REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Nagi ifadesini içeren 228 kelime bulundu...

abzih / âbzih / آبزه

  • Su kaynağı. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)

afaki / âfâkî

  • Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.

ahlak

  • (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine

ampirizm

  • (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj

arız / ârız

  • Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
  • Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
  • Kalın ve geniş bulut.
  • Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
  • İnsanın yanağı.

asl-ı teşaub

  • Dallanmanın kaynağı, aslı.

ateşgah / âteşgâh / آتشگاه

  • Ateşkede, ateşperest tapınağı. (Farsça)

ateşgede / âteşgede / آتشگده

  • Ateşkede, ateşperest tapınağı. (Farsça)

atme

  • Ateş kaynağı, volkanın tepesindeki lâvın çıktığı yer, krater.

ayn-ül kıtr

  • Bakır kaynağı.

aynü'l-hayat

  • Hayat pınarı, kaynağı.

aynülhayat

  • Hayatın pınarı, kaynağı.

azam-ı maişet / âzam-ı maişet

  • En büyük geçim kaynağı.

bab-ı asafi / bâb-ı âsafî

  • Tar: Sadrazam konağı.

bahas

  • Deve tırnağı.
  • Ayak eti.
  • Parmak diplerinin ayak tarafındaki etleri.
  • Gözün üstünde veya altında beliren yumruca et.

batarya

  • Enerji kaynağı.

bevk

  • Sıçrayıp binme.
  • Toplanma. Bir araya gelme.
  • Karışma, karmakarışık olma.
  • Su kaynağını karıştırarak açma.

burhan-ı inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.

cebr-i keyfi / cebr-i keyfî

  • Hiçbir hukukî dayanağı olmayan keyfî zorlama.

cemil / cemîl

  • Bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah.

dahas

  • Davarın tırnağında olan bir verem.

dakdaka

  • Davarın tırnağının taşa dokunup ses çıkarması.

define-i hüsn-ü maişet

  • İyi geçim kaynağı.

delil-i inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.

deneycilik

  • (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş

erahh

  • Tırnağı yassı ve geniş olan hayvan.

eş'ar

  • (Çoğulu: Eşâir) En iyi şâir.
  • Kılı çok olan kimse.
  • Davarın tırnağı çevresinde olan kıl.

fahr-i cihan

  • Cihanın, kâinatın övünç kaynağı.

fahr-i risalet

  • Peygamberliğin övünç kaynağı olan Peygamberimiz (a.s.m.).

fahr-i rusul

  • Bütün peygamberlerin övünç kaynağı Hz. Muhammed.

fahrü'l-alemin / fahrü'l-âlemin

  • Âlemlerin övünç kaynağı olan Fahr-i Âlem Hz. Muhammed (a.s.m.).

fahrü'l-islam / fahrü'l-islâm

  • İslâm dünyasının iftihar vesilesi, övünç kaynağı.

fahrüddeveran

  • Yaşadığı ve kendisinden sonra gelen dönemlerin övünç kaynağı.

faridat-ı adile / farîdât-ı âdile

  • Dînimizin dört temel kaynağından icmâ' ve kıyâs.

faziletmeab / faziletmeâb

  • Faziletin sığınağı olan kimse, yâni çok faziletli. (Farsça)

goncaruhsar / goncaruhsâr / غنجه رخسار

  • Yanağı goncaya benzeyen. (Farsça)

habetıktık

  • Atın tırnağı taşa dokunduğunda çıkan ses.

hafa

  • Çok yürümekten adamın ayağının ve davarın tırnağının aşınması.

hafir

  • (Çoğulu: Havâfir) Davar tırnağı.

hakikatmedar / hakîkatmedâr

  • Hakikatın kaynağı.

hasıl-ı bilmasdar / hâsıl-ı bilmasdar

  • Bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç; varmak fiili masdar, acı ise hâsıl-ı bilmasdardır.

hatut

  • Yeri tırnağıyla kazıyıp çizgiler çizen vahşi sığır.

haytü'l-emel

  • Ümit kaynağı, tutunacak bir ümit dalı.

hikmetmedar

  • Hikmet kaynağı.

hüccetü'l-islam / hüccetü'l-islâm

  • İslâmın dayanağı.

hükema-i işrakıyyun / hükema-i işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan filozoflar.

hükema-yı işrakıyyun / hükema-yı işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan İslâm filozofları.

huzme

  • Demet. Deste. Bir kucak şey.
  • Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.

ibriye

  • Baş konağı.

iki cihan fahri

  • Dünya ve âhiret âlemlerinin övünç kaynağı.

in

  • Yabani hayvanların barınağı, yuvası. Mağara.

inayet / inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik.
  • Allah'ın özel yardımı, şefkatle ilgilenmesi.

inayet-i tamme / inâyet-i tamme

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu.

inayet-i zahire

  • Ap açık inayet; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan ap açık düzenlilik.

ism-i cemil / ism-i cemîl

  • Allah'ın bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olduğunu ifade eden ismi.

işrakiyun / işrâkiyun

  • Bilginin kaynağının mânevi aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünde olan İslâm felsefecileri.

işrakıyyun / işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunanlar.

ıtar

  • (Çoğulu: Utur) Dudak kenarı.
  • Elin kasnağı.
  • Diğerlerini ihâta eden nesne.

kan-ı merhamet / kân-ı merhamet

  • Merhamet kaynağı.

kanun-u deha / kânun-u deha

  • Dehâ kaynağı. Dehâ ocağı, akıl, zekâ kaynağı.

karun

  • İki şeyi bir araya getiren.
  • Tez terleyen hayvan.
  • Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
  • İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.

kedid

  • Davar tırnağıyla didilmiş ve yumuşamış olan yumuşak yer.

kemal-i inayet / kemâl-i inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin mükemmelliği.

kemençe

  • Çiftçilerin tarlalara kimyevi gübre atmak için kullandıkları bir nevi âlet. (Farsça)
  • Tırnağı tellerine değdirmekle ses çıkaran kemana benzer küçük bir çalgı âleti. (Farsça)

keşkul / keşkûl / كشكول

  • Dilenci çanağı. (Farsça)
  • Keşkül, bir tür tatlı. (Farsça)

kitab / kitâb

  • Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm.
  • Amel defteri.

kubus

  • Sür'atle yürüdüğünden yere tırnağının ucundan başka yeri değmeyen at.

külsum

  • Yuvarlak yüzlü.
  • Yanağı ve yüzü etli olan.

künganlık / küngânlık

  • Su kaynağını bulma işi.

küniş

  • Mecusi tapınağı. (Farsça)
  • Yahudi havrası. (Farsça)

kütüb-i sitte

  • Altı kitab. Kur'ân-ı kerîmden sonra, İslâm dîninin ikinci kaynağı olan hadîs-i şerîfleri ihtivâ eden ve doğruluğu İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilen altı hadîs kitâbının hepsine birden verilen ad. Bunlar; İmâm-ı Buhârî'nin Sahîh-i Buhârî'si, İmâ m-ı Müslim'in Câmi'us-Sahîh'i, İmâm-ı Mâlik'in Mu

laleruh

  • Lâle yanaklı. Yanağı lâle gibi pembe olan. (Farsça)

ma'den

  • Maden.
  • Bir haslet veya hususiyetin kaynağı.
  • Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer.
  • Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.

ma'den-i tekemmül / مَعْدَنِ تَكَمُّلْ

  • Mükemmelleşme kaynağı.

maden-i ahlak-ı aliye / maden-i ahlâk-ı âliye

  • Yüce ahlâkın kaynağı.

maden-i desais / maden-i desâis

  • Hile ve aldatmaların kaynağı.

maden-i envar / maden-i envâr

  • Nurların kaynağı.

maden-i feyz

  • İlham, ilim kaynağı.

maden-i hakikat

  • Gerçeklerin ve doğruların kaynağı.

maden-i hasaret / maden-i hasâret

  • Hüsrana uğrama kaynağı.

maden-i hayat / mâden-i hayat

  • Hayat kaynağı.

maden-i hayat-ı içtimaiye / mâden-i hayat-ı içtimaiye

  • Sosyal hayatın madeni, kaynağı.

maden-i ilm-i hakikat / mâden-i ilm-i hakikat

  • Hakikat ilminin kaynağı.

maden-i iman / mâden-i iman

  • İmanın, inancın kaynağı.

maden-i kelam / mâden-i kelâm

  • Sözün mâdeni; ifadenin kaynağı.

maden-i kemalat / maden-i kemâlât

  • Mükemmellikler mâdeni, kaynağı.

maden-i kuvve-i maneviye / mâden-i kuvve-i mâneviye

  • Manevî kuvvetin, moral gücünün kaynağı.

maden-i lezzet

  • Lezzet kaynağı.

maden-i marifet / mâden-i mârifet

  • Bilgi kaynağı.

maden-i menfaat

  • Menfaat kaynağı.

maden-i meziyet / mâden-i meziyet

  • Meziyet, ahlâk, huy mâdeni, kaynağı.

maden-i nimet

  • Nimet kaynağı.

maden-i nur / mâden-i nur

  • Nur madeni, kaynağı.

maden-i rahmet

  • Rahmet kaynağı.

maden-i saadet ve hürriyet

  • Mutluluk ve hürriyet madeni, kaynağı.

maden-i şefkat

  • Şefkat kaynağı.

maden-i sehavet / mâden-i sehâvet

  • Cömertlik kaynağı.

maden-i sıddıkiyet

  • Doğruluğun ve sadakatin kaynağı.

maden-i tekemmül

  • Mükemmelliğe ulaşma kaynağı.

maden-i ticaret

  • Ticaret kaynağı.

maden-i zillet ve hasaret / maden-i zillet ve hasâret

  • Alçalma ve hüsran sebebi, kaynağı.

mader-i hilkatin hazain-i la-tefnasındaki sehavet / mâder-i hilkatin hazâin-i lâ-tefnâsındaki sehavet

  • Yaratılış kaynağının bitmez tükenmez hazinelerindeki cömertlik.

mahzen-i esrar

  • Sırlar hazinesi, kaynağı.

mahzen-i mu'cizat

  • Mu'cizeler mahzeni, kaynağı.

masdar-ı feyz

  • Bereket, nimet kaynağı.

maye-i ervah / mâye-i ervâh

  • Ruhların mayası; ruhlara hayat kaynağı olan.

me'haz-i sail / me'haz-i sâil

  • Soru soranın kaynağı.

mebde-i teayyün

  • İlâhî kemâllerin, yüksekliklerin ilm-i ilâhîde başlangıcı ve ilk kaynağı.

mebde-i ümid

  • Ümidin kaynağı.

medar-ı acz

  • Acizlik, güçsüzlük sebebi, kaynağı.

medar-ı azamet ve kibriya / medar-ı azamet ve kibriyâ

  • Haşmet, yücelik ve büyüklük sebebi, kaynağı.

medar-ı azap

  • Azap sebebi, acı kaynağı.

medar-ı envar / medar-ı envâr

  • Nurlanma kaynağı.

medar-ı ezvak

  • Zevklerin, lezzetlerin kaynağı.

medar-ı fahr / medâr-ı fahr

  • Övünç kaynağı.

medar-ı fetva / medâr-ı fetvâ

  • Fetvâ kaynağı ve sebebi.

medar-ı feyiz ve terakki / medâr-ı feyiz ve terakki

  • Mânevi gıda, ilim ve yükselme kaynağı.

medar-ı füyuzat / medâr-ı füyuzat

  • Mânevî gıda, ilim ve nimetlerin kaynağı.

medar-ı hamd ve şükür / medâr-ı hamd ve şükür

  • Şükür ve hamd kaynağı, sebebi.

medar-ı hayat / medâr-ı hayat

  • Hayat dayanağı, yaşamın dayanak noktası.

medar-ı hüsn-ü maişet

  • Güzel geçinme kaynağı.

medar-ı hüsün ve cemal / medar-ı hüsün ve cemâl

  • Maddî ve manevî güzellik kaynağı.

medar-ı irtica

  • Gericiliğin sebebi, kaynağı.

medar-ı istihracat / medâr-ı istihracat

  • Bir şeyden bir mânâ çıkarma sebebi, kaynağı.

medar-ı istikamet

  • Doğruluk kaynağı.

medar-ı istimdat

  • Medet, yardım isteme kaynağı.

medar-ı kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

medar-ı lezzet

  • Lezzet kaynağı.

medar-ı maişet / medâr-ı maişet

  • Geçim kaynağı.

medar-ı mefharet / medâr-ı mefharet

  • İftihar vesilesi, övünç kaynağı.

medar-ı merak / medâr-ı merak

  • Merak kaynağı.

medar-ı muhabbet

  • Sevgi kaynağı.

medar-ı rahmet

  • Rahmet kaynağı.

medar-ı saadet-i dünyeviye

  • Dünyadaki mutluluğun kaynağı, sebebi.

medar-ı şekavet ve hasaret ve elem / medar-ı şekavet ve hasâret ve elem

  • Her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı.

medar-ı sevab / medâr-ı sevab

  • Sevap kaynağı, sebebi.

medar-ı sıhhat

  • Sağlıklı olmanın kaynağı.

medar-ı sürur ve ferah / medâr-ı sürur ve ferah

  • Huzur ve sevinç kaynağı, sebebi.

medar-ı sürur ve saadet

  • Sevinç ve neşe kaynağı.

medar-ı taayyüş

  • Geçim kaynağı.

medar-ı teessüf / medâr-ı teessüf

  • Üzüntü veren, üzüntü kaynağı.

medar-ı tenasüp / medâr-ı tenasüp

  • Uygunluk sebebi, kaynağı.

medar-ı teselli / medâr-ı tesellî

  • Teselli kaynağı, teselli noktası.

medar-ı tevafuk / medâr-ı tevafuk

  • Uyumluluk kaynağı.

medar-ı ticaret

  • Ticaret kaynağı.

medar-ı zevk

  • Zevk sebebi, kaynağı.

mefhar / مفخر

  • Övünme sebebi, övünç kaynağı.
  • Övünç kaynağı. (Arapça)

mefhar-i mevcudat

  • Varlıkların övünme sebebi, övünç kaynağı.

menabi-i kuvvet / menâbi-i kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

menba-ı edep

  • Edep kaynağı.

menba-ı envar

  • Nur, ışık kaynağı.

menba-ı envar-ı hakaik / menba-ı envâr-ı hakaik

  • Hakikat nurlarının kaynağı.

menba-ı fevz-i necat

  • Kurtuluş zaferinin kaynağı.

menba-ı feyiz

  • Feyiz kaynağı.

menba-ı feyz-i iman

  • İman feyzinin, bereketinin kaynağı.

menba-ı fünun

  • İlim ve fenlerin kaynağı.

menba-ı füyuzat

  • Feyizler kaynağı.

menba-ı garaip

  • Gariplikler kaynağı.

menba-ı hak

  • Hakkın ve doğrunun kaynağı.

menba-ı hakaik

  • Hakikatlerin kaynağı.

menba-ı hakikat

  • Hakikat kaynağı.

menba-ı hayat-ı içtimaiye

  • Toplumsal ve sosyal hayatın kaynağı.

menba-ı hidayet / menba-ı hidâyet

  • Hidayet kaynağı.

menba-ı hurafat

  • Hurafelerin kaynağı.

menba-ı intişar

  • Yayılma kaynağı.

menba-ı kemalat / menba-ı kemâlât

  • Mükemmelliklerin kaynağı.

menba-ı kevser

  • Cenneteki Kevser nehrinin kaynağı.

menba-ı kuvvet

  • Kuvvet kaynağı.

menba-ı nur

  • Nur kaynağı.

menba-ı nur-u hakikat

  • Hakikat nurunun kaynağı.

menba-ı risalet

  • Peygamberlik kaynağı.

menba-ı saadet

  • Mutluluk kaynağı.

menba-ı tefeyyüzat / menba-ı tefeyyüzât

  • Bolluk ve bereketler kaynağı.

menba-ı ulum / menba-ı ulûm

  • İlimlerin kaynağı.

menba-ı ulum-u aliye / menba-ı ulûm-u âliye

  • Yüksek ilimlerin kaynağı.

menba-ı vahdet

  • Birlik kaynağı.

menba-ı vahy

  • Vahyin kaynağı.

menbaü'l-envar / menbâü'l-envâr

  • Nurların kaynağı.

menşe'-i hayat / menşe'-i hayât / مَنْشَۀِ حَيَاتْ

  • Hayat kaynağı.

menşe-i ahzan / menşe-i ahzân

  • Hüzünlerin kaynağı.

menşe-i hayat

  • Hayatın kaynağı.

menşe-i mu'cizat / menşe-i mu'cizât

  • Olağanüstü şeylerin kaynağı.

menşe-i rızk

  • Rızkın kaynağı.

mensim

  • (Çoğulu: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser.
  • Yol, tarik.
  • Deve tırnağı.

merkez-i menba / merkez-i menbâ

  • Kaynağın merkezi.

meslek-i tevafukiye

  • Tevafuku, bilgi kaynağı olarak kabul eden meslek, yöntem.

meşrık-ı nur

  • Nurun kaynağı. Nurun geldiği cihet.

mıgtas

  • Burun, göz çanağı.

mihleb

  • (Çoğulu: Mehâlib) Yırtıcı kuşların tırnağı, pençesi.
  • Orak, bıçak.

monarşi

  • Hâkimiyetin kaynağı birtek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen devlet şeklidir. Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; meşruti monarşi; olmazsa; mutlak monarşi ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli (Fransızca)

muan'an

  • An'aneli; bir haberin veya hadisin ilk kaynağına ulaşıncaya kadar "filandan, o da filandan" şeklinde isim listesiyle birlikte nakledilmesi.

müsafirhane / müsafirhâne

  • Yolcu konağı, han, otel. (Farsça)
  • Misafir olarak geçen resmi kimselerin konaklıyacağı yer. (Farsça)
  • Mc: Dünya. (Farsça)

nefis

  • Can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu.

nefs

  • Can.
  • İnsanın kendisi, kişi, beden.
  • Hakîkat, cevher, asıl, öz. İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti. Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı. Buna nefs-i emmâre de denir.

nefs-i tağut / nefs-i tâğut

  • Her türlü lezzetlerin kaynağı olan, insanı daima kötülüğe sevk eden, Allah'a iman ve kulluktan uzaklaştıran azgın duygu.

nekad

  • (Çoğulu: Nukyud-Nikâd) Ayakları kısa, yüzü çirkin koyun.
  • Büyümesi geç olan çocuk.
  • Ağızda dişler çürüyüp ufanmak.
  • Davarın tırnağı soyulup yüzülmek.

nekf

  • Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek.
  • Kuyudan su çekmek.
  • Arlanmak.

rahah

  • Davanın tırnağının geniş ve büyük olması.

resm-i küşad

  • Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.

ruh

  • Hayat kaynağı, can, cevher.

rüsg

  • (Çoğulu: Ersâg) Bilek.
  • Hayvanların tırnağıyla baldırı arasında olan incecik yer.

safin

  • (Çoğulu: Sâfinât) Cins at.
  • Üç ayağı üstünde durup dördüncü ayağının tırnağını yerde dikip duran at.

sahib-i menba-ı keramat ve hakikat / sahib-i menba-ı kerâmât ve hakikat

  • Allah'ın bir ikramı olarak verilen olağanüstü hal ve özellikler ile gerçeklerin kaynağına sahip olan.

seaf

  • Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
  • Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.

şecere-i tayyibe

  • Temiz ağaç. Bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı olan İslâmiyet'e verilen ad.

sefarethane

  • Sefirlik, elçilik. Elçilik konağı. (Farsça)

şem'a-i feyz-i ilahi / şem'a-i feyz-i ilâhî

  • Allah'ın feyzinden gelen ışık kaynağı.

şems-i kemalat / şems-i kemâlât

  • Kemâlât güneşi, her türlü mükemmelliğin kaynağı.

sened-i özr

  • Özrün belgeleri, dayanağı.

seray

  • Büyük konak, kâşâne. (Farsça)
  • Saray. (Farsça)
  • Hükümet konağı. (Farsça)

şua / şûa

  • Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın.
  • Işın; bir ışık kaynağından çıkan ışık telleri.

şua'

  • Bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri.

sufvan

  • Atın, üç ayak üzerine durup dördüncünün tırnağını yere dikip durması.

süm

  • Dört ayaklı hayvanların tırnağı. (Farsça)

sünbük

  • (Çoğulu: Senâbik) At, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların tırnağı.

tahric / tahrîc

  • Çıkarma, meydana koyma; hadîs-i şerîflerin kaynağını, nasıl geldiklerini, kimlerin naklettiklerini, sahih ve zayıflık gibi derecelerini bulup gösterme, bildirme işi.

tahriç

  • Hadisin asıl kaynağına ulaşma.

tahric-i hadis / tahric-i hadîs

  • Hadisin asıl kaynağına ulaşma.

terkil

  • Ayağıyla veya tırnağıyla vurmak.

ulema-yı işrakıyyun / ulema-yı işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan âlimler.

ulum-i nakliyye / ulûm-i nakliyye

  • Din bilgileri; edille-i şer'iyye denilen dînin dört temel kaynağından yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ-ı ümmet, kıyâs-ı fukahâdan elde edilen bilgiler, ilimler.

vakre

  • Davarın tırnağının taşa dokunup sürçmesi.

veber

  • Bedevi, göçer.
  • Deve yünü.
  • Davar tırnağı.

vehb

  • (H.-110) Tabiînden olan bu şahıs İsrailî rivayetlerin en mühim kaynağı addolunur. Birçok İsrailiyatı havi kitapları okumuş ve tefsire de aktarmıştır.

vezir

  • Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.

zemberek

  • Hareketi sağlayan güç kaynağı.

zeyn-ab

  • (Kürdçe) Su kaynağı, pınar.

zılf

  • Hayvanların çatal tırnağı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın