Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Olmayan
ifadesini içeren
1163
kelime bulundu...
işaret-i nass / işâret-i nass
Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) görünen mânâsından başka, ayrıca maksûd olmayan, kastedilmeyen bir mânâyı da bildirmesi.
ma-icari / mâ-icârî
Akar su. Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları. Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır.
müteşabih ayet / müteşâbih âyet
Mânâsı açık olmayan âyet-i kerîme. Çoğulu, müteşâbihâttır.
a'cam
(Tekili: Acem) Acemler. İranlılar.
Arab olmayanlar.
Acemler; Arap milletinden olmayanlar.
a'cemi / a'cemî
Arap olmayan.
a'deb
Erkeklerden arkadaşı ve yardımcısı olmayan.
Bir boynuzu kırık hayvan.
a'raz / a'râz
Araz'lar; bir şeyin aslından olmayan şeyler; renk, koku gibi ilintiler.
a'razi / a'razî
Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan şey, ilinek; hareket ve koku gibi.
a'ya
En kudretsiz, kabiliyetsiz. İktidarı hiç olmayan.
a'zeb
Karısı olmayan erkek.
abil
Koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan.
Çayırda otlayarak suya muhtaç olmayan hayvan.
abkari / abkarî
Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil.
Bir kavmin seyyid ve şerifi, efendisi. Beşer san'atı olmayan.
Çok güzellik.
Bir nevi döşek.
acam
Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar.
acem / عجم
Arap olmayan, iranlı.
İranlı. Yabancı.
Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar.
Çekirdek.
Arap milletinden olmayan başka milletler.
Arab olmayan.
Arap olmayan.
(Arapça)
İranlı, acem.
(Arapça)
acibe / acîbe
Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici, şaşılacak şey.
adem-i harici / adem-i haricî / adem-i hâricî
Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.
İlm-i İlâhide mevcud olup, maddi vücudu olmayan.
adet-i islam / âdet-i islâm
İslâm âdeti. Küfür alâmeti olmayan ve en az iki müslüman tarafından kullanılan âdetle ilgili şeyler.
adi / âdî
Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz.
Her zamanki.
Âd kavmine âid.
adim / adîm
Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.
adim-ün nazir / adîm-ün nazîr
Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.
adret
Kaşları olmayan kimse.
afaki / âfâkî
Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
agah / âgâh
Haberdar, uyanık. Gaflette olmayan, kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.
ahadi hadis / ahadî hadis
Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)
ahfa / ahfâ
Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
ahil / âhil
Erkeği olmayan kadın.
Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah.
ahir / âhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın (varlıkların) yok olmasından sonra, bâkî olan (varlığı devâm eden) yalnız kendisi kalan, hiç yok olmayan.
ahkam-ı fer'iyye / ahkâm-ı fer'iyye
Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
ahkam-ı mesture / ahkâm-ı mesture / اَحْكَامِ مَسْتُورَه
Örtülü (açık olmayan) hükümler.
ahlakıyyun / ahlâkıyyun
Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.
ahram
(Tekili: Harem ve Harim) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler.
Kadınların bulunduğu haremlikler.
ahrar / ahrâr
(Tekili: Hür) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler.
Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar.
Hürriyetçiler.
Hürler, esir ve köle olmayanlar.
ahres
Dilsiz, dili olmayan kimse.
akam
Çocuksuz, çocuğu olmayan, kısır.
Tedavisi kabil olmayan hastalık.
akem
Vergisi olmayan emlâk. Türbe, cami, köprü, çeşme gibi.
akim / akîm
Neticesiz, sonu yok. Beyhude.
Yağmur getirmeyen rüzgar.
Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
akır / âkır
Kısır, verimsiz, kumlu toprak.
Çocuksuz kadın.
Oğlu veya kızı olmayan erkek.
Yaralayan, yaralayıcı.
akliyyun
(Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı
akrat
Kaşları olmayan.
akriha
(Tekili: Karah) Temiz su.
Ağaçsız yer, ağacı olmayan tarla.
aks-ün nakiz / aks-ün nakîz
Birbirine zıt olan iki şey.
Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."
alem-i emr / âlem-i emr
Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.
alem-i kesif ve süfli / âlem-i kesîf ve süflî / عَالَمِ كَثِيفْ وَ سُفْلِي
Şeffaf olmayan, yoğun ve aşağı âlem.
alem-i ruhani / âlem-i ruhanî
Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemi.
aleni / alenî
Açık, gizli olmayan.
aleyhdar
Muhalif olan. Aynı fikirde olmayan. Zıt olan.
alim-i ezeli / alîm-i ezelî
Herşeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan ve ilminin başlangıcı olmayan sonsuz ilim sahibi Allah.
allak
Sözünde durmaz.
Hilekâr, kendisine güvenilmesi doğru olmayan.
allam-ül guyub / allâm-ül guyub
Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.
amal-i batıla / âmâl-i bâtıla
Doğru olmayan, imana uymayan ameller, davranışlar.
amel-i talih / amel-i tâlih
Yaramaz iş, makbul olmayan amel.
Faydasız, yararsız iş; makbul olmayan amel.
ami / âmî
Senevî, yıllık.
Avamca. İleri gelenden olmayan. Câhil. Havassa âit olmayan. Avama âit ve müteallik.
İlmi olmayan kimse. Mukallid. Çoğulu avâm'dır.
Âlim olmayan sıradan kimse.
amine / âmine
Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. (R. Aleyha)
amir-i müstakil / âmir-i müstakil
Hiç kimseye bağlı olmayan ve istiklâl sahibi olan âmir, kumandan.
Bağımsız, hiçbir ortağı olmayan âmir, idareci.
amm / âmm
Herkese âit. Umuma âit. Hususi ve bazılara mahsus olmayan. Umumi.
anasır-ı gayr-ı müslime / anâsır-ı gayr-ı müslime
Müslüman olmayan unsurlar (azınlıklar).
anormal
Normal olmayan. İfrat veya tefrit hali.
antidemokratik
Demokratik olmayan.
aram-gar / ârâm-gâr
Hiçbir sıkıntısı olmayan, rahat yaşayan adam.
araz
İşâret, alâmet.
Tesâdüf, rast gelme.
Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet.
Fls. Herhangi bir cevherin varlığı için zaruri olmayan vasıf. Meselâ: Şekerin beyaz rengi şekerin varlığı için zaruri değildir.
Bir şeye zorunluluk sonucu bağlı olmayan, onun özünde bulunmayan şey (ilinek.
arazi / ârazî
Bir şeyin aslen kendisinde olmayıp sonradan ona ilişen, zâtı için zorunlu olmayan.
arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye
Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
arızi / ârızî
Kendisinden olmayan, ilinti.
arzi / arzî
(Arziye) Toprağa ait ve müteallik. Yere ait, toprakla alâkalı.
Semavî olmayan. Beşerî olan.
asabe
Kuvvet, şiddet.
Bir tek sinir.
Baba tarafından akraba olanlar.
Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)
asil
Esas. Yedek olmayan.
Köklü.
Edebli, soylu.
Fık: Muamelâtta kendi nâmına hareket eden.
Akşam vakti.
Ölüm, mevt.
aşina
Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan.
(Farsça)
Yüzücü.
(Farsça)
aşir / âşir
İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.
asire
Üzerine bir yıl geçtiği hâlde hâmile olmayan dişi deve.
aşk-ı eflatuni / aşk-ı eflâtunî
Maddeci olmayan aşk.
asla'
Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan.
Küçük başlı.
aşna
Yüzücü.
(Farsça)
Yüzme.
(Farsça)
Tanıyan, yabancı olmayan.
(Farsça)
asude-hal / asûde-hâl
Hâli rahat, sıkıntısı olmayan.
(Farsça)
asumani / asumanî
Beşerî olmayan. Semavî olan. Göğe âit ve müteallik.
avam / avâm
Halk.
Soylu veya bilgin olmayanlar.
Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından.
Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan.
Halkın ekseriyeti.
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.
Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).
Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muht
avrupa medeniyet-i sefihanesi
Helâl olmayan zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan Avrupanın medeniyeti.
ayil
Ailesi kalabalık olan.
Ailesini besleyen.
Aşırı.
Fakir.
Dengede olmayan terazi.
ayine-i ehad ve samed / âyine-i ehad ve samed
Tek ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a ayna olan.
ayine-i samedani / âyine-i samedânî
Herşeyin kendisine muhtaç olduğu halde, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.
ayine-i samedaniye / âyine-i samedâniye
Hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah'ın eserlerini gösteren ayna.
ayine-i samediyet / âyine-i samediyet
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın tecellîlerini gösteren ayna.
ayn-ı mutlak
Kayıtlı ve sınırlı olmayanın ta kendisi.
azad
Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan.
(Farsça)
Dünya alâkasından kesilmiş.
(Farsça)
Serbest fikirli.
(Farsça)
azade-dil
Gönlü bir şeye bağlı olmayan.
(Farsça)
azal
(Tekili: Ezel) Ezeller. Başlangıcı olmayan zamanlar.
azalil
(Tekili: Uzlûle) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar.
azeb
Bekâr. Mücerred. Evlenmemiş. Zevcesi olmayan.
azebe
Kocası olmayan kadın.
azil
Islah edilmesi mümkün olmayan. Muannid, inatçı.
aziz / azîz
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
Kıymetli, şerefli, üstün.
İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu.
Dost.
Şerif.
Nadir.
Dini dünyaya âlet etmeyen.
Sireti temiz.
Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi.
Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
bagel
Ilık su. Sıcak ve soğuk olmayan, harareti ikisinin arasındaki bir ısıda olan su.
(Farsça)
bahil
Avâre, başıboş, serseri.
Yularsız deve. Deyneği olmayan çoban.
baki / bâkî / بَاق۪ي
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Devamlı, ebedî, sonsuz. Varlığının sonu olmayan.
Sonu olmayan.
baki-i layezal / bâkî-i lâyezâl
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah.
baras
Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.
bargah-ı samediyet / bârgâh-ı samediyet
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın huzuru, yüce katı.
barid
Soğuk, bürudetli.
Mc: Hoş olmayan.
başıbozuk
Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır.
(Türkçe)
basil
Kahraman, cesur, yiğit kimse.
Fena, sert, kırıcı, kötü söz.
Haram olan şey.
Güzel olmayan, çirkin kimse.
basıt / bâsıt
Açan. Yayan. Serici.
Ferahlık veren.
Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.
basit / basît / بَسِيطْ
Birden fazla unsur içermeyen, karmaşık bir yapıya sahip olmayan.
Kıymetsiz.
Geniş
Yaygın olan.
Mücerred ve münferid olup, mürekkeb ve müellef olmayan.
Neş'eli. Güleryüzlü. Düz, arızasız, engelsiz.
Edb: Aruz vezinlerinden biri.
Birleşik olmayan, tek parça.
batıl / bâtıl
Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.
Hakikat dışı, hurafe; hak ve doğru olmayan, yalan. (hakk'ın zıddı).
Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Şirk, putlara tapmak.
batıl satış / bâtıl satış
Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
batıni / batınî
İçe ait olan. Dış görünüşe ve zâhire dâir olmayan. Bâtına mensub ve müteallik. Dâhili ve manevi meselelere âit.
Tas: Bâtiniyyeden olan.
batn
İç, karın, insanın içi. Mide.
Soy, nesil.
Birbirlerine hısımlığı pek yakın olmayan küçük kabile.
bayır
Az inişli yer. Fazla yokuş olmayan yer.
bedahat
(Tekili: Bedihî) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler.
bedayi / bedâyi
Eşi benzeri olmayan güzellikler.
beden-i misali / beden-i misâlî / بَدَنِ مِثَالِي
Ruhun cesedden ayrıldığında giydiği, madde âleminden olmayan nurânî beden.
bedevi / bedevî / بَدَو۪ي
Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şehir hayatı yaşamıyan.
Seyyid Ahmed-i Bedevî nâmındaki büyük bir zâtın tarikatı ve onun mensubu olan.
Çölde yaşayan, medenî olmayan.
bedeviler
Köylüler, çölde yaşayanlar, şehirli olmayanlar, uygar olmayanlar.
bedi' / bedî'
(Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan.
Garib. Acib.
Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan.
Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan.
Beğenilen.
Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan.
Edb: Sözün
Allahü teâlânın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Daha önce benzeri olmayan, görülmemiş, işitilmemiş, bilinmeyen şeyleri yoktan var eden, yaratan.
bedihiyyat
(Tekili: Bedihî) Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.
bedpeyman
Verdiği sözde durmayan. Sözünün eri olmayan. Sözünü tutmayan.
(Farsça)
behm
Çok siyah olan şey. Rengi başka renkle karışık olmayan nesne.
beka
Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma.
İlm-i Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır.
Bâki olmak. Ebedîlik.
bekar / bekâr
Hiç evlenmemiş, zevcesi olmayan adam.
Taşralı olup, büyük bir şehirde bir işle meşgul olarak, ailesiz yaşayan adam.
bekàsız
Geçici, devamlı olmayan.
belma
Faydasız, faydası olmayan. İri ve kaba şey.
(Farsça)
belva-yı am / belvâ-yı âm
Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan zorluk.
benes
Kötülükden, fenalıkdan ve iyi olmayan şeylerden çekinme ve kaçınma.
berem
(Çoğulu: Ebrâm) Kumar oyununa dâhil olmayan.
berend
Nakışı olmayan ipek kumaş.
(Farsça)
Keskin olan hançer, kılıç, pala v.b. âletler.
(Farsça)
Kılıcın suyu.
(Farsça)
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
berrak
Nurlu, pek parlak.
Bulanık olmayan, duru, açık, saf.
besait
(Tekili: Basit) Basit şeyler. Mürekkeb ve memzuç olmayanlar.
besmele
Bismillahirrahmanirrahim'in kısaltılmış ismi. Müslüman her işine Bismillah ile başlar. Yani her işi Allah adına ve Allah için yapar. Atomlardan yıldızlara kadar her varlık da Allah adına ve Allah için hareket eder. İnsan da Bismillah diyemiyeceği, yani Allah'ın emri ve izni olmayan bir işi ve hareke
betra
(Müz: Ebter) Çocuğu olmayan. Kısır.
Kuyruğu kesik dişi hayvan.
bevatıl
(Tekili: Bâtıl) Batıllar, hurafeler. Hak olmayanlar, sahteler.
bevatın
(Tekili: Bâtın) Gizli ve kapalı şeyler. Aşikâr olmayan şeyler. (Zıddı: Zevahir'dir.)
bey'-i batıl / bey'-i bâtıl
Sahih olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veyâ bir kısmı bulunmayan alış veriş.
bey'-i fasid / bey'-i fâsid
Aslı İslâmiyet'e uygun, fakat sıfatı uygun olmayan satış.
beyt-ül makdis
Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır.
İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.
bi-adil / bî-adil
Eşsiz. Eşi olmayan.
bi-enbaz / bî-enbaz
Şeriki ve benzeri ve eşi olmayan, eşsiz. Allah (C.C.)
bi-gayat / bî-gayat
(Tekili: Bi-gaye) Sonu olmayanlar, sonsuzlar.
(Farsça)
bi-hemta / bî-hemta
Eşsiz. Dengi olmayan. Benzersiz.
(Farsça)
bi-hod / bî-hod
Çılgın, kendinden geçmiş olan, ne yaptığının farkında olmayan.
(Farsça)
Bayılmış.
(Farsça)
bi-nazir / bî-nazir
Benzeri olmayan. Nasirsiz.
(Farsça)
bid'a-i hasene
Hz. Muhammed'den (a.s.m.) sonra ortaya çıkan, fakat Kur'ân ve Sünnete aykırı olmayan şey.
bid'at ehli
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmının yolundan (Ehl-i sünnet îtikâdından) ayrılanlar. Bid'at sâhibi. Îtikâdda (îmânda) ve amelde (ibâdette) dinde olmayan yenilikler ortaya çıkaran kimseler, dinde reformcular.
bid'at-ı hasene
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.
bidakarane / bidâkârâne
Dinde olmayanı dine sokarcasına.
bidatkar / bidâtkâr
Bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.
birader-i ebu laşey / birader-i ebu lâşey
Hiçbirşeyi olmayan kişinin kardeşi.
birsam
(Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
bıtane
Gizlenilen hâl. Gizli şey. Herkesin görüp bilmesi istenilmeyen ve aşikâr olmayan şey.
Mahrem, sırdaş.
Astar.
Bir şehrin ortası, merkezi.
bizatihi kaim / bizatihî kaim
Varlığı başka bir sebebe bağlı olmayan, kendi zâtıyla var olan.
blöf
ing. Karşısındakini yanıltmak veya yıldırmak için aslı olmayan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek.
bücr
Şaşılacak, taaccüb edilecek şey.
Şer, kötü, iyi olmayan.
bühtan / bühtân
İftirâ. Bir kimseye onda olmayan bir kusuru isnat etme.
bülkut
(Çoğulu: Belâki) Bir hurma cinsi.
Ot ve su olmayan harap ve boş yer.
Yalan yere yemin etmek.
bur
Hayırsız kişi.
Ekine elverişli olmayan tarla.
ca'li / ca'lî
Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve taklid.
caiz / câiz / جَائِزْ
İşlenmesinde sakınca olmayan, dine uygun.
çala
İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.
camid / câmid
Donmuş, hareketsiz.
Gelişmeyen, gelişme kabiliyeti olmayan.
car-ül cünüb / câr-ül cünüb
Yabancı kimse. Akrabadan olmayan.
cavid / câvid
(Câvidân, câvidâne, câvidânî) Sermedî, sonu olmayan, sonsuz, dâimî, lâyemut.
(Farsça)
cebr-i keyfi / cebr-i keyfî
Hiçbir hukukî dayanağı olmayan keyfî zorlama.
cehennem-i manevi / cehennem-i mânevî
Maddî olmayan cehennem.
cehl-i basit
Basit cehalet, karmaşık olmayan cahillik.
celd
Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır.
Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.
celed
Sütü ve yavrusu olmayan büyük deve.
Muhkem yer.
Samanla doldurulup anası önüne koyulan buzağı derisi.
cem'
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
cemad
Cansız ve kurumuş olmak.
Yağmur yağmayan yer.
Sütü olmayan deve.
Donmuş, katı cisim.
cemadi / cemadî
Ruhu olmayan, cansız madde. Câmid cisim.
(Farsça)
cemal-i bi-misal / cemal-i bî-misal
Misâli, benzeri olmayan güzellik.
cemal-i mücerred / cemâl-i mücerred
Cismânî olmayan, yalın, soyut güzellik.
cenab-ı hayy-i layemut / cenâb-ı hayy-i lâyemût
Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah.
cesed-i misali / cesed-i misalî / cesed-i misâlî / جَسَدِ مِثَالِي
Maddi yapısı olmayan vücut, misalî beden.
Misalî ve lâtif bir cesed. Varlığı maddî olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden.
Madde âleminden olmayan nurânî beden.
cevab-ı na-savab / cevab-ı nâ-savab
Doğru olmayan karşılık. Yanlış cevab.
cevaz-ı şer'i / cevaz-ı şer'î
Şer'an câiz olma. Şeriatça yasak olmayan husus.
cevher
Varlığı için başkasına muhtaç olmayan.
Bir şeyin özü.
Mâhiyet, asıl, öz. Varlıkta kalabilmesi için başka bir mahlûka muhtâc olmayan, kendi kendine varlıkta kalabilen.
cezil
Bol. Çok.
Edb: Peltek ve bozuk olmayan kelime.
cilve-i kudret-i ezeliye
Varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudretinin tecellisi, yansıması.
cilve-i samediyet
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın isim ve sıfatlarının varlıklar üzerindeki yansımasının görünümü.
cizye
Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
Devlet teminatı karşılığında fethedilen yerlerde Müslüman olmayanlardan alınan vergi.
Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi.
Müslüman olmayanlardan alınan vergi.
cüft
Tek olmayan. Eşi olan. Çift.
(Farsça)
cülb
Su olmayan bulut.
cürd
Tüysüz, kılsız.
Cilt hastası (deve).
Tüyleri kısa olan (at).
Bitki örtüsü olmayan (arazi).
Piyâdesiz (süvâri).
cuur
Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı.
cüz'i
Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.
cüz'iyyat
Cüz'î olan şeyler. Ufak tefek şeyler. Mânası düşünüldüğünde zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler. Mânası başka şeylere şâmil olmayanlar.
cüz-i layetecezza / cüz-i lâyetecezzâ
Bir daha bölünmeyen en küçük parça. En küçük cisim parçası. Tecezzisi kabil olmayan. Atom. Yani parçalansa, maddîlikten çıkıp kanun-u İlâhî ile bir nevi kuvvete inkılâb eder.
da'da
Aklı ve fikri olmayan kişi.
Her nesnenin zayıfı.
dacc
Hacıların hizmetkârı ve devecileri.
Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.
dagdaga
Dişi olmayan kadın.
Kurdun et yemesi.
Yemeği iki çene arasında geve geve yemek.
daire-i vücub
Tebeddül ve tagayyür etmeyen ve mümkinat âleminden olmayan âlemler. Esmâ ve Sıfât-ı İlâhiyye gibi.
dakal
Hurmanın iyi olmayan cinsi.
Gemi oku.
Boya.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
dana-i bi-müdani / dânâ-i bî-müdanî
Eşsiz âlim. Zamanında emsali olmayan âlim.
dedikodu
Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.
deli
Aklı olmayan.
dergah-ı samedaniye / dergâh-ı samedâniye
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın yüce katı.
derma'
Topuğu belli olmayan, şişman kadın.
Tavşan.
Kırmızı yapraklı bir acı ot.
deviye
Otsuz sahrâ. Otu olmayan çöl
deyn
Borç, hazır ve mevcûd olmayan mal.
Hazır olmayıp, ayrı olarak bulunduğu yeri bildirilmeyen her türlü mal ile hazır ise de ayrı olarak gösterilmeyen kıyemî (çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan) mal.
Zekât verecek kimsenin elinde, yanında olmayıp başkasında bul
deyn-i mütevassıt
Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.
diğergam / diğergâm
Başkalarını düşünen, bencil olmayan.
dıgs
(Çoğulu: Edgas) Yaş ve kuru karışık bir tutam ot.
Te'vili sahih olmayan karışık rüya.
dime
(Çoğulu: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur.
divane / divâne
Deli. Aklı başında olmayan.
(Farsça)
Aklı tam olmayan, kaçık.
dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek
Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.
dürr-i yekta / dürr-i yektâ
Benzeri olmayan, tek inci.
(Farsça)
Mc: Hz. Peygamber (A.S.M.)
(Farsça)
Benzeri olmayan, tek inci.
dürug
Yalan, Doğru olmayan söz.
(Farsça)
e'cam
(Tekili: Acem) Arab olmayanlar. Güzel arabi bilmeyenler. Güzel ve fasih konuşamıyanlar.
Acemiler.
eacim
(Tekili: Acem) Yabancılar, Arap olmayanlar. İranlılar.
ebaid
(Tekili: Eb'ad) Yakın olmayan (hısım ve akraba.)
En uzak yerler.
ebed / اَبَدْ
Sonsuz, sonu olmayan.
Sonu olmayan, sonsuzluk.
Sonu olmayan.
ebedi / ebedî / اَبَد۪ي
Sonu olmayan, sonsuz.
Sonsuz, sonu olmayan.
Devamı, sonu olmayan. Ezelînin zıddı.
Sonu olmayana âit, sonsuz.
ebedi alem / ebedî âlem
Sonu olmayan âlem, âhiret.
ebedi saadet / ebedî saadet
Sonu olmayan sonsuz mutluluk, huzur.
ebedi zat / ebedî zât
Varlığının sonu olmayan Allah.
ebhem
Söz söylemeye muktedir olmayan. Konuşmaya iktidarı bulunmayan adam.
ebter
Eksik, tamamlanmamış.
Dölsüz, çocuğu olmayan kimse.
ebu laşey / ebu lâşey / ebû lâşey
Çoluk-çocuk gibi hiçbirşeyi olmayan.
Hiçbirşeyin babası, hiçbirşeyi olmayan.
ebu-la-şey
Hiçbir şeyin babası. Hiç bir şeyi olmayan.
ebulaşey / ebulâşey
Hiçbir şeyi olmayan.
ecel-i mübrem
Elinden kurtulunması mümkün olmayan, kaçınılmaz olan ecel.
ecneb
Muti ve münkad olmayan. İtaatkâr olmayan.
Garib, yabancı, ecnebi.
Sert başlı at.
ecsam-ı kesife
Saydam olmayan, katı cisimler.
ecza-yı zaide / ecza-yı zâide
Asıl olmayan parçalar; bedendeki tırnak ve saç gibi.
edat
"Hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime.
edyan-ı batıla / edyân-ı bâtıla
Bâtıl dinler. Hak olmayan dinler.
efika
Fenâ, hoş olmayan, çirkin ve kötü şey.
eflec
(Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.
efra'
İşi gücü olmayan adam. Boş dolaşan kişi.
Kuruntulu, vesveseli adam.
Başının saçı tamam olan kimse. (Müe: Für'â)
efradını cami ağyarını mani / efradını câmi ağyârını mani
Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan.
efsun / efsûn
Fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve Kur'ân-ı kerîmden olmayan, mânâsız yazılar kullanmak. Mânâsı bilinmeyen ve îmânın gitmesine sebeb olan şeyleri okumak.
ehad
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiç bir yönden benzeri olmayan, tek olan, ikilik tasavvur edilmeyen, hiç bir şeye muhtaç olmayan.
ehad-i samed / اَحَدِ صَمَدْ
Her şey kendisine muhtaç olduğu halde, hiç bir şeye muhtaç olmayan, tek olan (Allah).
ehadis-i meşhure / ehâdis-i meşhure
Meşhur hadis-i şerifler, ilk asırda âhâdî hadis iken (yani bir Sahabî tarafından rivayet edilmişken), ikinci asırda meşhur olan ve yalanda birleşmeleri mümkün olmayan topluluk tarafından rivâyet edilen hadisler.
ehadis-i sahiha / ehâdis-i sahiha
Sahih hadisler; uydurma veya zayıf olmayan hadisler.
ehl
(Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz.
Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline v
ehl-i heva / ehl-i hevâ
Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan.
Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.
ehli / ehlî
Munis, alışık. Yabancı olmayan. Kendisi ile ünsiyet edilen.
ekavil-i batıla / ekavil-i bâtıla
Bâtıl sözler, doğru olmayan sözler.
ekmel
Mükemmel, en kâmil, eksiği olmayan, en mükemmel.
En mükemmel, eksiği olmayan, en olgun.
ekran
Üzerine bir cismin hayalinin aksettirildiği saydam olmayan düz satıh.
ekşef
Açık nesne.
Savaşta kalkanı olmayan kimse.
el-cüz'i / el-cüz'î
Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.
elmaz
Yalnız üst dudağı beyaz olup, burnu bile ak olmayan at.
em'at
Gövdesinde kılı olmayan kimse.
Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.
eman / emân
Korkusuzluk, emniyet, güven.
Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.
Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.
embel
Kılıcı ve silahı olmayan.
Eyer üstünde doğru oturamayan.
Boynu eğri olan.
emr-i batıl / emr-i bâtıl
Gerçek olmayan, sahte emir ve iş.
emr-i vehmi / emr-i vehmî
Maddi bir varlığı olmayan, ancak itibar edilen, varsayılan olgu; meridyen çizgileri ve maddedeki çekim kanunu gibi.
emval-i metruke
Sahipleri olmayan, sahipleri kaybolmuş, sahipsiz mallar. Terkedilmiş mallar.
emval-i zahire / emvâl-i zâhire
Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar.
enkeb
Omuzunda yük olduğu için eğilip yürüyen.
Yanında oku ve yayı olmayan kişi.
ermel
(Çoğulu: Erâmil) Ayakları siyah olan koyun.
Kadını olmayan erkek.
ermele
(Çoğulu: Erâmil) Erkeği olmayan kadın.
ervah-ı gayr-ı tayyibe
İyi olmayan ruhlar.
erzan / erzân
Ucuz, değeri düşük, pahalı olmayan.
(Farsça)
Lâyık, münâsib, muvafık, elyâk, şâyân, müstehak, uygun, yerinde.
(Farsça)
Ucuz, pahalı olmayan.
esbab-ı damenkeş / esbab-ı dâmenkeş
Bir işten elini eteğini çeken sebepler; bir işte doğrudan müdahelesi olmayan, işe karışmayan sebepler.
eşebb
Arasından geçmek mümkün olmayan ağacın sıklığı.
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
evarin
Güzel olmayan, çirkin.
(Farsça)
evham
Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
evham etmek
Olmayan bir şeyi var zannederek şüphelenmek, kuruntuya kapılmak.
evlad-ı nameşru / evlâd-ı nâmeşru
Helâl olmayan, İslâmın izin vermediği evlâd.
evleviyet olmayan
Öncelikli olmayan; bütün imkân ve ihtimallerin önceliği eşit olan.
evtar
(Tekili: Veter) Tek, eşi olmayan (harf).
Saz telleri. Yay.
evvel / اَوَّلْ
Başlangıcı olmayan ve her şeyden önce var olan (Allah).
eyama
(Tekili: Eyyim) Bekârlar, evli olmayanlar.
eyyim
Bekâr, dul. Eyyim; gerek bikir, gerek seyyib olsun zevci olmayan kadına ve zevcesi olmıyan erkeğe denir ki, buna bekâr denir. Bundan başka eyyim; hür kadına ve bir kimsenin kızı, hemşiresi, teyzesi gibi yakın hısmına da ıtlak edilir.
ezel / اَزَلْ
İbtidası ve başlangıcı olmayan, her zaman var olan.
Başlangıcı olmayan, sonsuzluk.
Başlangıcı olmayan, başlangıcı olmama.
ezeli / ezelî / اَزَلِي
Başlangıcı olmayan.
Öncesi, başlangıcı olmayan.
Ezele mensub ve müteallik. Devamlı var olup varlığının başlangıcı olmayan.
Başlangıcı olmayan.
Başlangıcı olmayana ait.
ezeli ve ebedi / ezelî ve ebedî
Başlangıcı ve sonu olmayan, sonsuz.
ezeliyet
Başlangıcı olmayan sonsuzluk.
ezgehan
Tembel adam. İşi gücü olmayan kimse.
(Farsça)
ezvak-ı mecazi / ezvâk-ı mecazî
Gerçek olmayan aldatıcı zevkler.
fahşa / fahşâ
Meşru olmayan cinsel ilişki, fuhuş.
Zekatı az verme, tamahkârlık.
Akla ve ahlâka uygun olmayan söz ve iş.
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.
fakir-i müstağni / fakir-i müstağnî
Fakir olmakla birlikte Allah'tan başkasına muhtaç olmayan kişi.
fani / fânî
Muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, misâfir.
Yok olucu, geçici, devamlı olmayan.
Tasavvufta Allahü teâlâdan başkasını unutan, bunların sevgisinden kurtulan kimse.
fantaziye
yun. Yalandan gösteriş, boş debdebe. Zâhirî süs ve zinet. Lüzumlu ihtiyaçtan olmayan ve zevk için kullanılan pahalı eşya.
fantezi
yun. Çeşitli ve süslü. Müsrifane süs isteğinden doğan hayal hareketi ile yapılmış süslü eşya veya süslenmek. Ağırbaşlı olmayan.
fasic / fâsic
Semiz.
Yüklü olmayan kısır deve.
fasid / fâsid
Bozguncu.
Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
Yanlış olan.
Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat
Bozan, bozuk.
Bir ibâdetin, bâtıl olması, geçersiz olması. Bâtıl.
Aslı İslâmiyet'e uygun olup, sıfatı uygun olmayan muâmele, akid.
fasid akd / fâsid akd
Aslı İslâmiyet'e uygun olduğu hâlde, sıfatı uygun olmayan her çeşit sözleşme.
fasid bey' / fâsid bey'
Aslı İslâmiyet'e uygun olup sıfatı uygun olmayan satış.
fasid icare / fâsid icâre
Aslı İslâmiyet'e uyduğu hâlde, sıfatı uygun olmayan icâre (kirâya verme).
fasid kan / fâsid kan
Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan (baliğa, ergen) olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda (kadınlarda) âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise (ihtiyar) kadın
fasid temizlik / fâsid temizlik
Sahîh olmayan temizlik.Kadınlarda hayız kanının kesilmesinden sonra on beş gün geçmeden önce kan görme hâli.
fedail / fedâil
Farz ve vâcib olmayan nâfile ibâdetler.
fena
Yok olma, yokluk. "Beka"nın zıddı. (Tasavvufta maddî varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma).
İyi olmayan, kötü.
(Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma.
Geçici dünya.
Geçip gitme.
Tas: Kendi varlığından geçmek.
Kötü.
Devamlı olmayan.
Çok kocamış olmak.
fer' / فَرْعْ
Esasa âit olmayan.
fer'i / fer'î / فَرْع۪ي
(Fer'iyye) Esasa âit olmayan. Kollara ve şu'belere âit ve müteallik.
Esasa ait olmayan, ayrıntı.
Esasa âit olmayan.
fer'i hüküm / fer'î hüküm
Temele ait olmayan hüküm, dallara ait hüküm.
ferah
Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren.
İnşirah. Sevinç.
ferd
Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan. Bîhemta olan.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd
Eşi-benzeri olmayan kişi.
ferd-i ferid-i deveran / ferd-i ferîd-i deveran
Bütün zamanların benzeri olmayan tek ferdi.
ferd-i samed
Bir ve tek olan ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah.
ferhal
Karışık ve kıvırcık olmayan uzun saç.
(Farsça)
ferman-ı ezeli / fermân-ı ezelî
Ezelî buyruk, hükmü belli bir zamanla kayıtlı olmayan ferman.
fetha
(Çoğulu: Füteh-Fütuh-Fethât) Kaşı olmayan halka yüzük.
Büyük yüzük.
Tavşancıl kuşu.
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
firak-ı layezali / firâk-ı lâyezâlî
Sonu olmayan ayrılık.
fuhş
Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler.
fuhşiyat / fuhşiyât
Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler; Dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar.
fülus / fülûs
Altın ve gümüşten olmayan mâdenî paralar, pul. Fels'in çoğulu.
füruat / fürûat
Detaylar, ayrıntılar; aynı soydan gelenler, esastan olmayan talî meseleler.
füzul
(Tekili: Fazl) Ganimetten artıp taksimi mümkün olmayan şey.
gafil
Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)
gaib
Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem.
Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.
galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi
gamic
Huy ve tabiatı doğru ve istikametli olmayan.
gamir
Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer.
Faydalanılmamış şey.
Mamur olmayan harap yer.
gamıza
Kolay anlaşılmayan ince mes'ele. Derin.
Mâruf ve mütebeyyin olmayan hesab.
gamus
Şiddetli emir.
Süngü ile vurup, ucunu diğer taraftan çıkarmak.
Karnındaki yavrusu belli olmayan deve.
gani / ganî
Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol.
Zengin,
Muhtaç olmayan.
Bol, fazla.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya, hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da denir.
gani-yi mutlak
(Gani-yi ale-l ıtlak) Cenab-ı Hak. Her şeye sahip ve hiç kimseye hiçbir cihetle ihtiyacı olmayan gani.
ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî
Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.
ganiyy-i mutlak
Hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçları gayb hazinelerinde bulunan sınırsız zenginliğe sahip olan Allah.
garer
Sonu mâlum olmayan, neticesi bilinmeyen.
Tehlike, zarar. Sonu belli olmayan şüphe ihtimâli olan satış.
garibüzzaman / garîbüzzaman
Zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.
gasb
Hakkı olmayanı zorla alma.
gavs-ı ferid
Eşsiz, eşi olmayan gavs; velilerin başında bulunan en büyük veli.
gavur
Müslüman olmayan, îmânsız.
gayb
Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ
gayb-ül gayb
Kalbde olmayan şey. Hiç ortada eseri, varlığının, geleceğinin izi ve nişanı olmayan. Gaybın gaybı olan.
gaybi / gaybî
Hazırda olmayan. Görünmeyenlere âit. Hazır olmayanlara âit. Başka âlemdekilere âit. Âhirete âit. Gayba âit ve müteallik.
gayr / غير
Başka.
