REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te OMÜ ifadesini içeren 327 kelime bulundu...

a'mar / a'mâr / اعمار

  • (Tekili: Ömr) Ömürler, yaşayışlar.
  • Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler.
  • Sinler, yaşlar.
  • Ömürler. (Arapça)
  • Yaşlar. (Arapça)

abdullah

  • Allah'ın kulu.
  • Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek ve şerefli isimlerindendir. Çünkü, Allah'a itaat ve ibadette, kulluk yapmada devamlı ve en ileride olup bütün ömürlerinde Cenab-ı Hakka maddi manevi bütün hâlâtında itaatttan ayrılmamıştır (A.S.M.). Hem muhterem ba

abus / abûs / عبوس

  • Somurtan, surat asan.
  • Asık yüzlü, somurtkan.
  • Somurtkan. (Arapça)

adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye

  • Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.

adud

  • Pazı. Kolun omuzdan dirseğe kadar olan kısmı.
  • Mc: Yardımcı. İstinadgâh.

ağleb-i ömür

  • Ortalama ömür, hayat süresi.

ahfiye

  • (Tekili: Hıfâ) Örtüler, perdeler, gizli şeyler.
  • Çiçeğin tomurcuğunu örten kabuk.

ahger

  • Ateş koru. Yanar halde olan kömür. (Farsça)

ahrem

  • Burnu kesik olan. Kesik burunlu.
  • Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlıyan oniki şekilden herbiri.
  • Tıb: Omuz ucu.

akis

  • Yere gömüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu.
  • Üzerine yağ koyup içtikleri taze süt.
  • Sütlü çorba.

akmadde

  • Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.

alas

  • Odun kömürü.

alavere

  • Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
  • Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
  • Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
  • Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.

amid

  • Çok hasta.
  • Aşk hastası.
  • Başlıca nokta.
  • Önder, şef, komutan. Rehber.
  • Haraç alan kimse.

amur

  • (Çoğulu: Âmar) Bekâ mânâsına. Ömür. Her kişinin hayât müddeti.

apolet

  • Askerî üniformaların omuz kısmına takılan ve rütbeyi belirten sembol, işaret.

apulet

  • Askerlerin, sınıf ve rütbelerine göre sırma, ipek veya yünden omuzlarına taktıkları saçak. (Fransızca)

asder

  • Omuz, menkıb.

aseli / aselî

  • Bal gibi sarı renkte olan.
  • Yahudilerin ayırdedilmek için, omuzbaşlarına taktıkları sarı kumaş parçası.
  • Eskiden kullanılan bir kumaş çeşidi.

astronot

  • yun. Feza yolculuğu yapan vasıtaları kullanan kişi. (Amerikada ve batıda astronot; Rusyada ve komünist ülkelerde kozmonot tâbiri kullanılmaktadır.)

atik

  • (Çoğulu: Avâtik) Sırtın üst kısmı. Omuz ile boyun arası.
  • Eski şarap.

azm-i kitf

  • Tıb: Kürek kemiği, omuz kemiği.

barut

  • yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
  • Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.

batıl satış / bâtıl satış

  • Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.

bazoka

  • (Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.

bazu / bâzu

  • Kolun omuz ile dirsek arasında kalan kısmı, pazu. Adud. (Farsça)
  • Mc: Güç, kuvvet ve istidat. (Farsça)

be-duş

  • Omuza, omuzda. (Farsça)

beka-i dünyevi / beka-i dünyevî

  • Dünya hayatında devamlılık. Uzun ömür.

bekà-i dünyevi / bekà-i dünyevî

  • Dünya hayatında devamlılık, uzun ömür.

ber-duş / ber-dûş

  • Omuzda, omuz üzerinde. (Farsça)

berat gecesi

  • Arabi Şâban ayının onbeşinci gecesi. Şâban ayı mübarek şuhur-u selâseden (üç aylardan) olup, onbeşinci gecesi mahlûkatın rızıklarına, ömürlerine, amellerine dâir taraf-ı İlâhîden meleklere tâlimat verildiği hususunda rivâyât-ı sahiha vardır.

betkiş

  • Atılacak okların içine konulup omuza asılan mahfaza. Ok mahfazası, okluk. (Farsça)

bevarid

  • (Tekili: Bârid) Soğutulmuş yemekler.
  • Omuzlarda boyun arasında, gerdanın yanında veya kulaklar arasında ve ensede olan etler.
  • Sakat şeyler.

bitlab

  • Hurma çiçeğinin tomurcuğu. (Farsça)

bücal

  • Ateş koru. (Farsça)
  • Kömür. (Farsça)

bug

  • Elde omuzda, kucakta taşınmak üzere hazırlanmış eşya çıkını. (Farsça)

bujene

  • Tomurcuk. (Farsça)
  • Henüz açılmamış çiçek. (Farsça)

bür'ume / bür'ûme

  • (Çoğulu: Bür'um - Berâim) Açılmamış tomurcuk gonca çiçek.
  • Gül gılafı.

came-i hayat

  • Hayat elbisesi, ömür.

camus

  • Su sığırı. Manda. Kömüş.

can-aver

  • Zihayat, canlı, yaşayan. Hayatdar.
  • Domuz, canavar, hınzır.
  • Zararlı hayvan.

canfersa / cânfersâ / جان فرسا

  • Ömür törpüsü, yürek tüketen. (Farsça)

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

cenaze

  • Henüz gömülmeyen ölü.

cevamis

  • (Tekili: Câmus) Camuslar, mandalar, kömüşler, su sığırları.

cıvata

  • Arkası iri başlı ve ucu somun geçmek üzere yivli vida. Başlıca potrelleri, demir ve tahtaları birbirine bağlamaya yarar.

cümmet

  • Suyun biriktiği yer.
  • Başta toplanan saç.
  • Omuzlara inen saç.

cüz'i-yi müşahhas / cüz'î-yi müşahhas

  • Somut bir fert, birey.

dad / dâd

  • Adâlet. Hak, doğruluk. (Farsça)
  • İnsaf. (Farsça)
  • Vergi, ihsan, atiyye. (Farsça)
  • Ömür. (Farsça)
  • Sızlanma. (Farsça)

dahir

  • (Çoğulu: Dehâyir) Toplanılmış veya gömülmüş mal.

dahk

  • Tere yağı.
  • Bal.
  • Kar.
  • Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu.

dakika-i ömr

  • Ömür dakikası.

defain / defâin / دفائن

  • Gömüler, defineler. (Arapça)

defin

  • (Defn. den) Medfun, defnedilmiş, toprağa konulmuş, gömülmüş, gömülü.

define / defîne / دفينه

  • Yere gömülmüş kıymetli eşya.
  • Gömü. (Arapça)

defn

  • Gömmek, gömülmek. Cenazenin mezara gömülmesi.

defn-i emvat

  • Ölülerin gömülmesi.

defn-i meyyit

  • Ölünün gömülmesi.

defnedilen

  • Gömülen.

defnolma

  • Gömülme.

dendene

  • Mırıltı, homurdanma. Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz. (Farsça)

desi'

  • İki omuz arasında boyun battığı yer.

desse

  • Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan.

düfn

  • Gömülmüş kuyu.

duş / dûş / دوش

  • Omuz.
  • Omuz.
  • Omuz. Ketif. (Farsça)
  • Dün gece. (Farsça)
  • Âlem-i menâm, rüya âlemi. (Farsça)
  • Mütesadif ve mütelâki olan. (Farsça)
  • Omuz. (Farsça)

duş-u himmet / dûş-u himmet

  • Himmet omuzu, güçlü himmet.

ebu zür'a

  • Domuz, hınzır.

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.

ecel-i fıtri / ecel-i fıtrî

  • Her mahlukun yaradılışı itibariyle Cenab-ı Allah (C.C.) tarafından tayin olunan vasati ömrü.
  • Biyolojik ömür.

edvar-ı ömr-ü alem / edvâr-ı ömr-ü âlem

  • Dünyanın ömür devirleri.

efekk

  • Zayıflıktan dolayı omuzu mafsaldan ayrılmış olan kimse.

eflec

  • (Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
  • Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
  • Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.

ekmam

  • (Tekili: Kimm) Tomurcuklar. Ağaç çiçeklerinin kapçıkları.

ektaf / ektâf / اكتاف

  • (Tekili: Ketif) Omuzlar. Omuz kemikleri, kürek kemikleri.
  • Omuzlar. (Arapça)
  • Kürek kemikleri. (Arapça)

emedd-i a'mar / emedd-i a'mâr

  • Ömürlerin en uzun olanı.

emperyalist

  • Sömürgeci.

enfas-ı ma'dude

  • Sayılı nefesler. İnsan hayatı. Miktarı muayyen olan ömür dakikaları.

engişt

  • Kömür. (Farsça)

enkeb

  • Omuzunda yük olduğu için eğilip yürüyen.
  • Yanında oku ve yayı olmayan kişi.

eşbu / eşbû

  • Odunluk, kömürlük. Kömür ve odun konulacak yer. (Farsça)

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

esir devri

  • Feodalizm, sömürgecilik dönemi.

fahham

  • Kömürcü.

fahm

  • Kömür, karbon.
  • Kömür.
  • Kömür. Karbon.
  • Susmuş. Nefesi kesilmiş.

fahm-i hayvani / fahm-i hayvanî

  • Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.

fahm-i ma'deni / fahm-i ma'denî

  • Mâden kömürü.

fahm-i nebati / fahm-i nebatî

  • Bitkisel kömür.

fahmi / fahmî

  • (Fahmiyye) Kömürümsü, kömürle alâkalı.

fahmiyyet

  • Karbonat. Kömürleşmiş olan şey.

fakare

  • (Çoğulu: Fikar) Omurga kemiği.

farize-i ömür / farîze-i ömür

  • Ömür borcu.

fehim / fehîm

  • Kömür.

fehme

  • (Çoğulu: Fuhem-Fuhum) Kömür.
  • Karanlık.

fermandih / فرمان ده

  • Komutan. (Farsça)

fermanferma / fermânfermâ / فرمان فرما

  • Padişah. (Farsça)
  • Komutan. (Farsça)
  • Buyrukçu, buyruk veren. (Farsça)

fıkarat / fıkarât / فقرات

  • (Tekili: Fıkra) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler.
  • Fasıllar, bölümler, kısımlar.
  • Cümleler, parağraflar.
  • Omurga kemiklerindeki boğumlar.
  • Fıkralar. (Arapça)
  • Bölümler. (Arapça)
  • Omurlar. (Arapça)

fıkarat-ı kataniye / fıkarât-ı kataniye

  • Tıb: Bel omurları.

fıkarat-ı rakabiye / fıkarât-ı rakabiye

  • Tıb: Boyun omurları.

fıkra / فقره

  • Yazıda bir bahis.
  • Parağraf.
  • Kanun maddelerinden her bir kısım.
  • Kısa haber.
  • Küçük hikâye.
  • Omurga kemiklerinin her biri.
  • Bend.
  • Kıssa.
  • Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.
  • Fıkra. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)
  • Omur. (Arapça)

fosil

  • Eski jeolojik devirlerde toprağa gömülerek kalmış bitki, hayvan; bunların parçaları veya izleri. (Fransızca)

gamus

  • Manda, kömüş. (Farsça)

garib

  • (A, uzun okunur) Batan. Gurub eden.
  • İki omuz arası.
  • Devenin hörgücüyle boynu arası.

garran

  • Kükreyen, haykıran. Homurdanan. (Farsça)

gayr-ı muhassal

  • Sonuçlanmamış, somutlaşmamış, elde edilmemiş.

gazz

  • (Gadd) Utancından dolayı önüne bakmak.
  • Bir şeyin miktarını eksiltmek.
  • Hurmanın tomurcuğu.
  • Zerafet sâhibi.
  • Yeni buzağı.

genc

  • Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz. (Farsça)

girde

  • Yuvarlak, değirmi. (Farsça)
  • Evvelce yahudilerin, müslümanlardan ayırd edilebilmeleri için, omuzlarına diktikleri sarı renkte bir parça. (Farsça)
  • Açılmış yufka. (Farsça)
  • Yuvarlak yastık. (Farsça)
  • Gr: Bütün, hepsi, tamamı. (Farsça)

gisu / gîsu

  • Uzun saç, omuza dökülen saç. (Farsça)

gonca / غنجه

  • Açmamış tomurcuk, gonca. (Farsça)

gonce

  • Tomurcuk.
  • Gonca. Tomurcuk. Çiçeğin açılmamış durumu. (Farsça)

güraz

  • Azgın erkek domuz. (Farsça)

gurran

  • Haykıran, gürleyen, homurdayan. (Farsça)

hakikat-i ömr

  • Gerçek ömür.

hamele-i kur'an / hamele-i kur'ân

  • Kur'ân davasını omuzlayan, onu sonraki nesillere ulaştıran.

hanazir / hanazîr / hanâzir / خنازیر

  • (Tekili: Hınzır) Hınzırlar, domuzlar.
  • Domuzlar. (Arapça)

hane ber-duş

  • Evi omuzunda. Avare. Serseri.

haricen

  • Somut ve maddî olarak.

harik

  • Omuz küreklerinin arası.

hayat-ı alil

  • Hasta ömür, hastalıklı hayat.

haykan

  • Büyük ve kalın olan.
  • Kısa boylu bir kimsenin yürümesi.
  • Omuzunu oynatmak.

hazain-i medfune

  • Gömülü hazineler.

hem-duş

  • Omuz omuza gelen, eşit olan, müsavi olan. (Farsça)

henazir / henazîr / henâzir / خنازیر

  • Hınzırlar, domuzlar.
  • Domuzlar. (Arapça)

hidayet serdarı / hidâyet serdarı

  • İman ve Kur'ân hakikatlerini açıklayarak doğru ve hak yolu gösteren komutan.

hınzır

  • (Çoğulu: Hanâzır) Domuz. (Beğenilmeyen birisine hakaret için mecazen söylenir.)
  • Pis ve katı kalbli kimse.
  • Domuz.
  • Domuz
  • Pis ve katı yürekli kimse.
  • Domuz.

hınzir / hınzîr / خنزیر

  • Domuz. (Arapça)

hınzire / hınzîre

  • (Çoğulu: Hınzırât) Hileci ve fitnekâr kadın.
  • Dişi domuz.

huk / hûk / خوک

  • Domuz, hınzır. (Farsça)
  • Domuz. (Farsça)

huk-ban

  • Domuz çobanı. (Farsça)

hükm-hüküm

  • Yargı, emir, komuta.

hulb

  • Domuz kılı. Kalın kıl. Yele kılı.
  • Kıldan yapılmış kalem, kıl fırça.

humeme

  • (Çoğulu: Humem) Kömür.
  • Kara kül.
  • Her ateşte yanan nesne.

i'nac

  • Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.

ıbt

  • (Ibıt) Koltuk. Omuzun alt ve iç tarafı.

ıdtıba'

  • Hacıların ihramlarını sağ koltukları altından çıkarıp sol omuzlarına örtmeleri.

ikbar-ı meyyit

  • Ölünün kabre konulması. Mevtanın gömülmesi.

ikmam

  • Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi.
  • Elbiseye yen yapmak.

imaret / imâret

  • Bayındırlık; bir yerin ömür sürülür, yaşanır hâle getirimesi.

imaret-i arz

  • Yeryüzünün imar edilmesi, ömür sürülür, yaşanır hâle getirilmesi.

işaret-i hissiye

  • Somut işaret; hislere, duygulara hitap eden işaret.

isti'mar

  • Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek.
  • Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek.

istiğrak / istiğrâk / استغراق

  • Dalma, gömülme. (Arapça)
  • Boğulma. (Arapça)
  • Kendinden geçme. (Arapça)

iştiraki / iştirakî

  • Ortaklığa ait, ortaklıkla alâkalı.
  • Komünist.

iştirakiyye / iştirâkiyye / اشتراكيه

  • Komünistlerin bir nazariyesi olan sosyalistlik.
  • Komünizm. (Arapça)

iştirakiyyun

  • Komünist sosyalistler.

istismar

  • Menfaatine âlet etmek. İşletmek.
  • Kıymetlendirmek. Sömürmek.
  • Sömürü, sömürme.

ıtf

  • Omuzbaşı.

iztiba / iztibâ

  • Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.

jandarma umum kumandanı

  • Jandarma Genel Komutanı.

jügal

  • Kömür. Maden kömürü. (Farsça)

kaba necaset / kaba necâset

  • İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük

kabir

  • Mezar, ölünün gömüldüğü yer.

kabr

  • (Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer.
  • Ölen insanın defnedilmesi, gömülmesi için kazılan yer, mezar.

kabr ziyareti / kabr ziyâreti

  • Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.

kabristan / kabristân

  • Mezarlık, ölülerin gömüldüğü yer.

kaburga

  • Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
  • Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.

kaib

  • (Çoğulu: Kevâib) Tomurcuk memeli kız.

kaid / kâid / قائد

  • Komutan. (Arapça)

kaidan

  • (Tekili: Kaid) Kumandanlar, komutanlar, seraskerler.

kamet-i ömr

  • Ömür boyu. Bütün hayat müddetince.

kaptan-ı derya

  • Vaktiyle bahriye nâzırı. Deniz kuvvetleri komutanı.

karbon

  • Lât. Basit olup kömürleşmiş hâlde bulunan bir temel unsur. Kömür. Billurlaşmış halde kömürleşmiş cisim.
  • Bir element, kömür.

kasavet-i mücesseme

  • Tecessüm etmiş kasavet; cisim gibi somut hâle gelmiş kalp katılığı.

kayd-ı hayat

  • Ömür boyunca, yaşadığı müddetçe.

kayd-ı ömr-ü tabii / kayd-ı ömr-ü tabiî

  • Doğal ömür sınırı.

kefiye

  • Başa sarılan ve omuzların üzerine kadar gelen, uçları püsküllü ince ipek örtülü kumaş.

ketd

  • Bir yıldız adı.
  • Omuzlar ile sırt arası.

ketf

  • Omuz. Omuz kemiği.
  • Parça parça kesmek ve bağlamak.
  • Omuz.
  • Omuz.

ketif / كتف

  • (Kitf-Ketef) (Çoğulu: Ektâf) Omuz.
  • Kürek kemiği, omuz küreği.
  • Omuz. (Arapça)
  • Kürek kemiği. (Arapça)

kimam

  • (Tekili: Kimm) Tomurcuklar.
  • Hayvan ağızlığı. Boyunduruk.

kiramen katibin / kirâmen kâtibîn

  • İnsanların iki omuzunda bulunup, onların sevâb ve günâhlarını yazan iki melek. Hafaza melekleridir diyen âlimler de olmuştur.

kitfeyn

  • İki omuz küreği.

kızıl kafirler / kızıl kâfirler

  • Allah'a ve Allah'ın kesin olarak bildirdiği herhangi bir şeye inanmayan komünist kimseler, komünistler.

kızıl tehlike

  • Komünizm.
  • Dinsizlik, anarşistlik ve komünistlik tehlikesi.

komünist

  • Komünizm akımını benimseyen kişi.

komünist komitesi

  • Komünizmi yaymak için oluşturulan gizli birlik.

komünizm

  • Komünizm (Latince kökenli communis - ortak, evrensel); üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir. (Fransızca)

kor

  • t. Her tarafı iyice yanıp içine kadar ateş hâline gelmiş kömür veya odun parçası.
  • Askeriyede kolordu.

kulunç

  • Özellikle omuzlarda olan şiddetli ağrı.
  • Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.

kumandan

  • Komutan.
  • Komutan.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kuvvad

  • Kumandanlar, seraskerler, komutanlar.

lokman hakim / lokman hakîm

  • Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et

madamülhayat / mâdâmülhayat / مادامالحيات

  • Ömür boyu. (Arapça)

mahrukàt / mahrûkàt

  • Odun kömür gibi yakılacak şeyler.

maişet

  • (Ayş. dan) Yaşayış. Yaşama. Ömür.
  • Yaşamaya lüzumlu bulunan maddeler.

makbur

  • (Kabr. den) Gömülmüş, defnedilmiş, kabre konulmuş.

manda

  • Kendini idare edemeyen bir memleket ahalisini başka bir yabancı devletin idare etmesi. (Fransızca)
  • t. Camız denen hayvan. Kömüş. (Fransızca)
  • Sömürge, camız.

matmur

  • Gömülmüş, defnedilmiş. Toprak altına konulmuş.

matneb

  • (Çoğulu: Metânib) Omuz.
  • Omuzla boyun arası.

medafin

  • (Tekili: Medfen) Mezarlar, kabirler. Gömülecek, defnolunulacak yerler.

medfen

  • Mezar. Defnedilen, gömülen yer.

medfun / medfûn / مدفون

  • Defnedilmiş. Gömülmüş.
  • Gömülmüş, defnedilmiş.
  • Gömülü, defnedilmiş. (Arapça)
  • Medfûn edilmek: Gömülmek. (Arapça)

medfun olan

  • Defnedilmiş, gömülmüş olan.

medsus

  • Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
  • İçine desise karışmış şey.

mefhum

  • Kömürleşmiş olan.

mefkur

  • (Çoğulu: Mefâkir) Omurga kemikleri kırılmış olan hayvan veya insan.

mejdek

  • Mîlâdî dördüncü asırda İran'da komünizmi ilk kuran şahıs.

meknuz

  • Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.

menakib

  • (Tekili: Menkeb) Yollar.
  • Omuzlar.

menkib

  • (Çoğulu: Menâkib) Omuzbaşı. Omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer.

menun

  • (Menn. den) Kesmek.
  • Vakit, zaman, ömür ve sâireyi kesen mânâsınadır.

meşhed

  • Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer.
  • İran'da bir şehrin adı.
  • Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.

mesnun

  • Sünnet olan. Sünnet olmuş olan.
  • Âdet edilen şey.
  • Bilenmiş bıçak.
  • Üzerinden ömürler geçmiş olan.
  • Şekillendirilmiş.
  • Kalıba dökülmüş.
  • Kokusu değişmiş.

mev'ude

  • Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.

mezar / mezâr

  • Ziyaret yeri. Ziyaretgâh.
  • Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.
  • Kabir, ölünün gömüldüğü yer.

miralay

  • Alay komutanı, albay.

misal-i mücessem / misâl-i mücessem

  • Somut örnek.

misal-i müşahhas / misâl-i müşahhas

  • Somut örnek, şahıs gibi somut hâle gelmiş misâl.

muammer / مُعَمَّرْ

  • Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.
  • Uzun ömürlü.
  • Uzun ömürlü.
  • Uzun ömürlü, çok yaşayan.

muammerin / muammerîn

  • (Tekili: Muammer) (Ömr. den) Muammerler. Uzun ömürlü kimseler.

müddet-i ömür

  • Ömür süresi.

müebbed

  • Ebedî, sonsuz, ömür boyu.

müebbeden / مؤبدا

  • Ömür boyu. (Arapça)

mufahham

  • (Fahm. dan) Kömürleşmiş, kömür halini almış.

müfehham

  • Kömürleşmiş. Kömür halini almış.

mühr-ü nübüvvet

  • Peygamberlik mühürü. Peygamberimiz Hz. Muhammedin (A.S.M.) iki omuzu arasındaki (sırtındaki) peygamberlik işareti.

mühre

  • Cilâ için kullanılan küçük yuvarlak cisim. Deniz böceği kabuğu. (Farsça)
  • Her nevi yuvarlak cisim. (Farsça)
  • Billurdan yapılı küçük kap. (Farsça)
  • Çekiç. (Farsça)
  • Cam boncuk. (Farsça)
  • Omurga kemiği. (Farsça)

mukmehun

  • Elleri boyunlarına bağlı veya boyunlarından zincir takılı olarak azab çekenler.
  • Başı yukarı kalkmış, gözleri bir yere dikilmiş ve etrafa bakamayan somurtmuş kimseler.

murdar / murdâr

  • Kendiliğinden ölmüş veya kasten besmelesiz kesilmiş olan hayvan, leş ve domuz eti gibi kendileri kat'î yâni kesin ve açık delîl ile haram olan şey.

müşahhas / مشخص / مُشَخَّصْ

  • Somut, maddî varlığa sahip.
  • Şahıslanmış, somut.
  • Somut. (Arapça)
  • Şahıslaştırılmış, somut.

müşaş

  • Omuz başı.
  • Yumuşak kemik başları. (Çiğnenmesi mümkündür).
  • Yumuşak yer.

müsta'mer

  • Muhacir yerleştirilerek imar edilen yer.
  • Müstemleke, sömürge.

müsta'merat / müsta'merât

  • (Tekili: Müstâ'mere) (Umrân. dan) Sömürgeler, müstemlekeler.

müsta'mere / مستعمره

  • Sömürge. (Arapça)

müsta'mir

  • İsti'mar eden, bir yere muhacir yerleştirerek orasını mâmur hâle getiren.
  • Müstemlekeci. Sömürgeci.

müstemlekat / müstemlekât

  • Sömürgeler.
  • Sömürgeler.

müstemlekat nazırı / müstemlekât nâzırı

  • Sömürgelerden sorumlu bakan.

müstemleke / مستملكه / مُسْتَمْلَكَه

  • Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket, yer, sömürge.
  • Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.
  • Sömürge.
  • Sömürge, koloni. (Arapça)
  • Sömürge.

müstemlekeci

  • Sömürgeci.

müstemlekecilik

  • Sömürgecilik.

müteadid

  • Birbirine kuvvet veren, omuz omuza veren.

mütedeffin

  • (Defn. den) Gömülen, defnedilen.

mütemelli

  • Uzun ömürlü ve rahat yaşıyan.

müzmer

  • Omuz, boğaz ve bunların etrafı.

muztabi'

  • Ridâsını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna atan kişi.

nakd-i ömr

  • Ömür sermayesi, hayat sermayesi.

nakd-i ömür / نَقْدِ عُمُرْ

  • Ömür sermâyesi.
  • Ömür sermâyesi.

nassiye

  • (yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d

nebş

  • Gömülü bir şeyi yerden çıkarma.
  • Bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla meydana çıkarma.

nekeb

  • Hastanın iyileşmesi.
  • Devenin omuzlarında olan bir hastalık.

nevr

  • (Çoğulu: Envâr) Parlaklık.
  • Ağaç çiçeği. Tomurcuk.

nigal / nigâl

  • Ateşli kömür parçası. (Farsça)

nikal / nikâl

  • Ateşli kömür parçası. (Farsça)

ömr / عمر

  • Ömür, yaşama.
  • Ömür. (Arapça)

ömr-i baki / ömr-i bâkî

  • Bâkî, devamlı ve kalıcı ömür.

ömr-ü baki / ömr-ü bâki

  • Devamlı, kalıcı ömür.

ömr-ü bakiye / ömr-ü bâkiye

  • Devamlı ve kalıcı ömür.

ömr-ü ebedi / ömr-ü ebedî

  • Sonsuz ömür; sonsuza kadar devam etme, yaşama.

ömr-ü ebediye / ömr-ü ebedîye

  • Sonsuz ömür, sonsuza kadar devam eden hayat.

ömr-ü fıtri / ömr-ü fıtrî

  • Allah tarafından belirlenmiş ömür süresi.

ömr-ü galibi / ömr-ü galibî

  • Çoğunlukla yaşanılan ömür süresi.

ömr-ü güzeşte

  • Geçmiş ömür. Geçmiş hayat.

ömr-ü hazin

  • Hazin ömür. Hüzünlü hayat.

ömr-ü makbul

  • Makbul, değerli ömür.

ömr-ü manevi / ömr-ü mânevî

  • Mânevî ömür.

ömr-ü mübarek

  • Bereketli, hayırlı ömür.

ömr-ü mukadder

  • Biçilmiş, belirlenmiş ömür.

ömr-ü nazenin / ömr-ü nazenîn

  • Lâtif ömür, nazik hayat.

ömr-ü saadet

  • Mutlulukla geçen ömür, Peygamberimizin altmış üç yıl olan saadetli ömrü.

ömr-ü sani / ömr-ü sâni

  • İkinci ömür; ahiret hayatı.

ömr-ü tavil

  • Uzun ömür.

ömr-ü vasati / ömr-ü vasatî

  • Ortalama ömür süresi.

ömr-ü zail / ömr-ü zâil / عُمْرٌ زَائِلْ

  • Geçici ömür.
  • Geçici ömür, fani hayat.
  • Bitmeye mahkum ömür.

rahyan

  • Kaburganın omuz kemiği ile bitişmesi.

rekiz

  • (Rekz. den) Sağlam.
  • Gizli, gömülü define.

reml

  • Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.

rikaz

  • Yer altında bulunan madenler.
  • Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.

ruz-efzun

  • Uzun ömürlü. (Farsça)

sayd

  • Av hayvanı yâni eti yenen hayvanların etleri için, eti yenmeyenlerin ise (domuz hâriç) deri ve diş gibi yerlerinden faydalanmak veya zararlarından emin olmak için avlanan hayvan.

şecaat-ı mücessem

  • Somut hâle gelmiş cesurluk, yiğitlik.

şecere-i ömür / شَجَرَۀِ عُمُرْ

  • Ömür ağacı.

sempati

  • Cana yakınlık, sıcak kanlılık. (Fransızca)
  • Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi. (Fransızca)

ser-i serdar / سَرِ سَرْدَارْ

  • Baş komutan.

serasker / سرعسكر / سَرْ عَسْكَرْ

  • Ordu kumandanı. Komutan. (Farsça)
  • Harbiye nâzırı, milli savunma bakanı. (Farsça)
  • Ordu komutanı.
  • Komutan.
  • Başkomutan. (Farsça - Arapça)
  • Savunma bakanı, harbiye nazırı. (Farsça - Arapça)
  • Baş komutan.

seraskeri / seraskerî / سرعسكری

  • Başkomutanlık. (Farsça - Arapça)
  • Savunma bakanlığı, harbiye nazırlığı. (Farsça - Arapça)

serdar / serdâr / سردار

  • Komutan.
  • Önder. (Farsça)
  • Komutan, başkomutan. (Farsça)

serdaran / serdarân

  • (Tekili: Serdâr) Kumandanlar, serdarlar, komutanlar. (Farsça)

sermaye

  • Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. (Farsça)
  • Kazanılmış ilim. (Farsça)
  • Hayat. Ömür. (Farsça)

sermaye-i ömür

  • Ömür sermayesi.

seyb

  • (Çoğulu: Süyub) Su akmak.
  • Bahşiş, hediye, atâ.
  • Medfun mal, gömülü mal.

sipeh-büd

  • Başbuğ, başkomutan, başkumandan. (Farsça)

sipehsalar / sipehsâlâr / سپه سالار

  • Başkomutan. (Farsça)

sisa'

  • (Çoğulu: Seyâsi) Davar arkası.
  • Omuz başı.

sosyal adalet / sosyal adâlet

  • Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi.

şükuf

  • Çiçek. Zühre. Tomurcuk. (Farsça)

şükuf-misal

  • Gonca gibi, tomurcuk gibi.

şükufe / şükûfe

  • Tomurcuk.

şükufmisal / şükûfmisâl

  • Tomurcuk gibi.

sulb

  • Sert, katı. Taş gibi olan.
  • Omurga kemiği.
  • Sülâle, zürriyet.

sümud

  • Taganni eylemek.
  • Eğlenmek.
  • Kibirlenip somurtmak.
  • Kafa tutmak.
  • Sersem olmak.

sumut

  • Susma, sükut.
  • Somurtma.

taabbüs

  • (Çoğulu: Taabbüsât) Yüz ekşitme, somurtma, surat asma.

tahtırevan

  • Deve, fil, at vb. hayvanlara yüklenerek veya omuzlarda taşınan üstü örtülü taşıma aracı.

tal'

  • Tomurcuk.
  • Miktar. Kadar.
  • Çiçeklerin üremelerine sebep olan sarı tozları.

tayalis

  • (Tekili: Taylasân) Başa ve boyna sarılan şallar.
  • Başa sarılan sarıkların omuzlar üzerine salıverilen uçları.

taylasan

  • (Çoğulu: Tayâlis-Tayâlise) Başa ve boyna sarılan şal.
  • Başa sarılan sarığın omuzlar üzerine salıverilen ucu.

teammuk

  • Batmak, gömülmek.

tebessül

  • Somurtma, surat asma. Yüzünü ekşitme.

tecessüm-ü maani / tecessüm-ü maânî

  • Mânâların cisimleşmesi, somutlaşması.

tedbir-i mücessem

  • Somut hâle gelmiş tedbir ve idare.

tedeffün

  • (Defn. den) Gömülme, defnolunma.

tedfin / tedfîn / تدفين

  • Gömme. (Arapça)
  • Tedfîn edilmek: Gömülmek. (Arapça)
  • Tedfîn etmek: Gömmek. (Arapça)

tefahhum

  • Kömürleşme. Kömür hâline gelme.

tefhim

  • Kömürleştirme.

tekmim

  • Ağaç çiçek verecek vaktinde gılafıyla tomurcuğunu çıkarıp izhâr etmek.

telkin

  • (Çoğulu: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce.
  • Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak.
  • Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz. (Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (L

teneddüs

  • Toprağa gömülmek.

terbi' / terbî'

  • Dörtleme, yâni cenâzenin omuz üzerinde tabutun tahta kolundan el ile tutarak dört kişinin taşıması.
  • Mezârı düz yapmak.

tezekkür-i mevt

  • Ölümü hatırlamak. İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi.

timsal-i müşahhas

  • Maddi yapı ve şahsiyet kazanmış nümune, somut örnek.

tul

  • Boy.
  • Uzunluk.
  • Ömür ve hayat.
  • Uzamak.
  • Zaman çokluğu.
  • Çokluk, bolluk.

tul-u ömür

  • Ömrün uzunluğu. Uzun ömür.

tul-ü ömür / tûl-ü ömür / طُولُ عُمُرْ

  • Uzun ömür.

tūl-ü ömür / طُولُ عُمُرْ

  • Uzun ömür.

ubuset

  • Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık.

ucre

  • (Çoğulu: Ucer) Ağaç boğumu.
  • Düğme.
  • Bedenin tomur kabaran yeri.
  • Ayıp.

ümera-yı askeriye / ümerâ-yı askeriye

  • Askerî âmirler, komutanlar.

vakud

  • Odun, kömür gibi yakılacak şeyler.

vêd

  • Kız evladı diri diri toprağa gömüp öldürme âdeti.

vükela / vükelâ

  • Askerî âmirler, komutanlar; bakanlar.

yaver / yâver

  • Komutanların yanında bulunan ve onların emirlerini yazmakla ve gerektiğinde yerine ulaştırmakla görevli subay.

yehmum

  • Kömür gibi simsiyah olan şey.
  • Zifir ve kara duman.
  • Cehennem ahalisini ihata eden perde.

zahm

  • Galebe etmek.
  • Omuz vurmak.
  • Sıkıştırmak.
  • Tazyik.

zaman-ı hayat

  • Ömür süresi.

zat-ı müşahhas / zât-ı müşahhas

  • Somut ve gerçek varlığa sahip birisi.

zırr

  • Gömlek ve kaftan düğmesi.
  • Tomurcuk.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın