REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Olanlar ifadesini içeren 543 kelime bulundu...

a'mal-i mükellefin / a'mâl-i mükellefîn / اَعْمَالِ مُكَلَّف۪ينْ

  • Dini emirleri yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri.
  • İbâdetle yükümlü olanların amelleri.

afaki / âfâkî

  • Dışımızda olanlar.

afilun / afilûn

  • (Tekili: Afil) Gelip geçici, fâni olanlar.
  • Gözden kaybolup gidenler. Uful edenler.

ahbar / ahbâr

  • Haberler. Haberin çokluk şekli.
  • Bir kavim, kabîle, şahıs, ülke, bölge, şehir veya bir hâdise hakkında nakledilen bilgiler.
  • Allahü teâlânın, Kur'ân-ı kerîmde, geçmişte olanlara, gelecekte ve âhirette olacaklara dâir bildirdiği şeyler.

ahiret / âhiret

  • Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama

ahlakıyyun / ahlâkıyyun

  • Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.

ahşab

  • Kereste. Tahta. Ağaçtan yapılan bina.
  • Ağaçtan olanlar.

ahval-i ahirin / ahvâl-i âhirîn

  • Gelecekte yaşayacak olanların halleri.

ahya / ahyâ

  • (Tekili: Hayy) Diri olanlar. Hay olanlar. Canlılar.
  • Hayatta olanlar, yaşayanlar.

akdemin / akdemîn

  • Daha evvelce yaşamış olanlar. Geçmişler. İleride ve daha mühim kimseler.
  • Eksikler.

akraba

  • Aralarında soyca, nesebce yakınlık olanlar. Yakınlar.

akran / akrân

  • Eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.

akriba

  • Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.

akviya

  • (Tekili: Kavi) Sağlam ve güçlü olanlar. Kuvvetliler.

al-i ibrahim / âl-i ibrahim

  • Hz. İbrahim'in ailesinden olanlar.

al-i muhammed / âl-i muhammed

  • Hz. Muhammed'in ailesinden olanlar.

alem-i mümkinat / âlem-i mümkinat

  • Mümkin varlıklar âlemi; varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah'ın var etmesine bağlı olanlar, yaratılanların tamamının oluşturduğu âlem.

alemiyan / âlemiyan

  • (Tekili: Âlemî) Âleme mensub olanlar, insanlar.

areb

  • Şehir ehli olanlar.
  • Mide fesâdı.

arifin / ârifîn

  • İrfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar.

asabe

  • Baba tarafından akraba olanlar.
  • Kuvvet, şiddet.
  • Bir tek sinir.
  • Baba tarafından akraba olanlar.
  • Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
  • Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)

asagir

  • (Tekili: Asgar) Şeref ve itibar bakımından küçük olanlar. Çok küçük şeyler.

asahib

  • (Tekili: Ashab) Sahibler, sahib olanlar. Ashablar.

asdika

  • Sâdıklar. Sabık ve sadık dostlar.
  • İçi dışına, sözü işine uygun olanlar.

ashab / ashâb

  • (Tekili: Eshâb) (Sahib) Arkadaş olanlar. Sahip olanlar, kullanma yetkisine sahip kişiler.
  • Halk, ahali.
  • Sahabeler, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (A.S.M.) görmüş ve mü'min olarak ona ve onun mesleğine bağlı kalmış olan zatlar. Bu kişiler, insanlık, doğruluk ve her türlü faz

ashab-ı cennet / ashâb-ı cennet

  • Cennet ehli. Cennetlik olanlar, Cennetlik oldukları ümid edilenler veya cennete gidecekleri müjdelenmiş olanlar.

ashab-ı devlet / ashâb-ı devlet

  • Devlete mensub olanlar. Devlet adamları.

ashab-ı dünya / ashâb-ı dünyâ / اَصْحَابِ دُنْيَا

  • Dünya ehli olanlar.

ashab-ı hakikat

  • Hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar.

ashab-ı meş'eme / ashâb-ı meş'eme

  • Uğursuz, kötü, dine muhalif olanlar.
  • Solak, sol tarafta, alçak mevkide bulunanlar.

ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin

  • Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl

asilane / asilâne

  • Asil olanlara yakışır şekilde. Asil ve neseb sahibine lâyık. (Farsça)

ataşa

  • (Tekili: Atşân) Susamış olanlar, susuzlar.

atayıb

  • (Tekili: Atyeb) En iyiler. Çok hoş olanlar.

atiyye

  • İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.

avakır

  • (Tekili: Akıra) Fakirler, yoksullar.
  • Kısırlar, verimsiz olanlar.
  • Kudurmuş olanlar.

avam-ı melaike / avâm-ı melâike

  • Meleklerden dereceleri düşük olanlar.

avarif

  • Mârifetler.
  • Arifler. İşten anlar olanlar.
  • Güzel ahlâk.

avatık

  • (Tekili: Atık) Yaşlılar.
  • Genç kızlar.
  • Hür ve serbest olanlar.
  • Yavru kuşlar.

avene

  • Beraber olanlar. Yardım edenler.
  • Taraftarlar.

azade-gan / azade-gân

  • (Tekili: Azâde) Azadeler. Bağımsız, serbest ve hür olanlar. (Farsça)

ba-haberan / bâ-haberan

  • (Tekili: Bâ-haber) Haberliler, haberi olanlar. Akıllı, zeki, ihtiyatlı kimseler.

babil kulesi / bâbil kulesi

  • Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb

bakiyat / bâkiyat / bâkiyât

  • Bâkî şeyler, devamlı ve kalıcı olanlar.
  • Baki olanlar, kalıcılar.

batıniyye

  • Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve

berzah

  • İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası.
  • Perde.
  • Sıkıntılı yer.
  • İki yer arasındaki geçit.
  • Mani'a, engel,. Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âlemin

bevaki

  • (Tekili: Bâki, Bâkiye) Bâkiler, kalanlar, daim olanlar.

beyhan

  • Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.

beyyinat / beyyinât

  • Apaçık olanlar.

borç

  • Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d

budizm

  • Hindistan'da M.Ö. altıncı yüzyılda yaşamış olan Buda'nın kurduğu, Uzakdoğu ülkelerinde yaygın bozuk bir inanış. Bu inanışta olanlara Budist denir.

bülega

  • (Tekili: Belig) Beliğ olanlar, Belâgat sâhipleri. Belâgat ilmi mütehassısları. Edebiyatçılar.
  • Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.

cankurtaran

  • t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta.
  • Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

çar-balişt / çâr-bâlişt

  • Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. (Farsça)
  • Dört unsur. (Farsça)

cehabize

  • Hakikatlerden, gerçeklerden haberi olanlar.

cehele

  • (Tekili: Cahil) Câhiller. İlimden mahrum olanlar. Bilmeyenler. Nâdanlar.

cehennem

  • Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl

celail

  • (Tekili: Celile) Celiller, büyük olanlar, yüceler.

celb-i nef'

  • Faydalı olanları yapma, yararlı olanı elde etmeye çalışma.

cellad / cellâd

  • İdama mahkûm olanları idam etmeğe vazifeli olan adam.
  • Mc: Merhametsiz.
  • İdama mahkum olanların hükümlerini infaz etmeye vazifeli olan adam.

cem'-i kıllet

  • Arapça'da türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.

cemaat-i mükellefin / cemaat-i mükellefîn

  • Dinen sorumlu olanlar topluluğu.

çeşm-i dil erbabı / çeşm-i dil erbâbı

  • Gönül gözü açık olanlar.

cevari

  • (Tekili: Câriye) Akıcı ve câri olanlar.
  • Hizmetçi kızlar.
  • Câriyeler, kadınlar.

ceyyid

  • Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.

ciya'

  • (Tekili: Câyi') Karınları acıkmış olanlar, açlar.

cüdera'

  • (Tekili: Cedir) Yakışanlar. Lâyık olanlar, liyâkat sahibi olanlar.

dallin / dâllin

  • Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.

darağacı

  • İdama mahkûm olanların asıldıkları sehpa. (Türkçe)

dariyye

  • Divan şairlerinin, dünyevi makamca büyük olanların yaptırdıkları köşk ve konaklara dair yazdıkları manzume. (Farsça)

dehriyyun

  • (Tekili: Dehrî) Dehriye fırkasından olanlar.

duhala

  • (Tekili: Dahil) Yabancılar. Muhacirler. Sığınanlar. Dahilde olanlar.

dühat

  • Akıllılar. Akılda çok ileri olanlar. Dehâ sâhibi. Son derece anlayışlı ve zekâ sahibi olanlar.

ebdal

  • (Tekili: Bedil veya Bedel) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir.

ebna-i cins / ebnâ-i cins

  • Kendi sülâlesinden gelenler. Aynı cinsten olanlar.

ebna-yı cins / ebnâ-yı cins

  • Kendi cinsinden olanlar; insanlar.

ebnayıcins / ebnâyıcins

  • Aynı türden olanlar.

ebrar / ebrâr

  • (Tekili: Berr) Özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. Sâdıklar. İyiler.

ebu zerr-i gıffari / ebu zerr-i gıffarî

  • İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)

ecahil

  • (Tekili: Echel) En cahil, daha bilgisiz olanlar.

ecille

  • (Tekili: Celil) Fazilet, ilim ve rütbe itibariyle daha yüksek olanlar. Büyükler.

edebi / edebî

  • Edebe dâir. Güzel söylenmiş yazı. Edebiyata âit. Ehl-i edebe, terbiyeli, ahlâklı ve edebli olanlara dâir ve edebe mensup ve müteallik.

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.

efaik

  • (Tekili: Efike) Yalanlar, dolanlar, düzme sözler. İftiralar.

efnad

  • (Tekili: Fened) Bunaklar, yaşlarının ilerlemesinden bunamış olanlar.

efradını cami ağyarını mani / efradını câmi ağyârını mani

  • Kendisine ait olanları toplayan, olmayanları dışarda bırakan.

egbiya

  • (Gabi. den) Gabiler. Akılsızlar. Anlayışı kıt olanlar.

ehille

  • (Tekili: Hilâl) Hilâller. Yeni hilâl şeklinde olanlar.

ehl-i aşk

  • Kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlar.

ehl-i batın / ehl-i bâtın

  • Görünürdeki eşyanın bize görünmeyen mânâlarına vakıf olanlar.

ehl-i bekà

  • Bâkî olanlar, sonsuza dek yaşayanlar.

ehl-i beyt

  • Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) evine mensub olanlar bu isimle anılırlar.

ehl-i beyt-i nebevi / ehl-i beyt-i nebevî

  • Peygamberimizin ailesinden olanlar.

ehl-i cebr

  • Cebriye Mezhebine bağlı olanlar.

ehl-i cennet ve cehennem

  • Cennet ve cehennemde olanlar.

ehl-i dalalet / ehl-i dalâlet

  • Dalâlette olanlar.

ehl-i dalalet ve bid'a / ehl-i dalâlet ve bid'a

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışan, doğru ve hak yoldan sapmış olanlar.

ehl-i dalalet ve tuğyan / ehl-i dalâlet ve tuğyân

  • Doğru yoldan sapmış olanlar ve azgınlıkta ileri gidenler.

ehl-i dünya / ehl-i dünyâ

  • Âhireti unutup, dünyâya sarılanlar. Dünyâya düşkün olanlar.

ehl-i ebed

  • Ebedî olanlar, ebedîler.

ehl-i ehva / ehl-i ehvâ

  • Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar.

ehl-i fazl

  • Fazilet sahibi olanlar.

ehl-i fazl ve kemal / ehl-i fazl ve kemâl

  • Fazilet ve kemâl sahibi olanlar.

ehl-i feraset

  • Çabuk sezme ve anlama kabiliyeti olanlar.

ehl-i gaflet / اَهْلِ غَفْلَتْ

  • Gafletde olanlar. Gafiller.
  • Gaflette olanlar.

ehl-i gayret ve hamiyet

  • Din, aile, millet, vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayretinde olanlar.

ehl-i hak

  • Doğru yolda olanlar.

ehl-i hak ve hakikat

  • Hak ve hakikat üzere olanlar.

ehl-i hakikat

  • Hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar.

ehl-i hakikat ve kemal / ehl-i hakikat ve kemâl

  • Doğru ve hak yolda olanlar ve mânevî açıdan belirli bir olgunluğa erişmiş kimseler.

ehl-i hevesat / ehl-i hevesât

  • Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.

ehl-i hidayet / ehl-i hidâyet

  • Hidâyette ve doğru yolda olanlar. Hidâyete erişmiş kimseler.
  • Doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar.

ehl-i hidayet ve huzur

  • Doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar.

ehl-i hidayet ve istikamet

  • Doğru ve hak yolda olanlar.

ehl-i hükumet / ehl-i hükûmet

  • Hükümette olanlar yöneticiler.

ehl-i iman ve islam / ehl-i iman ve islâm

  • Allah'a inanan ve İslâma tâbi olanlar, mü'min ve Müslümanlar.

ehl-i insaf / ehl-i insâf

  • Merhametli, adil olanlar.

ehl-i insan ve islam / ehl-i insan ve islâm

  • Gerçek insan ve Müslüman olanlar.

ehl-i itizal / ehl-i itizâl

  • Mutezile mezhebinden olanlar.

ehl-i ittihad-ı islam / ehl-i ittihad-ı islâm

  • İslâm birliğinde olanlar.

ehl-i kalb ve iman

  • Kalp ve iman ehli olanlar, kalbiyle mânevî olarak terakkide bulunanlar.

ehl-i keşf-il kubur

  • Kabir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün ahvâlini keşfedip doğru olarak haber veren veli, evliya.

ehl-i kıble

  • Kâbeyi kıble edinenler, müslümanım diyenler. İş ve sözünde açıkça küfür görülmeyen dalâlet (sapık) fırkalarında olanlar.

ehl-i kur'an / ehl-i kur'ân / اَهْلِ قُرْآنْ

  • Kur'ân'a tabi olanlar.

ehl-i kura / ehl-i kurâ

  • Köylerde yaşayanlar; kırsal kesimde olanlar.

ehl-i maarif / ehl-i maârif / اَهْلِ مَعَارِفْ

  • Eğitimciler; ilim ve irfan ehli olanlar.
  • İlim ehli olanlar.

ehl-i medaris

  • Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği yüksek eğitim kurumlarına mensup olanlar.

ehl-i meşrep

  • Bir hareket tarzı ve yol takip edenler, bir metoda sahip olanlar.

ehl-i nar / ehl-i nâr

  • Cehennemlik olanlar.

ehl-i nazar ve felsefe

  • Tecrübeye dayanarak görüş ve düşünce sahibi olanlar ve felsefeciler.

ehl-i nifak / ehl-i nifâk / اَهْلِ نِفَاقْ

  • Münâfıklar, iki yüzlü olanlar.

ehl-i re'y

  • İçtihadda, dînî hükümleri bildirmede İmâm-ı A'zam ve Irâk âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara ehl-i kıyâs, eshâb-ı re'y de denir.

ehl-i rivayet / ehl-i rivâyet

  • Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.

ehl-i riyazat / ehl-i riyâzât

  • Az gıda ile nefsin heveslerini kırıp, ilim ve ibâdetle meşgul olanlar.

ehl-i sadakat / ehl-i sadâkat / اَهْلِ صَدَاقَتْ

  • Samîmî bağlı olanlar.

ehl-i sahih

  • Söyledikleri doğru ve güvenilir olanlar.

ehl-i sehavet ve ihsan / ehl-i sehâvet ve ihsan

  • Bağış, ikram sahibi ve cömert olanlar.

ehl-i şekavet

  • Sıkıntı ehli, Cehennemlik olanlar.

ehl-i sırat-ı müstakim

  • Dosdoğru yolda olanlar.

ehl-i sünnet

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir. (Farsça)

ehl-i şuur

  • Şuur ehli, bilinç sahibi olanlar.

ehl-i taat ve ibadet

  • Allah'ın emirlerini yerine getirenler ve ibadete düşkün olanlar.

ehl-i tarik

  • Tarikata mensup olanlar.

ehl-i tarikat / ehl-i tarîkat

  • Tarikata mensup olanlar.

ehl-i tarikat ve hakikat

  • Tarikata mensup olanlar ve hakikat mesleğinde olanlar.

ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet

  • Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.

ehl-i tasavvuf / اَهْلِ تَصَوُّفْ

  • Tasavvufla meşgul olanlar.

ehl-i tefrit

  • Tersine aşırı olanlar, bir meselede ortalamanın altında kalanlar.

ehl-i tevekkül

  • Allah'a tevekkül içinde olanlar.

ehl-i turuk

  • Tarikatlere mensup olanlar.

ehl-i ulum-u diniye / ehl-i ulûm-u diniye

  • Dinî ilimlerle meşgul olanlar, din âlimleri.

ehligaflet

  • Gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar.

ekabir / ekâbir

  • (Tekili: Ekber) En büyükler. Pek büyükler. Devlet ricali. Rütbece büyük olanlar.

ekabir-i ulema / ekâbir-i ulemâ

  • En büyük âlimler, en büyük İslâm âlimleri. Âlimlerin en ileri derecede olanları.

ekarim

  • (Tekili: Kerim) Kerem sâhibi olanlar.

ekremü'l-ekremin / ekremü'l-ekremîn

  • Cömert olanların en cömerdi olan Allah.

emazir

  • (Tekili: Mezir) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.

emsal

  • (Tekili: Misâl) Denk. Benzer. Yaşları birbiriyle aynı olanlar.
  • Mat: Kat sayı.
  • (Mesel) Kıssalar, hikâyeler, romanlar, masallar, destanlar.

envar

  • (Tekili: Nur) Nurlar, ışıklar, aydınlıklar. Maddi veya mânevi karanlıktan kurtarmaya vâsıta olanlar.

erbab-ı fesahat

  • Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması noktasında uzman olanlar.

erbab-ı gaflet

  • Gaflette olanlar; Allah'ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz davrananlar.

erkan-ı devlet / erkân-ı devlet

  • Devletin ileri gelenleri, dünyevi makamca ileri olanları.

ervam

  • (Tekili: Rumi) Romalılar, Roma imparatorluğu halkından olanlar, rumlar.
  • Rumiler, Arap diyarının haricinde bulunanlar.

esafil

  • (Tekili: Esfel) Esfeller. Sefâlet çekenler. Pek adi ve bayağı kimseler. Çok alçak olanlar.

esaret

  • Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.

esbab

  • (Tekili: Sebeb) Sebebler. Bir şeye vâsıta olanlar. Sebeb olanlar.

esdika

  • Sâdıklar, sâdık olanlar.

eshab-ı şimal / eshâb-ı şimâl

  • Cehennem ehli. Âhirette amel defterleri sol ve arka tarafından verilecek olanlar.

eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz

  • Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild

eşidda

  • Çok şiddetli sert olanlar. Pek şiddetli davrananlar.

esihha'

  • (Tekili: Sahih) Özürsüz olanlar, sıhhati yerinde ve vücudu sıhhatte olan kimseler.

esnaf-ı tabiin / esnaf-ı tâbiîn

  • Hz. Peygamberin (a.s.m.) ashabıyla görüşmüş, onlardan hadis dinlemiş, ders almış olanların oluşturduğu sınıflar.

etba / etbâ / اتباع

  • Tabi olanlar, uyanlar.
  • Tâbî olanlar, bağlılar.
  • Tabi olanlar.

etba'

  • Tâbi olanlar, bağlı olanlar, emri altında bulunanlar.

etba-i ehl-i sünnet

  • Ehl-i Sünnete tabi olanlar, uyanlar.

etkıya

  • (Tekili: Taki) Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes'ud kimseler.

etrab

  • (Tekili: Tırb) Hep bir yaşıt olanlar, akranlar.

evali

  • Çok iyi ve münâsib olanlar. Evlâlar.

evasıt / evâsıt

  • Vasatlar, orta hâlli olanlar.

evliya / evliyâ

  • Velî kelimesinin çoğuludur.
  • Dostlar.
  • Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.

evliya-i umur

  • İş başında bulunanlar, işleri idâreye vazifeli olanlar.

eyamin

  • (Tekili: Eymen) Pek hayırlı, uğurlu olanlar. En yümünlü.

ezdad

  • Zıdlar. Mukabil ve muhalif olan şeyler. Birbirinin tersi veya zıddı olanlar.

ezvak-ı arifin / ezvâk-ı ârifîn

  • İrfan sahiplerinin, İlâhî hakikatlere vakıf olanların aldığı mânevî zevkler.

fırka-i naciye / fırka-i nâciye

  • Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.

fisal

  • (Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
  • Yavrunun sütten kesilmesi.
  • Kısa duvar.
  • İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
  • Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)

fısk

  • Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak.
  • Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.

fuala

  • (Tekili: Fâil) Fâiller, özneler, işi yapmış olanlar.

fuhul

  • (Tekili: Fahl) Büyük âlimlerin ileri gelenleri. Emsalinden üstün olanlar.

fuhul-i müfessirin / fuhul-i müfessirîn

  • Tefsircilerin en ileri gelenleri, müfessirlerin en önde olanları.

fusaha

  • (Tekili: Fasih) Fasih kimseler. Güzel ve usule uygun konuşabilenler. Güzel söz söyleme kabiliyetinde olanlar.

gavun

  • (Tekili: Gavi) Azgınlar, azmışlar, doğru yoldan çıkıp dalâlete düşmüş olanlar.

gedikli

  • t. Tar: Yeniçeri efradı arasında eskilikleri dolayısıyla imtiyazlı olanlar. Bunlar diğer yeniçerilerden ayrılmak için bellerine seraser denilen kumaştan kuşak sararlardı.
  • Yıkık, çentikli ve düşük yeri olan.
  • Mülk olduğu halde vakfa ait bir tarafı olan.
  • Deniz assubayı k

gümüş kozak

  • Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine

güzeşte-gan / güzeşte-gân

  • (Tekili: Güzeşte) Önden gelmiş olanlar, geçmişler.

güzide-gan / güzîde-gân

  • (Tekili: Güzide) Seçkinler, beğenilmişler, seçilmiş olanlar. (Farsça)

haccac

  • Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.

hadaik-ı hassa / hadaik-ı hâssa

  • Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut P

hadi / hâdî

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına (seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara) yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tan ıtan yüce Allah.

hadim / hâdim

  • (Hidmet. den) (Çoğulu: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan.
  • İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan.
  • Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunla

haibin / haibîn

  • (Tekili: Hâib) Zarar ve ziyâna uğrayanlar.
  • Mahrum olanlar.
  • Me'yus olanlar, üzülenler.

halvetnişin

  • Yalnız başına bir yere çekilip ibadetle meşgul olanlar.

hamse

  • Mesnevi şekliyle yazılmış beş kitabdan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara "Hamsenüvîs", yâhut "Hamseci" denilir. XII. yüzyıla kadar hamse-nüvîslik mutâd değildi. 1195'de vefat etmiş olan Genceli Şeyh Nizamî, manzum olarak beş kitab yazmış ve hepsine birden "penc genç"

hamuşan

  • Mevlevi tâbirlerindendir. Konya'da Mevlâna'nın türbesi haricinde ve kıble cihetindeki büyük kabristana verilen isimdir.
  • Sessizler, susmuş olanlar, uykuda olanlar.

hamza

  • Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid

hanefi / hanefî

  • Amelde İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe'ye uyup bu mezhepten olanlar.

hanif

  • İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
  • İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
  • Eğri.
  • Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.

haşene

  • (Tekili: Haşin) Sert, katı ve kalb kırıcı olanlar.

haşiin / haşiîn

  • Huşu' içinde olanlar.

hasirin / hâsirîn

  • (Tekili: Hâsir) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler.

haşmet

  • (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme.
  • Hiddet, kızgınlık.
  • Alçak gönüllülük.

hatat

  • Sütün kaymağı.
  • Tıb: Cilt iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları.

hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân

  • Nakşî tarikatına mensup olanların dua ve zikirlerini birlikte okuyup bitirmeleri.

hayr-ul fasilin / hayr-ul fâsilîn

  • Âdil olanların, hâkimlerin en hayırlısı.

hazerat / hazerât

  • Hazretler; saygıdeğer olanlar (saygı maksadıyla kullanılan bir ifadedir).

hazirin / hazirîn

  • (Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.

hazırun / hazırûn / hâzırûn / حاضرون

  • Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar.
  • Huzurda olanlar, yakında bulunan topluluk.
  • Meydanda, gözönünde olanlar.
  • Hazır olanlar.
  • Orada olanlar.
  • Bulunanlar, hazır olanlar. (Arapça)

hem-asır

  • Aynı asırda olan. Bir asırda beraber olanlar.

hem-derd

  • Dert yoldaşı, dert arkadaşı. Aynı dert ve kedere düçar olanların beheri. (Farsça)

hem-dil

  • Fikirleri, düşünceleri aynı olanların her biri. Bir maksad ve istekte bulunanları beheri. (Farsça)

hem-paye

  • (Çoğulu: Hempâyegân) Bir pâye ve rütbede olanların beheri. (Farsça)

hemzend

  • Beraber olanlar. Beraber çalışanlar. (Farsça)

hişan / hîşan

  • (Tekili: Hîş) Akrabalar. Aynı sülâleden olanlar. (Farsça)

hiss-i zahir / hiss-i zâhir

  • Zâhirde ve varlığın dış yüzünde olanları kavrayan hisler, duyular; görme, işitme, tatma duyuları gibi (Varlığın mânâ boyutu ile ilgili sezgi ve ihtisaslara vesile olan aklî, rûhî, kalbî, vicdanî hislere hiss-i bâtın denir.).

hisse-i şayia / hisse-i şâyia

  • Bir şeye ortak olanların taksim edilmemiş paylarından her biri; ortak mülkiyet.

hiyam

  • (Tekili: Himân) Susayanlar, suya ihtiyacı olanlar.

hizb-üş şeytan

  • Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

hizbüşşeytan / حِزْبُ الشَّيْطَانْ

  • Şeytana tâbi' olanlar.

hufte-gan / hufte-gân

  • (Tekili: Hufte) Yatmış olanlar, yatıp uyumuş olan kişiler. (Farsça)

hükkam-ı fesahat / hükkâm-ı fesahat

  • Güzel, akıcı ve etkili konuşmada üstün ve otoriter olanlar.

hunefa'

  • "Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.

hurum

  • Haramlar, dince yasak ,olanlar.

huşmendan / huşmendân

  • (Tekili: Huş-mend) Aklı başında olanlar, akıl sâhipleri.

huşşa'

  • (Haşi') Huşu içinde olanlar. Gözleri korku ve saygı ile düşkün bir hâlde olanlar.

hüyyam

  • (Tekili: Hâim) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar.

huzzak / huzzâk

  • (Tekili: Hâzık) İşinin ehli olanlar, ustalar, mütehassıslar. Hazâkatli kimseler.

huzzak-ı etibba / huzzâk-ı etibbâ

  • Doktorlar içinde en ehil olanları.

huzzar / huzzâr / حضار

  • (Tekili: Hâzır) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.
  • Hazır olanlar, bulunanlar. (Arapça)

i'lamat-ı şer'iye mümeyyizi

  • Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi.

ibn-i mes'ud

  • Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek

ibtidaiyyat / ibtidâiyyât

  • Başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler.
  • Bu derslere ait kitaplar.

icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet

  • Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müçtehit olanların, şeriatın bir meselesi hakkında verilen hükümde birleşmeleri, dinî bir konuda söz birliği etmeleri.

icma-i ümmet

  • Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.

ifraz hazinesi

  • Tar: Kullanılmayan kıymetli eşyanın saklandığı yer. Bu gibi kıymetli şeylerden ikinci dereceden olanların muhafaza olunduğu yere de "Bodrum Hazinesi" denilirdi.

ihsan-didegan / ihsan-didegân

  • (Tekili: İhsandide) İyilik görmüş olanlar, bahşiş almış kimseler, minnettar bulunanlar.

ihsasiyye

  • Tecrübeden ve hissedilenden gayrısını kabul etmeyen. Hissiyyun ve maddiyyun fırkasından olanlar. İmansızlık. Dinsizlik.

ihvan

  • ( kelimesinin cem'i) Kardeşler. Eş, dost.
  • Sâdık arkadaşlar.
  • Aynı mezheb veya tarikata mensub olanlar.
  • Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.

ikaniyye / ikâniyye

  • Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.

imam-ı ahmed bin hanbel / imâm-ı ahmed bin hanbel

  • Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olanların) amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin reîsi.

iman-ı mevkuf / îmân-ı mevkûf

  • Ehl-i bid'atin (yanlış, bozuk inançta olanların)îmânı.

imkanat / imkânat

  • Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler.

inşaiyye

  • İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar.

intizamat-ı kazaiye

  • Kaderde olanların düzenli bir şekilde ortaya çıkması.

ismat

  • Susturma, sükut ettirme.
  • Men'etmek.
  • Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on

istiğrak / istiğrâk

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin içinde bulunduğu mânevî hallere dalması sebebiyle kendisini ve çevresinde olanları unutması.

ıtaş

  • (Tekili: Atşân) Susamış olanlar.

kabr ziyareti / kabr ziyâreti

  • Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.

kafile-i sıddıkin / kafile-i sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların oluşturduğu topluluk.

kamilin / kâmilîn / كَامِلِينْ

  • Mükemmel, olgun olanlar.

kamilin-i nev-i beşer / kâmilîn-i nev-i beşer

  • İnsanların içinde kemâl ve fazilet sahibi, mânevî yönden olgunluğa erişmiş olanlar.

kaminun / kâminun

  • (Tekili: Kâmin) Saklı ve gizli olanlar.

kamveran / kâmverân

  • (Tekili: Kâmver) Mutlular, bahtiyarlar, arzularına kavuşmuş olanlar. (Farsça)

kasıtin / kasıtîn

  • (A, uzun okunur) Zulmeden ve haktan sapanlar.
  • Haklı olanlar.
  • Kısımlara bölenler.

katolik

  • Hıristiyanlardan bazılarınca Hz. İsa'nın (A.S.) vekili telâkki ettikleri papanın reisliği altında Hıristiyanlıkta bir mezheb ve bu mezhabe bağlı olanlar. (Fransızca)

kavim

  • Aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.

kavm

  • Kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.

kelalet / kelâlet

  • Yorgunluk. Bitkinlik. Usançlık.
  • Bıçak ve kılıç gibi şeylerin kesmez olması.
  • Akrabalığı uzak olanlar. (Amcazâdeler topluluğu gibi).
  • Kör ve kesmez olan.

kesret-i etba'

  • Tâbi olanların çokluğu. Tarafdarların kesretli oluşu.

kısar

  • (Tekili: Kasir) Kısalar. Kasr olanlar.

kıyasiyyat

  • (Tekili: Kıyâsi) Benzetme veya tatbik ile olanlar.
  • Umumi kurallara uygun olanlar.

kudema

  • (Tekili: Kadim) Kadimler. Eski büyükler. Eski adamlar. İleri gelen büyükler. Eski zamanda gelmiş olanlar.

kulüp / قُلُوبْ

  • Yalnız üye olanların girebildikleri belli gayelerle toplanılan yer.

kurret-ül a'yun

  • Gözlerin nuru.
  • Çok sevilen ve göz aydınlığına sebeb olanlar.

küştegan / küştegân

  • (Tekili: Küşte) Öldürülmüşler, öldürülmüş olanlar.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kuydaş

  • Aynı köyden olanlar. Köyleri aynı olan kimseler. (Farsça)

levazım / levâzım

  • Gerekli olanlar.

lühmum

  • (Çoğulu: Lehâmim) İnsanlardan ve atlardan iyi ve cevvâd olanlar.
  • Sütü çok olan deve.

ma'dumat

  • Yok olanlar. Yokluklar.

ma-fi-ha

  • İçindekiler. O şeyin içinde olanlar.

madalya

  • İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.

madumat / mâdûmât

  • Yok olanlar.

mahabis

  • (Tekili: Mahbus) Hapsedilmişler, mahbuslar. Bir yere kapatılmış olanlar.

maharim

  • (Tekili: Mahrem) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler.

mahbusin / mahbusîn

  • (Tekili: Mahbus) Hapsolunmuş kimseler. Bir yere kapatılmış olanlar.
  • Hapsedilmiş olanlar, tutuklular.

mahfiyat / mahfîyât

  • Gizlilikler, gizli olanlar.

mahfuzat

  • Hafızada olanlar, ezberler.

mahsubat / mahsubât

  • (Tekili: Mahsub) Hesab edilmiş olanlar. Hesaba dahil edilmişler.

mahzurat

  • Hazer edilip korunulacak şeyler. Yasak olanlar. Engeller.

makdurat

  • (Tekili: Makdur) Takdir-i İlâhi olanlar. Güç ve kuvvet. Elden gelenler. Takdir edilenler.

makhurane

  • Kahr ve gazaba uğramış hâlde. Gazaba uğramış olanlara benzer şekilde.

makulat / mâkûlât

  • Akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar.

maneviyyat

  • Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet.

maneviyyun

  • Allah'a, dine, mukaddesata inanmış olanlar.

mansubin / mansubîn

  • (Tekili: Mansub) Memuriyette bulunanlar. Hizmette olanlar.

marziyat

  • Razı olunacak şeyler. Allah'ın rızasına dair olanlar.

masiva / mâsiva

  • Bir şeyden başka olanların hepsi.
  • Dünya ile ilgili olan şeyler.
  • Allah'tan başka her şey.

matrudin / matrudîn

  • Kovulmuş olanlar. Kovulmuşlar.

maturidi / maturidî

  • Mâturidi Mezhebi ve bu mezhebden olan. Semerkand şehrinin Mâturid köyünden olan Ebu Mansur-u Mâturidi'yi (Hicri: 280-332) itikadda imam olarak kabul edenler. Amelde Hanefi Mezhebinden olanlar, itikadda Maturidi mezhebindendir. Çünkü bu Zât, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleri ile redd

matüridi / mâtürîdî

  • Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolunda olanların) îmânla ilgili bilgilerde tâbi olduğu iki imâmından biri. Ebû Mansur-ı Mâtürîdî.
  • Îmân bilgilerinde Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin bildirdiği gibi inanan kimse.

matviyyat / matviyyât

  • Dürülmüş ve bükülmüş olanlar. Kitap sahifeleri gibi toplanmış olanlar.

mazrufat / mazrufât

  • (Tekili: Mazruf) Zarflı olanlar.

me'huzat / me'huzât

  • Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı.

mecazib

  • (Tekili: Meczub) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar.

mecruhin / mecruhîn

  • (Tekili: Mecruh) Yaralılar. Yaralanmış olanlar.

meczubin / meczubîn

  • (Tekili: Meczub) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar.

med'uvvin / med'uvvîn

  • (Tekili: Med'uvv) Davetliler, davet olunmuşlar, çağrılmış olanlar.

medeniler

  • Şehirliler, uygar olanlar.

medfuat

  • (Tekili: Medfu') Defedilip dışarı çıkarılmış olanlar.
  • Sarfedilmiş ve verilmiş paralar. Harcanan veya kasadan çıkan paraların, hesap defterinde kaydedildiği hâne.

meh-ruyan

  • Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. (Farsça)
  • Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar. (Farsça)

mehdi

  • Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz-zaman. "Hususi ve şahsi bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı Hak tarafından yol gösterilen" mânasınadır. Bu kelime ihtida etmiş olanlar için de kullanılmıştır. Mehdi-yi Resul, Mehdi-yi muntazır da denir. Ahir zamanda gelip bü

melain

  • (Tekili: Mel'un) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.

melamet-zedegan / melamet-zedegân

  • (Tekili: Melametzede) Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar. (Farsça)

melamiyyun

  • (Tekili: Melamî) Melamî tarikatından olanlar.

melazib

  • (Tekili: Milzâb) Çok tamahkâr ve cimri olanlar.

melekutiyan / melekutiyân

  • Melekut âleminden olanlar.

menea

  • (Tekili: Mâni) Engeller, mâniler, özürler.
  • Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar.
  • Kuvvet ve cemâat.

menhiyyat

  • Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar.

mensubat / mensubât

  • (Tekili: Mensub) Bir yere mensub olanlar. Bir yerin adamları.

mensubin / mensubîn

  • (Tekili: Mensub) Mensublar. Mensub ve alâkadar olanlar. Bir daire veya yerin adamları.
  • Mensup olanlar, bağlı olanlar.

mertebe-i rıza / mertebe-i rızâ

  • Allah'tan gelen herşeye razı olanların mertebesi.

mesakin / mesakîn

  • (Tekili: Miskin) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler.
  • Oturanlar.

mevani'

  • Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.

mevcudat / mevcûdât / مَوْجُودَاتْ

  • Var olanlar.

mevcudat-ı hāriciye / mevcûdât-ı hāriciye / مَوْجُودَاتِ خَارِجِيَه

  • Allah'ın kudret ve iradesiyle var olanlar.

mevleviler / mevlevîler

  • Mevlevî tarikatına bağlı olanlar.

meyl-i incizab

  • Kendisi gibi olanlara yaklaşma eğilimi, çekici olma.

mezahir

  • Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar.

mezheb imamı / mezheb imâmı

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd.

millet

  • Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve târih beraberliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk.
  • Bir sülâleden gelenlerin hepsi.
  • Maddi, mânevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi.
  • Aynı dinden olanlar topluluğu.

min-el mühlikat

  • Helâk edenlerden. Mühlik olanlardan.

mirza

  • Reis. Bey.
  • Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde.
  • Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca kullanılmaktadır.

mü'min-i gayr-ı müslim

  • Müslüman olmadığı halde mü'min gibi bazı imanî değerlere sahip olanlar.

mu'teberan

  • (Tekili: Mu'teber) Şerefli, haysiyetli ve itibarlı kimseler.
  • Bir yerin, bir mesleğin veya bir sınıfın ileri gelenleri. Hükmü geçip, inanılır olanlar.

mu'tekifin / mu'tekifîn

  • (Tekili: Mu'tekif) İtikâfa çekilmiş olanlar.

muahid

  • Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri.
  • İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim.

mualleka

  • (Çoğulu: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar.
  • Kocası kaybolan kadın.
  • İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.

muasırin / muasırîn

  • (Tekili: Muasır) (Asr. dan) Aynı asırda yaşayanlar. Bir asırda yaşamış olanlar.

mücerreban / mücerrebân

  • (Tekili: Mücerreb) Denenmiş ve tecrübe olunmuşlar. Sınanmış olanlar.

müdahilan

  • (Tekili: Müdahil) Karışanlar. Müdahil olanlar.

müdahilin / müdahilîn

  • (Tekili: Müdahil) Müdahil olanlar, karışanlar, dâhil olan kimseler.

müdebbirat / müdebbirât

  • Müdebbirler, tedbir ve idarede vazifeli olanlar.
  • Melekler.

müellefat

  • Te'lif olunmuş olanlar. Yazılmış eserler.

müellefe-i kulüb

  • Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.

müessesat / müessesât

  • (Tekili: Müessese) Müesseseler. Kurumlar, kuruluşlar.
  • Yapılmış olanlar. Binalar. Daireler.

müflihun / müflihûn

  • (Tekili: Müflih) Kurtulanlar, iflâh olanlar, felâha erenler, müflihler, selâmete çıkanlar.

müflis

  • İflâs eden.
  • Dünyâda iken insanların haklarını yemiş, onları dövmüş, sıkıntı ve eziyet vermiş; bu sebeblerle âhirette hesâblar görülürken, hakkı olanlara bütün günahları verilip, hiç sevâbı kalmayan ve hak sâhiplerinin günâhlarını yüklenerek, Cehennemlik olan kimse.

müflisan / müflisân

  • (Tekili: Müflis) İflas etmiş olanlar, müflisler. Parasız kalmış olan kimseler.

mugremun

  • Ağır borca uğratılmış olanlar.

muhabbet-i ehl-i beyt

  • Peygamberimizin ailesine mensup ve soyundan olanlara duyulan sevgi.

muhacirin / muhacirîn

  • Göç edenler, hicret edenler. İslâmiyetin ilk zuhurunda İslâm olanlardan Mekke'den Medine'ye hicret eden sahâbeler.

muhakkıkin-i ehl-i tarikat / muhakkıkîn-i ehl-i tarikat

  • Tarikata mensup olanlardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.

muhalifin / muhalifîn

  • Muhalif olanlar. Muhalifler.

muhalledun / muhalledûn

  • Bâki ve dâimî olanlar.
  • Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar.

muhammediler / muhammedîler

  • Müslümanlar; Muhammed Aleyhisselâma tabi olanlar.

muhammediyyun

  • Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.

mühimmat

  • (Tekili: Mühimm) Mühimler. Lüzumlu olanlar.
  • Harp malzemesi.

muhkemat / muhkemât

  • Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar.
  • İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
  • Sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler.

muhlis

  • Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.

muhtassin / muhtassîn

  • (Tekili: Muhtass) (Husus. dan) Bir şeye mahsus olanlar, bir kimseye ait olan şeyler.

muhteraat

  • Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar.

mukaddesat / mukaddesât

  • Kutsal olanlar.
  • (Tekili: Mukaddes) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar.

mukarrebin

  • Yakın olanlar.

mukarrebun

  • Büyük meleklerden bir zümre.
  • Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Cenab-ı Hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar.
  • Yakınlaşmış olanlar.

mukıllin / mukıllîn

  • Fakirler. Muhtaç olanlar.

mukınun / mûkınûn

  • Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar.

müktesebat

  • Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.

mülhemun / mülhemûn

  • İlhama mazhar olanlar.

mülkiye

  • Memleket idaresi için çalışan daire veya bu daireye mensup olanlar.
  • Asker olmayanlar.
  • Şeriat âlimlerinin hâricindeki memurlar sınıfı.

muma-ileyhim

  • İsmi evvelce geçenler.
  • İmâ edilenler, yukarıda anlatılmış olanlar.

mümevvehat / mümevvehât

  • Hayâli, görünüşe göre haklı olanlar.

mümkinat / mümkinât

  • Mümkün olanlar.
  • Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olanlar.
  • Mümkün olanlar, imkânda olanlar.

mündericat / mündericât

  • İçindekiler. Dercolunmuş olanlar.

münebbihat / münebbihât

  • Uyandıranlar. Tenbih edenler. Uyuşukluğu giderici olanlar.

münkirin / münkirîn

  • İnkâr edenler, münkir olanlar.

müntesibin / müntesibîn

  • İntisab edenler, alâkası olanlar, girenler,

müntesibin-i ilmiye / müntesibîn-i ilmiye

  • İlimle meşgul olanlar, ilmiye sınıfı mensupları.

murassaat

  • (Tekili: Murassa') Murassâlar. Cevher ve inciler gibi şeylerle. Süslenmiş olanlar. Takdir edilip yerleştirilmiş süslü ve kıymetli şeyler.

mürcie

  • "Günâh işlemek insana zarar vermez. Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka.

mürettebat

  • Tertib edilmiş olanlar.
  • Bir iş için hazırlanmış kimseler.
  • Gemide çalışan şahıslar.

mürşid-i kamil / mürşîd-i kâmil

  • Tasavvufta kemâle gelmiş, olgunlaşmış, evliyâlık mertebelerinin sonuna ulaşmış, kâbiliyeti olanları bu yolda yetiştiren rehber zât.

mürteci'

  • (Rücu'. dan) Geri dönen, geri dönmek isteyen. İrticâa giden.
  • Her cihetle en yüksek saadet ve selâmete sevkeden İslâmiyete muhalefetle İslâmdan önceki câhiliyet ve ahlâksızlığa dönmek isteyenlerin vasfı.
  • İslâmiyete muhalif olanların; hakikat, İslâmiyet ve iman fedakârlarına, İ

mürüvvet

  • İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.

müsebbebat / müsebbebât

  • Bir sebeple olanlar, sebeple meydana çıkanlar. Neticeler.

müslimanan

  • Müslümanlar. İslâm olanlar.

mustafa

  • Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek isimlerinden biri. Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette vardır zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâsı, Adı güzel kendi güzel Muhammed.

müstagniyane

  • Müstağni olanlara yakışır surette. (Farsça)

müstahikkin / müstahikkîn

  • Hak kazanmış olanlar, haketmiş olanlar.

müstemiin / müstemiîn

  • (Tekili: Müstemi') Dinleyenler, dinleyici olanlar, dinleyiciler.

müsteslimin / müsteslimîn

  • (Tekili: Müsteslim) Müslüman olanlar. İslâm dinini kabul edenler.
  • Boyun eğenler, teslim olanlar.

mütabiin / mütabiîn

  • (Tekili: Mütabi') Tâbi olanlar, uyanlar, iktidâ edenler.

mutasavvife

  • Mutasavvıflar, tasavvuf ehli olanlar.

mutasavvıfin / mutasavvıfîn

  • Tasavvuf ehli olanlar.

mutavassıtin / mutavassıtîn

  • (Tekili: Mutavassıt) Aracılar, tavassut edenler, vasıta olanlar.
  • Orta hâlliler.

müteallikat

  • Yakın olanlar, müteallik olanlar. Akraba.
  • Gr: Bir cümlenin mânasını açıklayan, tamamlayan kelimeler.
  • İlgili olanlar, yakınlar.

müteayyinan / müteayyinân

  • (Tekili: Müteayyin) (Ayn. dan) Eşraftan olanlar, ileri gelen kimseler. (Farsça)
  • Belli ve meydanda olanlar. Taayyün edenler. (Farsça)
  • Karar verilmişler. (Farsça)

mütebahhirin / mütebahhirîn

  • Bilgileri pek çok olanlar, deniz gibi derin bilgili olanlar. Allâmeler.

müteferridin / müteferridîn

  • (Tekili: Müteferrid) Tek ve yalnız olanlar. Eşi, benzeri ve emsâli bulunmıyanlar.
  • Kendi başına idare olanlar.

mütefevvikin / mütefevvikîn

  • (Tekili: Mütefevvik) Üstün gelenler, tefevvuk edenler, üstün olanlar.

mütehasımin / mütehasımîn

  • (Tekili: Mütehasım) Çekişenler, birbirlerine düşmanlık ve husumet edenler. Hasım olanlar. Karşılıklı dâva edenler.

mütehayyirin

  • (Tekili: Mütehayyir) Şaşırmış olanlar. Şaşmış kimseler. Hayrette kalanlar.

mütekaidin / mütekaidîn

  • (Tekili: Mütekaid) Emekliler, emekliye ayrılmış olanlar.

mütekamilin / mütekâmilîn

  • Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.

mütekarribin / mütekarribîn

  • (Tekili: Mütekarrib) Takarrüb edenler, yaklaşanlar, yakın olanlar.

mütekeffilin / mütekeffilîn

  • (Tekili: Mütekeffil) Mütekeffiller. Tekeffül edenler, kefil olanlar.

mütelehhifin / mütelehhifîn

  • (Tekili: Mütelehhif) Hasret çekenler, yanıp yakılanlar. Kederli, tasalı olanlar.

mütemarızin / mütemârızîn

  • (Tekili: Mütemârız) Hasta gibi görünenler, yalandan hasta olanlar.

müteneddimin / müteneddimîn

  • (Tekili: Müteneddim) Pişman olanlar, nedâmet duyanlar.

müteşabihat / müteşabihât

  • Müteşabih olan âyetler.
  • Birbirine benzer olanlar.

müteşabik

  • Beraber ve karışık olanlar, birbirine karışanlar. Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift.

mütesahibin / mütesahibîn

  • (Tekili: Mütesahıb) Sahib çıkanlar, arka olanlar.

mütesallitin / mütesallitîn

  • (Tekili: Mütesallit) Musallat olanlar, peşini bırakmayanlar, ardından ayrılmayanlar, tasallut edenler.

müteseffilin / müteseffilîn

  • (Tekili: Müteseffil) Sefilleşenler, aşağılık olanlar.

mütevaggilin / mütevaggilîn

  • (Tekili: Mütevaggil) Çok uğraşanlar, fazla meşgul olanlar. Bir şeyin derinliğine varanlar.

mütevatirat

  • Mütevatir olanlar. Çoklarının bildiği ve duyduğu haberler, hususlar.
  • Man: Kizb üzerine ittifakları aklen muhal olan bir topluluk tarafından verilen haberle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.

mutevattinin / mutevattinîn

  • Vatandaşlar; bir yeri vatan edinenler ve orada yerleşik olanlar.

mütezehhidin / mütezehhidîn

  • (Tekili: Mütezehhid) Zâhid olanlar, dine çok bağlı bulunanlar.

muvahhidun / muvahhidûn

  • Muvahhidler. Bir Allah'a inanıp, birliğe çalışanlar. Birleyici olanlar.

müvelledat / müvelledât

  • Doğmakla meydana gelmiş canlılar. Aslında yok iken sonradan meydana gelmiş olanlar.
  • Uydurma kelimeler.

muztarrin / muztarrîn

  • Çaresizler. Sıkıntı içinde olanlar.

nafia

  • İnşaat işleri.
  • Faydalı işler. Menfaatli olanlar.

nakısat

  • (Tekili: Nâkıs) Nâkıslar. Noksanı olanlar. Eksiği bulunanlar.

nakşibendiyye

  • Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir. Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi.

nevadir

  • Az olanlar, nâdirler.

nevahi

  • (Nehy. den) Yasak edilmiş şeyler.
  • Allah (C.C.)tarafından menedilmiş olanlar.

nevresidegan / nevresidegân

  • (Tekili: Nev-reside) Yeni olgunlaşmağa başlamış olanlar, yeni yetişmeler. Gençler, tazeler.

nezair

  • (Tekili: Nazire) Nazireler, benzerler, emsâl olanlar.

nişeste-gan / nişeste-gân

  • (Tekili: Nişeste) Oturanlar, oturmuş olanlar. (Farsça)

niyam

  • (Tekili: Nâim) (Nevm. den) Uykuda olanlar, uyuyanlar.

ordu

  • t. Bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüzüne karşı koruyan askerî en büyük üç kuvvetten biri. Hava Ordusu, Deniz Ordusu, Kara Ordusu gibi.
  • En büyük askerî birlik.
  • Aynı iman ve düşünce sahiplerinin faaliyette olanlarının hepsi.

ortodoks

  • Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu. Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'

paşa

  • Sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin bir kısmına verilen resmi ünvandı. Osmanlıların ilk devirlerinde bu ünvan, hânedân mensublarıyla yalnız bir kısım idare adamlarına verilirken sonradan askeriden "mir-i liva" ve daha yüksek rütbede olanlarla; mülkiyeden vezir, beylerbeyi, mir-i miran ve mir-ül

paye

  • Rütbe, derece. (Farsça)
  • Merdiven ayağı. (Farsça)
  • İlim sahibi olanların bir derecesi. (Farsça)

rabbaniyyun

  • Kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olanlar.
  • (Rabbaniyyîn) Kendisini tamamen Cenab-ı Hakk'a vermiş olanlar. Putperestlikle alâkası olmayanlar.

rabbu'l-enbiya ve's-sıddıkin / rabbu'l-enbiyâ ve's-sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere, Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların ve peygamberlerin Rabbi.

raiyyet

  • Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. Devletin idâresindeki umum insanlar.
  • Sürü. Otlatılan hayvan sürüsü.

raşidin / raşidîn

  • Hakka erişmiş olanlar. Kâmil ve çok ileri olgun kimseler. Akıllılar.

rasihun

  • (Tekili: Rasihîn) (Râsih) Âlimler, din bilgisi çok sağlam ve derin olan büyük zatlar.
  • Temeli kuvvetli ve sağlam olanlar.

rastan

  • (Tekili: Râst) Doğru olanlar. Haklı kimseler.

restegan / restegân

  • (Tekili: Reste) f. Kurtulmuş olanlar.Restgâr : Kurtulan. (Farsça)

revakid

  • (Tekili: Râkid) Durgun olanlar.

revir

  • Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri.
  • Bölge, mıntıka.

rezzakane / rezzâkâne

  • Muhtaç olanlara rızıklarını vererek.

rical / ricâl

  • Erkekler, adamlar.
  • Yaya olanlar.
  • Rütbeli, mevki sahibi kimseler, hadis ravileri.
  • (Tekili: Recül) Erkekler, er kişiler.
  • Mevki sahibi kimseler, devlet adamları.
  • Yaya olanlar.
  • Adamlar; makam sahibi olanlar.

rikab

  • (Tekili: Rakabe) Boyunduruk altında olanlar. Kullar, köleler.
  • Boyun, ense kökü.

riva

  • (Tekili: Reyyân) Suya kanmış olanlar.

ruhama

  • (Tekili: Rahim) Rahim olanlar.

ruhaniyat alemleri / ruhâniyat âlemleri

  • Ruhanî olanların âlemleri.

ruhaniyyun / rûhaniyyûn

  • (Tekili: Ruhanî) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.
  • Ruhlar âleminden olanlar.

rüşeda

  • (Tekili: Reşid) Reşid olanlar. Rüşd, olgunluk sâhibleri.

sa'd bin ebi vakkas

  • Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş

sabihat / sâbihât

  • Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler.
  • Ehl-i imânın ruhları.
  • Yıldızlar.

sabii / sabiî

  • İtaattan ayrılmakla bâtıla meyleden.
  • Yıldıza tapan sapkınlar veya yıldıza tapan ehl-i dalâlet kimselerden olanlar.

sabiin / sabiîn

  • (Tekili: Sâbiî) (Aslı: Sâbiiyyun) Yıldıza tapanlar. Sapıklardan olanlar.

sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn

  • Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ

sadaka

  • Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
  • Zekât.
  • Ganîmet.

sadat / sâdât

  • Seyyidler, Peygamberimizin neslinden olanlar.

safderunan

  • (Tekili: Safderun) Kalbi temiz, içi saf olanlar. (Farsça)

safderunane

  • Kalbi safi olanlara ve kolay aldananlara yakışır surette. (Farsça)

saffat

  • (Tekili: Saff) Saf olanlar, saf yapanlar.

safilin / safilîn

  • Alçaklar, aşağılar, sefiller. Allah'tan (C.C.) uzak olanlar.
  • Aşağı taraflar.

sahavet

  • Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek.

sakinin / sakinîn

  • Oturanlar, ikâmet edenler, yerleşik olanlar.

salimin / sâlimîn

  • (Tekili: Sâlim) Sağ, sağlam ve sıhhatta olanlar. Sâlimler.

samiin / samiîn

  • (Samiûn) Dinleyiciler.
  • Bir nevi icraatta alâkadar olmayıp dinleyici olanlar, devam edenler.

sanadid

  • Bahadır ve şeci' olanlar. Kahramanlar. İleri gelenler, reisler, padişahlar.

sefahetçiler

  • Gayrı meşru zevk ve eğlencelere düşkün olanlar.

şeffafat / şeffafât

  • Saydam olanlar.

şefkat

  • Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.

sehba

  • Üç ayaklı küçük masa.
  • İdama mahkûm olanların idam edildiği üç ayaklı âlet.

sekene

  • Sâkin olanlar, oturanlar. Bir yerde devamlı oturanlar.

selasil

  • (Tekili: Silsile) Silsileler.
  • Zincir gibi olanlar. Zincirler.
  • Sıradağlar.

selefiye

  • İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar.
  • Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.

serdengeçti

  • Tar: Akıncılardan düşman ordusu içine dalmak veya muhasara altına alınan bir kaleye girmek için fedai yazılan kimseler. Bunlara ellerinde kınlarından sıyrılmış kılıçlarla bu tehlikeli işlere atıldıkları için "dalkılıç" da denilirdi. Düşman ordusuna dalacak veya kaleye girecek olanların dönmelerinden

sevabit

  • (Tekili: Sâbite) Merkezlerinden ayrılmaz görünen yıldızlar.
  • Sâbit olanlar, sâbitler.

şevai'

  • (Tekili: Şâyi') Yayılmış bulunanlar. Şâyi olanlar.

sevakin

  • (Tekili: Sâkin) Bir yerde oturanlar, sakin olanlar.

şevamil

  • (Tekili: Şâmile) Şâmil olanlar, içine alanlar, çevreliyenler.

şevazz

  • (Tekili: şâzze) Müstesnalar. Kaide hârici olanlar.

seyyalat / seyyalât

  • (Tekili: Seyyale) Akıcı olanlar, yerinde durmayıp gidenler, akanlar. Seyyal maddeler.

şiba'

  • (Tekili: Şeb'ân) Karnı doymuş olanlar, tok kimseler.

sıbah

  • Güzel şeyler. Güzel olanlar. şule.

sıddıkin / sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere ve Allah'a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar.

sıddikin / sıddîkîn

  • Sıddık olanlar, Allah yolunda sadakatte, doğrulukta en ileri olanlar.
  • Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.

sıddıkin-i evliya / sıddıkîn-i evliya

  • Allah dostları arasında sadakatte en ileri olanlar.

sıffin / sıffîn

  • Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında vuku bulan muharebelere meydan olmakla şöhret bulmuştur. Sıffîn muharebesinde Hazret-i Ali'nin maiyyetinde 120.000 Hazret-i Muaviye'nin maiyyetinde 90.000 kişi vardı. Hazret-i Ömer'in (R.A.) oğlu Hz. Abdullah da şehid olanların arasında idi. S

sırat-ı müstakim ehli / sırat-ı müstakîm ehli

  • Dinin belirlediği dosdoğru yolda olanlar.

sofiler / sofîler

  • Tasavvuf ehli, tarikat mensubu olanlar.

sueda

  • (Tekili: Said) Saidler. Allah'ın (C.C.) rızâsına erenler. Mes'ud olanlar.

süllaf

  • (Tekili: Selef) Selefler. Önce gelip geçmiş olanlar.

summ

  • İşitmez olanlar, sağır olanlar. Duymayanlar.

süryani / süryânî

  • Âsurî halkından onların eski dinlerinden olanlar.

şüzuzat / şüzûzât

  • İstisnalar, kural dışı olanlar.

taallukat / taallukât / تعلقات

  • İlgili olanlar. (Arapça)
  • Akraba, yakınlar. (Arapça)

taallukat-ı imaniye / taallûkat-ı imaniye

  • İmanla ilgili olanlar; imanî bağlar.

tabi'

  • Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden.
  • Gr: Kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan.
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan.

tabiin / tâbiîn

  • Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil.

tabiler / tâbiler

  • Bir inanca ve dine bağlı olanlar.

tahaddi mu'cizesi

  • Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.

tahirat / tâhirât

  • Pâk ve temiz olanlar.
  • Temiz olanlar.

tahric

  • (Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma.
  • Şehadetname vermek.
  • Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer'î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.

taife-i ehl-i hakikat

  • Hak ve doğruluk üzere olanların taifesi.

taife-i sıddıkin / taife-i sıddıkîn

  • Daima doğruluk üzere, Allah'a ve peygambere çok sâdık olanların oluşturduğu topluluk.

tasadduk

  • Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek.
  • Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak. (İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
  • Sadaka vermek. Yâni Allahü teâlânın rızâsı için fakirlere ve ihtiyâcı olanlara para, mal vermek.

tebaa

  • Tâbi olanlar. Birisinin veya bir devletin emri altında olanlar.

tebe

  • Tabi olanlar, uyanlar.

tebe-i tabiin / tebe-i tabiîn

  • Tabiînden olan birisinden (yâni ikinci derecede olarak) hadis nakletmiş olan. Veya Tabiîn olanlardan ders almış, onlara uymuş müslümanlar.

tebea

  • (Tekili: Tâbi) Tâbi olanlar, uyanlar.

tefarik

  • Müteferrik olanlar. Tefrikalar. Ayırma ve seçmeler.
  • Taksitler. Ufak tefek şeyler. Ayrıca şeyler.
  • Küçük hediyelik eşya.

teracim

  • (Tekili: Teracüm) (Tercüme) Tercüme edilmiş olanlar. Tercümeler.

tevabi / tevâbi / tevâbî

  • Tabi olanlar, bağlı olanlar, uyanlar.
  • Bağlı olanlar, uyanlar.

tevabi'

  • (Tekili: Tabi') Maiyyet. Bir kimseye tâbi olanlar. İman ve İslâmiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar.
  • Uşaklar.
  • Bir merkeze bağlı olan yerler.
  • Gr: Evvelki kelimeye göre hareke alan kelimeler.

tıval

  • Uzun olanlar.

tugat

  • (Tekili: Tâgi) Tâgiler. Azmış ve hak yoldan sapmış olanlar.

ucm

  • Araptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar.
  • (Tekili: Acmâ) Dilinde tutukluk olanlar.

udul

  • Yoldan çıkma, dönme, sapma.
  • Vazgeçme.
  • (Tekili: Âdil) Âdiller, âdil olanlar.

ulemaüs-su ashabı / ulemâüs-sû ashabı

  • İlmi kötüye kullanarak dünyaya yönelik menfaatler için ilmi âlet yapan âlimler ve onlara tâbi olanlar,uyanlar.

ulü

  • Sahipler. Bir şeyin ehli olanlar.

ulum-u diniye ehli / ulûm-u diniye ehli

  • Dinî ilimler konusunda bilgili olanlar.

ümmet / امت

  • Ümmet, bir peygambere bağlı olanlar. (Arapça)

ur

  • Tek gözlüler.
  • Silâhsız, mühimmatsız olanlar.

uyun-u ehl-i hak / uyûn-u ehl-i hak

  • Hakka taraftar olanların gözleri.

vacibat / vâcibât / واجبات

  • Gerekenler, yapılması gerekli olanlar. (Arapça)

vakıat

  • Olanlar, olmuşlar.

varidin / vâridîn

  • (Tekili: Vârid) Gelenler, vâsıl olanlar.

varisin / vârisîn

  • (Vârisûn) Vâris olanlar. Vârisler.

vasl

  • Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
  • Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd

vera

  • Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar.

verese-i nübüvvet / وَرَثَۀِ نُبُوَّتْ

  • Peygamberliğin mîrâsına vâris olanlar (ilim ehli olanlar).

visam

  • (Tekili: Vesim) Damgalılar. Alâmetlenmiş olanlar.
  • Güzel yüzlü olanlar.
  • Rastıklılar.

vücud-u mümkinat

  • Varlığı mümkün olanlar; varlığı imkân dairesinde olanlar, kâinatın varlığı.

vuhuş

  • (Tekili: Vahş) Vahşiler, yabaniler, ehlileşmemiş olanlar.

vüsema

  • (Tekili: Vesim) Damgalılar, dağlanmış olanlar.
  • Güzel yüzlüler.
  • Rastıklılar.

zahiriyyun / zâhiriyyun

  • Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar.
  • İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.

zailat / zâilât

  • Yok olanlar, kaybolup gidenler.

zailat-ı faniye / zâilât-ı fâniye

  • Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.

zaruriyat / zarûriyât

  • Zarurî olanlar.

zevahir

  • (Tekili: Zühre) Çiçekler.
  • Parlak yıldızlar.
  • Ziynetli, parlak ve berrak olanlar.

zevi-l ehsas

  • Duygu sahibi olanlar, duyanlar, hissedenler.

zevi-l ervah

  • Ruh sahipleri. Hayatlılar, ruhlular. Can sahibi olanlar.

zevi-l ukul

  • Akıl sahipleri. Aklı olanlar.
  • Tas: Halkı zâhiren, Hakkı bâtınen görenler.

zevilukul / zevilukûl

  • Aklı olanlar.

zıddiyet

  • Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın