REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te OR kelimesini içeren 333 kelime bulundu...

abiye

  • Örtü ile yüzünü örten, utangaç kız veya kadın.

ağleb-i ömür

  • Ortalama ömür, hayat süresi.

ahkam-ı mesture / ahkâm-ı mesture / اَحْكَامِ مَسْتُورَه

  • Örtülü (açık olmayan) hükümler.

alan

  • Orman içinde açıklık, meydan.

aleliştirak / aleliştirâk / على الاشتراک

  • Ortaklaşa. (Arapça)

anca

  • Orası, ora, orada. (Farsça)

ankebut / ankebût / عنكبوت

  • Örümcek.
  • Örümcek.
  • Örümcek; Kur'ân'da 29. Sûre.
  • Örümcek.
  • Örümcek. (Arapça)

ankebutiye

  • Örümcekler.

ankut / ankût

  • Örümcek. Evcil, al kumru.

asakir-i muntazama / asâkir-i muntazama

  • Ordu askeri.

azasız / âzâsız

  • Organsız.

bazig / bâzig

  • Ortak, şerik.

behreberi / behreberî

  • Ortaklık, şeriklik. (Farsça)

ber-vech-i iştirak / ber-vech-i iştirâk

  • Ortaklıkla, iştirak ederek.

bertaraf / بَرْطَرَفْ

  • Ortadan kaldırma.

bertaraf edilmek

  • Ortadan kaldırılmak.

bertaraf etmek

  • Ortadan kaldırmak.

beytü'l-ankebut

  • Örümcek evi, örümcek yuvası.

bezaga

  • Ortaklık, şirket.

binnisbe

  • Oranla.

bişe / bîşe / بيشه

  • Orman, meşelik. (Farsça)
  • Orman. (Farsça)

bişerm / bîşerm / بى شرم

  • Orman. (Farsça)

burjuva

  • Orta halli olup, ne çok zengin ve ne de çok fakir olan halk. Eskiden Avrupa'da köylü ve asilzade olmayıp şehirde yaşayan halka denirdi. Kendi başına işi ve malı olan, ücretle çalışmayan, ferde bağlı iş hayatını güden sınıftan olan. (Fransızca)

büruz / bürûz / بروز

  • Ortaya çıkma. (Arapça)

cahsuk

  • Orak. (Farsça)

cengel / جنگل

  • Orman. Ağaç topluluğu. (Farsça)
  • Orman. (Farsça)

cevarih / cevârih

  • Organlar.
  • Organlar.

cihaz

  • Organ, duyu.

cirman

  • Organlarla birlikte vücut.

dam-ı ankebut / dâm-ı ankebut

  • Örümcek ağı. Örümcek tuzağı. (Farsça)

damise

  • Örten, setreden. Defneden.

das / dâs / داس

  • Orak. (Farsça)

dase

  • Orak. (Farsça)

def / دفع

  • Ortadan kaldırma.

def'

  • Ortadan kaldırma, uzaklaştırma.

delalet-i zımni ve işari / delâlet-i zımnî ve işârî

  • Örtülü ve gizli işaretle bir mânâyı gösterme.

dems

  • Örtmek. Defnetmek, gömmek.

derece-i zuhur

  • Ortaya çıkma derecesi.

dermeyan / dermeyân / درميان

  • Ortada, ortaya.
  • Ortada. (Farsça)
  • Dermeyân edilmek: Ortaya konulmak, ele alınmak. (Farsça)
  • Dermeyân etmek: Ortaya koymak, ele almak. (Farsça)

dermiyan / dermiyân

  • Ortada.

dümdar / dümdâr / دُمْدَارْ

  • Ordunun arkasındaki kuvvet.
  • Ordunun arkasında giden gurup.
  • Orduyu arkadan kollayan ardçı kuvvet.

ecsam-ı uzviye

  • Organik cisimler, organlara ait cisimler.

ehl-i şirk ve tuğyan / ehl-i şirk ve tuğyân / اَهْلِ شِرْكْ وَطُغْيَانْ

  • Ortak koşanlar ve azgınlık yapanlar.

ehyun

  • Örümcek, ankebut.

emsile / امثله

  • Örnekler. (Arapça)

enbaz

  • Ortak, şerik, eş. (Farsça)

engizisyon / اَنْگِيزِيسْيُونْ

  • Ortaçağdaki işkenceci hristiyan mahkemeleri.

enmuzec / enmûzec

  • Örnek, model.
  • Örnek.

enmuzeç

  • Örnek, model.

enmuzec / enmûzec / انموزج

  • Örnek, numûne. (Arapça)

erganun / ارغنون

  • Org. (Farsça)

eşrak

  • Ortaklar. şerikler.

esrar-ı mesture / esrâr-ı mestûre / اَسْرَارِ مَسْتُورَه

  • Örtülü sırlar.

estar

  • Örtüler, perdeler.

evasıt / evâsıt / اواسط

  • Ortalar, ortadakiler. (Arapça)

evsat / اوسط / اَوْسَطْ

  • Orta.
  • Orta, orta hâl.
  • Orta, ortadaki. (Arapça)
  • Orta halde olan.

evsat yoktur

  • Ortası yoktur.

ezcümle / اَزْ جُمْلَه

  • Örnek olarak.

faş / fâş

  • Ortaya çıkmış.

fatur

  • Oruç bozacak şey.

fenn-i menafiu'l-aza / fenn-i menâfiu'l-âzâ

  • Organların yararlarını inceleyen fen, anatomi; canlıların yapısını ve bu yapıyı oluşturan organları inceleyen bilim dalı.

fi'l-i mün'akis

  • Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.

fihriste-i cihazat / fihriste-i cihâzât

  • Organların indeksi.

filmesel / فى المثل

  • Örneğin, örnekte olduğu gibi. (Arapça)

fitne-kar / fitne-kâr

  • Ortalığı bozmağa çalışan. Fitneci. Fesâd verici. Fitne çıkarmak isteyen. (Farsça)

fıtr

  • Oruç açmak, iftar etmek.

gama

  • Örtmek, setretmek.

gaşş

  • Örtmek, setretmek.

gaybet

  • Orada bulunmama.

gışavet

  • Örtü, perde.

gıta / gıtâ

  • Örtü. Örtünecek şey. Perde.
  • Örtü, perde, zar.
  • Örtü, örtülecek şey.
  • Örtü, perde.

gıybet

  • Orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.

hadd-i müşterek

  • Ortak derece.

hadd-i vasat / حَدِّ وَسَطْ

  • Orta çizgi, orta yol.
  • Orta yol.

hadernak

  • Örümcek.

hakk-ı ihtitab

  • Ormana yakın olan kimselerin ormandan odun kesmek hakkı.

hasıl / hâsıl / حاصل / حَاصِلْ

  • Ortaya çıkan, ürün.
  • Ortaya çıkan, var olan. (Arapça)
  • Hâsılı: Kısacası, sonuç olarak. (Arapça)
  • Hasıl etmek: Meydana getirmek, ortaya çıkarmak. (Arapça)
  • Hâsıl olmak: Ortaya çıkmak, var olmak. (Arapça)
  • Ortaya çıkan.

hasr-ı örfi / hasr-ı örfî

  • Örfen bir şeye ait kılma; örfe göre "el" takısı bazı cins isimleri özel isim derecesine yükseltir. Meselâ, "el-Kitap" sözüyle Kur'ân'ın kastedilmesi gibi.

hassad / hassâd / حصاد

  • Orakçı, ekin biçen.
  • Orakçı. (Arapça)

havz-ı müşterek

  • Ortak havuz.

hazırane / hâzırâne

  • Orada gibi.

hazırun / hâzırûn

  • Orada olanlar.

hembaz / hembâz / همباز

  • Ortak. (Farsça)

hicab / hicâb

  • Örtü, perde, avret yerlerini örtme, örtünme.

hicap

  • Örtü, perde.

hilal-i savm / hilâl-i savm

  • Oruç hilâli. Ramazanın geldiği kendisi görünmekle bilinen hilâl.

hulta

  • Ortaklık, şirket.

hurz

  • Oranlamak, yâni tahminle bir şeyin miktarını söylemek.

husul / husûl / خصول

  • Ortaya çıkma, gerçekleşme, var olma. (Arapça)
  • Husûle getirmek: Meydana getirmek, gerçekleştirmek. (Arapça)

husulde

  • Ortada, neticede.

icah

  • Örtü, perde.

iftar

  • Oruç açmak. Oruç açılırken yenen yemek. (Zıddı: İmsak)

igşa

  • Örtmek. Bürümek. Kapamak. Perdelemek.

iğtita'

  • Örtünme, bir şeye sarınma.

ihdas / ihdâs

  • Ortaya çıkarma.

ihfa / ihfâ

  • Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak.

ihtidar

  • Örtülenme, perdelenme, perde tutma.

iknan

  • Örtme, saklama, gizleme.

imsak / imsâk / امساک

  • Orucun başlangıç saati. (Arapça)

imsak vakti / imsâk vakti

  • Oruca başlama zamânı. Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit. Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar.

imsakiyye / imsâkiyye / امساكيه

  • Oruca başlama ve oruç açma saatlerini gösteren çizelge. (Arapça)

imtisal / imtisâl

  • Örnek kabul etme.

inan şirketi / inân şirketi

  • Ortakların birbirine vekil olup, kefil olmadıkları şirket.

incila / incilâ

  • Ortaya çıkma, parlama.

inkişaf eden

  • Ortaya çıkan.

inkişaf ettiren

  • Ortaya çıkaran.

intifa / intifâ / اِنْتِفَا

  • Ortadan yok olma.

istihase

  • Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme.

istimsal / istimsâl

  • Örnek alma.

iştirak / iştirâk / اشتراك / اِشْتِرَاكْ

  • Ortaklık, katılma.
  • Ortaklık.
  • Ortak olma.
  • Ortak olma.

iştirak etme

  • Ortak olma, katılma.

istitar / istitâr / استتار

  • Örtünme.
  • Örtünmek, kapanmak.
  • Örtünme. (Arapça)

istitare

  • Örtülecek, perdelenecek şey.

itidal / îtidâl

  • Orta hâllilik.

ittifak noktaları

  • Ortak noktalar, ihtilâflı olmayan noktalar.

izale etmek / izâle etmek

  • Ortadan kaldırmak, gidermek.

izale-i şüyu'

  • Ortaklığı giderme.

kaba kuşluk

  • Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki zaman.

kaid-ül ceyş

  • Orduyu, askeri idare ve sevkeden. Kumandan. Serasker.

karamil

  • Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.

kaza orucu / kazâ orucu

  • Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî

keffaret / keffâret

  • Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), zıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş

kenin

  • Örtülü, gizli, mahfuz.

kenn

  • Örtülüp gizlenme.

kerev

  • Örümcek, ankebut. (Farsça)

kolordu

  • Ordunun bir bölümü.

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

kühulet

  • Orta yaşlılık. (35-40 yaş arası) Olgunluk çağı. Bazılarına göre: Yirmibir ile altmış yaşa kadar olan insanın hayat devresi. Veya otuz ile elli arası.
  • Orta yaşlılık, olgunluk çağı.

kurun-i vusta

  • Orta çağlar.

kurun-i vüsta / kurûn-i vüstâ / قرون وسطى

  • Ortaçağ.

kurun-u vusta / kurun-u vustâ / kurûn-u vustâ

  • Ortaçağ.
  • Ortaçağ.

kurun-u vüsta / kurûn-u vüstâ

  • Ortaçağ.

kuşluk vakti

  • Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.

lahf

  • Örtmek, setr etmek.

lahis / lahîs

  • Örülmüş. Dizilmiş.

leşkergah / leşkergâh

  • Ordu yeri. (Farsça)

leyh

  • Örtünmek, bürünmek.

lifa'

  • Örtünecek nesne. Yorgan.

lüab-ı ankebut

  • Örümcek ağı.

ma'rez

  • Ortaya çıkma yeri.

madrus

  • Örülerek yapılmış. Örülmüş şey.