(Arapça)
Yabancı.
(Arapça)
Olmayan, değil.
(Arapça)
gayr-ı ademi / gayr-ı âdemî
İnsan türünden olmayan.
gayr-ı ahlaki / gayr-ı ahlâkî
Ahlâk dışı, ahlâka uygun olmayan.
gayr-i ahlaki / غَيْرِ اَخْلَاق۪ي
Ahlakî olmayan.
gayr-ı akıl / gayr-ı âkıl
Akıl sahibi olmayan.
gayr-ı fıtri / gayr-ı fıtrî
Yaratılışa uygun olmayan.
gayr-i fıtri / gayr-i fıtrî
Fıtrî olmayan. Doğuştan olmayan.
gayr-ı hak
Doğru ve gerçek olmayan.
gayr-ı hakiki / gayr-ı hakikî
Gerçek olmayan.
gayr-ı ilmi / gayr-ı ilmî
İlmî olmayan.
gayr-i ilmi / gayr-i ilmî / غَيْرِ عِلْم۪ي
İlmî olmayan.
gayr-ı insani / gayr-ı insanî
İnsana ait olmayan, insana yakışmayan şeyler.
gayr-ı kabil
Mümkün olmayan, imkânsız.
Mümkün ve kabil değil, imkânsız. Mümkün olmayan, olamaz.
gayr-i kabil / gayr-i kâbil / غير قابل
Mümkün olmayan, imkansız.
gayr-ı kabil-i tahammül
Tahammül etmesi mümkün olmayan.
gayr-ı kamil / gayr-ı kâmil
Noksan, mükemmel olmayan.
gayr-ı ma'kul
Akıl işi olmayan, aklın kabul etmediği.
gayr-ı mahrem
Gizli olmayan.
gayr-i mahrem / غَيْرِ مَحْرَمْ
Gizli olmayan.
Gizli olmayan.
gayr-ı mebzul
Bol olmayan; nâdir olan, az bulunan.
gayr-ı men hüve leh
Sahibinden başkası, sahibinin kendi dışında; kendisi için olmayan.
gayr-ı mer'i / gayr-ı mer'î
Görünür olmayan, görünmeyen.
gayr-ı mes'ul
Mes'ul olmayan, sorumlu tutulmayan.
gayr-ı meş'ur
Şuursuz, bilinçsiz; şuurla bağlantısı olmayan, farkedilmeyen.
gayr-ı meşru
Helâl olmayan, dine aykırı.
gayr-i meşru / gayr-i meşrû / غير مشروع
Helâl olmayan, dine aykırı.
Helâl olmayan, dine aykırı.
İslâmiyet'e uygun olmayan iş ve hareketler.
Yasal olmayan.
gayr-i mevcud / gayr-i mevcûd / غَيْرِ مَوْجُودْ
Var olmayan.
gayr-ı müekked sünnet
Müekked olmayan sünnet.
gayr-ı mümkin
Mümkün olmayan, imkânsız.
gayr-ı münbit
İyi ve bol yetiştirmeyen. Münbit olmayan.
gayr-ı münif
Münif olmayan.
gayr-i muntazam / غير منتظم
Düzgün olmayan, düzenli olmayan, düzensiz.
gayr-ı müslim
Müslüman olmayanlar. İslâmiyete girmeyenler.
Müslüman olmayan.
gayr-i müslim / غير مسلم
Müslüman olmayan.
Müslüman olmayan.
Müslüman olmayan.
Müslüman olmayan.
gayr-ı müstakim
Doğru yolda olmayan.
gayr-i müstakim / gayr-i müstakîm / غَيْرِ مُسْتَق۪يمْ
Dosdoğru olmayan.
gayr-ı mütehavvil
Değişken olmayan.
gayr-ı mutemed
Güvenilir olmayan.
gayr-ı mütenahiye / gayr-ı mütenâhiye
Sonu olmayan, sonsuz.
gayr-ı muvafık
Uygun olmayan.
gayr-ı resmi / gayr-ı resmî
Devlete ait olmayan.
gayr-ı sabit
Sabit olmayan.
gayr-ı sarih
Açık olmayan.
gayr-ı süfli / gayr-ı süflî
Alçak olmayan; yüksek, zengin ve bilginler sınıfı.
gayr-ı tabii / gayr-ı tabiî
Doğal olmayan.
gayr-ı uzvi / gayr-ı uzvî
Cansız. Uzvî olmayan. (İnorganik)
gayr-ı zaruri / gayr-ı zarurî
Zorunlu olmayan.
Zarurî ve mecburî olmayan.
gayrimeşru / gayrimeşrû
Helâl olmayan, yasak.
gayrımüslim
Müslüman olmayan.
gayrimüslim
Müslüman olmayan.
gayrimütenahi / gayrimütenâhî
Sonu olmayan.
gayriresmi / gayriresmî
Resmî olmayan, sivil.
gev-çah
Dibi görünebilen pek derin olmayan alçak kuyu.
(Farsça)
gille-mend
Şikâyet eden, halinden memnun olmayan.
(Farsça)
gıybet
Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Arkadan çekiştirmek; hazır olmayan birisinin aleyhinde hoşlanmayacağı şekilde konuşmak.
gözdağı
Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek.
(Türkçe)
guyub
(Tekili: Gayb) Hazırda olmayanlar. Kayıplar.
habbeyi kubbe yapmak
Değeri olmayan bir şeye çok fazla ehemmiyet vermek. Zihinde büyütmek.
haber-i mütevatir / haber-i mütevâtir
Yalan üzerinde ittifâk etmeleri (birleşmeleri) mümkün olmayan bir cemâat (topluluk) tarafından nakledilen, bildirilen haber, hadîs-i şerîf.
haber-i vahid / haber-i vâhid
Bir kişinin ettiği rivâyet, verdiği haber, hep bir kimse tarafınan fakat Peygamber efendimize kadar, rivâyet edenlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler. Buna, haber-i âhad da denir.
habir / habîr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda
hacat-ı gayr-ı zaruri / hâcât-ı gayr-ı zaruri
Zarurî ve mecburî olmayan ihtiyaçlar.
hacat-ı gayr-ı zaruriye / hâcât-ı gayr-ı zaruriye
Zarûrî ve mecbûrî olmayan ihtiyaçlar.
hadd-i tevatür
Tevatür derecesinde; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan topluluklar tarafından aktarılan en doğru haber seviyesi.
hadd-i zina / hadd-i zinâ
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
hadire / hadîre
Kalabalık olmayan topluluk.
Yaranın içinde toplanan kan ve irin.
hadis-i ahad / hadîs-i âhâd
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.
hadis-i hasen / hadîs-i hasen
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.
hadis-i merdud / hadîs-i merdûd
Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.
hadis-i mu'allak / hadîs-i mu'allak
Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.
hadis-i muhkem / hadîs-i muhkem
Te'vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler.
hadis-i müsned-i muttasıl / hadîs-i müsned-i muttasıl
Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler.
hadis-i müteşabih / hadîs-i müteşabih
Mânâsı açık olmayan ve yorumlanabilir olan hadîs-i şerif.
hadis-i zaif / hadîs-i zaîf
Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler.
hadsiz
Hesapsız, sayısız. Belirli olmayan, çok.
hafi / hafî
Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.
Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız.
hafif
Ağır olmayan. Hafif. Yeğni.
hafif ikrah / hafîf ikrâh
Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.
hafif-ül-haz / hafîf-ül-hâz
Zevcesi (hanımı) ve çocuğu olmayan.
hak / حَقْ
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
İslâmiyet.
Gerçek, doğru.
Alacak.
Pay, hisse.
Hâtır, hürmet.
İnsanı
Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).
hakaik-aşina / hakaik-âşinâ
Gerçeklere aşina, gerçekleri bilen ve onlara yabancı olmayan.
hakaik-i hakikiye / hakâik-i hakikiye
Göreceli olmayan, asıl mahiyeti ve zatı itibariyle hakikat, gerçek olan şeyler.
hakikat-i mutlaka
Bir sınırı olmayan sınırsız hakikat, gerçek.
hakikatsız
Gerçek olmayan.
hakim-i bimisal / hâkim-i bîmisâl
Hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve yerli yerinde yaratan ve eşi, benzeri olmayan Allah.
hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed
Varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah.
hakim-i layezal / hakîm-i lâyezâl
Varlığının sonu olmayan, herşeyi hikmetle yapan Allah.
hakk / حَقّ
Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).
hakle
(Çoğulu: Hıkâl) İçinde binâ ve ağacı olmayan mezrea.
halal / halâl
Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.
halal lokma / halâl lokma
Haram olmayan, dinde yenilmesi yasak edilmeyen yiyecek.
halık-ı kadim-i kadir / hâlık-ı kadîm-i kadîr
Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan, varlığının başlangıcı olmayan, her şeyi yaratan Allah.
halk
İnsan topluluğu. İnsanlar.
Yaratmak. İcad. Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmak, ibdâ' eylemek.
Bir şeyi yumuşatıp düzleştirmek.
hallak-ı baki / hallâk-ı bâkî
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.
hallak-ı bimisal / hallâk-ı bîmisal
Eşi ve benzeri olmayan yaratıcı, Allah.
hallüsinasyon
Olmayanı varmış gibi hissetme.
Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme.
halüsinasyon
Gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi görme, olmayan bir şeyi varmış zannetme ve işitme, hayal etme.
hamra
(Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
Şiddetle olan ölüm.
Arap olmayan cinsten.
Yüzü kızarmış kadın.
hanire / hanîre
(Çoğulu: Hanâyir) Parmak başlarındaki boğum.
Kadınların yün ve pamuk attıkları yay.
Kirişi olmayan yay.
harac
Güçlük, sıkıntı, eziyet.
Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.
Müslüman olmayanlardan alınan vergi.
haram
Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey.
haram lokma / harâm lokma
Helâl olmayan ve dînen yenmesi yasaklanan yiyecek.
harbi / harbî
Dâr-ül harbde bulunan ve müslim olmayan kimse. Arada anlaşma yapılmamış düşman.
Harbe mensub ve müteallik.
Tüfek temizliği için kullanılan demir çubuk.
Müslüman olmayan, İslamî devletle de anlaşması bulunmayan bir devletin Müslüman olmayan mensubu.
Harble ilgili.
Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse.
Anlaşma yapılmamış düşman.
Tüfek doldurma âleti.
harekat-ı meşrua / harekât-ı meşrua
Dinen helâl olan, yapılmasında bir mahsur olmayan hareketler.
harekat-ı nameşrua / harekât-ı nâmeşrua
Dinen helal olmayan hareketler.
harem
Girilmesi serbest olmayan yer.
İhrama girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan kısım.
harf
Alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti.
harici / haricî
Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit.
Zorba ve âsi olan.
Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden.
Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri.
harik / harîk
Erkekliği olmayan adam.
hasen hadis / hasen hadîs
Bildirenler sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olup, fakat hâfızası (anlayışı) sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan râvîlerin, kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîf.
hass / hâss
(Çoğulu: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan.
Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid.
Saf.
Tar: Osman
hasur
Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
Oğlu ve kızı olmayan.
Avrete cimâ edemeyen.
İhlili dar olan deve.
havaic-i gayr-ı zaruriye / havâic-i gayr-ı zaruriye
Zorunlu olmayan ihtiyaçlar.
havayic-i gayr-ı zaruriye
Zorunlu olmayan ihtiyaçlar, ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç haline gelmiş şeyler.
havbet
(Havb) Açlık, hâcet, meskenet.
Çayırı, otlağı olmayan kır yer.
havl ve kuvvet-i samedani / havl ve kuvvet-i samedanî
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın güç ve kuvveti.
hayal
(Çoğulu: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey.
Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.
hayalet / hayâlet
Gerçek olmayan görüntü.
hayaliyyun mezhebi
Aslı olmayan ve hayalde tasavvur edilen şeyleri, gerçek olduğunu vehm edenlerin mesleği.
hayalperest
Hayalci olan; gerçekçi olmayan.
hayat-ı bakiye / hayat-ı bâkiye / حَيَاتِ بَاقِيَه
Sonu olmayan hayat, âhiret.
hayat-ı ezeliye
Başlangıcı olmayan devamlı hayat.
hayat-ı maneviye / hayat-ı mâneviye
Maddî olmayan, mânevî hayat.
hayih
Lâzım olduğu halde mevcud olmayan nesne.
hayvan
Canlı şey, insanla beraber her canlı.
İnsan olmayan idraksiz canlı yaratık.
Yük kaldıran, araba çeken ve binilen hayvan, beygir, katır v.s.
Mc: Akılsız ve idraksız insan, ahmak. (Aslı "Hayevan"dır)
hayy-ı baki / hayy-ı bâki / حَيِّ بَاق۪ي
Sonu olmayan dâimi hayat sahibi (Allah).
hazine-i binihaye / hazine-i bînihaye
Sonu olmayan hazine.
hazine-i ezeliye-i kelam-ı ilahi / hazine-i ezeliye-i kelâm-ı ilâhî
İlâhî konuşma sıfatının başlangıcı ve sonu olmayan hazinesi.
hazır
Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan.
Müstaid olan.
helahil
(Tekili: Hülhül) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu.
helal
Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
İhramdan çıkan hacı.
hemel
Çobanı olmayan deve.
herzevekil
Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan.
(Farsça)
hevaperest / hevâperest
Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
hevcele
Hiçbir işaret ve alâmet olmayan ev veya sahrâ.
Yürügen deve.
Uzun boylu, ahmak erkek.
hey'atın feletatı / hey'atın feletâtı
Birini taklit eden kimsenin taklitçiliğini gösterip ilân eden sürçmeleri, falsoları. Kemalât-ı ruhiye veya mükemmelliğin iktizası olan umum ahvaldeki fıtrîlik ve müvazeneyi o seviyede olmayanın sun'î taklitteki gayr-ı fıtrîliği.
heyula
Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.
hez
Eğlence. Ciddi olmayan söz.
hezeliyat / hezeliyât
Ciddi olmayan sözler, saçmalamalar.
(Tekili: Hezl) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması.
Ciddi olmayan sözler.
hezl
Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.
hıdane / hıdâne
Çocuğu kucağa almak, besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak. İslâm nikâhının bozulmasından sonra (ayrılıkta), çocuğu, selâhiyetli (yetkili) olan kimsenin yâni başkası ile evli olmayan annenin belirli bir yaşa gelinceye (oğlan çocuğu yedi, kız ye tişkin oluncaya) kadar yanında alıkoyması ve terb
hikmet-i samedaniye / hikmet-i samedâniye
Herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın kâinatta gözettiği gaye ve fayda.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
hırz-ı bigayrihi / hırz-ı bigayrihî
Aslında eşya saklamaya mahsus olmayan, izin almadan girilebilen ve konacak malların yanında muhafızı olan yer. (Yol, mescid, meydan gibi)
hışaş
Başı küçük adam.
Küçük başlı yılan.
Devenin burnuna geçirdikleri burunduruk.
Kuşlardan, dimağı olmayan.
Çuval.
Cânip, taraf.
Sinir.
hiss-i selim
Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi.
Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
hitab-ı ezeli / hitab-ı ezelî
Ezele ait hitap; başlangıcı olmayan sonsuzluk âleminin hitabı; Allah'ın sözü.
hitabat-ı ezeliye / hitâbât-ı ezeliye
Ezelî hitaplar; başlangıcı olmayan sonsuz varlığın sahibi Allah'tan gelen hitaplar, mesajlar, seslenişler.
hitabet beratı
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o
hıyare
Otsuz, otu olmayan yer.
hizbullah
Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır. (Kur'an-ı Kerim'de 5:56 ve 58:22 âyetlerinde zikredilir.)
hoşgu / hoşgû
Hoş konuşan, tatlı dilli. Konuşmaları kırıcı olmayan.
(Farsça)
huda / hudâ
Varlığı kendinden olup, başkasına muhtâc olmayan Allahü teâlâ.
hukuk-u gayr-i mektube
Kanunlarda mevcud olmayan örf ü âdet ve teâmül kabilinden olan haklar.
hukukullah
Fık: İbadetler ve İlâhî cezalar, ukubetlerle alâkalı haklar.
Hukukullah umuma taalluk edip, yalnız bir şahsa âid olmayan ahkâm demektir. Bunlar hukuk-u umumiyeden ibarettir. Cenab-ı Hakk'a izafesi, tazim ve ehemmiyetine işaret içindir.
hulam
Kurban olmayan küçük oğlak.
huld
Ebedilik. Sonu olmayan. Sonu olmamak.
Sonu olmayan.
Ebedî devamlı.
hümanizm
Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl
hünsa / hünsâ
Erkek ve kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse.
Cinsiyeti belli olmayan.
hür
Köle olmayan erkek.
hurafat / hurâfât
(Tekili: Hurafe) Aslı esası olmayan, bâtıl rivayetler. Bâtıl inanışlar. Hurafeler.
Aslı, esası olmayan sözler ve rivayetler, hurafeler.
Aslı esası olmayan saçma inanışlar.
hürmet
Riâyet. İhtiram.
Haysiyet. Şeref.
Haram olma. Haramlık.
Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus.
hürr
Kimsenin baskısı, zorlaması olmadan meşru' dairede istediği gibi yaşayabilen.
Esir veya köle olmayan. Serbest.
hurre
(Çoğulu: Harâyir) İyi.
Câriye olmayan kadın.
hürre
Esir veya câriye olmayan hür kadın.
Hür kadın. Câriye olmayan kadın.
Cariye veya esir olmayan kadın.
huruf
(Tekili: Harf) Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler.
huruf-ı mukattaa / hurûf-ı mukattaa
Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.
hüsn-ü arazi / hüsn-ü arazî
Ber şeyin aslen kendisinde olmayan ve kendisine sonradan gelmiş olan güzellik.
husser
Cübbesi ve zırhı olmayanlar. Çıplak kimseler.
hususi / hususî
Bir şeye aid olan. Herkese âid olmayan.
hutbe-i ezeliye
Varlığının başlangıcı olmayan Allah'ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur'ân.
huzur-u lamekani / huzur-u lâmekânî
Hiçbir mekâna muhtaç olmayan Zâtın huzuru; Allah'ın hiçbir mekânla sınırlı olmayan katı.
i'tikadat-ı batıla / i'tikadât-ı bâtıla
Bâtıl, hak olmayan, asılsız şeylere inanışlar.
ibadet-i nafile / ibadet-i nâfile
Farz ve vâcib olmayan ibadet.
ibahat / ibâhât
(Tekili: İbâhe) Mübahlar. Günah ve sevab olmayan işler.
Haram olmayanlar.
ibda'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
ibda-ı san'at
Benzeri olmayan mükemmellikte san'at eseri. İbda' yapabilene mübdi', eserlerine bedi'a denir.
ibham
Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen olmayan.
Edb: Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı.
Baş parmak.
ibtida'
Benzeri olmayan bir şey yaratmak.
icadsız
Yaratma özelliği olmayan.
icare-i faside / icare-i fâside
İn'ikad şartlarını câmi' olduğu halde sıhhat şartlarını tamamen veya kısmen cami olmayan icaredir. Bu, aslen meşru olduğu hâlde vasfen meşru bulunmamış olur. Binaenaleyh böyle bir icareyi mucir ile müstecirden herhangi biri fesh edebilir.
icare-i gayr-i mün'akide
İn'ikad şartlarını tamamen veya kısmen câmi' olmayan icaredir ki, buna "İcare-i batıla" da denir.
icare-i mevkufe
Başkasının hakkı taalluk edip icazeti lahık olmadıkça nâfiz olmayan icaredir.
iddiaiyyat
(Tekili: İddiaî) İddia ile ilgili. Şahidi olmayan sözler.
iftira
Birine aslı olmayan bir suç yükleme.
iftiraat
(Tekili: İftira) İftiralar, asılsız isnatlar, aslı esası olmayan suç yüklemeler.
iğreti
t. Ödünç, borç, kendi malı olmayan. Yerli ve sabit olmayan, muallak gibi duran.
Muvakkat, bağlı bulunmayan, geçici.
Fıtrî olmayan, sahte, sun'î.
ihriz
Bitkin, dermansız. Kımıldanmağa ve bir şey yapmağa hâli ve mecâli olmayan.
ihsanperver
İhsan edici. İyiliği çok sever. (İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir
(Farsça)
ihtilaf-ı din
Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.
ihtilakıyyat
Yalanlar, aslı olmayan sözler. Uydurma sözler.
ihtira' / ihtirâ'
Evvelce olmayan bir şeyi ortaya çıkarma, îcâd etme, yaratma, yoktan var etme.
ihtiyari / ihtiyarî
Mecburi olmayan. İsteğe bağlı. Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan.
ihtiyat / ihtiyât
Dîne uygun olmayan bir işi yapma şüphesinden kurtulmak için, tedbirli hareket etme.
ikrah-ı gayr-i mülci / ikrâh-ı gayr-i mülcî
Mülcî olmayan ikrâh. Bir kimseyi istemediği bir sözü veya işi yapmaya zorlarken tam şiddet kullanmama.
ıktaat
(Tekili: Iktâ) Sahibi olmayan ve üzerinde imaret eseri olmıyan yerlerden olup, ulülemr tarafından istihkak sahibine imar ve inşa etmesi için tahsis olunan arazi.
ilac na-pezir / ilac nâ-pezir
Tedavisi mümkün olmayan, ilâç kabul etmeyen.
(Farsça)
İmkânsız, çaresiz.
(Farsça)
ilm-i ezeli / ilm-i ezelî
Allahü teâlânın başlangıcı olmayan ilmi.
ilm-i layetenahi / ilm-i layetenâhî
Allah'ın sonu olmayan ilimi.
ilmi / ilmî
İlimle, bilgi ile alâkalı. İlme ait ve müteallik. Câhilce ve tetkiksizce olmayan.
ilva
Çevirmek. Baş eğmek. Başı eğilmek.
Başkasının sözünü maksadı olmayan başka tarafa çevirmek.
Birinin hakkını inkâr eylemek.
Bayrağı kaldırmak. Sancak dikmek.
iman-ı taklidi / iman-ı taklidî
Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.
imkanatından evleviyet olmayan / imkânâtından evleviyet olmayan
İhtimallerindeki öncelikleri ayırt edilemeyen; oluşma ihtimallerinde öncelik olmayan.
indi / indî
Yanlı, taraflı; objektif olmayan.
ıniz
Cimâa kadir olmayan erkek.
Cimâdan safâlı olmayan avret.
innin
Cinsi münâsebete muktedir olamıyan, cinsi iktidarı olmayan. Kısır.
inorganik
Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan.
(Fransızca)
intak
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
irade-i ezeliye / irâde-i ezeliye
Varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah'ın irâdesi.
iradesiz
Tercih ve dileme özelliği olmayan.
irtikab / irtikâb
Bir işe girişmek.
Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
iş'ar-ı samedani / iş'âr-ı samedânî
Her şeyin Kendisine muhtaç olduğu, fakat Kendisi hiçbirşeye muhtaç olmayan Cenâb-ı Hakkın bildirmesi.
isbat-ı ezeliyet / isbat-ı ezelîyet
Allah'ın, başlangıcı olmayan sonsuz bir varlık olduğunun ispatı.
ismen
Sadece isimle, gerçekten olmayan.
ismetsiz
Masum olmayan.
ismi / ismî
(İsmiyye) İsme mensub, isimle alâkalı. İsmen olup aslen olmayan, varlığı isimden ibâret olan. İsim cinsinden.
Arabçadan iki isimden, yani; müsned ile müsned-i ileyhten mürekkep cümle.
ispat-ı vacibü'l-vücud / ispat-ı vâcibü'l-vücud
Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah'ın ispatı.
istibdal-i müseccel
Lüzumuna hükmolunduğundan dolayı nakzı caiz olmayan istibdal.
istifham-ı aninnefy
Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir.
istihaza / istihâza
Kadınlarda âdet ve lohusalık dışında gelen ve oruç ile namaza mânî olmayan kan.
istikrarsız
Sabit olmayan; değişken.
istitradi / istitradî
İstitrad ile alâkalı. Asıl mevzudan olmayan.
ittifak noktaları
Ortak noktalar, ihtilâflı olmayan noktalar.
kabih / kabîh / قبيح
Çirkin, hoş olmayan.
(Arapça)
kabih-ül vech
Çirkin yüzlü. Suratı, siması güzel olmayan.
kabil olmayan
Mümkün olmayan.
kabil-i gayr-i telakkuh
Gebeliği mümkün olmayan.
kabil-i ıslah olmayan / kabil-i ıslâh olmayan
Düzelmesi mümkün olmayan.
kabil-i kıyas olmayan
Kıyası mümkün olmayan, karşılaştırılamaz.
kabil-i teshir olmayan
Boyun eğdirilmesi mümkün olmayan.
kadd-i müstesna
Müstesna boy. Güzellikte emsalsiz ve benzeri olmayan endam.
kader
Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile, ilerde olacak hâdiseleri ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi; alın yazısı.
kadim / kadîm / قَد۪يمْ
Eski zaman.
Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan.
Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet.
Eski.
Varlığının başı ve öncesi olmayan.
Eski.
Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.
Başlangıcı olmayan.
Allahü teâlânın zâtına âit sıfatlarından. Varlığının evveli, başlangıcı olmayan.
Zaman bakımından eski olan şey.
Önce olan, başlangıcı olmayan.
kadim-i baki / kadîm-i bâkî
Varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah.
kadim-i lemyezel / kadîm-i lemyezel / قَدِيمِ لَمْ يَزَلْ
Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah.
Önce olan, başlangıcı ve sonu olmayan (Allah).
kadir-i bimisal / kadîr-i bîmisâl
Herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, eşi ve benzeri olmayan Allah.
kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî / قَد۪يرِ اَزَل۪ي
Herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah.
Başlangıcı olmayan nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).
kadir-i ezeli-i zülcelal / kadîr-i ezelî-i zülcelâl
Varlığının başlangıcı olmayan sonsuz haşmet ve kudret sahibi Allah.
kadir-i muhtar / kâdir-i muhtâr
Dilediğini yapabilen, bir şeyi yapmaya mecbur olmayan.
kalem
Levh-i mahfûz üzerine Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile bilip taktîr ettiği şeyleri yazan, nasıl olduğu insanlar tarafından bilinemeyen kalem.
kalemsiz
Okur yazar olmayan.
kalender
İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.
kandave
Yaramaz huylu.
Gıdası olmayan taam.
Büyük iri.
karah
(Çoğulu: Akriha) Bina ve ağaç olmayan arazi.
karh
Yaralama.
Hasta olmak.
Bedende çıkan yara.
Su olmayan yerde kuyu kazmak.
Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
karib / karîb
Çok yakın. Yerce ve mekânca uzak olmayan.
Yakın hısım.
Yakın, yakın olan, uzak olmayan, soyca yakın.
kaşi'
Kararı ve sebâtı olmayan kişi.
Dağılmış, müteferrik.
kasid
Kesat olan, sürümü olmayan.
kaside-i şerife
Şerefli kaside; on beş beyitten az olmayan ve büyük bir şahsı övmek için yazılan şiir.
kavanin-i ezeliye / kavânin-i ezeliye
Başlangıcı olmayan kanunlar.
kavl-i leyyin
Yumuşak söz. Sert olmayan söz. Enâniyetli olmayan söz.
kavmiyetçilik
İslâmiyetin âyet-i kerime ve hadis-i şerifle men'ettiği, soy sop üstünlüğü ileri sürerek, kendi kavminden olmayanlardan ayrılmak ve onları hakir görmek.
kaylule
Kerâhet vakti olmayan kuşluk vakti uykusu, öğle uykusu.
kaza ve kader / kazâ ve kader
Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et
kaziyye-i bedihiyye
Bedîhî kaziyye, isbata muhtaç olmayan açık hüküm.
kazur
Temiz olmayan şeylerden sakınan kimse.
keçel
Başı kel olan kişi. Başında saç olmayan kimse.
(Farsça)
kelam-ı kadim / kelâm-ı kadîm
Ezelî yâni başlangıcı olmayan söz, kelâm; Kur'ân-ı kerîm.
Allah'a ait olduğu için varlığının başı ve öncesi olmayan kelâm, Kur'ân.
kelam-ı nefsi / kelâm-ı nefsî
Cenab-ı Hakk'ın lâfz, harf ve ses olmayan zâtî kelâmı. İçten konuşma.
kelkahya / kelkâhya
Mc: Vazifesi olmayan şeylerle alâkadar olan. Her şeye karışan.
kelul
Kütelip kesmez olmak.
Göz nuru zayıf olmak.
Çocuğu ve anası olmayan şahıs.
kemal-i bizeval / kemâl-i bîzevâl
Yok olmayan mükemmellik, kusursuzluk.
kemal-i zati / kemâl-i zâtî / كَمَالِ ذَات۪ي
Zâtına âit, kendisinden olup başkasından olmayan mükemmellik.
kerahet-i tenzihiyye / kerâhet-i tenzîhiyye
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh.
kesbi / kesbî
Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
keşfiyat-ı kat'iye
Kesinliğinde şüphe olmayan keşifler; mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme.
kesif / kesîf / كَث۪يفْ
Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
Şeffaf olmayan, yoğun.
kesr-i adi / kesr-i âdi
Ondalık olmayan kesir. Bayağı kesir. Meselâ: 3/8, 7/20 gibi.
kimya
Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
Edb: Aşk.
İlâç.
Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu
kısır
Çocuğu olmaz, doğurmaz.
Münbit olmayan ve mahsul alınamayan verimsiz toprak.
kisr
Üstünde eti çok olmayan kemik.
Çadır eteği.
kışri / kışrî
Kışra, kabuğa dair. Dış yüce ait ve müteallik. Yüzünden. Derinden ve esastan olmayan. Künhü ve esası olmayan.
kıt'a
(Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
Memleket. Ülke.
Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum
kitab-ı hikmet-i samedaniye / kitab-ı hikmet-i samedâniye
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ancak herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın hikmetlerle dolu kitabı, İlâhî amaç ve hikmetleri gösteren kitap.
kitab-ı samedani / kitab-ı samedânî
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın bir yazı gibi yarattığı kitap.
kitabe
Kabartılarak veya oyularak sert levhalar üzerine yazılan yazı. Levha olarak yazılan manzum olmayan nesir halinde levha yazma ilmi.
Mezartaşı yazısı.
kıyam bi nefsihi / kıyâm bi nefsihî
Allahü teâlânın zâtî (zâtına âit) sıfatlarından; varlığı kendinden olan, hiçbir şeye muhtâc olmayan.
kıyas-ı maalfarık / kıyas-ı maalfârık
Birbirine benzemiyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yani, doğru olmayan ve hakikata uymayan mukayese.
kızr
Pak olmayan nesne.
Temiz olmayan şey.
kof
İçi boş. Kovuk.
Aklı ve ilmi olmayan. Câhil.
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
konsolit
(Konsolide) Ana sermayenin ödeme tarihi belli olmayan ve yalnız faizi ödenen devlet tahvili.
(Fransızca)
kuddus / kuddûs
Kusur ve noksanlıklardan müberrâ olan, en mukaddes. Hiç eksiği olmayan, pâk, temiz. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındandır.
Mübarekliğin hadsiz derecesini ifâde eder. "En mukaddes" gibi.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
kudret-i ehad-i samed
Bir ve tek olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Cenâb-ı Hakkın kudreti.
kudret-i ezeli / kudret-i ezelî
Bir başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah'ın kudreti.
kudret-i zatiye-i ezeliye / kudret-i zâtiye-i ezeliye
Sonsuz güç ve iktidarı bizzat kendinden olan, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah.
kul'at
(Çoğulu: Kulu') Ödünç mal. Yurt edinmeye müsait olmayan yer.
külli irade / küllî irâde
Allahü teâlânın başlangıcı ve sonu olmayan irâde (dileme) sıfatı.
kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi
kur'an-ı samedani / kur'ân-ı samedânî
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.
kurban
Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
kuvve-i vahime / kuvve-i vâhime
Olmayan şeyleri varmış gibi gösteren güç.
küzum
Ağzında dişi olmayan yaşlı deve.
la yezali / lâ yezalî
Zevalsiz olana ait, sonu olmayanla ilgili.
lac
Dar şey. Geniş ve bol olmayan nesne.
ladini / ladinî / lâdini / lâdinî
Dinle alâkası olmayan. Dinsiz. Din dışı.
Dinle alâkası olmayan, din dışı; lâiklik, sekülerlik.
Dinî olmayan, dinle bağlantısı bulunmayan.
lafügüzaf
Beyhude, faydası olmayan söz. Boş laf, lakırtı.
(Farsça)
laik / lâik
Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm
(Fransızca)
Dini olmayan, din dışı.
lameşru / lâmeşru
Meşru olmayan, şeriata uymayan, umumi nizam harici.
Şeriata aykırı, meşru olmayan (lâ;.
lasani / lâsani
Tek, vâhid. İkincisi olmayan.
laşe
Cife. Kokmuş et parçası.
Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
Zayıf ve cılız hayvan.
Mc: Kıyıda
latif
Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasip.
Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen.
Çok lutf edici.
Derin, gizli.
latife / latîfe
Hoş, tatlı söz, şaka.
Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.
latim / latîm
Babası ve annesi olmayan kişi.
Yüzünün bir tarafı beyaz olan at.
Yarış atlarının dokuzuncusu.
laübali / lâübâlî
Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve sakınması olmayan.
laya'kil / lâya'kil / لایعقل
Kendinde olmayan.
(Arapça)
layezali / lâyezâlî
Yok olmayan.
layuad / lâyuad
Adedi belli olmayan. Sayısız. Pek çok.
lazım / lâzım
Lüzumlu, gerekli.
Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey.
Gr: Müteaddi olmayan.
Birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki şeyden birinci derecede geleni; meselâ Güneş lâzımdır, gündüz melzumdur. Kur'ân lâzımdır, onun açıklaması olan tefsir melzumdur.
lazım-ı gayr-ı müfarık / lâzım-ı gayr-ı müfarık
Ayrılması mümkün olmayan, terki câiz olmayan, ziyade gerekli, çok lüzumlu.
lehle
Süst ve zayıf nesne.
Seyrek dokunmuş bez.
Fusaha indinde makbul olmayan şiir ve söz.
lehv / لهو
Oyun.
(Arapça)
Yararı olmayan işler.
(Arapça)
lemyezel / لم یزل
Yok olmayan.
Yok olmayan, kalıcı.
(Arapça)
Tanrı.
(Arapça)
leş
Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.
levs
Pislik, murdarlık. Kir.
Zor. Kuvvet.
Tam olmayan, zayıf beyyine.
Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
Deprenmek.
Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
Cerâhet, yara.
lezaiz-i nameşrua / lezaiz-i nâmeşrua
İslâm'ın izin vermediği meşru ve helâl olmayan lezzetler.
lezzet-i gayr-ı meşrua
Dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet.
ligayrihi / ligayrihî
Bizzat olmayan, başkası için.
lükata
Fık: Sâhibi belli olmayan sokakta bulunan şey. Bu malı yerden kaldırmağa İltikat, yerden kaldırana da Mültekit denir.
lüzum-u beyyin
İspata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir.
İsbata ihtiyacı olmayan şey. Cehil, ilimsizliğe lüzum olması gibi. Ve yine meselâ: Kör olmak, görmemezliğe delildir. (Lüzum-u beyyin'in zıddı: "Lüzum-u gayr-ı beyyin"dir. İsbata ihtiyacı olan şey demektir.)
ma'bud-u ezeli / ma'bûd-u ezelî / مَعْبُودِ اَزَل۪ي
İbâdete yegane lâyık olup başlangıcı olmayan (Allah).
ma'dum / ma'dûm