Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Nahi
ifadesini içeren
92
kelime bulundu...
ikab / ikâb
Cezâ, azâb. Günâhın cezâsını vermek.
a'na / a'nâ
(Tekili: İnv) Nahiyeler, taraflar.
Cemaatler.
afv
Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.
aned
Cânib ve nâhiyeler.
aruz
Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
Bir beytin birinci
avamil
(Tekili: Amil) Sebepler.
Ayaklar.
Valiler. Hâkimler.
Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
ayk
Nâhiye.
Kenar.
Taife.
çağrışım
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
caniha
Bir tarafa meyleden veya bir cenahı tutan.
Göğüs altındaki iyeği.
cedile
Kabile.
Nâhiye.
Kuş kafesi.
celhe
(Çoğulu: Cülâhet) Gidermek. Yerinden ayırmak.
Nâhiye.
cenab
(Çoğulu: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi.
Cânib.
Nâhiye.
dahıye
Nâhiye.
fasık / fâsık
(Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.
gaffar / gaffâr
Ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan Allah.
haca'
(Çoğulu: Ahcâ) Akıl.
Nahiye.
halil
Samimi dost. Sâdık dost.
Nahif ve fakir kimse.
hall
Sağlamlaştırmak.
Dostluk, sadâkat.
Fakir, hastalıklı, nahif insan.
Sirke.
haşa' / haşâ'
(Çoğulu: Ehşâ) Nefes tutukluğu.
Nefesin tutulması.
Nâhiye.
Kalb.
hatır-ı şeytani / hâtır-ı şeytânî
Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir.
havze
Nâhiye.
Cemaat, topluluk.
hıdn
Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak.
Nahiye.
Canip, taraf.
hizfer
(Çoğulu: Hazâfır) Taraf. Nâhiye.
hubb-ısiva / hubb-ısivâ
Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi.Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan. Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı.
huruf-u cazime / huruf-u câzime
Cezmeden harfler: lem, lemmâ, lâm-ül-emir, lâ-ün-nâhiye (nehyeden lâ edatı). Şart edatları da câzimdir.
inabe / inâbe
Günahı terkedip hakka yönelme.
ıskat-ı salat / ıskat-ı salât
Ölmüş bir kimsenin kılmadığı namazlar yüzünden hâsıl olan günahını giderir ümidi ile verilen sadaka.
karye
Köy. Nâhiyeden küçük olan, insanlarla meskun yer.
kaşif / kâşif
Keşfedici. Keşfeden. Gizli bir şeyi meydana çıkarıp, izah eden. Açıklayan.
Mısır'da nâhiye veya kaza idarecilerine verilen ad.
kefaret / kefâret
Bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı.
kefareten / kefâreten
Günahın bağışlanmasına vesile olarak, bedel olarak.
keffaret / keffâret
(Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
Günahtan arınma.
İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.
kelamın kuyudat ve keyfiyatı / kelâmın kuyudat ve keyfiyatı
Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.
kusa
Zayıflık.
Nâhiye.
kutr
Taraf. Canib.
Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
Çap.
Bölük. Bölge.
Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.
küvre
(Çoğulu: Küvr-Kirân) Ateş yakacak yer.
Düz nâhiye.
şehir.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
layetenahiyet / lâyetenahiyet
Lâyetenahilik, sonsuzluk, nihayetsizlik.
lut
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve
mağfur
Allah'ın mağfiretine kavuşmuş, günahı affolunmuş; vefat eden kişiler için kullanılır.
mehbut
Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan.
menhar
(Çoğulu: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha.
menhec
(Çoğulu: Menâhic) Geniş, açık yol.
menhel
(Çoğulu: Menâhil) Hayvan sulanan yer.
Menzil, durak. Konaklanacak yer.
menhere
(Çoğulu: Menâhir) Mahalle arasındaki süprüntülük.
menhir
(Çoğulu: Menâhir) Burun deliği.
merah
Yer. Mekân.
Sevinç.
Rahat edilecek yer.
Meşhur bir nahiv kitabının ismi.
meysere
(Çoğulu: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh.
Zenginlik, servet.
minhas
(Çoğulu: Menâhis) Uğursuz şey.
minhat
(Çoğulu: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet.
mubahat
(Tekili: Mubah) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.
mücaveze
Haddinden ileri geçmek. Normali aşmak. Bir şeyin, hadd-i itidâli geçmesi.
Birini suç ve günahı ile muâheze eylemeyip görmemezlik ile afv ve müsamaha eylemek.
müdir / müdîr
(Müdür) İdâre eden. Çeviren bakan.
İdareden anlayan.
İdare memuru. Bir dairede memurların başı.
Nâhiye merkezinin idare memuru.
müsnedün ileyh
Özne, fail. Edebiyatta sözün birinci rüknüne denir. Kendine isnad edilen. (Nahivde buna mübtedâ denir)
nahil
(Nâhile) Zayıf, arık, ince.
nahit
(Nahite) İnilti.
nahv
Arapça'da cümle yapısını ele alan 'nahiv ilmi'.
(Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön.
Misâl.
Miktar.
Kasd ve azmeylemek.
Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile Arapça kelimelerin yeri ve usulü bilinir, yani cümle tahlili yapılır.
nahvi / nahvî / نحوی
Nahiv ilmine ait. Arapça gramere ait. Nahiv ilmini iyice bilen.
Nahivle ilgili.
Gramerci, nahiv uzmanı.
(Arapça)
nahviyyun
Kelime dizimi ve nahiv ilminin ehli olan âlimler. Arapça dil âlimleri, gramerciler.
nefs-i levvame
Kötülüğü işledikten sonra fenâlığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hâli ve vicdan rahatsızlığı.
İnsanın, kendine ait kötülük ve günahını görüp fenalığını bilen ve hayra meyleden iradesi.
nehec
(Çoğulu: Menâhic) Yol, tarik.
İstikâmet.
nehire
Çürümüş, ufalanmış, rüzgârla savrulur. Delik deşik, göz göz olmuş.
Rüzgâr estikçe ses verir kemik, çürümüş kemik. (Nâhir de denir)
nevahi
(Tekili: Nahiye) Taraflar, yanlar, nahiyeler.
Nahiyeler, taraflar, yanlar.
nevahi-i kaza
bir kazâya bağlı olan nahiyeler.
nevahi-i mekke
Mekke civarı. Mekke'nin yakınları, nahiyeleri.
nihaf
(Tekili: Nahif) Cılız, zayıf kimseler.
nuhat
Nahiv (gramer) âlimleri.
reyn
Leke, kir, pas.
Gönül karası, kalb katılığı, günahın artması.
Uyku, mestlik galebe etmek.
Çıkması mümkün olmayan şey.
şafak
Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
Nahiye. Cânib.
Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
Merhamet.
Harf.
şaki / şakî
(Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz.
Her çeşit günahı işleyebilen.
Haydut, yol kesen.
Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.
şefi' / şefî'
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan.
sekkaki / sekkakî
(Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.
settar / settâr
"Kulların günâhını örten" mânâsında Allahü teâlânın sıfatlarından.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
şezen
Nahiye, cânip, taraf.
Kaba ve sağlam yer.
suk'
Taraf, yön.
Nahiye.
şünhub
(Çoğulu: Şenâhıb) Dağbaşı.
tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet
Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.
tassuc
(Çoğulu: Tasâsic) Cânip. Nâhiye. İki tane.
tecenni
Meyve devşirme.
Bir kişiye işlemediği günahı işledi diye isnad etmek.
tecerrüm
Gitmek.
Etmediği günahı ettim demek.
Eksilmek.
tegammüd
Günahı örtmek.
tevbe
Günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme.
tevbe-i nasuh / tevbe-i nasûh
Sâdık tevbe. Nasuh tevbesi. Rücu' ettiği günaha bir daha dönmemek veya tevbe eylediği günahı bir daha yapmamak için kasd ve niyet etmek ve bunda tam kararlı olmak.
Sâdık tövbe, işlediği günâhı bir daha yapmamak üzere tövbe etmek ve bu tövbesinde tam kararlı olmak.
tunb
Nâhiye, cânip, taraf, yön.
ulum-i aliyye / ulum-i âliyye
Sarf ve nahiv gibi âlet ve anahtar durumunda olan ilimler.
"ayn" ile yüce ilimler, din ilimleri.
ulum-i ibtidaiyye / ulûm-i ibtidâiyye
Âlet ilimleri; ana ilimleri öğrenmek için yardımcı olan sarf, nahiv, belâgat, mantık vs. gibi ilimler.
ulum-u aliye / ulum-u âliye
(Âlet. den) Âlet ilimleri. (Gramer, sarf, nahiv, belâgat ve mantık gibi.)
urz
Mania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran.
Hâcet, ihtiyaç.
Taraf, nâhiye, cânip.
Vasat, orta.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Alihe
savm-ı dehr
Tesanüt
mend
aşire
jaledar
malik-i yevmiddin
mensub
alamet-i
Kasdi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Nahi
Nesis
Elbise
Allah kabul etsin
tartışma
rükün
adanmış
Otçu
Bost
yetinmek