mağfiret

  • Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.

mahdure

  • Örtülü ve kapalı kadın veya kız.

mal-ı müşterek

  • Ortak mal, değer.

mavzer

  • Orduda kullanılan bir cins tüfek.

mazhar

  • Ortaya çıkma ve görünme yeri.

mazrus

  • Örülmüş, örülerek yapılmış. Diş takımı.

mecmaü'l-küll

  • Ortak toplanma yeri, hepsinin toplandığı yer.

megesgir

  • Örümcek ağı. (Farsça)

mekatib-i rüşdiyye / mekâtib-i rüşdiyye

  • Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler.

mekfere

  • Örtecek, sertredecek yer.

meknun

  • Örtülü, gizli.

mekteb-i idadi / mekteb-i idadî

  • Ortaöğretim kurumu, lise.

mekteb-i rüşdi / mekteb-i rüşdî / مكتب رشدی

  • Ortaokul.

men-i iştirak

  • Ortaklığı kabul etmemek.

menfaat-i müşterek

  • Ortak menfaat ve yarar.

merbu'

  • Orta boylu olan.

merkez

  • Orta mekân, idare yeri.

mesela / meselâ / مثلا

  • Örneğin.
  • Örneğin. (Arapça)

meşelik

  • Orman.

mestur / mestûr / مستور / مَسْتُورْ

  • Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş.
  • Örtülü, gizli.
  • Örtülmüş.
  • Örtülü, gizli, kapalı. (Arapça)
  • Örtülü.

mesture / mestûre

  • Örtülmüş, tesettürlü.
  • Örtülü.
  • Örtünmüş, örtülü.
  • Örtülü kadın.

mevk

  • Örümcek, ankebut.

mevsut

  • Ortada. Vasat olan.

meyan / meyân

  • Orta, ara.

milis

  • Orduya yardımcı halk kuvveti. (Fransızca)

misal / misâl / مِثَالْ

  • Örnek. (Arapça)
  • Misal almak: Örnek almak. (Arapça)
  • Örnek, bir alem adı.
  • Örnek.

misali / misâlî

  • Örnek olarak verilen.

mişvel

  • Orak.

miyan

  • Orta, ara, vasat, meyan. (Farsça)
  • Orta, ara.

model

  • Örnek, misal.

mu'tedilane

  • Orta hâllice. Ne çok hızlı, ne de çok yavaş olmadan.

mübadi / mübadî

  • Ortaya koyan, meydana çıkaran.

mücahereten

  • Ortaya koyarak, meydana çıkararak.

mudarebe şirketi / mudârebe şirketi

  • Ortaklardan bir kısmının sermâye vermesi, bir kısmının da iş yapmayı üzerine alması üzerine anlaşma yapılarak kurulan şirket, ortaklık.

müddet-i sefer

  • Orta hâlli bir gidiş ile üç günlük yol, mesâfe.

müftirat

  • Orucu bozan şeyler.

muhayyemgah / muhayyemgâh

  • Ordu çadırlarının kurulduğu yer. Ordugâh. (Farsça)

muhles

  • Orta yaşlı kimse.

mükeffire

  • Örtecek, gizleyecek yer.

mukteda / muktedâ

  • Örnek alınan, kendisine uyulan.

münceli / müncelî

  • Ortaya çıkan, zâhir olan, parlayan.

münehmes

  • Örtülü, saklı, gizli.

müşareket / müşâreket

  • Ortaklık.
  • Ortaklık, ortak olma.
  • Ortaklık.

müşarik / مشارک

  • Ortak. (Arapça)

müstagşi

  • Örtünüp bürünen.

müşterek / مُشْتَرَكْ

  • Ortak.
  • Ortak olan.

müştereken / مشتركا

  • Ortak olarak, ortaklaşa.
  • Ortaklaşa, beraberce.
  • Ortaklaşa. (Arapça)

müsteşrik

  • Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse.

müstetir

  • Örtülü.

mutavassıt

  • Orta yolu tutan.
  • Ortalama. vasıtalık eden.

mutavassıt-ül kame

  • Orta boylu.

mütekemmi

  • Örtünmüş.

mütevazin / متوازن

  • Oranlı, uyumlu, dengeli. (Arapça)

mütevellit

  • Ortaya çıkan, meydana gelen.

muzmerat

  • Örtülü, gizli şeyler.

nakz-ı sıyam

  • Orucu bozmak.

naşi / nâşî / نَاشِي

  • Ortaya çıkan.

neş'et / نشئت / نَشْئَتْ

  • Ortaya çıkma.
  • Ortaya çıkma.

neşv ü nema / neşv ü nemâ / نَشْوُ و نَمَا

  • Ortaya çıkma ve büyüme.

nikap

  • Örtü.

nisbet-i ref'

  • Ortadan kalkma oranı.

nisbeten

  • Oranla, kıyasla.

nisbetinde

  • Oranında.

nisbetsiz

  • Oransız, ölçüsüz.

nisbette

  • Oranda.

nispet

  • Oran, ölçü.

nispetinde

  • Oranında.

nispetle

  • Oranla, kıyasla.

nokta-i iştirak

  • Ortak nokta.

numune

  • Örnek.

nümune / nümûne / نمونه

  • Örnek, misâl, misal olarak gösterilen. Düstur ve misâl olacak şey. (Farsça)
  • Örnek.
  • Örnek.
  • Örnek, model.
  • Örnek.
  • Örnek. (Farsça)

numune / numûne / نُمُونَه

  • Örnek.

nümune-i iktida

  • Örnek alınıp uyulacak nümune, model.

nümune-i imtisal / nümune-i imtisâl / nümûne-i imtisâl

  • Örnek tutulacak şey.
  • Örnek alınacak model.
  • Örnek alınacak model, numune.

nümune-i misal / nümûne-i misâl

  • Örnek alınacak model.

nümune-misal

  • Örnek gibi.

nümunegah / nümûnegâh

  • Örneklerin bulunduğu yer.

ömr-ü tabii / ömr-ü tabiî

  • Ortalama, normal yaşama müddeti.

ömr-ü vasati / ömr-ü vasatî

  • Ortalama ömür süresi.

ordu-misal

  • Ordu gibi.

ordugah / ordugâh / اُورْدُوگَاهْ

  • Ordunun konakladığı yer. Açıkta konaklayan ordunun konaklama yeri. (Farsça)
  • Ordunun konakladığı yer.
  • Ordunun konaklama yeri.
  • Ordunun yerleştiği yer.

ordugah-ı zemin / ordugâh-ı zemin

  • Ordunun barınıp konakladığı yer; dünya.

ordumisal / ordumisâl

  • Ordu gibi.
  • Ordu gibi.

örfen

  • Örf bakımından, âdetlere göre.
  • Örfe göre.

örfiyat

  • Örf, âdet ve geleneğe bağlı olan şeyler.

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

patrik

  • Ortodoks mezhebine mensûb hıristiyanların, en büyük rûhânî (dînî) lideri.

peçe

  • Örtü; kadınların yüzlerine örttükleri örtü.

perdepuş

  • Örten, örtücü. (Farsça)

peyda / peydâ / پيدا

  • Ortada, açıkta. (Farsça)

puşende

  • Örten. Örtücü. (Farsça)

puşide / pûşîde

  • Örtülü, gizli.
  • Örtülü, gizli.

puşide olma / pûşide olma

  • Örtülü, kapalı kalma.

puşideni / puşidenî

  • Örtünecek, giyilecek şey. Örtü. (Farsça)

puşiş

  • Örtecek şey. Örtü. (Farsça)

ramazan

  • Oruç ayı.

rebih

  • Organları sülpük ve sarkık olan iri insan.

ref

  • Ortadan kaldırmak.

ref etme

  • Ortadan kaldırma.

ref etmek

  • Ortadan kaldırmak.

ref ve tard

  • Ortadan kaldırma ve kovma.

ref'

  • Ortadan kaldırma.

ref' etmek

  • Ortadan kaldırmak.

refik

  • Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.

rida / ridâ

  • Örtü, hırka.
  • Örtü.

rida'

  • Örtü, belden yukarıya örtülen örtü.

ruze / rûze / روزه

  • Oruç. (Farsça)
  • Oruç. (Farsça)

ruzedar / ruzedâr

  • Oruçlu. (Farsça)

ruzegüşa

  • Oruç bozan, oruç açan, iftar eden. (Farsça)

ruzehar

  • Oruç yiyen. Oruçsuz. (Farsça)

sahr

  • Örtmek.

sahur / sahûr

  • Oruçta gece yemeği.

saim / sâim / صائم

  • Oruçlu.
  • Oruçlu.
  • Oruçlu. (Arapça)

sarrar

  • Orak kuşu denilen ve yaz sıcaklarında öten bir hayvan.

savm / صوم

  • Oruç.
  • Oruç. Fecrin (tan yerinin) ağarmasının evvelki vaktinden (imsaktan) akşam namazı vakti girinceye kadar, yemeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.
  • Oruç. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.
  • Oruç.
  • Oruç.
  • Oruç. (Arapça)

şayan-ı misal / şâyân-ı misal

  • Örnek göstermeye lâyık.

sebeb-i ref'

  • Ortadan kaldırma sebebi.

sebeb-i zuhur

  • Ortaya çıkış ve görünüş sebebi.

şebeke

  • Örgülenmiş, örgüt.

şeceristan

  • Orman, ağaçlık yer, koruluk. (Farsça)

şehr-i savm

  • Oruç ayı olan mübarek Ramazan.

şehr-i sıyam

  • Oruç ayı, Ramazan.

selb

  • Ortadan kaldırma.

şeraket / şerâket / شراكت

  • Ortaklık. (Arapça)

serasker

  • Ordu komutanı.

şerik / şerîk / شَر۪يكْ

  • Ortak, rakip.
  • Ortak, arkadaş.
  • Ortak.
  • Ortak.

şerik etmek

  • Ortak etmek.

şeriksiz

  • Ortaksız.

sermeşk

  • Örnek, nümune.

setir / سَتِرْ

  • Örtülmüş, kapalı. Mestur.
  • Örtme.

setr / ستر / سَتْرْ

  • Örtme, gizleme.
  • Örtme, gizleme.
  • Örtme, gizleme. (Arapça)
  • Setr etmek: Örtmek, gizlemek, kamufle etmek. (Arapça)
  • Örtme.

setretme

  • Örtbas etme, gizleme.

setretmek

  • Örtmek, gizlemek.
  • Örtüp gizlemek.

settar

  • Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.

sevkülceyş

  • Ordunun sevk ve idaresi.

sindan / sindân / سندان

  • Örs.
  • Örs. (Farsça)

şirket / شركت

  • Ortaklık.
  • Ortaklık, ortak olmak, iki veya daha çok kimsenin bir mala berâber sâhib olmaları. Bir şeyin birden çok kimseye âit olması, başkasına âit olmaması veya ortakların yazı ile yaptıkları akd, sözleşme.
  • Ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu.
  • Ortaklık. (Arapça)

şirket ve kesret

  • Ortaklık ve çokluğa dayalı sistem; bir çok unsurun kurduğu ortaklık, şirket; yani bir işe birçok elin karışması.

sıyam / sıyâm

  • Oruçlar.
  • Oruç.
  • Oruç tutmak. Fecrin ağarmasından (imsaktan) güneş batıncaya kadar, yemeyi, içmeyi ve cimâ'ı terk etmek.

siyam

  • Oruç.

sıyam / sıyâm / صيام

  • Oruç. (Arapça)

skolastik / skolâstik

  • Orta Çağda Hıristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre verilen felsefî fikirler.
  • Ortaçağ Hıristiyanlık eğitimi.

sudur / sudûr

  • Ortaya çıkma.

sudur eden / sudûr eden

  • Ortaya çıkan, meydana gelen.

şüreka / şürekâ / شركا / شُرَكَا

  • Ortaklar.
  • Ortaklar. (Arapça)
  • Ortaklar.

taayyün / تعين

  • Ortaya çıkma, belirme. (Arapça)

taftir

  • Orucunu açmak.

tagtiye

  • Örtme, örtülme.

tams

  • Örtme, söndürme, silme.

tar-ı ankebut / târ-ı ankebut

  • Örümcek ağı.

tard-ı şerik / tard-ı şerîk / طَرْدِ شَر۪يكْ

  • Ortağı, ortaklığı reddetmek.
  • Ortağı reddetme.

tavs

  • Örtmek.

tebarüz ettirmek / tebârüz ettirmek

  • Ortaya çıkartmak.

tebeyyün / تبين

  • Ortaya çıkma, görünme.
  • Ortaya çıkma, anlaşılma. (Arapça)
  • Tebeyyün etmek: Ortaya çıkmak, anlaşılmak. (Arapça)

tedmis

  • Örtmek, gizlemek.

teezzür

  • Örtünme, bürünme. Tesettür.

tefrit

  • Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak.
  • Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)

tefsir / tefsîr

  • Örtülü, kapalı olan şeyi ortaya çıkarmak, açmak, beyân etmek, beşerî kudret dâhilinde, Kur'ân-ı kerîm âyetlerindeki murâd-ı ilâhîyi (Allahü teâlânın murâdını) anlamak. Bu işi yapabilen âlime müfessir denir.

tektim

  • Örtmek.

telafif / telâfîf

  • Örgü gibi iç içe geçmiş ince mânâ katmanları.

tente

  • Örümcek ağı. (Farsça)

teravih / terâvih

  • Oruç namazı.

tertipli

  • Organizeli, sistemli.

teşarük

  • Ortaklık etme. Birbirine ortak olma.
  • Ortaklık, birbirine ortak olma.

tesettür / تستر / تَسَتُّرْ

  • Örtünme.
  • Örtünme. Dînin bildirdiği şekilde örtünme.
  • Örtünme.
  • Örtünme
  • Örtünme. (Arapça)
  • Örtünme.

teşrik / teşrîk / تشریك / تَشْر۪يكْ

  • Ortak etme. İştirak ettirme.
  • Ortak etme.
  • Ortak etme.
  • Ortak etme. (Arapça)
  • Ortak etme.

teşrik etme

  • Ortak etme.

tevriye

  • Örtüp gizlemek.

tezahür / تظاهر / tezâhür

  • Ortaya çıkma.
  • Ortaya çıkma, belirme. (Arapça)
  • Tezâhür etmek: Ortaya çıkmak, belirmek. (Arapça)

tezahür eden / tezâhür eden

  • Ortaya çıkan, görünen.

tip

  • Örnek, nümune.

tutuk

  • Örtü, perde, peçe.

tütuk

  • Örtü, perde. Çadır.

ümsüle

  • Örnek olarak verilen beyit. Misal olarak gösterilen mısra.

unmuzec / unmûzec / انموذج

  • Örnek. (Arapça)

üstümme

  • Orta, vasat.

uzuv

  • Organ.
  • Organ.

uzvi / uzvî / عضوی

  • Organik. (Arapça)

vakıa-i temsiliye

  • Örnek olay.

vakt-i zuhur

  • Ortaya çıkma vakti.

vasat

  • Orta; burada, boğaz ile dudak arası harflerin çıkış yeri olan damak kastedilmiştir.
  • Orta hâlli, normal.

vasat-ül hal / vasat-ül hâl

  • Orta halli, orta halde.

vasat-ül kame

  • Orta boylu.

vasati / vasatî

  • Ortalama.

vasıt / vâsıt

  • Ortada bulunan.

vasıta-i tesettür

  • Örtünme, gizlenme aracı.

vassad

  • Ören, örücü, dokuyan, dokuyucu.

velayet-i vusta / velâyet-i vustâ

  • Orta derecedeki velilik.

veziz

  • Ördek.

vücuda gelmek

  • Ortaya çıkmak, var olmak.

vusta / vustâ / وسطى / وُسْطٰي

  • Orta.
  • Orta.
  • Orta, iç. (Arapça)
  • Orta.

zaman-ı zuhur

  • Ortaya çıkma zamanı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın