REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Niye ifadesini içeren 464 kelime bulundu...

a'rab

  • Vatanı çöl olan ve medeniyetten uzak yaşayan Arap.

abdal

  • Evliyadan fazla nuraniyet kazanmış ve bir anda birkaç yerde görünebilen zâtlar.

abidat-ı islamiye / abidat-ı islâmiye

  • İslâm medeniyeti anıtları.

acan

  • Polis: Emniyet mensubu (Farsça)

adem-i emniyet

  • Emniyetsizlik. Güvensizlik.

adem-i niyet

  • Bir işi belli bir niyet olmaksızın yapma.

adl

  • Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
  • Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
  • Meyletmek.

afaret

  • İfritçe, şeytanî, kötü niyet.

afir

  • Çok kötü niyetli.

afv-i anil ceraha

  • Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.

agniye

  • (Bak: Ugniye)

ağraz / ağrâz

  • Garazlar, kötü niyetler.

ağraz-ı dünyeviyye

  • Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.

ağraz-ı faside / ağrâz-ı fâside

  • Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.

ağraz-ı şahsiyye

  • Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.

ahd u eman / ahd u emân

  • And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.

ahmed-i faruki / ahmed-i fârukî

  • (Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfı

akika / akîka

  • Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana "Nesike" de denir.
  • Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
  • Yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban.

alem-i medeniyet / âlem-i medeniyet

  • Medeniyet âlemi, dünyası.

aler-re'si-vel-ayn

  • Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)

aleyhim, aleyhima

  • Aleyh edatının cemi ve tesniye şekilleri.

aman

  • (Emân) Emniyet. İmdat. Yardım dileği. Afv, ricâ, niyâz.
  • Sabırsızlıkla hiddet ve infiâl ifâdesi.
  • Tenbih, sakındırma.

amd

  • Niyet, kasıt, istek, arzu.
  • Direk koymak.
  • Niyet, arzu, istek.

amden

  • Niyet ederek ve isteyerek.

amin / âmin

  • (Emn. den) Gönlü müsterih, kalbinde korku bulunmayan.
  • Emniyet ver.

aminen

  • Emniyet ve huzur içinde, selâmetle, emin olarak. Sağlam olarak.

an-kasdin

  • Kasd ve niyet üzere, mahsûsen.
  • Kasd ve niyet üzere, mahsusen.

anasır-ı garaz / anâsır-ı garaz

  • Hınç ve düşmanca niyeti meydana getiren unsurlar, kin sebepleri.

ani

  • (Çoğulu: Anat-Unât) Mütevazi, alçak gönüllü.
  • Köle
  • Meşgul.
  • Iztırab çeken. Muztarib.
  • İşçi.
  • Müfettiş.
  • Tahsildar. (Müennesi: Aniye)

ankara emniyet-i umumi müdürü / ankara emniyet-i umumî müdürü

  • Ankara Emniyet Genel Müdürü.

ankara emniyet-i umumisi / ankara emniyet-i umumîsi

  • Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü.

ankara emniyet-i umumiye müdürü

  • Ankara Emniyet Genel Müdürü.

arzu-yu medeniyet

  • Medeniyeti aruzu etme.

asar-ı medeniyet / âsâr-ı medeniyet

  • Medeniyetin meydana getirdiği eserler.

asayiş / asâyiş / اَسَايِشْ / âsâyiş / اٰسَايِشْ

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)
  • Emniyet.
  • Emniyet.

aşirat / âşirât

  • Dakikanın sâniye, sâlise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimleri.

aşire / âşire

  • Saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi.

aşire-i dakika / âşire-i dakika

  • Saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi.

avrupa fünunu ve medeniyeti

  • Avrupa fenleri ve medeniyeti.

avrupa medeniyet-i habise kısmı

  • Avrupa medeniyetinin çirkin, pis kısmı.

avrupa medeniyet-i sefihanesi

  • Helâl olmayan zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan Avrupanın medeniyeti.

azam

  • (Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
  • Öfke, hiddet.
  • Kıskançlık.

azim / âzim

  • Bir yere gitmeğe karar veren. Bir iş hakkında kat'i karar ve niyet sahibi.

azm / عزم

  • (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât.
  • Azim, kesin karar, kuvvetli niyet.
  • Azim. (Arapça)
  • Niyet. (Arapça)

azm etmek

  • Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme.

bad-sene

  • Kibirli, mağrur. Büyüklük taslıyan. (Farsça)
  • Kötü niyetli. (Farsça)

barbakan

  • Emniyetle ateş etmek için sur duvarlarında açılan dar mazgal deliği. Kale kapılarının savunması için yapılan tahkimat. (Fransızca)

barbarlık

  • Medeniyetsizlik, vahşilik.

batın-ı umur / bâtın-ı umûr

  • İşlerin, hâdiselerin ve eşyanın içyüzü ve mahiyeti. Yani: Beş duygu ile bilinemiyen melekûtiyet ve kanuniyet cihetleri.

bed-mihr

  • İyilik etmiyen, insâniyetsiz. (Farsça)

bedeviyet

  • Bedevilik, medeniyetten uzaklık.

bedhah / bedhâh / بدخواه

  • Birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli. (Farsça)

behet

  • Sütlaç. Süt lapası. (Farsça)
  • Pirinç unu ile pişirilen ve Me'muniye adı verilen helva. (Farsça)

bencillik

  • Kendini beğenmek, kendini büyük görmek, enâniyet.

bi-emani / bî-emanî

  • Emin olmamak. Emniyetsizlik.

bina'

  • (Çoğulu: Ebniye) Yapı, ev. Yapma, kurma.
  • Gr: Müteaddi, lâzım, meçhul, mütavaat gibi fiillerin esasını mevzu yapan kitab.

binniyet / بِالنِّيَتْ

  • Kastederek. Niyetle.
  • Niyet ederek.
  • Niyetle.
  • Niyetle.

binniyye / بِالنِّيَه

  • Niyetle.
  • Niyetle.

bittasavvur

  • Tasavvur ile, niyet ederek, düşünerek.

borç

  • Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d

candar

  • Diri, canlı, zihayat, ziruh. (Farsça)
  • Silâhlı kimse. (Farsça)
  • Muhafız, koruyucu, emniyet memuru. (Farsça)
  • Yol yiyeceği, azık. (Farsça)

celd

  • Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır.
  • Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.

cem'

  • (Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
  • Az olarak cemaat için isim olur.
  • Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
  • Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

cengiz

  • (Temuçin) Moğol Devleti'nin hükümdarlığını yapmıştır. İslâmî medeniyetleri ve kıymetleri tahribeden zâlim ve müstebid bir hükümdar olarak tarihe geçen bir kimsedir. Milâdi 1229'da ölmüştür. Asrının deccalıdır.

cennet-i terakki ve medeniyet

  • Medeniyet ve yükselme cenneti.

çera

  • Niçin, niye böyle? (Farsça)
  • Mer'a. Otlak. (Farsça)

cerbeze

  • Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
  • Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku

cezm / جزم

  • (Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak.
  • Kesmek.
  • Niyet. Tahmin. Takdir.
  • İlzam.
  • İcâbe.
  • Gr: Arabçada kelime sonundaki harfi sâkin okumak. Kur'ân-ı Kerim okurken harfleri yerlerine vaz'edip mahrecinden çıkarırken tâne tâne, fesahat, beyan ve teenni ve
  • Kesin karar, niyet.
  • Kesme, katı.
  • Kesin karar. (Arapça)
  • Cezm etmek: Kesin karar vermek, kesin olarak niyetlenmek. (Arapça)

cezmi / cezmî

  • Kat'î niyet ve karara ait. Cezm.

cihad

  • (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l

cismani / cismanî

  • (Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
  • Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.

cud

  • Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.

dahil / dahîl

  • Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir.
  • Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi. Dâhil ve içerde. Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi.
  • Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan.
  • Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçe

dakika

  • (Çoğulu: Dakaik) Zaman mikyası olarak bir saatin bölündüğü altmış parçadan beheri. Altmış saniyelik zaman.
  • İnce fikir, mülâhaza, nükte.
  • Daire dereceleriyle başka ölçülerde her derecenin bölündüğü parçalar ki bunlar da saniyelere ayrılırlar.

delalet-i selase / delalet-i selâse

  • Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas

deniyet-i hazıra / deniyet-i hâzıra / دَنِيَتِ حَاضِرَه

  • Şimdiki ahlâksız ve rezil medeniyet.
  • Şimdiki medeniyetin alçak, rezil kısmı.

devlet-i medeniyet

  • Medeniyet devleti; medeniyet nimeti.

devr-i umran / devr-i umrân

  • Medeniyet devri.

deyr

  • (Çoğulu: Edyâr) Kilise, manastır.
  • Âlem-i insaniyet, insanlık âlemi.

dil

  • Gönül, kalb, niyet. (Farsça)
  • Cesâret, yürek. (Farsça)
  • Mandıra, ağıl. (Farsça)

din

  • (Dyne) Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü. (Fransızca)

dinde bid'at

  • Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.

dinperver

  • Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi. (Farsça)

dü-vümin

  • İkinci, saniyen. (Farsça)

dümdar

  • Askerlikte arttaki emniyeti te'minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik. Ordunun geriden emniyet kuvveti. (Farsça)
  • Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah. (Farsça)

düstur-u medeniyet

  • Medeniyetin düsturu, prensibi.

düstur-u medeniyet ve muavenet

  • Yardımlaşmanın ve medeniyetin prensibi.

egoist

  • Kendi menfaatini düşünen bencil, hodbîn, enâniyet sâhibi.

ehl-i garaz / اَهْلِ غَرَضْ

  • Kötü niyetliler.
  • Kötü niyetliler.

eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer

  • On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.

elhamdü-lillah

  • Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir.

eman / emân

  • Korkusuzluk, emniyet, güven.
  • Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.
  • Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.

emanet

  • Eminlik. İstikamet üzere bulunmak.
  • Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey.
  • Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen.
  • Osmanlılar Devrinde ba

emani

  • Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler. (Farsça)
  • Eminlik, korkusuzluk. (Farsça)

emene

  • Emn, emniyet, eminlik.

emin / emîn / امين

  • Güvenilir. (Arapça)
  • Emniyetli. (Arapça)

emn / امن

  • Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
  • Güvenlik, emniyet. (Arapça)

emn ü adalet / emn ü adâlet / اَمْنُ و عَدَالَتْ

  • Emniyet ve adâlet.
  • Emniyet ve adalet.

emn ü eman / emn ü emân

  • Korkusuzluk ve emniyet hâli.
  • Emniyet ve korkusuzluk.

emn ü eman ü emniyet / emn ü emân ü emniyet

  • Emniyet, korkusuzluk ve güvenlik.

emn ü emanet / emn ü emânet

  • Emniyet ve eminlik.

emniyet dairesi

  • Karakol, emniyet amirliği.

emniyet-i dahiliye

  • İç emniyet, güvenlik.

emniyet-i tamme / emniyet-i tâmme

  • Tam bir emniyet ve korkusuzluk.

emniyet-i umumiye / emniyet-i umûmiye

  • Genel emniyet, güvenlik.

emniyet-i umumiye müdürü

  • Emniyet Genel Müdürü.

emniyet-i umumiye reisi

  • Emniyet Genel Müdürü.

emniyyet / امنيت

  • Güvenlik. (Arapça)
  • Emniyet teşkilatı. (Arapça)

enaniyet-i nev'iye

  • Taraftarlarının enaniyet ve gururu.

enkaz-ı medeniyetleri

  • Medeniyetlerinin enkazı, medeniyetlerinden arta kalan miras.

erbab-ı garaz

  • Garaz sahibleri, kötü niyetliler. (Farsça)

esas-ı insaniyet / esâs-ı insâniyet

  • İnsaniyetin aslı, temeli.

esasat-ı sünnet-i seniye / esâsât-ı sünnet-i seniye

  • Sünnet-i Seniye'nin esasları, temelleri.

esbab-ı emn

  • Emniyet ve güven sebepleri.

esdak

  • (Sıdk. dan) Çok sadık, doğru ve emniyetli kimse.

evc-i medeniyet

  • Medeniyetin zirvesi.

ezan

  • Namaza dâvet ve vahdaniyet-i İlâhiyyeyi ve hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek.
  • Bildirmek.

fahişe

  • Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın.
  • Allah'ın menettiği şey.
  • Zâniye. Kahbe.

fenafilihvan

  • (Fenâ fi-l-ihvân) Tefâni. Yani; kardeşlerin birbirinde fâni olması; kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyât ve hissiyâtı ile fikren yaşaması. Samimi ihlâs üzerine müesses en yakın dostluk, en fedakâr ve en civanmert kardeşlik.

ferman-ı mezuniyet / fermân-ı mezuniyet

  • Mezuniyet belgesi, bitirme belgesi.

ferzane-gi / ferzane-gî

  • Üstünlük, rüçhaniyet. (Farsça)
  • Bilgi. (Farsça)

fevaid-i medeniyet

  • Medeniyetin faydaları, yararları.

fırışka

  • Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.

fırka-i naciye / fırka-i nâciye

  • Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.

fıtrat-ı ilahiye / fıtrat-ı ilâhiye

  • San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.

fünun-u cedide-i medeniye

  • Medeniyetin yeni fenleri, bilimleri.

garaz / غَرَضْ

  • (Çoğulu: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin.
  • Ok atılan nişan.
  • Izdırab. Acı.
  • Zelillik.
  • Kötü niyet.
  • Maksat, gaye, niyet.
  • Gaye, kötü niyet.
  • Kötü niyet.

garazkar / garazkâr / غَرَضْكَارْ

  • Kötü niyet sahibi, art niyetli.
  • Kötü niyetli.

garazkarlık / garazkârlık

  • Kötü niyet sahibi olma, art niyetlilik.

garazsız

  • Kötü bir niyet taşımaksızın.

garp medeniyet-i sefihanesi

  • Batının sefih haldeki medeniyeti, haram zevk ve eğlencelere düşkün medeniyeti.

garplılaşma

  • Batılılaşma, Avrupa medeniyetini taklid etme.

gavani / gavanî

  • (Tekili: Ganiye) Zenginler.
  • Kadın şarkıcılar.

gayret-i vahşiyane / gayret-i vahşiyâne

  • Vahşî, medeniyetten uzak gurur ve haysiyet.

giran-seri / giran-serî

  • Kibirlilik, mağrurluk, enaniyetli oluş, kendini beğenmişlik. (Farsça)

gurur-u ilmi / gurur-u ilmî

  • İlmin verdiği gurur ve enaniyet.

hacc-ı ifrad / hacc-ı ifrâd

  • Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" denir.
  • İhrâma girerken, yalnız hacca niyet edilerek yapılan hac. Bu haccı yapana müfrid hacı denilir.

hacc-ı kıran

  • Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.

hacc-ı temettu' / hacc-ı temettû'

  • Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac yapmak. Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.

hacet namazı / hâcet namazı

  • Maddî ve mânevî bir ihtiyaca, dileğe kavuşmak niyeti ile iki ve en fazla on iki rek'at olarak kılınan namaz.

hadaret

  • Bir şeyin yanında bulunmak.
  • Huzur. Yakında olmak.
  • Hazır etmek. Hazır olmak.
  • Medeniyet.

hain / hâin

  • Birine kendini emin (güvenilir) tanıttıktan sonra o emniyeti, güveni bozacak iş yapan. Eminin zıddı.

hakim ebu abdullah

  • Muhammed bin Abdullah ibn-i Beyyi' (Hi: 321-405) Sâmâniye Devleti Nişabur Kadılığında bulunmuş büyük muhaddislerden, Şafiî fakihlerinden, asrının en büyük din âlimi diye bilinen bir zattır. Bir çok eser te'lif etmiştir. Başlıcaları: El Müstedrek Ale-s Sahihayn, Kitab-ül İlel, El-İklil, El-Emali, Ter

halisane / hâlisane

  • Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile. (Farsça)

halisen muhlisen / hâlisen muhlisen

  • Başka hiçbir amaç gözetmeksizin, tamamen saf bir niyetle.

halk-ı cedid

  • Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre.

hamd

  • Medih, övmek.Cenab-ı Hakk'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O'na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, senâ etmeleri.

hareket-i dahil / hareket-i dâhil

  • Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.

hatar

  • Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.

havamis-i süleymaniye

  • Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis med

havarık-ı medeniyet / havârık-ı medeniyet

  • Medeniyet harikaları.

hiss-i şükran ve memnuniyet

  • Teşekkür etme ve memnuniyet hissi, duygusu.

hıyanet / hıyânet

  • Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.

hiyela

  • Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik.

hodbin

  • Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. (Farsça)

hoşnudluk

  • Memnuniyet, râzılık.

hulus / hulûs

  • Hâlislik. Saflık.
  • Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.
  • Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği.

hulus-i niyet / hulûs-i niyet

  • Niyetin hâlis olması.
  • Halis, samimi niyet.

hulus-u niyet / hulûs-u niyet

  • Halis, samimî niyet.

hüsn-ü niyet / حُسْنِ نِيَتْ

  • İyi niyet.
  • (Hüsn-i niyet) İyi niyet. Temiz kalblilik.
  • Güzel niyet.

hüsn-ü telakki

  • (Hüsn-i telakki) İyi anlayış. İyi kabul ediş. Güzel telâkki etmek. Anlayış gösterip iyi niyetle kabul etmek.

hüsnüniyet

  • Güzel niyet.

huzuz

  • (Tekili: Hazz) Memnuniyetler. Hazlar. Zevkler. Hoşlanmalar.

i'dadiye

  • Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
  • Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.

i'la-yı kelimetullah

  • Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.

i'tikaf / i'tikâf

  • İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.

i'timad

  • (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.

i'timan

  • Emniyet etme, emin bulunma.

icazet / icâzet / اجازت

  • İzin. (Arapça)
  • Mezuniyet belgesi, diploma. (Arapça)

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

icma'

  • Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak.
  • Hazırlamak.
  • Azm ve kasdeylemek.
  • Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi.
  • Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.

içtihadat-ı safiyane ve halisane / içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisâne

  • Samimi ve sâfi bir inanç ve niyetle yapılmış içtihadlar.

iftihar madalyası

  • Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı k

ihram / ihrâm

  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı

ihtiyal

  • Gururlanma, enaniyetlenme, kibirlenme.

ıkmah

  • Enaniyet ve azametle kafa tutma.

ıksat

  • Hakkâniyet, doğruluk gösterme.

iksat

  • Doğruluk ve hakkaniyet gösterme.

imam-ı gazali / imam-ı gazalî

  • Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)

inkılab-ı acib-i medeni ve dünyevi / inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevî

  • Medeniyet sahasında ve dünya hayatıyla ilgili acayip köklü değişim.

insaniyetkar / insaniyetkâr

  • Vicdanlı ve iyi adam, insaniyetli. (Farsça)

insaniyetkari / insaniyetkârî

  • Vicdanlılık, insaniyetlilik.

inzibat

  • Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması.
  • Sağlamlaşmak.
  • Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu.

inzibati / inzibatî

  • Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı.

irşad

  • Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması.

ıs'ar

  • Enaniyet ve kibirle surat asma.

işaat-ı kazibane / işaat-ı kâzibane

  • Kötü niyetlerle yalan haberler yayma.

istibhas

  • Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme.

istihare / istihâre

  • Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek.
  • Hayırlı olmayı istemek.
  • Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek.
  • Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma.
  • Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatma.
  • Bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma.

istikbar

  • (Kibr. den) Önemseme, ehemmiyet verme.
  • Kibir, gurur, enaniyet. Kendini büyük görme, mağrurluk.

istizmar

  • (Zamir. den) Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksad ve niyetini anlamağa çalışma.

itminan

  • Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.

ittiba-ı sünnet-i seniye

  • Sünnet-i seniyeye uyma.

izhar-ı şadümani eylemek / izhar-ı şâdümânî eylemek

  • Memnuniyetini göstermek.

kaideşiken

  • Kaide ve usullere uymayarak. Kuralları çiğniyerek. (Farsça)

kamer-i medeniyet

  • Medeniyet ayı.

kanun-u medeniyet

  • Medeniyet kanunları.

karun

  • (A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden

kasd

  • Bir işi bile bile yapmak.
  • İsteyerek. Niyet ederek.
  • Niyet. Tasavvur.
  • İstikamet. Yolu doğru olmak.
  • Teşebbüs, niyet; bilerek, isteyerek, kalbe gelen bir fikri, düşünceyi yapmak için karar verme.
  • Niyet, istek.

kasden

  • Niyet ederek.

kasdi / kasdî

  • İstiyerek, kastederek, niyetle ve bile bile yapılan.

kasıd

  • Kasd eden, niyet eden, isteyen.
  • Kasteden, niyetli.

kavl-i leyyin

  • Yumuşak söz. Sert olmayan söz. Enâniyetli olmayan söz.

kaziye-i nazariyye

  • Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.

kem göz

  • Kötü niyetle bakan göz.

kemal-i emniyet / kemâl-i emniyet

  • Tam bir emniyet ve güven.

kemal-i hakkaniyet / kemâl-i hakkaniyet

  • Tam ve mükemmel bir hakkaniyet, gerçeklik.

kemal-i memnuniyet / kemâl-i memnuniyet

  • Tam bir memnuniyetlilik, hoşnutluk.

kemal-i rıza / kemâl-i rıza

  • Tam bir memnuniyet, hoşnutluk.

kemal-i rıza-yı kalb / kemâl-i rıza-yı kalb

  • Tam kalp rızası, memnuniyeti.

kemal-i saffet

  • Tam bir temizlik, temiz niyetlilik, samimiyet ve içtenlik.

kemal-i sevinç ve memnuniyet / kemâl-i sevinç ve memnuniyet

  • Tam bir sevinç ve memnuniyet.

kemalat-ı medeniyet / kemâlât-ı medeniyet

  • Medeniyetin mükemmellikleri, üstünlükleri.

keramet-i kevniye

  • Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerin

kesb-i letafet

  • İncelik, nuraniyet kazanma.

kesb-i medeniyet

  • Medeniyet kazanma.

kıran hac / kırân hac

  • Hac ile ömreyi birlikte yapmağa niyet etmek.

kıymet-şinas

  • Kıymet bilir. İnsaniyetli, değer bilir. (Farsça)

komiser

  • Emniyet teşkilâtının meslek dereceleri içinde yer alan ve en az lise tahsilini yapmış, polis enstitüsünün orta ve yüksek kısmını tamamlamış üniformalı veya sivil memur. (Fransızca)

kruvazör

  • Daha ziyade toplarla mücehhez açık denizlerde emniyeti te'min etmek ve konvoyları korumakla vazifeli süratli harp gemisi. (Fransızca)

kurban

  • Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
  • Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
  • Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
  • Bir maksad uğrunda feda olma.
  • Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.

kuvve

  • Kuvvet. Güç.
  • Salâhiyyet. İktidar.
  • Fikir. Niyet.
  • Hasse. His. Duygu. Meleke.
  • Kabiliyyet. (Za'fiyyetin zıddı)
  • Kuvvet, güç.
  • Fikir, niyet.
  • Yeti.
  • Nitelik.
  • Duyu.

kuvve-i kudsiye

  • Evliyâ kuvveti. Cenab-ı Hakk'ın yardımına mazhar olan kuvvet. Hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeyi gayet ince ve derin bir firaset ve dirayetle anlayabilme kuvveti.

kuvvet-i medeniyet

  • Medeniyet gücü.

lazime-i medeniyet / lâzime-i medeniyet

  • Medeniyetin gerekleri.

lehüma

  • (Tesniye) O ikisi için. İkisi hakkında.

lehviyat-ı medeniye

  • Medeniyetin haram eğlenceleri, oyunları.

letafet

  • Hoşluk, lâtiflik.
  • Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
  • Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.

levazım-ı medeniye / levâzım-ı medeniye

  • Medeniyetin gerekleri.

maa'l-memnuniye / maa'l-memnûniye / مَعَ الْمَمْنُونِيَه

  • Memnuniyetle.

maal-memnuniye / maal-memnûniye / مَعَ الْمَمْنُونِيَه

  • Memnuniyetle.

maal-memnuniyye

  • Memnun olmak suretiyle. İsteyerek. Gönül rızası ile. Memnuniyetle.

maaliftihar

  • İftiharla, memnuniyetle.

maalmemnuniye

  • Memnuniyetle.
  • Memnuniyetle.

mahfuz liman

  • Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.

makasıd

  • Maksadlar, istekler, gayeler. Niyetler.

maksad

  • Niyet, kasd.

marzat

  • Rızâ. Memnuniyet, hoşnudluk.

marziye

  • Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet.

me'haz-ı iştikak

  • Bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi).

me'zuniyet-i kat'iye

  • Kat'i mezuniyet, kesin izin.

meczum

  • Kat'i niyet edilmiş, cezmolunmuş. Kat'i karar verilmiş.
  • Gr: Son harfi harekesiz okunan kelime. Cezimli kelime. (İlim, kilim, kitab kelimelerinin son harflerinin okunduğu gibi.)

meded-i ruhaniyet-i peygamberi / meded-i ruhaniyet-i peygamberî

  • Hz. Peygamber'in ruhaniyetinden gelen yardım.

medeniyet-i am / medeniyet-i âm

  • Genel medeniyet.

medeniyet-i amm / medeniyet-i âmm

  • Herkesi içine alan bir medeniyet.

medeniyet-i avrupa

  • Avrupa medeniyeti.

medeniyet-i beşeriye

  • İnsanlığın medeniyeti.

medeniyet-i dünya

  • Dünya medeniyeti.

medeniyet-i faside

  • Bozuk olan; insanları ve toplumları ifsad eden Batı medeniyeti.

medeniyet-i fuzla

  • En faziletli, üstün ve erdemli medeniyet.

medeniyet-i garbiye-i hazıra / medeniyet-i garbiye-i hâzıra

  • Şimdiki Batı medeniyeti.

medeniyet-i habise / medeniyet-i habîse

  • Pis, çirkin medeniyet.

medeniyet-i hakikiye

  • Gerçek ve doğruların hakim olduğu medeniyet.

medeniyet-i hazıra / medeniyet-i hâzıra

  • Günümüz medeniyeti.

medeniyet-i hazıra-i garbiye / medeniyet-i hâzıra-i garbiye

  • Şimdiki Batı medeniyeti.

medeniyet-i insaniye

  • İnsanlık medeniyeti, uygarlığı.

medeniyet-i islamiye / medeniyet-i islâmiye

  • İslâm medeniyeti, Müslümanların kurdukları medeniyet.

medeniyet-i kadime / medeniyet-i kadîme

  • Eski medeniyet.

medeniyet-i kur'an / medeniyet-i kur'ân

  • Kur'ân medeniyeti.

medeniyet-i mahza

  • Tam bir medeniyet; bütün yönleriyle medenîlik özelliğini kazanma.

medeniyet-i meş'ume

  • Kötü, uğursuz medeniyet.

medeniyet-i muhammediye

  • Cenâb-ı Hakkın vahyi ile Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirmiş olduğu İslâm medeniyeti.

medeniyet-i sefihe / medeniyet-i sefîhe / مَدَنِيَتِ سَفِيهَه

  • İnsanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti.
  • Beyinsizce haramlara dalan medeniyet.

medeniyet-i zalime-i hazıra / medeniyet-i zâlime-i hâzıra

  • Şimdiki zâlim medeniyet.

medeniyetperest

  • Medeniyete aşırı düşkün olan.

medeniyetperver

  • Medeniyeti seven.
  • Medeniyeti seven; toplu yaşamanın gerektirdiği şartları dikkate alarak hareket eden.

medine-i medeniyet

  • Medeniyet şehri.

medine-i medeniyet-i münevvere

  • Nurlu medeniyet şehri olan Medine.

medrese

  • İslâm medeniyetinde üniversite seviyesindeki eğitim ve öğretim müesseseleri.

mehasin-i medeniye-i kesire

  • Çok sayıdaki medeniyet güzellikleri.

mehasin-i medeniyet / mehâsin-i medeniyet

  • Medeniyetin güzellikleri, iyilikleri.

mekarim-i ahlak / mekârim-i ahlâk

  • Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.

memnuniyet-i mukaddese

  • Mukaddes memnuniyet; her türlü kusur ve noksandan uzak bir memnuniyet.

men

  • (İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.

menvi / menvî

  • Niyetlenen.
  • Kasdedilen.
  • Niyet. Maksad. Meram.

menvi-i zamir / menvî-i zamir

  • İçindeki niyet ve maksat.

meram / merâm

  • Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan.
  • Maksat, niyet, istek.

mesavi-i medeniyet / mesâvî-i medeniyet

  • Medeniyetin kötülükleri.

mevsık

  • İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak.
  • Yemin. Sözleşme.

meydan-ı medeniyet

  • Medeniyet meydanı; uygarlık alanı.

mikat sünneti

  • Hacca niyet edenin ihrama girmesi.

mim'siz medeniyet

  • Deniyet, ahlâksızlık, alçaklık; Arapça'da medeniyet kelimesinden "mim" harfi atılınca geriye alçaklık anlamında "deniyet" kelimesi kalır.

mimsiz medeniyet

  • "Deniyet" alçak medeniyet.
  • Deniyet, yani alçaklık.

mimsiz medeniyetperest

  • "Deniyetperst", aşağılık şeylere düşkün kimse.

mu'cize

  • İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise.
  • Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.

mü'min

  • Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
  • Emniyete kavuşan.
  • Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)
  • Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Her türlü emân ve emniyet (güven) veren.
  • Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen.

mü'temen

  • (Emn. den) İnanılır, güvenilir, itimad edilir. Emniyetli.

mü'temin

  • Güvenen, inanan, itimad eden, emniyet eden.

muarrifan / muarrifân

  • (Tesniye şeklindedir) İki tarif edici. (Farsça)
  • Tarif ediciler. Muarrifler. (Farsça)

müfred

  • (Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan.
  • Basit, mürekkeb olmayan.
  • Gr: Yalnız bir şey veya şahsa işaret eden veya bire mahsus olan kelime. Cemi veya tesniye olmayan.
  • Edb: Başı ve sonu olmayan tek ve kafiyesiz beyit.

müfrid hacı

  • İhrâma girerken ömreye niyet etmeyip yalnız hac yapmağa niyet eden kimse.

müftehirane / müftehirâne

  • İftihar ederek, karşılık beklemeden. (Farsça)
  • Elbette. Memnuniyetle. (Farsça)

muharrib-i medeniyet

  • Medeniyeti yok eden, yıkan.

muhlis

  • İhlâs sâhibi. Niyetini ve ihlâsını düzeltmeye uğraşan kimse.

mukim / mukîm

  • Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.

mültehif

  • Yorgan veya battaniye gibi bir şeye sarılmış olan.

münevvir

  • Mc: Hakaik-ı Kur'âniye, hakaik-ı imâniye, ibâdet ve tâat gibi nurlarla nurlandıran.
  • Nur veren, aydınlatan.

münselib

  • (Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)

müntevi

  • Birşey yapmaya niyetlenen.

mürüvvet

  • İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak.
  • Ana baba saadeti.
  • Mertlik, yiğitlik.
  • Reculiyet.
  • İnsaniyet, mertlik.

mürüvvetmend

  • İyiliksever, cömert. (Farsça)
  • Mürüvvetli, insâniyetli. (Farsça)

müsafir / müsâfir

  • Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.

müsellem

  • (Selm. den) Teslim olunmuş olan, doğruluğu şeksiz kabul edilen. Herkes tarafından kabul edilip emniyet ve itimad edilen.
  • Tasdik edilip inkâr edilmeyen.
  • Ayıplardan teberri olunmuş.

müsta'zım

  • (Azm. den) Büyük gören, isti'zam eden, büyük tutan.
  • Gururlu, kibirli, enaniyetli.

müste'min

  • Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
  • Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
  • Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu

mütebali

  • Tecrübe edip deniyen adam.

mütekellimin / mütekellimîn

  • İslâm ve iman esaslarını, hakaik-ı Kur'aniye ile isbat ve izahını yapan büyük İslâm allâmeleri, âlimleri, İlm-i Kelâm âlimleri.

mütemessih

  • Çirkin kılığa giren. Temessüh eden. İnsaniyetten hayvaniyete değişen.

müteveccihen

  • Yönelmiş olarak, yüz tutarak.
  • Niyetlenerek.

mutmainane / mutmainâne

  • Şüphesizce. Rahatlık ve emniyet içinde olarak. (Farsça)

na-kes

  • Hasis olan. (Farsça)
  • Zelil, insaniyetsiz, alçak, deni. (Farsça)

na-kesan

  • (Tekili: Nâ-kes) Alçaklar, âdi insanlar, insaniyetsiz kimseler.
  • Cimriler, tamahkârlar, pintiler, hasis kişiler.

na-merd

  • Korkak. (Farsça)
  • İnsaniyetsiz, sözünde durmayan. Alçak, insanlık hislerinden habersiz. (Farsça)

nakkaf

  • Temkinli kimse, iyi niyet sâhibi olan kişi.

nakli delil / naklî delil

  • Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur

namus

  • Irz, iffet, edeb, hayâ.
  • Şeriat.
  • Melâike.
  • İrade-i İlâhiyenin tecellisi.
  • Nizam.
  • Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet.
  • Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali ki

nar

  • (Çoğulu: Niran, envar, niyere, niyâr) Ateş. Cehennem.
  • Bir meyve adı.
  • Mc: Allahın gadabı.
  • Yakıcı, azab verici her şey. Şer. Dalâlet. Sefâhet.

nasfet

  • (Nasafet) İnsaf. Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet. İnsanları, kanunların şümulüne girmeyen hakları te'min ve ifasına zorlayan fotri adâlet hissi.

nazar-ı hikmet

  • Hikmet gözüyle bakma; bir sır, gaye ve fayda bulma niyetiyle bakma.

nazar-ı rıza

  • Memnuniyet dolu bakış.

ne'b

  • (Çoğulu: Niyeb) Sâfi nesne.
  • Yaşlı dişi deve.

neceş

  • Müşteri kızıştırmak, bir malı satın almaya niyeti olmadığı hâlde alacakmış gibi malın fiyatını yükseltmek.

nefs

  • (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
  • Göz.
  • Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
  • Ruh, hayat, asıl.
  • Maya.
  • Hamiyet.

neş'e-i uhra / neş'e-i uhrâ

  • Ölümden sonra mahşerde yeniden dirilmek. Buna "Neş'e-i sâniye" de denir.

nevbenev

  • Tâzeden tâzeye. Yeniden yeniye. (Farsça)

nezāfet-i medeniye / نَظَافَتِ مَدَنِيَه

  • Medeniyete âid temizlik.

nim-bedevi / nim-bedevî

  • Yarı bedevî, yerleşik fakat medeniyetten uzak yaşama tarzı.

nim-medeniyet

  • Yarı medeniyet.

niyat

  • (Tekili: Niyet) Niyetler.

niyet-i halis / niyet-i hâlis

  • Saf, temiz niyet.

niyet-i halisa / niyet-i hâlisa

  • Saf, temiz niyet.

niyet-i halisane / niyet-i hâlisâne

  • Samimi niyet; her türlü iş ve hareketlerinde yalnızca Allah rızasını gözetme niyeti.

niyet-i halise / niyet-i hâlise

  • Saf, temiz niyet.

niyet-i içtinab

  • Kaçınma, sakınma niyeti.

niyet-i sadıka / niyet-i sâdıka / نِيَتِ صَادِقَه

  • Doğru niyet ve düşünce.
  • Doğru, samîmî niyet.

niyet-i üstadane / niyet-i üstadâne

  • Üstadın kendi niyeti.

niyeten

  • Niyetçe.
  • Niyet ederek.

niyyat

  • (Tekili: Niyet) Niyetler.

niyyet / نيت

  • Niyet. (Arapça)

nokta-i medeniyet

  • Medeniyet noktası, meselesi.

osmani / osmanî

  • (Osmaniye) Osman'a ait, mensup.
  • Osmanlı devletine mensup. Osmanlılarla alâkalı. Osman oğullarına ait.

program

  • Düzenli niyetler.

protestanlık

  • (Prutluk) Papayı Hristiyanların başı olarak tanımayıp ruhaniyetini kabul etmeyen bir Hristiyanlık mezhebi.

rabbani / rabbanî

  • (Rabbaniye) Rabbe âit. Cenab-ı Hakk'a dair ve müteallik. İlâhî.
  • Ârif-i Billâh olan, ilmi ile amel eden âlim.

rahimiyyet

  • (Bk: Rahmaniyet)

rahmaniyyet

  • Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu. (Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıym

rav'

  • Ürkmek, korku, halecan. Hareket-i nefsaniye. Havf.

rehs

  • Bir şeyi ayakla çiğniyerek ezme.

rıza

  • Razı olma, memnuniyet.

ruhaniyyun

  • (Tekili: Ruhanî) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.

ruhbaniyet

  • (Bak: Rehb, Rehbaniyet)

saadet-saray-ı medeniyet / saâdet-saray-ı medeniyet

  • Mutlu eden medeniyet sarayı.
  • Hakikî ve İslâmî bir medeniyet vasıtasıyla olan bir hayat saâdeti.

sadaka

  • Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
  • Zekât.
  • Ganîmet.

sadd

  • Yüz çevirmek, men eylemek, bir şeyden birini vazgeçirmek.
  • Fikir, niyet, kasd.
  • Yakınlık, civar.
  • Konuşulan husus.

saded

  • Asıl mevzu, maksad, asıl konuşulan şey, fikir.
  • Niyet, kasıd. Teşebbüs.
  • Yakınlık, civar.

safvet-i kalb

  • Fikir ve niyetinde hiçbir garazı ve kötü gâyesi olmamak, temiz kalbli olmak.

şahne

  • İnzibat memuru, emniyet memuru.

şakir

  • Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren.

salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî

  • (Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye

salavat

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.

salimen / sâlimen

  • Sağ, sağlam ve sıhhatta olarak.
  • Emin olarak, emniyetle.

salis / sâlis

  • Üçüncü.
  • Sâniyenin altmışta biri.

salisat / sâlisât

  • (Tekili: Sâlise) Sâliseler. Sâniyenin altmışta biri kadar olan vakitler.

salise / sâlise

  • Saniyenin altmışta biri.

şaşaa-i medeni / şâşaa-i medenî

  • Medeniyetin şâşaası, gösterişi.

se'v

  • Niyet.
  • Vatan.
  • Çekişme, kavga, niza.

şebeke

  • Balık ağı.
  • Kötü niyetle çalışan gizli topluluk.
  • Kafes şeklinde olan yer.
  • Hüviyet sureti.
  • Ağ gibi yapılmış ve gerilmiş hat ve yolların tamamı.
  • Ağ şeklinde olan nesiçler, dokular.

şebike

  • Kötü niyetle çalışan gizli topluluk. (Farsça)
  • Balık ağı. (Farsça)
  • Batı taraflarında Arapların kullandıkları hasırdan örülmüş bir cins başlık. (Farsça)

şecaat-i akliye-i medeniyet meydanı

  • Medeniyetin aklî kahramanlık meydanı; akıl kahramanlarının meydan okuduğu medeniyet meydanı.

secde

  • Allah'ın (C.C.) huzurunda yere kapanış. İbadet ve Allah'a (C.C.) memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yere kapanarak alın, burun ucu, eller, dizler ve ayak uçları yere gelecek şekilde yapılan en büyük tazim ifade eden hareket. Namazın bir rüknü.

şedide-i mechure

  • Elif, cim, dal, tı, ba harfleridir. Bunların zıddı: Rehavet (rahvet) ile Beyniye sıfatıdır.

sefahet-i medeniyet

  • Batı medeniyetinin teşvik ettiği yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük.

sefer

  • Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak.
  • Harbe gitme, savaş.

seferilik / seferîlik

  • Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak.

şehadetname / şehadetnâme / şehâdetnâme / شهادت نامه

  • Diploma, mezuniyet belgesi.
  • Diploma, mezuniyet belgesi. (Arapça - Farsça)

şehid-i dünya / şehîd-i dünyâ

  • Allah rızâsı için cihâd etmeye, savaşmaya niyet etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden kişi. Dünyâ şehîdi.

şekaya

  • Şikâyetler. Memnuniyetsizlikler.

sekine / sekîne

  • İçerisinde on dokuz harfli on dokuz âyet bulunan çok mühim, sükûnet ve emniyet veren bir dua.

şekur

  • Çok şükreden. Allahın (C.C.) lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok nimet veren Allah (C.C.).

selam / selâm / سَلَامْ

  • Ayıplardan, âfetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma.
  • Allah'ın (C.C.) rızasına erişmek için mü'minlerin birbirlerine yaptığı dua. Mü'minler birbirleriyle karşılaştıklarında büyük küçüğe; yürüyen durana; azlık çokluğa; hayvan veya vasıta üzer
  • Rahatlık, emniyet, barış, iyilik.
  • Ayıp ve kusurlardan sâlim, emniyet içinde olma.

selamet / selâmet / سَلَامَتْ

  • Kurtuluş, emniyet.
  • Emniyette olma.

selamet-i iman / selâmet-i îmân / سَلَامَتِ ا۪يمَانْ

  • Îmânın emniyette olması.

semerat-ı medeniyet

  • Medeniyetin semereleri, sonuçları.

şemh

  • Uzak niyet ve kasıt.
  • Tekebbür etmek, kibirlenmek.

sene-i kur'aniye

  • (Bak: Eyyam-ı Kur'aniye)

seniyye

  • (Seniye) Yüksek. Çok mühim ve kıymetli, âli olan.

şer'-i enver

  • En nurlu kanun ve nizam. En ziyade saadete, selâmete, emniyete vesile olan şeriat.

şerarat-ı neyyirane

  • Parlak kıvılcımlar, ışık saçan şerareler. (Farsça)
  • Mc: İslâmiyetin kuvvet ve hakkaniyetinden gelen parlaklık. (Farsça)

sermest-i vahşet

  • Vahşilik. İslâmiyet ve insaniyet dışı zevkle kendinden geçme hali.

şetet

  • Perişaniyet, dağınıklık, teşettüt.

sevani

  • (Tekili: Saniye) Saniyeler.
  • İkinci derecede şeyler.

seyl-i şuunat / seyl-i şuunât

  • İcraat-ı Rabbaniyenin dâima görünmesi ve hakiki müessir olan Allah'ın (C.C.) iradesiyle devamlı olan, cereyan eden her çeşit hâdiseler. Hâdiseler akıntısı, seli.

seyyiat-ı medeniyet

  • Medeniyetin kötülükleri.

şiar-ı medeniyet

  • Medeniyet alâmeti, sembolü.

sıdk

  • Doğruluk, gerçeklik, hakikat.
  • İyi niyet.

sıfat-ı selbiye / sıfât-ı selbiye

  • Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi.

sıfat-ı sübutiye / sıfât-ı sübutiye

  • Cenab-ı Hakk'ın sıfatları: Hayat, İlim, Sem', Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin sıfatları. Bunlara "Sıfât-ı semaniye" de denir.

şiftegi / şiftegî

  • Kaçıklık, tutkunluk, meftuniyet. (Farsça)

şıhne

  • Emniyet memuru. İnzibat memuru.

sika

  • (Çoğulu: Sikat) (Vüsuk. dan) İnanç, güven, itimad, emniyet.
  • Güvenilir ve inanılır kimse.
  • İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.

siyaset-i medeni / siyaset-i medenî

  • Günümüz medeniyetinin siyaseti.

sofestai / sofestâî

  • Şüpheci; herşeyi, hattâ kendisini dahi inkâr eden, olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan daima şüphe içinde kalmayı esas alan bir felsefi zihniyet ve tutum sahibi, septik.

sokrat

  • Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu

su'-i niyyet / sû'-i niyyet

  • Kötü niyet.

su-i kasd

  • Kötü niyet.

su-i maksad

  • Kötü niyet, kötü maksat.

su-i niyet / sû-i niyet

  • Kötü niyet.
  • Kötü ve bozuk niyet.
  • Kötü niyet.

suiniyet / sûiniyet / سوء نيت

  • Kötü niyet. (Arapça - Farsça)

şükr

  • Şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.

suret-perestlik

  • Bir şeyin dış görünüşüne ve tertibine önem verip, ruhuna ve mânasına kıymet vermemek.
  • Resimlere meftuniyet.

surre

  • Para kesesi, cüzdan. Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medîne) halkına ve buralarda geçici olarak bulunan müslümanlara, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölge sindeki diğer idârecilere gönderdikleri para ve d

taammüd

  • (Amd. den) Bilerek ve isteyerek suç işlemek. Kasıt ve niyet etme, bilerek ve isteyerek bir iş yapma.

taammüdi / taammüdî

  • (Teammüdiyye) Kasıt ve niyet ile olan, taammüdle alâkalı.

taben

  • (Tabâne-Tabâniye) Akıllılık.

tahiyyet-ül mescid

  • Bir mescide veya bir camiye girildiğinde, sevab niyetiyle, oturmadan evvel kılınan namaz.

tahrib-i medeniyet / tahrîb-i medeniyet / تَخْرِيبِ مَدَنِيَتْ

  • Medeniyetin tahribi, yıkımı.
  • Medeniyetin sebeb olduğu yıkım.

taht-ı emniyet

  • Emniyet ve güvence altı.

tarik-i selamet ve necat / tarik-i selâmet ve necat

  • Emniyet ve kurtuluş yolu.

tarz-ı medeniyet

  • Medeniyet şekli.

tasallut-u medeniyet

  • Medeniyetin musallat olması, hâkimiyeti.

tavaf-ı umre / tavâf-ı umre

  • Umreye niyet edenin yedi defâ yaptığı tavâf.

taviyyet

  • İnsanın gönlünde gizli olan istek veya niyet.

te'min

  • Güvenlik, emniyet hissi vermek.
  • Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
  • Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
  • Elde etme.

te'minat / te'minât

  • (Tekili: Te'min) İnandırmak ve emniyet vermek için veya muhtemel zararı ödemek için verilen söz veya para, gösterilen kefil.

telkin

  • (Çoğulu: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce.
  • Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak.
  • Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz. (Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (L

tenkid

  • Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.

tenvit

  • Niyet etmek.

tenviye

  • Niyet etmek.

terakki

  • İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme.
  • Artma, çoğalma.
  • Bilgi ve medeniyetçe yükseliş. (Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)

terbiye-i medeniye

  • Medeniyetin verdiği eğitim.

teşebbüs

  • Bir işe girişmek. Bir işi ilk olarak teklif etmek.
  • Sağlam bir niyetle bir şeye başlamak.
  • El ile yapışıp bırakmamak.

tevbe

  • Günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme.

tevbe-i nasuh

  • Sâdık tevbe. Nasuh tevbesi. Rücu' ettiği günaha bir daha dönmemek veya tevbe eylediği günahı bir daha yapmamak için kasd ve niyet etmek ve bunda tam kararlı olmak.

tevdiat / tevdiât

  • Emânetler. Emânet bırakmalar. Emniyetli bir yere kıymetli bir şeyi teslim etmek.

ticaret eşyası / ticâret eşyâsı

  • Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ.

tıyye

  • Niyet, kast.

udhiye

  • Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.

ümena

  • Emin kimseler. Eminler. Emniyet sahibleri.

ümman

  • Emin kimse. Emniyetli kişi.

ümmi sinan

  • (Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa'lı olduğu nakledilir. Karaman'lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)

ümniyye

  • Umut, ümid.
  • Arzu, istek, talep.
  • Niyet, kuruntu.

üstüvari

  • Sağlam, kuvvetli, emniyetli. (Farsça)

usul-ü medeniyet

  • Medeniyetin usulü, yöntemi.

usul-u medeniyet / usûl-u medeniyet / اُصُولُ مَدَنِيَتْ

  • Medeniyetin yaşayış tarzı.

üveysi / üveysî

  • Üstâdı, hocası olsun olmasın, hayatta veya vefât etmiş bir büyüğün rûhâniyetinden istifâde ederek, terbiye görerek yetişen, olgunlaşan kimse. Bu şekilde yetişme yoluna üveysîlik denir.

vatan-ı asli / vatan-ı aslî

  • İnsanın doğduğu veya evlendiği veya ayrılmamak niyeti ile yerleştiği yer.

vatan-ı ikamet / vatan-ı ikâmet

  • Geçici olarak ikâmet edilen yer. Hanefî mezhebinde on beş gün veya daha çok kalıp sonra çıkmaya niyet edilen yer.

vatan-ı sükna / vatan-ı süknâ

  • Hanefî mezhebinde on beş günden az kalmak için niyet edilen yâhut yarın çıkarım diyerek senelerce oturulan yer.

vesvese-i medeniyet

  • Medeniyetin vesvesi, kuruntusu.

vücuh şirketi / vücûh şirketi

  • Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârları ile veresiye alıp-satmak üzere kurulan şirket.

yed-i emin

  • Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs.
  • Mahkemece kendisine bir şey emanet olunan kimse.
  • Emniyetli, tehlikesiz ve korkusuz yer.
  • Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir lâkabı.

yeltenmek

  • Bir şeye başlamağa niyet etmek. Teşebbüse kalkışmak. Özenmek. Taklide çalışmak. (Türkçe)

zabıta / zâbıta / ضَابِطَه

  • Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis.
  • Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
  • Emniyet görevlisi.
  • Emniyet görevlisi.

zabtiye

  • Bk. zabtiyye
  • Zabtiye nâzırı: Emniyet genel müdürü.
  • Zabtiye nezâreti: Emniyet genel müdürlüğü.

zabtıyye nazırı / zabtıyye nâzırı

  • Emniyet genel müdürü.

zabtıyye nezareti

  • Emniyet Umum Müdürlüğü'nün eski ismi.

zaman-ı medeniyet

  • Medeniyet zamanı.

zamir

  • Bir şeyi gizlemek.
  • İç.
  • Huk: Bir şeyin iç yüzü.
  • Niyet.
  • Vicdan. Kalb.
  • Gaye.
  • Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin ye

zaptiye nazırı / zaptiye nâzırı

  • Emniyet ve güvenlikten sorumlu üst düzey memur, güvenlik subayı.

zebaniyan / zebaniyân

  • (Zebaniye) Zebaniler. Cehennemlikleri Cehennem'e atmaya vazifeli melekler. (Farsça)

zekat / zekât

  • İslâm'ın beş şartından biri. Dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesi.

zevani

  • (Tekili: Zâniye) Zâniyeler. Zina yapan kadınlar.

zıdd-ı niyet

  • Niyetin aksi, zıttı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın