LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Nefs ifadesini içeren 253 kelime bulundu...

afaki / afakî

  • Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair.
  • Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif)

aff

  • İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.

ağraz-ı nefsaniyye / ağraz-ı nefsâniyye

  • Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.

akl-ı meaş / akl-ı meâş

  • Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

arz-ı nefs

  • Hizmette ve fedakârlıkta nefsini ve kendini ileri sürme.

arzu-yu nefsaniye

  • Nefse ait arzu ve istek.

azf

  • Zâhidlik. Nefsini bir şeyden döndürmek.

azimet / azîmet

  • Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.

bedel-i rakabe

  • Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.

beltah

  • Kişi nefsini yere vurmak.

bi-z-zat

  • Kendisi, aslında. Kendi zatı ile. Binefsihi.

binnefs

  • Nefsiyle.

bıtn

  • Zengin.
  • Bodur.
  • Obur.
  • Şaşkın.
  • Yalnız kendi nefsini düşünen.

bürhan-ı enfüsi / bürhan-ı enfüsî

  • İnsanın içinde ve hayatında görünen bürhan. Nefse ve şahsa ve içe ait bürhan.

cehd

  • Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması.
  • Azim, gayret, fedakârlık.
  • Takat.

cezbe

  • Çekme, çekilme. Allahü teâlânın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi, yüksek derecelere kavuşturması. Bu da nefsi terbiye ederek, Allahü teâlâyı çok anmakla olur.

cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber

  • Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.

çile

  • Dervişlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kırk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediği şeyler) ve ibâdetle meşgul olmaları.
  • Nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek.

delail-i enfüsiye

  • Kişinin kendi nefsinde olan deliller. Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir.

derr

  • İyi iş. İyilik. Mahz-ı hayır.
  • Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı.
  • Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi.

desise-i nefsiye

  • Nefsin desisesi, aldatması.

diyet-i kamile / diyet-i kâmile

  • Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.

ecir

  • Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi.

edeb

  • Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
  • Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek.
  • Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye.
  • Edebiyat ve ondan bahseden ilim. (Kur'anın edebi ise: Öyle

ehl-i heva / ehl-i hevâ

  • Nefsin isteklerine uyanlar.
  • Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan.
  • Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.

ehl-i hevesat / ehl-i hevesât

  • Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.

ehl-i riyazat / ehl-i riyâzât

  • Az gıda ile nefsin heveslerini kırıp, ilim ve ibâdetle meşgul olanlar.

ehl-i riyazet / ehl-i riyâzet

  • Nefsini terbiye etmek için manevî eğitime giren kişiler.

ehva

  • (Tekili: Heva) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler.
  • Kasdetmek.
  • Atmak.

emraz-ı nefsaniye / emrâz-ı nefsaniye

  • Nefse ait hastalıklar.

enaniyet-i nefsiye / enâniyet-i nefsiye

  • Nefsin bencilliği, kedini beğenmesi.

enfüs

  • (Tekili: Nefs) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar.
  • "Nefs"in çoğulu. Canlar, ruhlar.

enfüsi / enfüsî

  • Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
  • Bir kimseye mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına aid, dâhile aid. (Subjektif) (Objektifin zıddı)

enkal

  • İşkence âletleri. Bukağılar, kayıt ve kelepçeler.
  • Nefsin cismani alâkalara ve bedeni lezzetlere bağlanıp kalması.

erfeş

  • Nefsî isteklerine düşkün olan.
  • Kulakları uzun ve kaba (adam).

esaret-i nefis

  • Nefsin esareti; insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden duygunun esiri olma.

evliya / evliyâ

  • (Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
  • Velî kelimesinin çoğuludur.
  • Dostlar.
  • Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.

farz

  • Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
  • Takdir veya beyan eylemek.
  • Bir şeyi delmek, gedik açmak.
  • Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
  • Addet

fasid / fâsid

  • Bozguncu.
  • Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
  • Yanlış olan.
  • Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat

feda-yı nefis ve can / fedâ-yı nefis ve can

  • Can ve nefsi feda etme.

fena-i nefs / fenâ-i nefs

  • Nefsi eritmek, ona galip gelmek.

fenafilihvan

  • (Fenâ fi-l-ihvân) Tefâni. Yani; kardeşlerin birbirinde fâni olması; kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyât ve hissiyâtı ile fikren yaşaması. Samimi ihlâs üzerine müesses en yakın dostluk, en fedakâr ve en civanmert kardeşlik.

feragat-ı nefis

  • Nefsini geri çekmek, hakkından isteyerek vazgeçmek.

ferzane

  • Bilgili kimse. Hakîm, feylesof. (Farsça)
  • Tas: Nefsanî alâkalardan sıyrılmış kimse. (Farsça)

fütüvvet

  • Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim

gadir-i nefs

  • Nefse fenalık eden.

gaflet

  • Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
  • Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma hâli.

gavayet-i nefs

  • Nefsin azgınlığı.

güvar

  • Hazmı kolay olan ve zaikaya hoş gelen, nefsin meylettiği şey.

habir / habîr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda

hanen

  • şevk.
  • Nefsin cima arzusu.

hararet-i gariziyyenin iltihabı zamanı

  • İnsanda şehvanî ve nefsanî hislerin galeyanda olduğu devresi.

hatır-ı nefsani / hâtır-ı nefsânî

  • Kötülükleri istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce. Buna hâcis denir.

hatır-ı şeytani / hatır-ı şeytanî

  • Tas: Nefsin zevklerine muhabbet yüzünden, ma'siyet ve günahlara düşmek.

havai / havaî

  • (Çoğulu: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı.
  • Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler.

havba'

  • Zât, nefs.

havbavat

  • Nefsler. Zâtlar.

hayat-ı maddiye-i nefsiye

  • Hayatın madde ve nefse bakan yönü.

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

hazm-ı nefs

  • Tahammül etmek. Nefsini kırmak. Meydana gelen kendi ile alâkalı gördüğü bir kusuru kendi üzerine almak. Sabreylemek. Sindirmek. (Farsça)
  • Nefsini kırma, sabredip sindirme.

hazz-ı nefis / حَظِّ نَفْسْ

  • Nefsin aldığı lezzet.
  • Nefsin lezzeti.

hazz-ı nefsani / hazz-ı nefsânî

  • Nefsin hoşuna giden zevk ve lezzet.

heva / hevâ / هوا

  • İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
  • Heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma.
  • Nefsanî zevklere uyma.
  • Kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme.
  • Nefsin arzu ve istekleri.
  • Nefsin istekleri, kötü arzular, hava.
  • Nefsin isteği.

heva ve heves / hevâ ve heves

  • Nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular, hisler.

heva-i nefis / hevâ-i nefis

  • Nefsin gelip geçici arzu ve istekleri.

heva-i nefs / hevâ-i nefs

  • Nefsin gelip geçici arzu ve istekleri.

heva-yı nefis

  • Kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme.

hevadar

  • Hevalı. Nefsine uymuş. Küstah. (Farsça)
  • Etrafı açık, havalı yer. (Farsça)

hevai / hevaî / hevâî

  • Ciddi şeylerle alâkasız. Nefsine düşkün. Nefsine ve şehvetine mağlub. Hevâ ve hevese âit ve müteallik. (Farsça)
  • Nefsine boyun eğen, nefsinin zaafları doğrultusunda hareket eden.
  • Uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz.

hevaperest / hevâperest / هواپرست

  • Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil. (Farsça)
  • Nefsinin istekleri peşinde koşan. (Arapça - Farsça)

hevaperestane / hevâperestâne

  • Nefsin arzu ve isteklerinin peşinde olurcasına.

heves / هَوَسْ

  • Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek.
  • Nefsânî arzu.

heves-i nefsani / heves-i nefsânî / هَوَسِ نَفْسَان۪ي

  • Nefsânî arzu.

heves-i nefsaniye

  • Nefsin yasak arzu ve istekleri.

heves-i nefsi / heves-i nefsî

  • Nefsin arzu ve isteği.

hevesat

  • Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler. (Farsça)

hevesat-ı nefsaniye / hevesât-ı nefsâniye

  • Nefsin gelip geçici arzu ve istekleri.
  • Nefsin hevesleri, arzuları ve kötü istekleri.

hevesat-ı nefsiye

  • Nefsin gelip geçici arzu ve istekleri.

hevesat-ı sefile / hevesat-ı sefîle

  • Nefsin gayr-ı meşru alçak istekleri.

hevesperverane / hevesperverâne

  • Nefsin istek ve arzularına düşkün bir şekilde.

hilaf-ı heves / hilâf-ı heves

  • Nefsin arzu ve isteklerinin aksine.

hilm

  • Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak.
  • Vakar. Sükûn.

hiss-i nefs-i cisim

  • Bedene ait nefsani duygu.

hisset-i nefis

  • Nefsin alçaklığı.

hisset-i nefs

  • Nefsin aşağılığı.

hissiyat-ı nefsaniye / hissiyât-ı nefsaniye

  • Kötülükleri emreden nefsin yönlendirdiği duygular.

hissiyat-ı nefsiye

  • Nefse ait duygular.

hizb-üş şeytan

  • Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

hubb-u nefis

  • Kendini sevme, nefse düşkünlük.

hubbüşşehevat / hubbüşşehevât

  • Şehvetleri sevme, nefsin arzu ve istekelerinine aşırı düşkünlük.

huzuzat-ı nefsaniye / huzuzât-ı nefsâniye / huzûzât-ı nefsaniye

  • Nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar.
  • Nefse hoş gelen şeyler.
  • Nefsin hoşlandığı şeyler, zevkler ve hazlar.

i'timad-ı nefs / i'timâd-ı nefs

  • Nefse güvenmek, bir iş için lâzım olan çalışmaları ve sebeplere yapışmayı bırakarak o işi başarırım diye kendine güvenmek.

i'tizal

  • (İtizal) Bir şeyi işlemeğe tamamen kasd ve teveccüh eylemek.
  • Nefsine müracaatla cürüm ve hatasını itiraf etmek.

icbar-ı nefs

  • Kendini zorlama, nefsini icbar etme.

iffet

  • Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
  • İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.

ihram

  • Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise.
  • Yün yaygı. Büyük yün çarşaf.
  • Fık: Hac veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.

ihtifaz

  • Darılma, küsme.
  • Bir şeyi nefsine hasretme.
  • Kendini sakınma, muhafaza etme.

imam-ı ca'fer-i sadık / imam-ı ca'fer-i sâdık

  • (Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile müc

imsak

  • Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Hapsetmek.
  • Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
  • Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.

inabe yolu / inâbe yolu

  • Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.

intihar

  • Kendi kendisini öldürmek. İdâm-ı nefs.

inziva / inzivâ

  • Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.

irtiyaz

  • Riyâzet yapma, nefsine eziyet etme.

ırz

  • Namus. Temizlik. Cinsî haysiyet.
  • Ehil ve ıyal. İnsanın korumağa mükellef olduğu nefsi, hasebi, şerefi ve mahremleri, zemmedilecek veya medhedilebilecek durumları.

isar / îsâr / ا۪يثَارْ

  • Muhtaç olduğu halde başkasını nefsine tercîh etme.

ıslah-ı nefis

  • Nefsi düzeltme, hayatını değiştirme.

islam-ı hakiki / islâm-ı hakîkî

  • Nefsin itminâna (Allahü teâlânın emirlerine itâate) kavuşmasından sonraki müslümanlık.

islam-ı mecazi / islâm-ı mecâzî

  • Nefsin, itminâna gelmeden yâni Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmeye başlamadan önce, kişide bulunan ve Cennet'e girmek için yeterli olan İslâmiyet.

istimsak

  • (İmsak. dan) Nefsine hâkim olma, kendini tutma.

itimad-ı nefis

  • Nefsine güvenmek, nefsine dayanmak.

katel

  • Nefs. Cismin bakiyyesi.

kaziye-i ma'dule

  • Man: Selb, ya mevzuundan ya mahmülünden ikisinden cüz' olan, yâni kendinde hem isbat ve hem de nefiy kaziyyelerdir. "Nefs-i nâtıka gayr-i mürekkebdir" gibi.

kaziye-i muhayyele

  • Man: Kizb olduğu mâlum iken nefsin ya münbasit ya münkabız olduğu kaziyye. Hayali olan hüküm.

kelam-ı lafzi / kelâm-ı lafzî

  • Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.

kerih

  • İğrenç, tiksindirici.
  • Muharebe ve cenkte olan şiddet.
  • Pis, çirkin, fena şey.
  • Nefse kerahetlik vercek kabahat.

kesr-i nefis

  • Nefsi kırma, nefsi düşürme.

kibr-i nefs

  • Nefsin büyüklüğü, izzeti.

kifaf-ı nefs

  • (Aslı: kefaf-ı nefs) Yalnız kendisi için yetecek kadar.
  • Ölmeyecek kadar olan rızık, gıda.

kimya-yı saadet

  • Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek.
  • İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.

kıyas-ı binnefs / kıyâs-ı binnefs

  • Nefsini misal alarak, nefsine kıyaslayarak. Bir şeyin bizzat kendini kıyas ederek yapılan kıyas.
  • Nefsini misâl alarak, kendi nefsine kıyaslayarak.

kunyan

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

kunye

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

lehiv

  • (Lehv) Günahlı, şehevi, nefsâni meşguliyet. Kadınla yabancı erkeğin oynaması.
  • Eğlence, oyun.

lehviyyat

  • (Tekili: Lehv) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler. (Farsça)

mahiyet-i nefsiye

  • Nefsin öz varlığı, mahiyeti, kendi kimliği.

mahviyet / مَحْوِيَتْ

  • Alçak gönüllülük, nefsine kıymet vermeme.

marziyye

  • (Bak: NEFS-İ MARDİYE)

maun

  • Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
  • Malın zekâtı.
  • Ufak tefek ihtiyaçlar.
  • Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.

menfaat-i nefsiye

  • Nefsin menfaatleri.

menfaatperest

  • Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse. (Farsça)

mevt-i ahmer

  • Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek.
  • Tas: Nefse karşı koymak.

muazzef

  • Nefsin arzularını terkeden, zühd sâhibi.

mücahede / mücâhede

  • Çalışma, mücâdele etme, uğraşma, cihâd etme.
  • Nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapma.

müdafaa-i nefs

  • Kendini koruma. Nefsini müdafaa etme.

mugamere

  • (Ga, uzun okunur) Nefsini zorluğa ve şiddete zorlama.

mugamir

  • Nefsini tehlikeye koyan kişi.

mugarrid

  • Pek güzel öten kuş.
  • Yüksek sesle nefse hoş gelen şarkılar söyliyen.

muhasebe / muhâsebe

  • Hesâblaşma, insanın nefsini hesâba çekmesi.

mukarreb

  • Yakınlaştırılmış.
  • Cennette dereceleri en yüksek olan.
  • Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.

muksit

  • Adaletle iş gören. Haklı hareket eden.
  • Nefsine lâyık görmediği zararlı şeyi başkasına da münasib görmeyen.

münafesat

  • (Tekili: Münâfese) (Nefs. den) Münâfeseler.

münafese

  • Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,

murakabe / murâkabe

  • Kontrol etmek, inceleyip vaziyeti anlamak.
  • Kulun, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendini gördüğünü bilmesi ve O'nu unutmaması.
  • Nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır.

müşarata / müşârata

  • Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesâba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakınma ve âhirete hazırlanma husûsunda nefsle sözleşme.

müşteheyat

  • Lezzetli şeyler. Nefsin hoşuna giden ve iştah için yenen şeyler.

müştehiyat / müştehiyât

  • Nefsin hoşuna giden şeyler.
  • Nefse hoş gelen lezzetli şeyler.

müştehiyat-ı nefsaniye

  • Nefsin hoşuna giden lezzetli şeyler.

müsteysir

  • Nefsine ayıran.

mütemalik

  • Kendini tutan, nefsine hâkim olan.

müttehiz

  • Alan, ittihaz eden, kabul eden, nefsine alıp kabul eden.

muvafakat-i şehvet-i nefis

  • Nefsin şehvetine tâbi olma, uyma.

müzekki-i nefis / müzekkî-i nefis

  • Nefsi terbiye eden, temizleyen.

müzekki-i nefs

  • İnsanın nefsini ıslâh eden. Terbiyeye sebeb olan.

nafis

  • (Nefs. den) Gözü nazar değer olan kimse.
  • Açan ve ferahlandıran.

nakibe

  • Akıl. Nefs.
  • İnsan ruhu.

nakime

  • Asıl, cevher. Kendi, nefis.
  • Nefsi mübarek olan.

nefis

  • (Bak. NEFS)
  • (Bak: Nefs)

nefis-perest

  • Şeriat kanunlarına aykırı olarak, ahlâk kaidesini tanımadan nefsinin isteklerine uyan. Nefsine taparcasına düşkün olan.

nefis-perver

  • Nefsini çok sevip besleyen, nefsi isteklerine çok düşkün. (Farsça)

nefisperest / نَفِسْپَرَسْتْ

  • Nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan.
  • Nefsine aşırı düşkün olan.
  • Nefsine düşkün.

nefisperestlik

  • Nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olmak.

nefisperver / نَفِسْپَرْوَرْ

  • Nefsini seven.
  • Nefsini seven.

nefisperverane / nefisperverâne

  • Nefsini sevip gözeten.
  • Nefsini severcesine.

nefs

  • (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
  • Göz.
  • Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
  • Ruh, hayat, asıl.
  • Maya.
  • Hamiyet.
  • Can.
  • İnsanın kendisi, kişi, beden.
  • Hakîkat, cevher, asıl, öz. İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti. Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı. Buna nefs-i emmâre de denir.

nefs muhasebesi / nefs muhâsebesi

  • İnsanın, dâimâ kötülük ve günâh işlemek istiyen nefsini hesâba çekip, kontrol etmesi ve gerektiğinde onu cezâlandırması

nefs-i emmare / nefs-i emmâre

  • Kötülüğü emr eden nefs.

nefs-i levvame / nefs-i levvâme

  • Kötü işlerden dolayı dâimâ kendini kınayan ve ayıplayan nefs.

nefs-i mardiyye

  • Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs. Rabbinin indinde, makbûl olan nefs.

nefs-i mülhime

  • Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs.

nefs-i mutmainne

  • Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.
  • İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler

nefs-i natıka / nefs-i nâtıka

  • İnsanı hep kötülük ve aşağılık işler yapmaya sürükleyen nefs. Nefs-i emmâre.

nefs-i radiye / nefs-i râdiye

  • Rabbinden râzı ve hoşnûd olan nefs.
  • Rabbinden râzı ve hoşnud olanın nefsi. (Farsça)

nefsa

  • (Çoğulu: Nefsâvât-Nüfüs-Nifâs-Nevâfis) Yeni doğum yapmış kadın. Loğusa.

nefsani / nefsanî / nefsânî

  • Nefsin hoşuna giden.
  • Nefsin hoşuna gider şekilde.

nefsani müştehiyat / nefsânî müştehiyat

  • Nefsin hoşuna giden arzu ve istekler.

nefsaniyet

  • Nefsin hoşuna gider şekilde arzular.
  • Nefsini çok beğenmişlik.
  • Gizli düşmanlık, garez, kin.
  • Nefsine düşkünlük.

nefsi / nefsî / نَفْس۪ي

  • Nefisle ilgili, nefsim!
  • Nefis ile, kendisi ile alâkalı. Şahsa ait, nefse dair.
  • Nefsin isteklerine yönelik.
  • Nefsim.

nefsi nefsi / nefsî nefsî

  • "Nefsim, nefsim" mânâsına gelen ve sadece kendini düşünmeyi ifade eden bir söz.
  • "Benim nefsim", "nefsim nefsim" mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.

nefsi, nefsi / nefsî, nefsî

  • "Nefsim, nefsim" mânâsına gelen ve herkesin kendi derdine düşüp başkalarıyla meşgul olamadığını ifade eden bir cümle.

neha

  • Pek akıllı adam.
  • İhtiyacı terkeylemek. (Güya kendi nefsi cihetinden menedilmiş demektir.)

nekibe

  • Nefsi mübârek.

nekise

  • Hilâf, ters.
  • Nefs.

neseme

  • (Nesme) : (Çoğulu: Nüsüm) Nefs. İnsanın ve her nesnenin başlangıcı.

nevafis

  • (Tekili: Nefsâ) Loğusalar. Yeni doğum yapmış kadınlar.

nezr

  • Adak adamak.
  • Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.

nisyan-ı nefis / nisyân-ı nefis

  • Nefsi unutmak.

nüfus

  • (Tekili: Nefs) Nefisler, canlar, şahıslar.

nüfus-u seb'a

  • Nefsin yedi mertebesi.
  • 1- Nefs-i emmare, 2- Nefs-i levvame, 3- Nefs-i mülhime, 4- Nefs-i mutmainne, 5- Nefs-i râdiye, 6- Nefs-i mardiyye, 7- Nefs-i sâfiye.

nüfus-u seba / nüfûs-u seba / نُفُوسُ سَبْعَه

  • (Nefsin) yedi mertebesi.

perhizkar / perhizkâr

  • Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.

rabıt-rabıta / râbıt-rabıta

  • Bağlayıcı, bitiştirici.
  • Nefsini ezip kendini Allah'a bağlamış.

rabıta

  • Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
  • Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
  • Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
  • Tertip, sıra, düzen, usûl.

rabıta-i mevt

  • Ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmak.

rav'

  • Ürkmek, korku, halecan. Hareket-i nefsaniye. Havf.

realist

  • Fls: Hakikatçı. Nefs-ül emre uygun düşünen. Realizm taraftarı. (Fransızca)

rev'

  • Korku, halecan. Ürkmek.
  • Nefsanî hareket.

revan

  • Giden, akıcı. (Farsça)
  • Derhal. (Farsça)
  • Ruh, can. Nefs-i nâtıka. (Farsça)
  • Edb: Su gibi akıp giden güzel söz. (Farsça)

riyazat

  • Nefsi terbiye için az yiyip az uyuyarak dünya lezzetlerinden kurtulma.
  • (Tekili: Riyazet) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.

riyazet / riyâzet / رِيَاضَتْ / ریاضت

  • Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma.
  • Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
  • Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
  • İdman.
  • Gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma.
  • Nefsin isteklerini yapmamak.
  • Nefsi ıslah için az gıda ile yaşama.
  • Açlıkla nefsi terbiye etme.
  • Nefsinin isteklerine boyun eğmeden yaşama. (Arapça)

riyazet-i diniye

  • Dinî riyazet, az gıda almak suretiyle nefsi terbiyeye çalışma.

riyazet-i şer'iye

  • Şeriatın izin verdiği ölçüde açlık ile nefsi kırarak yaşamak.

riyazetkarane / riyazetkârâne / riyâzetkârâne

  • Nefsi terbiye ederek.
  • Az gıda ile yaşayıp nefsi terbiye edercesine.

saba

  • Hevâ ve nefsine meyletme. Delikanlılık.

sadaka-i fıtr

  • Ramazan bayramından evvel fıtra olarak verilen sadaka. Zengin (nisaba mâlik) her müslümanın (ihtiyar, genç, çocuk ve hattâ bunak da olsa) fakirlere vermeye mükellef olduğu sadakadır, vâcibdir. Nisaba mâlik olan bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de çocukları, hizmetçisi için sadaka-i fıtır veri

safsata-i nefis

  • Nefsin safsatası, nefsin yalan ve uydurmaları.

sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

  • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

savm

  • Oruç. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.

şayık

  • Nefsi bir şeye yönelen.

şedid-üş şekime

  • Şedid-ün nefs; yani başkasına boyun eğmekten çekinen ve kibirlenen.

sefahet

  • (Sefeh) Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık edip lüzumsuz yere, sonunu düşünmeden, hazz-ı nefs için masraf etmek.

sefahet-i mutlaka

  • Nefsin her türlü kötü arzularına uyma.

şehevat

  • (Tekili: şehvet) şehvetler, nefsanî istekler, arzular.

şehevi / şehevî

  • Şehvetle alâkalı. Hayvanî, nefsanî duygularla alâkalı, onlara ait.

şehvet

  • Nefsin arzusu, cinsî istek.
  • Nefsin arzu ve istekleri.
  • Nefsin arzu ve istekleri.
  • Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu.
  • Bir şeyi fazla istemek.
  • Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)Kudsi Hadis'te Cenab-ı Hak buyuruyor: "Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı

şehvet-perest

  • Şehvetine çok düşkün. Nefsi arzularının esiri olan. (Farsça)

şevk-i nefsani / şevk-i nefsanî

  • Nefsin helâl olmayan arzularına karşı duyulan istek.

seyr-i afaki / seyr-i âfâkî

  • Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Nefsin iç âlemindeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.
  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi.
  • Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü.

sıfat-ı selbiye / sıfât-ı selbiye

  • Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi.

sıgar-ı nefis

  • Nefsin küçüklüğü.

sığar-ı nefs

  • Nefsin küçüklüğü; kendi küçüklüğünden duyulan rahatsızlık.

sôfi / sôfî

  • Tasavvuf ehli. Kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) ve mâsivâya (Allahü teâlâdan başka şeylere) bağlamaktan koruyan, nefsini Allahü teâlâya itâate kavuşturan, pâk ve temiz bir kalbe sâhip olan kimse, velî derviş.

su'-i fehm / sû'-i fehm

  • Kötü anlayış. Her zarar, insana, kendi nefsinden gelir, Yüz karası, âdeme (insana) sû'-i fehminden gelir.

sübjektif

  • Bilen akıl ile alâkalı. (Fransızca)
  • Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan. (Fransızca)

süfliyat

  • Fâni dünya ile alâkalı işler. Nefsâni, heva ve hevese tabi olan kimselerin işleri.

süluk-ü tarikat / sülûk-ü tarikat

  • Tarikat yoluna girme; nefsi düzeltmek ve vuslata erişmek amacıyla tasavvuf yoluna girme, mânevî yolculuğa çıkma.

suretlerin tahrimi / sûretlerin tahrimi

  • Resimlerin haram kılınması, yasaklanması; haset, gurur, riya, şehvet gibi nefsanî duyguları kabartan ve İslâmiyetin sakındırdığı sonuçların doğmasına sebep olan resimlerin, fotoğrafların yasaklanması.

şuur

  • Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak.
  • Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir.
  • Kendi varlığından haberi olma.
  • Bir şeyi hoşça tanıma.
  • İnceliklerini iyice idrak etme.
  • (Tekili: Şa'r) Kıllar.

tabaka-i mevcudat-ı nefsiye

  • Nefsin hoşuna giden varlıklar tabakası.

taraftar-ı nefis

  • Nefse taraftar olma.

tasavvuf / تَصَوُّفْ

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
  • Kalb ayağıyla rûhânî mertebelerde ilerleyerek nefsi terbiye etme yolu.

tasfiye-i nefis

  • Nefsi arındırma, saflaştırma.

tazallüm

  • Bir haksızlıktan sızlanmak. Şikâyet etmek.
  • Birinin hakkını veya malını gasbetmek.
  • Mazlum olmak.
  • Zulmü kendi nefsine isnad etmek.

tekebbür

  • Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek.
  • Kibirlenmek, kendini büyük saymak, nefsini büyük görmek.

temalük

  • Nefsini zaptetme. Kendine hâkim olma.

tenehnüh

  • Nefsini menetmek. Nefsinin isteklerine engel olmak.

terk-i iltizam-ı nefs

  • Nefsin isteklerini yerine getirmeyi terk etme, nefsi dinlememe.

tezehhüd

  • Kendini dindar göstermek. Sun'i surette dindar olmak.
  • Dünyevî ve nefsanî şeylerden elini çekmek, ibadet etmek.

tezkiye-i nefis

  • Nefsi temize çıkarma.

tezkiye-i nefs

  • Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
  • Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek
  • Nefsini temiz bilmek. Kusuru üzerine almamak. Nefsini kusursuz addetmek.
  • Nefsi kötü şeylerden temizlemek, hayra yöneltmek.

tezkiyesiz

  • Nefsi temize çıkarmaksızın.

tıyb-ı nefis

  • Nefsin rıza ile güzelce kabul etmesi, nefsin rıza ve hoşnutluğu.

tukat

  • Nefsini haramdan ve şüpheli nesnelerden saklamak.

ufat

  • Haramdan nefsini koruyanlar.

uzuf

  • Nefsi kötülüklerden ve şüphelerden menedip uzaklaştırmak.

vech

  • (Vecih) Yüz, çehre, surat.
  • Tarz, üslub.
  • Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
  • Tarih.
  • Suret.
  • Sebeb.
  • Bir şeyin nefsi ve zatı.
  • Semt. Cihet.
  • Münasebet.

vesvas

  • Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.

vilayet-i hassa / vilâyet-i hâssa

  • Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam.

vuzu'

  • Hakir etme. Kendini, nefsini tezlil ve tahkir etme, küçümseme.

zahid / zâhid

  • Takvâ sahibi olan; nefsî isteklerden uzak kalan.

zalf

  • Men'etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek.
  • Mübah şey.
  • Bâtıl.
  • Şiddet.
  • Beyhude.

zehadet

  • Dünyadan, yâni nefsanî, fani ve fena şeylerden çekinmek. Zâhidlik. Sıkı sıkıya dine bağlılık.

zevk-i nefsani / zevk-i nefsanî

  • Nefsin hoşlandığı bir zevk.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın