller ve nebiler tarafından mâlum olduğundan ve dünyaya teşriflerinden evvel kendilerinin ta'zim edilmesi ve ona intisab dileklerinden dolayı bu isim verilmiştir.
Bilinen, belli olan.
ma-bihi-l-iftihar
Kendi ile ve onunla iftihar edilecek şey.
ma-i zaide / mâ-i zâide
Bazı edat ve fiillerin sonuna fazladan olarak gelir.
maahu
Onunla beraber. Onunla.
mahv ve sekir
Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.
main
Saf, akar su.
Göz önünde akan su.
Cennet şerbeti.
Zâhir, görünen.
Göz değmiş, nazar değmiş.
makamen
Makam yönünden.
maksur
(Kasr. dan) Kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış, alıkonulmuş.
Mahbus.
Kasrolunmuş nesne.
Gelinin üzerine tutulan duvak.
Gr: Bir kısım arapça kelimelerin sonunda yâ şeklinde yazılan, fakat elif gibi okunan harf. ( : Dâ'vâ) kelimesinde olduğu gibi. Buna, "Elif-i
manevi tevatür / mânevî tevatür
Yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak suretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.
masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî
(Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme
mebde' ve mead / mebde' ve meâd
Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.
mechulünneseb / mechûlünneseb / مجهول النسب
Onun bunun çocuğu.
(Arapça)
mecrur / mecrûr
Çekilen, sürüklenen; gr. başına geldiği câr harfiyle önündeki fiilin mânâsı kendine bağlanan ve daima esreli okunan kelime.
mede-d-dühur
Dünyanın sonuna kadar.
mede-l-eyyam
Günlerin sonuna kadar.
mekarim-i ahlak / mekârim-i ahlâk
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.
mekr
Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu
melikane / melîkâne
Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
(Farsça)
mend
Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.
(Farsça)
merhun
(Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey.
Belirli müddetle bir şeye bağlı olan.
Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm
Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.
mesalik-i nübüvvet
Peygamberlik misyonunu ispat eden yollar.
meslek-i ehl-i sünnet
Hz. Muhammed'in sünnetine uyan, onun yolundan giden Müslümanların mesleği, takip ettikleri yol.
mesnuniyet cihetiyle / mesnûniyet cihetiyle
Yaş yönünden; yaşın küçük olması bakımından.
mezheb taklidi
Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu
midare
Çuvaldız gibi bir demir. (Kadınlar onunla saç düzeltirler.)
midra
Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.)
mihrab
Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
Mc: Harb âleti.
Orman.
Melikin hususi makamı.
Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare
mikat
Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.)
Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
mıkra'
Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır.
mikra'
Balta gibi bir alettir ve onunla taş parçalarlar.
mikyas-ı zelazil
Yer sarsıntısının şiddet ve yönünü gösteren âletler.
mim
Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<
mimhaza
Yayık. (Onunla yoğurttan yağ çıkarırlar.)
mızrab
(Çoğulu: Medârib) Saz zahmesi. (Onunla saz çalarlar).
mu'cize-i maneviye-i kur'aniye / mu'cize-i mâneviye-i kur'âniye
Kur'ânın mânevî mu'cizesi, mânâ ve içerik yönünden mu'cize olma.
mü'minin / mü'minîn
İman edenler; Allah'a ve Onun peygamberlerle gönderdiği şeylere inananlar.
mübelliğ
Tebliğ eden, bildiren, duyuran.
Aynı namazı imâma tâbi olarak kılarken onun aldığı namaz tekbirlerini arka saflardaki cemâate duyuran kimse.
müceddid-i kariban hatemi / müceddid-i kâriban hâtemi
Müceddid kervanının sonu, sonuncusu.
müdebbir / مُدَبِّرْ
İdare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah.
İşinin sonunu gözeterek iş yapan.
Sonunu görerek tedbîr alan.
müdebbir-i hakim / müdebbir-i hakîm / مُدَبِّرِ حَك۪يمْ
Sonunu görerek hikmetle önlem alan (Allah).
müdebbiriyet
Allah'ın idare etme ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapma sıfatı.
müdrik
Cemâatle namaz kılarken iftitah (başlama) tekbirini imâmla birlikte alan, namaza imâmla birlikte başlayan ve namazın başından sonuna kadar imâma uyan, birlikte kılan.
müebbed
Ebedî. Dâimî. Sonsuz. Ömrün sonuna kadar.
müennes
Dişi. Müzekkerin mukabili.
Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir
muhazat / muhâzât
Kadının aynı imâma uymuş olan erkeğin önünde veya hizâsında bulunması.
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
mukabele
Karşılık, karşılamak.
Mücadele.
Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
Yüz yüze olmak.
Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm
mukallid
Taklitçi, taklid eden, başkasına özenerek onun gibi olmaya çalışan.
mukni'
İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden.
Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran.
müntehi / müntehî
Sona eren, nihâyete kavuşan. Tasavvuf yolunda çıkılabilecek derecelerin sonuna varan velî.
mürcia
Sonunda menfaati olan şey.
mürşid-i kamil / mürşîd-i kâmil
Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.
musale
Kuyudan ince akan damla.
Harman sonunda kalan kesmik.
Arpa ve buğday kapçığı. (Tane onun içinde olur.)
müsavat-ı hukuk
Hukuk önündeki eşitlik.
müştak ayinedar / müştak âyinedar
Allah'ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan.
müstaksi / müstaksî
(Kusv. dan) Dikkatle araştıran.
Sonuna, nihâyetine varmak isteyen.
mütekeffi
Önüne eğik olan.
mütekerrir
Tekerrür eden. Tekrar. Tekrar olan. Mükerrer olan.
Edb: Murabbâ, muhammes, müseddes bentli manzumelerin birinci bendi sonunda tekrar edilmiş olan mısra.
mütevakkıf
Bir şeye bağlı olan, onunla iş görecek olan, ilerlemeyip duran.
Bekleyen, tevakkuf eden, duran, eğlenen.
mütevatir-i bilmana / mütevâtir-i bilmâna
Mânevî tevatür; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir haberi, olayı veya hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak sûretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.
muvacehe-i seadet / muvâcehe-i seâdet
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i Seâdetin (odanın) kıble tarafında ziyâret sırasında önünde durulan duvar.
muvacehesinde
Karşısında, önünde, çerçevesinde.
müzdecir
Edilen yasağı kabul edip onunla amel eden.
Men'eden.
na
Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.
nahil
Hurma ağaçları, hurmalık.
Hurma ağacı.
Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.
naip / nâip
Başkasının yerine geçip onun işini yürüten, yerine getiren.
nasb
Dikme, bir rütbe alma, bir memurluğa atama. Bazı Arapça kelimelerin sonunun üstünlü olma durumu.
nasr suresi / nasr sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yüz onuncu sûresi.
nazar-ı dikkate alınma
Göz önünde bulundurulma.
nazar-ı dikkate almak
Dikkate almak, göz önünde bulundurmak.
nazar-ı itibara alınma
Dikkate alınma, göz önüne alınma.
nazar-ı müşahede
Göz önünde, göze görünecek şekilde.
nazargah-ı enam / nazargâh-ı enâm
İnsanların gözü önüne.
nazmşiken
Düzensiz; nazım yönünden uyumsuz, tertibi bozuk.
necaset / necâset
Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır
negatif
Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi.
(Fransızca)
Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi)
(Fransızca)
neseb
Soy, şecere. Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı. Ekseriya baba yönünden olan yakınlık için kullanılır. Babalar ve yukarıya doğru büyük babalar ile oğullar ve aşağıya doğru oğullar arasındaki alâkaya amûdî yakınlık; erkek kardeşler ile bunların oğ ulları ve amca oğulları arasındaki alâkaya ufkî y
nesebi / nesebî
Soy yönünden, neseble ilgili olarak.
netl
Önüne çekmek.
Deve kuşu yumurtasının içini su ile doldurup bir yere gömmek.
nihai / nihaî
(Nihâiye) Sona ait, son ile alâkalı, sonuncu.
Sona ait, sonuncu.
nihayet-ül emr
İşin nihayetinde, işin sonunda. Netice.
nihayet-ün nihaye
En sonunda. Akıbet.
nihayetinde
Sonunda.
niyat
(Niyâta) Bir damar ismi (yürek onunla bağlıdır.)
nizami / nizamî
Düzenli, tertipli, usulüne uygun.
Kanun ve nizama ait, onunla alâkalı.
nüdga
Tırnak sonunda olan beyazlık.
nun-u azamet
"رَزَقْنَا=Rızıklandırdık" ifadesindeki Cenâb-ı Hakkı ve Onun yüceliğini gösteren "نَا=Biz" zamiri.
nüvaz
"Okşayıcı, taltif edici, iyi edici" mânâsına kelimenin sonuna gelebilir.
(Farsça)
ona bedel
Onun yerine.
örfi / örfî
Âdete âit ve onunla alâkalı.
orhan gazi
(Mi: 1288 - 1359) Osmanlı Devletinin kurucusu olan Babası Osman Gazi vefat edince (1326) Onun yerine tahta geçti. Onu yetiştiren, Hocası Şeyh Edebâli idi. Genç yaşta gazi akıncılar arasına karıştı, çok cesur ve atılgandı. Akıncı Gaziler onun oğlu Süleyman Paşa kumandasında Rumeli'ye geçtiler. Türbes
özr sahibi / özr sâhibi
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.
parantez
Yun. Cümle içinde geçen bir sözü, metin dışı tutmak için o sözün başına ve sonuna konulan işaret.
parazit
Yun. Radyo gibi ses veya elektrik âletlerinin zırıltı ve gürültü çıkarması.
Başka bir hayvan veya nebatın üzerinde onun zararına yaşayan canlı. Asalak. Tufeylî.
parlamento
İng. Millet meclisi. Milletvekillerinden meydana gelen meclis ve senatonun tamamı.
perde-i izzet
İzzet ve büyüklüğün önündeki perde.
perde-i izzet ve azamet
İzzet ve büyüklüğün önündeki perde.
perde-i tasarrufat / perde-i tasarrufât
Varlıklar üzerindeki işlemlerin önündeki perde.
piş-i nazara getirmek
Göz önünde bulundurmak.
pişi / pişî
İlerleme, üstünlük, tefevvuk.
(Farsça)
Önünü gören, ileri görüşlü.
(Farsça)
posta
İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi.
Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri.
Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta.
Takım, kol.
Hizmet nöbetinde bulunan er.
Sefer.
ra
İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana.
(Farsça)
ra'n
(Çoğulu: Ruun-Riân) Ahmaklık.
Sarp dağ.
Önüne sivrilmiş dağ burnu.
rabıta / râbıta
Bir velînin şeklini, sûretini hayâline getirerek onun kalbindeki feyz (bereket) ve mârifetlere (ilimlere) kavuşma yolu. Kalbini büyüklerin kalbine bağlayarak onlardan feyz alma. Her şeyi unutarak, dünyâ işlerini düşünmeyerek, sevgi ve saygı ile bir velînin mübârek yüzünü hayâlinde veya gönlünde bulu
rahmetullahi aleyh
Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.
rahmetullahi aleyhi ebeden daima / rahmetullahî aleyhi ebeden dâimâ
Allah'ın rahmeti sonsuza kadar devamlı onun üzerine olsun.
rahmetullahi aleyhi ve ala hasan feyzi / rahmetullahi aleyhi ve alâ hasan feyzi
Allah'ın rahmeti onun (Halil İbrahim'in) ve Hasan Feyzi'nin üzerine olsun.
rahmetullahi-aleyh / rahmetullâhi-aleyh
"Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
ramazan
Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başladığı oruç ayı. Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.
Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.
ran
Bacağın uyluk kısmı. Uyluk.
(Farsça)
Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren.
(Farsça)
redif
Arkadan gelen, birisinin ardından giden.
Birbiri ardınca zuhur etmek.
Terhis olup ihtiyata geçen asker.
Edb: Beytin sonunda kafiyeden sonra tekrarlanan kelime.
redm
(Çoğulu: Rüdum) Bir şeyin önüne sed yapma.
Bir şey dâimi olmak ve akmak.
Pencere, kapı ve delik gibi yerleri tıkama. Tamâmen kapama.
Zülkarneyn seddinin ismi.
ref'
Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma.
Lağvetme, hükümsüz bırakma.
Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.
refref
Mânevî bir binek; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Miraç mu'cizesi sırasında bindiği dört binekten sonuncusunun adı.
rehak
Gaşyetmek, sarıp bürünmek. Bir adamın arkasından yaklaşıp çatmak.
Haramlara ve menhiyata dalıp, hep onunla uğraşmak.
resae
Ölünün üzerine ağlayıp, onun iyiliklerini saymak.
resül-ür rahat
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e
revak
(Rivak) Ev önündeki saçak.
Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.
rı
Kur'an alfabesinin onuncu harfi olup, ebcedî değeri 200'dür.
rü'yet-i hilal / rü'yet-i hilâl
Hilâl (yeni ayın) görülmesi. Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması.
sabil
Gezkere denilen nesne. (Onunla ters, balçık ve gayri ne olursa taşırlar).
Yolcu kimse.
sabr
Acıya ve zorluğa katlanmak.
Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Muharebede şecaat gösterme.
Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.
sadat
(Tekili: Seyyid) Seyyidler. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın soyundan gelenler ve onun izinden gidenler. Hususen Hazret-i Hasan neslinden gelenlere seyyid; Hazret-i Hüseyin neslinden gelenlere de Şerif denmektedir.
sadet harici
Asıl konunun dışında.
saff-ı sahabe
Hz. Muhammed'i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş olan mü'min kimselerin oluşturduğu ilk insanlar.
safvet-i ihlas / safvet-i ihlâs
İhlâsı zedeleyecek hiçbir yönün olmayışı.
sahabe / sahâbe
Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslümanlar.
sahabe-i güzin / sahabe-i güzîn
Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar, seçkin sahabeler.
sahabe-i kiram / sahâbe-i kirâm
Cömertlik ve şeref sahibi Sahabeler; Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler.
sahabi / sahabî
Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle gören ve onun yolundan giden Müslüman.
sahih kan / sahîh kan
Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka
şahsiyet-i zahiri / şahsiyet-i zahirî
Görünürdeki, dışa yansıyan yönündeki şahsiyet, kişilik.
şakuli / şakulî
Şâkule bağlı, onunla alâkalı, onunla nisbeti olan şey. Geo: Düşey.
sallallahu aleyhi ve sellem / sallâllahu aleyhi ve sellem
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
sallallahü aleyhi ve sellem / sallâllahü aleyhi ve sellem
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
sallallahu aleyhi vesellem
Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin.
sallallahü teala aleyh / sallallâhü teâlâ aleyh
"Allah (C.C.) onun şanını yüceltsin; duasını, isteklerini kabul etsin; her isteğini versin" meâlinde Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında söylenilen duadır.
sallallahu teala aleyhi ve ala alihi ve eshabihi ve ezvacihi / sallâllahu teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi ve ezvâcihi
Allah onun, ailesinin, Sahabelerinin ve eşlerinin üzerine salât etsin, şanını yüceltsin.
sallallahu teala aleyhi ve sellem / sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem
Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin.
sallallahü teala aleyhi ve sellem / sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
san'aten
San'at yönünden.
sanatüttedelli / sanâtüttedelli
Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.
sanavber
Çam fıstığı kozalağı veya onun şeklinde olan. Çam fıstığı.
sanem
Kâfirlerin, önünde ibadet ettikleri heykel, put.
Mc: Çok güzel olan.
Putperestlerin İlâhı.
Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
sebe'
(Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi.
Bir Arab kavminin adı.
Bir devlet ismi.
Bir şahıs adı.
sebtel
Satıl adı verilen kab. (At bakıcıları onunla davara su verirler.)
Susak. (Pınarlarda su içilir.)
secfan
Ev önünde olan perdenin iki kanadı.
seci'
Edb: Nesrin kafiyesidir. Seci'ler, ya cümlelerin sonunda yahut arasında bulunur. Sondaki seci'ler bir kelime vasıtasiyle birbirine bağlanır, onlara "Seci'-i mukayyed" denilir. Aradaki seci'ler ise yekdiğerlerine bağlı olmadıklarından onlara sec'i-i mutlak tâbir olunur. İçiçe olan seci'lere "Seci' en
seciyeten
Huy ve karakter yönünden.
sefahet
(Sefeh) Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.
sehve
Ev önünde yapılan sofa.
Gevşek yürüyüşlü deve.
şekl-i hazır / şekl-i hâzır
Göz önünde bulunan şekil.
ser-be-ceyb
Kaderden, düşünceden veya hayâdan dolayı başını önüne eğmiş olan.
(Farsça)
sera-perde
Saray perdesi. Eskiden harem dairesinin önüne çekilen büyük perde.
(Farsça)
Padişah çadırı, otağ.
(Farsça)
şerafet
Şeriflik, şereflilik. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) torunu Hz. Hüseyin'in (R.A.) sülâlesinden ve onun izinden giden temiz müslümanlık hâleti.
sevk
Önüne katıp sürmek, ileri sürmek. Yollamak, göndermek.
Neticeye bağlamak.
şevval
Arabi aylardan onuncusu. Ramazandan sonraya geldiği için ilk üç günü mübarek Ramazan bayramıdır.
Hicrî ayların onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.
Arabî ayların onuncusu.
şevval ayı / şevvâl ayı
Arabî ayların onuncusu, Ramazân-ı şerîften sonraki ay.
şevval-i şerif / şevvâl-i şerif
Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.
şey'an
Uzaktan gören.
İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen.
seyf ibn-i ziyezen / seyf ibn-i zîyezen
Yemen padişahlarındandır. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bi'setinden evvel onun evsafını evvelki mukaddes kitaplarda görmüş ve iman etmiş ve müştak olmuştu.
seyyid
Efendi.
Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) soyundan olan, onun izinden giden.
Temiz ve fazilet sâhibi Müslüman zât.
Resül-i Ekrem (A.S.M.) herkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir.
sıddikin / sıddîkîn
Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.
sidre / سِدْرَه
Varlık aleminin sonundaki manevi ağaç.
sıfat-ı tehevvür
Öfke sıfatı; sonunu düşünmeden öfkeli hareket etme.
şikaf / şikâf
(Şikâften: "Yarmak" mastarından) Yarık, yırtık, çatlak.
(Farsça)
Kelime sonuna gelerek "yırtıcı, yırtan" mânâsına kullanılır. Meselâ: Ciğer-şikâf : Ciğer parçalayan.
(Farsça)
şıkk
İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası.
Bir işin iki yönünden her biri.
sofra-ı rahman / sofra-ı rahmân
Allah'ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra.
sohbet-i nebeviye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzuruna gelip ondan ders alma, onunla sohbet etme.
sübhani / sübhanî
Allah (C.C.) ile alâkalı. İlâhî. Allah'a mahsus, Onun eserlerine âit ve müteallik. Allah'ın Sübhan sıfatına âid.
südg
(Çoğulu: Esdâg) Göz ile kulak arası ve onun üzerine sarkan zülüf.
sultan süleyman han
(Hi: 900-974) Osmanlı Padişahlarının onuncusu, İslâm Halifelerinin yetmişbeşincisidir. Yavuz Sultan Selim Han'ın oğludur. Avrupa-vari bir kısım kanunlar yapılmasına vesile olduğundan Kanuni nâmı ile de tanınır. Padişahlık yılları Osmanlı Devletinin en haşmetli devri olup, Avrupa, Asya Osmanlıların e
sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk
Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
şürta
(Çoğulu: Şurat-Şuratâ) Malı mülkü ile tanınan meşhur bir kimse.
Askerin önünde yürüyüp düşman ile evvel cenk eden taife. Öncü kuvvet.
sütre
Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.
taallün
Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
tagvir
Sonuna yetişmek.
Çukur yapmak.
Öğle vaktinde uyumak.
tahdis-i nimet
Cenab-ı Hakk'a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadiyle nâil olduğu nimeti anlatmak, onunla sevincini ve şükrünü bildirmek.
tahiyye
Selâmlar, dualar. Hayır duâları.
Mülk, beka ve devamlılık.
Namazın iki ve dört rek'atı sonunda okunan Ettahiyyat duası.
Selâm verme ve hayır dua etme.
Mülk ve mâlikiyet.
Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası.
taht-ı belkıs
Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)
takdim
(Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak.
Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak.
Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak.
Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
talia
Casus.
Nişancı. Asker önünden giden tabur.
Rehber, kılavuz; kafilenin önünde giden.
tasavvuf
Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek.
tasvir etme
Birşeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırma.
tasviri / tasvîri
Tasarlanması, göz önünde canlandırılması, betimlenmesi.
te'nis
Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.
teakkub
Her nesnenin âkibetine nazar etmek. Sonuna bakmak.
teberru'
Bir kimsenin, mecbur ve mükellef (yükümlü) olmadan, herhangi bir şeyi kendi rızâsı ile karşılıksız olarak birisine onun mülkü olacak şekilde vermesi.
tecessüm
Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek. Cisimleşmek.
tedbir / tedbîr / تَدْب۪يرْ
Bir şeyi elde edecek veya önliyecek yol, çâre; bir işin sonunu düşünerek hareket etmek.
Sonunu görerek önlem alma.
tedebbür
Bir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. Müdebbir olmak, tedbirli olmak.
Arkasını dönmek.
Birşeyin sonunu, hakikatini düşünme.
Sonunu düşünme.
tefani / tefanî
Birbirinde fâni olma; fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama, onun üstün özelliklerini kendisinin gibi kabul edip onunla iftihar etme.
tehattüm
Ömrün sonuna kadar bağlanma.
tehevvür / تَهَوُّرْ
Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek.
Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
Korkusuzca, sonunu düşünmeden âniden karar verme.
Sonunu düşünmeden öfkelenme.
tehlil
İslâmiyetin tevhid akidesini hülâsa eden, ancak bir İlâh bulunduğunu, Onun da ancak ve ancak Allah (C.C.) olduğunu ifade eden "Lâilâhe illâllâh" sözünü tekrar etmek.
teke
Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen.
(Farsça)
Bir cilt defter.
(Farsça)
Tezek.
(Farsça)
tekeffü'
Yürürken etrafına bakmadan önünü gözleyerek gitmek.
temhid / temhîd
Konunun hazırlık bölümü.
temsili / temsilî
Temsile dair ve müteallik. Bir şeyi göz önünde canlandıran.
tenkih
Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek.
Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek.
Temizlemek.
Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak.
tenvin
Gr: Kelimenin sonunu "en, in, ün" diye okumak. Veya öyle okutan işaretin adı.
Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hali.
Kelime sonunu "nun" ile bitiren işaret.
teşhir
Göz önüne serme, gösterme. Sergi serip âleme ilân etme.
Meşhur ve nâmdâr kılmak.
Kılıç sıyırma.
teslim
Kendini, başkasının irâdesine terketme (bırakma), onun emrine uyma, boyun eğme, itâat etme.
tesniye
Vasıflandırma.
Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir.
teşyi'
Bir yerden ayrılıp gideni uğurlama, hürmet için biraz onunla birlikte gitme.
tevatür-ü bilmana / tevatür-ü bilmânâ
Mânâ yönünden tevatür derecesinde olan.
tevhid-i zahiri / tevhid-i zâhirî
Yüzeysel bir bakış açısıyla "Allah'ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür" şeklindeki îmânî tasdik.
teznid
Çakmakla ateş yakma.
Başını devamlı önüne eğdirmek.
ülü'l-emr
Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.
ümmet
Cemaat, kavim, taife.
Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
Bir dille konuşan millet.
Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü'minler.
ümmet-i merhume-i muhammediye
Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden, Allah'ın rahmetine ermiş olan Müslümanlar.
ümmet-i muhammediye
Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden Müslümanlar.
ur
Önünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç.
vahdeddin
(Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan
vakf
Arapça bir kelimenin sonunun harekesiz okunması.
valib
Ulaşıcı, ulaşan, varan.
Önüne doğru giden.
vapesin / vâpesin / واپسين
Sonuncu.
(Farsça)
varik
(Çoğulu: Vürük) Süs için palanın önüne geçirip astıkları saçaklı kıvrımlı esvap.
Nakışlı kumaştan yapılmış saçaklı palan ve eyer örtüsü.
vasıf terkibi
Gr: Birleşik sıfat. Bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkib. Meselâ : Zevk-efzâ : Zevk artıran.
vasl
Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak.
Birleştirmek, ulaştırmak.
Gr: Ulama, ekleme.
Edb: Sözü teşkil eden cümlelerin atıf ve rabt suretiyle birbirine bağlı olarak yazılması usulü ki, buna Sebk-i Mevsul da ta'bir edilir.
Bir kelimenin sonundaki harfi, bir sonrak
vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî
Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.
vater
Sonundaki. Çok uzak.
(Farsça)
vazifeten
Vazife yönünden.
veda haccı / vedâ haccı
Hicretin onuncu senesinde Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem yüz bin kişiden fazla sahâbinin katılmasıyla yaptığı son haccı.
veda hutbesi / vedâ hutbesi
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin onuncu senesinde yaptığı Vedâ haccı sırasında îrâd buyurduğu (okuduğu) hutbe.
velehu
Bu da onun.
veraset-i ahmediye
Peygamberimizin (a.s.m.) risaleti yani, Allah'ın insanlara elçiliği yönüne varis olma özelliği.
vezir
Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.
vücubi / vücubî
Vücuba ait ve onunla alâkalı.
Müsbet.
vuz'
Kadının temizliğinin sonunda hayızdan evvel hâmile olması.
yek-avaz / yek-âvâz
Tek sesli, bir sesli.
(Farsça)
Mc: Bir tarzda, bir şekil üzerine.
(Farsça)
Edb: Başından sonuna kadar aynı kuvvette güzel olan manzume.
(Farsça)
yevm-i nahr
Kurban kesme günü. Zilhicce ayının onuncu yâni kurban bayramının birinci günü. On birinci ve on ikinci günleri de kurban kesme günü olduğundan hepsine birden eyyâm-ı nahr denildi.
yevm-ün nahr
Zilhiccenin onuncu günü.
yunus suresi / yûnus sûresi
Kur'ân-ı kerîmin onuncu sûresi.
zabıta / zâbıta
Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis.
Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
zade
Evlâd, oğul.
(Farsça)
İyi insan.
(Farsça)
Nikâh neticesi olmuş çocuk.
(Farsça)
Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) : Padişah evlâdı.
(Farsça)
zamir-i fiili / zamir-i fiilî
Gr: Geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -Di, -dik, -diniz, -diler... gibi eklerdir.
zamir-i izafi / zamir-i izafî
Gr: Muzâfların sonuna gelen -im, -in, -i, -imiz, -iniz, -leri gibi eklerdir.
zamir-i nisbi / zamir-i nisbî
Gr: İsimlerin sonuna gelen, -im, -sin, -dir, -iz, -siniz, -dirler gibi eklerdir.
zar
Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar : Lâle bahçesi.
(Farsça)
zebaneş
Onun dili.
zeberced
Zümrüd cinsinden ve onun kadar kıymetli olmayan, sarımtırak yeşil, cam parlaklığında kıymetli taş.
zere'
Başın önünde vâki olan beyazlık.
zeval
Zâil olma, sona erme.
Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.
Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman.
Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna yaklaşması.
zıhar / zıhâr
Erkeğin, hanımını veya onun yüz, baş, ferc gibi bir uzvunu, kendisine nikâhı ebedî haram olan bir kadına veya onun bakılması harâm yerine; "Sen anam gibisin" veya "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" gibi sözlerle benzetmesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
vakiz
Hansala
fenafil
taun
dabir
ketmetme
vesselam
śoĥbet
Berg
hissiyat-ı nefsiye
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Onun
Nefes
iham
tekrar etmek
pece
tahare
Sıklık
Hey'e
kica
yün