REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Na kelimesini içeren 418 kelime bulundu...

işaret-i nass / işâret-i nass

  • Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) görünen mânâsından başka, ayrıca maksûd olmayan, kastedilmeyen bir mânâyı da bildirmesi.

abdest

  • Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.

abhord / âbhord / آبخورد

  • Nasip. (Farsça)

acep

  • Nasıl ki, hayret.

afaif

  • Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar.

aguş-u nazdarane / âguş-u nazdârâne

  • Nazlı bir şekilde sarmalayan kucak.

akl-ı nazar

  • Nazarî ve teorik akıl ile bakma.

alaik-i nakş / alâik-i nakş

  • Nakış alâkaları, ilişkileri.

allahü zü'l-kerem teala ve tekaddes hazretleri / allahü zü'l-kerem tealâ ve tekaddes hazretleri

  • Namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, cömertlik ve ikram sahibi Allah.

alüfte / âlüfte / آلُفْتَه

  • Namussuz kadın.

alüfte madam / âlüfte madam

  • Namus dışı hareketlerde ve faaliyetlerde bulunan kadın.

alus

  • Naz veya kırgınlık sebebiyle göz ucuyla bakmak. (Farsça)

alusi / alusî

  • Nazlanarak göz ucu ile bakan kimse. (Farsça)

amel-i kalil / amel-i kalîl

  • Namaz kılarken bir rükünde bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir veya iki hareket.

amel-i kesir / amel-i kesîr

  • Namaz içinde ve namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç hareket veya iki uzuvla yapılan bir hareket; bu hareket namazı bozar.
  • Namaz kılarken, bir rükünde namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç veya iki elin bir hareketi.

an-nakdin

  • Nakit para olarak.

avaze

  • Nam, şöhret, ün. Yüksek ses. (Farsça)

bazgeşt / bâzgeşt

  • Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.

bed-çeşm

  • Nazarı değen, haset kimse. (Farsça)

bedia

  • Nâdide ve güzel, yeni icad edilmiş şey. Beğenilen ve takdir edilen çok yeni şey.

behkele

  • Nârin vücutlu kız, sevgili.

behken

  • Nârin güzel ve gösterişli vücudu olan kimse.

behre / بهره / بَهْرَه

  • Nasip. (Farsça)
  • Nasîb.

behresiz

  • Nasipsiz, hissesiz.

behreyab / behreyâb

  • Nasibi olan, hissesi olan. (Farsça)
  • Nasibi olan, payı bulunan.

belagat-ı nazm / belâgat-ı nazm

  • Nazmın belâgati; tertip ve dizilişteki kusursuzluk.

belagat-i nazm / belâgat-i nazm

  • Nazmın belâgati; tertip ve dizilişteki kusursuzluk.

belham

  • Nalbant. Baytar.

belyad

  • Nakışsız, sade kostüm. (Farsça)

benam / benâm

  • Namlı, ünlü, meşhur.
  • Namlı, ünlü, seçkin.

berkaş

  • Nakşetmek, nakışlamak.

bevn

  • Nasib, pay, hisse. (Farsça)

bi-behre / bî-behre

  • Nasibsiz. Mahrum.

bi-namaz / bî-namaz

  • Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun (Farsça)

bi-nasib / bî-nasib

  • Nasibsiz, tâlihsiz. (Farsça)

bi-naz / bî-naz

  • Naz etmeden, nazlanmadan.
  • Naz etmeden Nazsız. (Farsça)

bibehre / bîbehre / بى بهره

  • Nasipsiz.
  • Nasipsiz. (Farsça)

binamaz / bînamaz

  • Namazsız.

binasib / bînasîb / بى نصيب

  • Nasipsiz, kısmetsiz. (Farsça - Arapça)

binaz / bînaz

  • Nazsız.

büresa'

  • Nâs mânâsına kullanılan bir isim.

büslet

  • Nam, şöhret, ün, şan.

carud

  • Nasrani rüesasından olup Şam'ın da reislerindendi. Kitablarında Hz. Peygamber'in (A.S.M.) vasıflarını görüp imân edenlerdendir. Asr-ı Saâdetten önce yaşamıştır.

celbu / celbû

  • Nâneye benzer bir ot, sebze. (Farsça)

celse

  • Namazda iki secde arasında hareketsiz bir miktâr oturma.

cemaat hayrı

  • Namazın toplu olarak kılınmasıyla elde edilen sevap.

cemal-i nakş / cemâl-i nakş

  • Nakşın güzelliği.

cemiyet-i nakşiye

  • Nakşibendi tarîkatına bağlı topluluk.

cennatu'n-naim / cennatu'n-naîm

  • Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.

çeşm-zahm

  • Nazar değme.

çi-gune

  • Nasıl, ne çeşit, ne türlü. (Farsça)

çigune / çîgûne / چگونه

  • Nasıl. (Farsça)

cilve-i nakş

  • Nakşın cilvesi, görüntüsü.

cübbe

  • Namazda giyilen bol elbise.

çun ü çira

  • Nasıl ve niçin. (Farsça)

dahim

  • Nasib ve rızık. (Farsça)

dahıye

  • Nâhiye.

daire-i hindiyye / dâire-i hindiyye

  • Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet.

daire-i nazmiye

  • Nazım, diziliş dairesi.

delail-i nakliye

  • Nakil yolu ile gelen deliller.

delalet-i nass / delâlet-i nass

  • Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir.

delil-i nakli / delil-i naklî

  • Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.

ebil

  • Nasârâ rahibi ve ekâbiri.

eda-yı salat / eda-yı salât

  • Namazı vaktinde kılma.

efektif

  • Nakit para, elde bulunan para. (Fransızca)

efvaf

  • Nâzik, ince kumaşlar.

ehl-i namus / ehl-i nâmûs / اَهْلِ نَامُوسْ

  • Namus sahibi.
  • Namuslu kimse, namus ehli.
  • Nâmuslu insanlar.

ehl-i salah / ehl-i salâh

  • Namuslu, doğru ve adaletli kimseler.

ehl-i salat / ehl-i salât

  • Namaz kılan insanlar.

elhan / elhân

  • Nağmeler, besteler.

emval-i batına / emval-i bâtına

  • Nakit paralarla, evlerde, mağazalarda bulunan ticaret malları.

enar

  • Nar meyvesi. (Farsça)

enva-ı nakış / envâ-ı nakış

  • Nakış çeşitleri, türleri.

enzar / enzâr

  • Nazarlar, bakışlar.

erkan-ı salat / erkân-ı salât

  • Namazın rükünleri.

ettehıyyatü / ettehıyyâtü

  • Namazların birinci ve ikinci oturuşlarında okunan duâ.

evkat-ı salat / evkat-ı salât

  • Namaz vakitleri.

ezan

  • Namaza davet için edilen nida.

fahişeler güruhu / fâhişeler gürûhu

  • Namusunu koruyamayan iffetsiz, hayasız kadınlar topluluğu.

fekn

  • Nâdim olmak, pişmanlık duymak.

fısh

  • Nasârâ bayramı.

garaib-i nukuş

  • Nakışlardaki harikâlıklar.

gayed

  • Nazik ve yumuşak tenli olmak.

gayr-ı menkul

  • Naklolunamayan, taşınamayan (tarla,bağ, ev gibi) mallar.

gazel-sera

  • Nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren. (Farsça)

gevher-i pend

  • Nasihat küpesi.

gıbben

  • Nâdiren, seyrek, arasıra.

gülnar / gülnâr / گلنار

  • Narçiçeği. (Farsça)
  • Narçiçeği.
  • Nar çiçeği. (Farsça)

hacegan / hâcegân

  • Nakşîlerin bir ünvanı.

hadd-i kazif

  • Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.

hadesten taharet / hadesten tahâret

  • Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.

hafi okumak / hafî okumak

  • Namazda sessiz okumak. İmâmın öğlen, ikindi ve üç ve dört rek'atlı namazların üç ve dördüncü rek'atlarında sessiz okuması.

hafk

  • Naldan çıkan ses.

haib / hâib

  • Nasipsiz, ümitsiz, utanan.

hakikat-i salat / hakikat-i salât

  • Namazın hakikati, anlam ve niteliği.

halak

  • Nasib, hisse.

halvet der-encümen

  • Nakşibendiyye yolunda on bir esastan biri. Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak.

harekat-ı salatiye / harekât-ı salâtiye

  • Namazın hareketleri.

harim-i ismet / harîm-i ismet

  • Namus ocağı, mukaddes ocak. Kudsi âile yuvası.

hasan

  • Nâmahremden korunur üzere olmak, korunmak.

hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân

  • Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.

hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân

  • Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları. (Farsça)
  • Nakşî tarikatına mensup olanların dua ve zikirlerini birlikte okuyup bitirmeleri.

hatme-i nakşiye

  • Nakşî tarikatında belli kurallar çerçevesinde topluca icra edilen bir zikir ve dua biçimi.

hazza'

  • Nâlin yapıcı, nalcı.

hecagu / hecagû

  • Nazım veya nesir yoluyla birinin aleyhinde bulunan. Birini zemmeden, bir kimseyi hicveden. (Farsça)

hetk-i hicab-ı ismet

  • Namus perdesini yırtma.

hikmet-i nakkaşe

  • Nakış yapan bir hikmet, nakış ustası olan bir hikmet.

hüfat

  • Nazar etmek, bakmak.

hurma

  • Nahle ağacının meyvesi.

huruc-i bisun'ihi

  • Namazdan kendi isteği ile çıkmak.

huş der dem / hûş der dem

  • Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak.

hüsn-ü nakış

  • Nakış güzelliği.

ibkà-yı nam

  • Namını sürdürme.

iffet / عفت / عِفَّتْ

  • Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
  • Namus.
  • Namusluluk.
  • Namusluluk, namus düşkünlüğü. (Arapça)
  • Nâmus.

iffet-füruş

  • Namus ve iffetten söz eden. Namusluluk taslayan. (Farsça)

iftitah

  • Namaza başlarken alınan tekbir.

iftitah tekbiri

  • Namaza başlarken alınan tekbir. Namaz, her nevi dünya meşguliyetinden alâkayı keserek kılındığı için, Allahü Ekber diye iftitah tekbirini alarak namaza başladıktan sonra ibadet esnasında dünya işi haram olup namazı bozar. Bu mâna için bu tekbire, tahrime adı da verilir.
  • Namaza başlama tekbiri.

ihraz / ihrâz

  • Nail olmak, kazanmak, almak.

imam

  • Namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder.

imamet-i suğra / imâmet-i suğra

  • Namaz kıldırmak için imâm olmak.

in'al

  • Nallama veya nallama.

infak / infâk

  • Nafaka verme, besleme, geçindirme.
  • Nafaka vererek geçindirme, besleme.
  • Nafaka verme.

intifal

  • Nafile namaz kılma.

intikaş

  • Nakışlanmak. Menkuş olmak.

irşadat / irşâdât

  • Nasihatler, doğru yolu gösteren sözler.

ırz / عرض

  • Namus, iffet.
  • Namus, iffet. (Arapça)

is'ar

  • Narh koyma, fiat veya pahâ biçme.

isabet-i ayn / isâbet-i ayn

  • Nazar, göz değmesi.

istigşaş

  • Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak.

istinkaş

  • Nakşetme, nakşedilmesini isteme.

itmam-ı rüku / itmam-ı rükû

  • Namazda rükûyu tamamlama, tam olarak yapma.

ıza

  • Nasihat, öğüt, vaaz.

izdicar

  • Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.

ka'de-i ahire / ka'de-i ahîre

  • Namazda son oturuş.

kabe / kâbe

  • Namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet.

kabul-ü nasihat

  • Nasihat kabul etme.

kade

  • Namazda oturuş.

kafir-i ni'met / kâfir-i ni'met

  • Nankör. Nimeti inkâr eden.

kaltaban

  • Namussuz. Pezevenk. (Farsça)

kalyan / kalyân / قليان

  • Nargile. (Farsça)
  • Nargile. (Farsça)

kamet

  • Namazın farzından önce okunan ezan.

kamet almak

  • Namaza başlamak için, hususen farz namazından önce ezan okumak.

kasirünnazar

  • Nazarı kısa.

kasr-ı namaz

  • Namazın kısaltılması; yolculukta 4 rekâtlık farz namazların 2 rekât olarak kılınması.

kavme

  • Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak.

kaza etmek / kazâ etmek

  • Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak.

kazf

  • Namuslu kadına iftira.

kefi

  • Nazir, misil, benzer, denk, eş.

kelimat-ı nahviye

  • Nahv ilmine âit kelimeler. Cümle teşkilinde mânâya tesir eden harfler ve kelimeler.

kerahet vakitleri / kerâhet vakitleri

  • Namaz kılmak tahrîmen mekruh yâni haram olan vakitler. Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında iken.

keyfe

  • Nasıl?

keyfema yeşa' / keyfemâ yeşâ'

  • Nasıl isterse, istediği gibi.

keyfemayeşa

  • Nasıl isterse.

kıble

  • Namazda yönelinen taraf, Kâbe'nin bulunduğu taraf.
  • Namaza başlarken yönelinen taraf; Kâbe'nin bulunduğu Mekke şehri.

kısmet

  • Nasip.

kıyam etmek

  • Namazda ayağa kalkmak.

küfran / küfrân / كُفْرَانْ

  • Nankörlük etmek. Allah'ın ihsan ve inayetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
  • Nankörlük; Allah'ın ihsan ettiği nimetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme.
  • Nankörlük etme.

küfran-ı nimet

  • Nankörlük.

kümahe

  • Nazarlık. (Farsça)

künud

  • Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.

kuud

  • Namazın oturularak eda edilen kısmı.

mahrum / مَحْرُومْ

  • Nasibsiz, hisse ve payı olmayan.

mahrumiyet / مَحْرُومِيَتْ

  • Nasibsizlik, hisse ve payı olmama.

mansub

  • Nasbolunmuş, konmuş dikilmiş, nesne.

manzum / manzûm / منظوم

  • Nazımlı, dizili, düzenli, şiir.
  • Nazmedilmiş. (Arapça)

mazhar / مَظْهَرْ

  • Nail olan.

mazhar buyurulmak

  • Nail olunmak, erişilmek.

mazhariyet / مَظْهَرِيَتْ

  • Nail olma, ayna olma.
  • Nâil olma.

mazz

  • Nar.

mekik

  • Nakış dokumada kullanılan âlet.

menkal

  • Nakledecek mekân.

menkul

  • Nakledilen, anlatılan.

menkulat / menkulât

  • Nakledilen, aktarılan şeyler.

menkuş / menkûş / منقوش

  • Nakışlı.
  • Nakışlı.
  • Nakışlı, işlemeli, desenli. (Arapça)

menkuz

  • Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.

mensus

  • Nass ile sabit, âyet ve hadis ile tesbit edilmiş.

menzil-i naz

  • Naz makamı.

mesacid / mesâcid

  • Namaz kılınan yerler.

mescid

  • Namaz kılınan yer.

mesfu'

  • Nazar değmiş.

mev'izakar / mev'izakâr

  • Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih. (Farsça)

mevrid-i nass

  • Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.

mi'sam

  • Nabız yeri. Bilek.

mihrnaz

  • Naz güneşi. Çok nazlı. (Farsça)

mikdar-ı kamet

  • Namaza başlamak için okunan kamet zamanı kadar.

mıkrame

  • Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.

müfennak

  • Nâzenin, nazlı.

muganni

  • Nağmeyle okuyan.

muhdis

  • Namaz abdesti olmayan kimse.

mühefhef

  • Nârin. İnce. Nâzik.
  • Narin, ince, nazik.
  • Narin, ince.

muhill-i namus / muhill-i nâmus

  • Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.

muhsane

  • Namuslu kadın.

münaime

  • Naz içinde büyüyen kadın.

münakalat

  • Nakiller. Nakil işleri. Ulaştırma işleri.

münakkaş / münakkâş / منقش / مُنَقَّشْ

  • Nakışlı, süslü, nakşedilmiş, işlemeli, resimli.
  • Nakışlı.
  • Nakışlı.
  • Nakışlı, işlemeli, desenli. (Arapça)
  • Nakışlı olan.

münasaha

  • Nasihat etme, nasihatta bulunma.

münemnem

  • Nakışlı. Zinet verilmiş.

müntakil

  • Nakledilen, taşınan.

muntasıhane / muntasıhâne

  • Nasihat dinliyerek. (Farsça)

müntefil

  • Nâfile namaz kılan.

münteil

  • Nâlin giyen.

musalla / musallâ

  • Namaz kılmaya mahsus açık yer. Cami veya mezarlık civarında cenaze namazı kılınan yer.
  • Namaz kılınan yer. Namazgâh.
  • Namaz yeri.

musalla taşı / musallâ taşı

  • Namazı kılınmak için cenazenin konulduğu yüksekçe taş.
  • Namazının kılınması için, cenâzelerin üzerine konduğu taş.

musalli / musallî

  • Namaz kılan.
  • Namaz kılan.
  • Namaz kılan, beş vakit namazına devâm eden.

müşdak

  • Namaz kılınan yer. Namazgâh.

müstatraf

  • Nâdide sayılmış.

mütedelli

  • Nazlanan, tedelli eden.

mütedelliyane

  • Nazlanırcasına. (Farsça)

mütelattıfane

  • Naziklikle, incelikle. (Farsça)

mütenaggım

  • Nağme eden, âvâzlanan, şarkı söyleyen.

mütenassıhane / mütenassıhâne

  • Nasihat dinleyerek. Öğüt kabul ederek. (Farsça)

müteneffil

  • Nâfile namaz kılan.

müteşehhid

  • Namazda ka'dede "Ettahiyyâtü" duâsını okuyan.

mütevatir-i bilmana / mütevatir-i bilmânâ

  • Nakledilen bir haberin başka ifade ve kelimelerle, başka başka şekilde ifade edilerek tevatür hâle gelmesi. Mânaların çok insanlarca başka başka kelimelerle nakledilmesi. Bir haberin veya hâdisenin farklı ifadelerle, başka başka şahıs veya topluluklar tarafından nakledilmiş olması.

müyesser

  • Nasip olma.
  • Nasip olma.

müzevvak

  • Nakış yapan. Nakkaş.

na'al

  • Nalbant. Nalin yapan.

na'l / نعل

  • Nal. (Arapça)

na'l-bur

  • Nal, çivi vs. satan veya yapan kimse. Nalbur. (Farsça)

na'lbend / نعلبند

  • Nalbant. (Arapça - Farsça)

na'lbur / نعلبر

  • Nalbur. (Arapça - Farsça)

na'lçe / نعلچه

  • Nalça. (Arapça - Farsça)

na'li / na'lî

  • Nal biçiminde olan.

na'na' / na'nâ' / نعناع

  • Nane. (Arapça)

na're / نعره

  • Nara, haykırma. (Arapça)

na're-endaz / na're-endâz

  • Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran. (Farsça)

na'rezen

  • Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran. (Farsça)

na'ş / نعش

  • Naaş, cenaze. (Arapça)

na-çizi / na-çizî

  • Naçizlik, ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, değersizlik. (Farsça)

na-hoşi / na-hoşî

  • Nahoşluk, fenalık, iğrençlik. Hoşa gitmemeklik. (Farsça)

na-mahremiyet

  • Namahremlik. (Farsça)

na-merdane / nâ-merdâne

  • Namerdcesine, alçakçasına. (Farsça)

na-sipas

  • Nankör. Şükretmeyen. (Farsça)

naarat / naarât

  • Naralar, gürlemeler.

nabazan

  • Nabız atması, damar vurması.

nabız-aşna / nabız-âşnâ

  • Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen. (Farsça)

nabz / نبض

  • Nabız. (Arapça)

nabz-aşna

  • Nabızdan anlayan, mizac bilen. (Farsça)

nabzgir / nabzgîr / نبض گير

  • Nabza göre şerbet veren. (Arapça - Farsça)

nadire / nâdire

  • Nadir olan.

nadirekar / nadirekâr

  • Nâdir işler ve san'atlar yapan. (Farsça)

nadiren / nâdiren / نادرا

  • Nâdir ve az olarak. Çok aralıklı. Pek az bulunur.
  • Nadir olarak.
  • Nadir olarak. (Arapça)

nagam-kar / nagam-kâr

  • Nağmeler söyleyen, ezgici. (Farsça)

nagamat / nagamât

  • Nağmeler, âhenkler, güzel sesler.

nağamat / nağamât / nâğamât / نغمات

  • Nağmeler, güzel sesler.
  • Nağmeler, ezgiler.
  • Nağmeler. (Arapça)

nağme-hiz

  • Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen. (Farsça)

nahvi / nahvî

  • Nahiv ilmine ait. Arapça gramere ait. Nahiv ilmini iyice bilen.
  • Nahivle ilgili.

nakıl / nâkıl

  • Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.

nakil / nâkil

  • Nakleden, işittiğini anlatan.
  • Nakletme, taşıma.
  • Nakleden, taşıyan.
  • Nakleden, ulaştıran.

nakiz / nâkiz

  • Nakzeden, çelişen.

nakkal / نقال

  • Nakleden, öykü veya masal anlatan. (Arapça)

nakkaş

  • Nakış yapan.
  • Nakış yapan. Duvar nakışları yapan usta. Süsleme san'atkârı.

nakkaşe

  • Nakış yapan kadın. Nakışçı.

naklen / نقلا

  • Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle.
  • Naklederek, nakil yolu ile. (Arapça)

nakli / naklî

  • Nakille ilgili.

nakş

  • Nakış, bezek.

nakş-perdaz

  • Nakış yapan ressam. (Farsça)

nakşetmek

  • Nakışlamak, bezemek.

nakşi / nakşî

  • Nakşibendi tarikatına mensub olan.

namaz / نماز

  • Namaz. (Farsça)

namaz tesbihatı / namaz tesbihâtı

  • Namazdan sonra, Allah'ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma.

namazgah / namazgâh / نمازگاه

  • Namaz kılınan yer.
  • Namaz kılınan yer.
  • Namazlık, üstü açık mesçit. (Farsça)

namazgüzar

  • Namazlarını kılan, namazlarını eda eden. (Farsça)

namdar / nâmdâr

  • Namlı, ünlü.

namdari / namdarî

  • Namdarlık, ünlülük, meşhur olma. (Farsça)

namuskar / namuskâr / nâmuskâr / ناموسكار

  • Namuslu, haysiyetli, şerefli.
  • Namuslu.
  • Namuslu. (Arapça - Farsça)

namuskarane / nâmuskârane / nâmuskârâne / namuskârane / ناموسكارانه

  • Namusluca, namuslu insanlara yakışır şekilde.
  • Namusluca.
  • Namusluca, namuslulara yakışır. (Arapça - Farsça)

namusperver / nâmusperver

  • Namuslu. (Farsça)
  • Nâmuslu.

namusşikenane / nâmusşikenâne

  • Namusu kırarcasına.

namzed

  • Namzet, aday.

nar / nâr / نار

  • Nar. (Farsça)

narbac

  • Nar aşı.

narbün

  • Nar ağacı. (Farsça)

narh / نرخ

  • Nark. (Farsça)

nariyye

  • Nar ile alâkalı, nara mensub. Ateşten, yanıp tutuşur, patlar olan şey.

nasayih / nasâyih

  • Nasihatlar, öğütler.

nasib

  • Nasip, kısmet.

nasibdar

  • Nasibi olan. Hissedar. (Farsça)

nasibedar / nasîbedâr

  • Nasiplenmiş, hissesini almış.

nasihat-napezir / nasihat-nâpezir

  • Nasihat dinlemez, öğüt tutmaz. (Farsça)

nasihatger

  • Nasihat eden, öğüt veren. (Farsça)

nasihatkar / nasihatkâr

  • Nasihat eden, öğüt veren. (Farsça)

nasihatname

  • Nasihat yazısı.

nasihatpezir

  • Nasihat tutar, öğüt tutar, öğüt dinler. (Farsça)

nasipas / nâsipas / ناسپاس

  • Nankör. (Farsça)

nasiyye

  • Nass oluş. Kat'ilik, şüphesizlik, kesinlik.

nats / نطس

  • Nadas.
  • Nadas. (Arapça)

naz-perdari / naz-perdarî

  • Naz çekme. (Farsça)

nazair

  • Nazire. Nazireler. Benzerler, örnekler.

nazan / nâzan / نازان

  • Nazlı. Nazdar. (Farsça)
  • Nazlı.
  • Nazlı. (Farsça)

nazar ber kadem

  • Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak.

nazarendaz

  • Nazar eden, bakan.

nazari / nazarî

  • Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.

nazdar / nazdâr / nâzdâr

  • Nazlı.
  • Nazlı.

nazdarane / nazdârâne / nâzdârâne

  • Nazlı bir şekilde.
  • Naz edercesine.

nazdarlık

  • Nazlı olma.

nazeki / nazekî

  • Nâziklik, incelik.

nazen / nâzen

  • Nazik, ince.

nazende / nâzende / نازنده

  • Nazlı, naz edici, naz yapan. (Farsça)
  • Nazlı. (Farsça)

nazenin / nâzenin / nazenîn / نَازَن۪ينْ / nâzenîn

  • Nazlı, ince, edalı.
  • Nazlı.
  • Nazlı.

nazeninane / nâzeninâne

  • Nazlı bir şekilde.
  • Nazlı nazlı.

nazik-eda / nâzik-edâ

  • Nâzik tavırlı, kibar. (Farsça)

nazik-ten / nâzik-ten

  • Nâzik vücudlu. (Farsça)

nazikane / nâzikâne / نَازِكَانَه

  • Nazikçe.
  • Nazikçe.
  • Nazik kimseye yakışır şekilde, kibarlıkla, terbiyelice. (Farsça)
  • Nâzik bir şekilde.

naziki / nâzikî

  • Nâziklik. Nezaket. (Farsça)

nazımane / nazımâne

  • Nazım olana yakışır surette. (Farsça)

nazır / nâzır

  • Nazar eden, bakan.

naziregu / naziregû

  • Nazire söyliyen. (Farsça)

nazmen

  • Nazım olarak, manzume halinde. Sıralı ve tertibli olarak.

nazmımdan murad

  • Nazım ifadesinden kastedilen mânâ.

nazperver / nâzperver / نازپرور

  • Naz eden, naz yapan. (Farsça)
  • Nazlı, naz eden. (Farsça)

nazperverde / nâzperverde / نازپرورده

  • Nazlı, naz içinde büyümüş. (Farsça)

nazüki / nazükî

  • Nâziklik, incelik. (Farsça)

ne'al

  • Nalbant.

ne'me

  • Nağme, ses.

nesc-i nakş

  • Nakşın dokuması.

nevadir / nevâdir / نوادر

  • Nadir olan değerli eşyalar. (Arapça)

nevadir-i hilkat / nevâdir-i hilkat

  • Nadir yaratılışta olan; yaratılış harikası.

nevafil / nevâfil

  • Nafile ibâdetler.

nevahi

  • Nahiyeler, taraflar, yanlar.

nevamis / nevâmis

  • Namuslar, kanunlar.

nevvab

  • Nâiblik eden. Birinin yerine vekil olarak iş gören.

nezaket / nezâket

  • Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak. Edeb, terbiye.
  • Naziklik, incelik, zariflik.

nikaşe

  • Nakış yapma san'atı. Nakışçılık.

niyabet / niyâbet / نيابت

  • Nâiblik, vekillik. Kadı vekilliği.
  • Naiplik, vekillik. (Arapça)

nuhat

  • Nahiv (gramer) âlimleri.

nukud / nukûd / نقود

  • Nakitler, paralar.
  • Nakitler. (Arapça)

nukul

  • Nakiller, rivâyetler. Başkasından anlatılanlar. Hikâyeler.

nukuş

  • Nakışlar.
  • Nakışlar, bezekler.

nukùş

  • Nakışlar.

nukuş / nukûş / نقوش

  • Nakışlar, işlemeler. (Arapça)

nush

  • Nasihat, ögüt.
  • Nasîhat, öğüt.Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr, Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.
  • Nasihat, öğüt.

nusus / nusûs

  • Nasslar, açık hükümler.
  • Nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler.

nuzzar / nuzzâr / نظار

  • Nazırlar. (Arapça)

pedme

  • Nasib, kısmet. Pay, hisse. (Farsça)

pend

  • Nasihat, vaaz, öğüt. (Farsça)

pendimi guş etti

  • Nasihatımı dinledi.

perniyan

  • Nakışlı atlas. İpekten dokunmuş, bir cins işlemeli kumaş. (Farsça)

pirahen-i ismet

  • Namus perdesi.

puzen

  • Nadas edilmiş, sürülmüş tarla. (Farsça)

rakraka

  • Nâzik ve derisi yumuşak olan kadın.

rakş

  • Nakşetme, süsleme.

ramk

  • Nazar etmek, bakmak.

rek'at

  • Namazın birimlerinden her biri.
  • Namazın bölümlerinden her biri; bir namazda kıyâm, rükû ve iki secdenin toplamı.

rekat / rekât

  • Namazda bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden oluşan bölüm.
  • Namazın bir bölümü.

rena

  • Nazar olunan, bakılan.

rub'-ı daire / rub'-ı dâire

  • Namaz vakitlerinin hesaplanmasında, yükseklik ölçülmesinde ve bâzı trigonometrik hesapların yapılmasında kullanılan el âleti. Bâzı geometrik şekillerden ibâret olup, dörtte bir dâire şeklinde tahta üzerine şekiller işlendiği için buna Rub'-ı dâire ta htası da denilmiştir.

rüku / rükû

  • Namazda eğilmek.
  • Namazda elleri dizlere dayayarak eğilme hareketi, aşırı saygı gösterme.
  • Namazda eğilme.

rüku' / rükû'

  • Namazın içindeki farzlarından biri. Namazda kıyamdan (ayakta durduktan sonra) elleri dizlere koyup eğilme.

rumman

  • Nar. (Bir meyva adı)

rümman

  • Nar denilen yemiş.

sala / salâ

  • Namaza davet için çağırmak. Minarede okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)

salat / salât / صلات / صَلَاتْ

  • Namaz.
  • Namaz.
  • Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.
  • Namaz, rahmet duası.
  • Namaz. (Arapça)
  • Namaz, dua.

sarf satışı

  • Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır.

secde

  • Namazın içindeki farzlarından; namazda alnı, burnu, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere koyma.
  • Namazda yere kapanmak.
  • Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma.

secdegah / secdegâh

  • Namaz kılınıp secde edilecek yer. İbadet yapılacak yer. (Farsça)
  • Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.

sefer der vatan

  • Nakşibendiyye yolunun on bir temel esâsından biri. Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) kötü ahlâk, beşer (insan) tabiatının sıfatlarından kurtulması, beşerî sıfatlardan meleklere âit sıfatlara, kötü, çirkin vasıflardan, iyi, güzel ahlâka geçm esi.

serv-i hiraman / serv-i hirâmân

  • Nazlı sallanan selvi.

şeşhane

  • Namlusunda 6 yivi bulunan tüfek veya top. (Farsça)

sücud

  • Namazda yere kapanma, secde etme.

sücuda gitmek

  • Namazda yere ka-panmak.

sure-i nahl / sûre-i nahl

  • Nahl Sûresi, Kur'ân-ı Kerimin 16. sûresi.

sure-i nasr / sûre-i nasr

  • Nasr Sûresi.

suretü'n-nas / suretü'n-nâs

  • Nâs Sûresi.

suretü'n-nasr / sûretü'n-nasr

  • Nasr Sûresi; Kur'ân'ın 110. sûresi.

şurut-u salat / şurut-u salât

  • Namazın şartları.

sütre

  • Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.

ta'dil-i erkan / ta'dîl-i erkân

  • Namazda rükûda, secdelerde, kavmede (rükûdan kalktıktan sonra ayakta durmada) ve celsede (iki secde arasında oturmada) her âzâ hareketsiz olduktan sonra bir miktar durmak.

ta'viz

  • Nazar veya kötü şeylerden muhafaza için takılan dualı kâğıt, nüsha. Muska.

tab'aniyye / tab'âniyye / طبعانيه

  • Natüralizm. (Arapça)

tabiiyyun / tabîiyyûn / طبيعيون

  • Natüralistler. (Arapça)

tadil-i erkan / tâdil-i erkân

  • Namazı şartlarına uygun şekilde kılma ve rüku ve secde gibi temel esasların arasında biraz bekleme.

tadilierkan / tâdilierkân

  • Namazı dikkat ederek ve hakkını vererek kılmak.

tahrime

  • Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri.

tahrime tekbiri / tahrîme tekbîri

  • Namaza Allahü ekber diyerek başlama; iftitâh tekbîri.

tahsif

  • Nâlin yaptırmak.

taktir / taktîr

  • Nafakada (yeme-içme, giyme ve meskende) ihtiyaçlarından kısıp, çok mal ve para biriktirmek.

tanziren

  • Nazire olarak. Benzetme suretiyle.

tarik-i nakşi / tarîk-i nakşî

  • Nakşî tarikatı; Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.
  • Nakşibendî tarikati.

tarik-üs salat / târik-üs salât

  • Namaz kılmayı terketmiş olan kimse.

tariküssalat / târiküssalât

  • Namaz kılmayı terk etmiş olan kimse.
  • Namazı terkeden.

tatbik-i nazariyat

  • Nazariyelerin, teorilerin uygulanması.

teala / teâlâ

  • Namı büyük.

tedellül

  • Nazlanma.

teennuk

  • Nazarında ve fikrinde dikkatli olmak. İttikan. Eşyanın hikmetli, kusursuz ve pürüzsüz yapılışı.

tefvit-i salat / tefvit-i salât

  • Namaz vaktini geçirme veya kaçırma.

tehezzüc

  • Nağmeli ses çıkarma. Terâne-perdâzlık etme, makamla şarkı söyleme.

tehiyyat / tehiyyât

  • Namazın ka'delerinde yâni birinci ve ikinci oturuşlarında okunan Ettehiyyâtü duâsı.

ten'il

  • Nallama, nallanma.

tena'ul

  • Nâlin giymek.

tenaggum

  • Nağme yapma.

tenassur

  • Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme.

teneffül

  • Nâfile namaz kılma veya oruç tutma.

terane / terâne

  • Nağme.

tesahhub

  • Nazlanmak.

tesbihat-ı salatiye / tesbihat-ı salâtiye

  • Namaz tesbihleri.

teşehhüd

  • Namazlarda "Tehiyyat"ı okuma ve oturma.
  • Namazın her ka'desinde (ilk ve son oturuşlarda) ettehiyyâtü duâsını okumak veya bunu okuyacak kadar oturmak.

teshim

  • Nakışlı etmek, nakışlamak.

tetavvuan

  • Nafile olarak, nafile tarzında.

tumaninet / tumânînet

  • Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması. Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır.

tunb

  • Nâhiye, cânip, taraf, yön.

ulema-i benam / ulemâ-i benâm

  • Namlı, ünlü, seçkin âlimler.

ulum-u nakliye / ulûm-u nakliye

  • Naklî ilimler; hadis, tefsir, fıkıh gibi Kur'ân ve Hadisten yapılan aktarımlara dayanan ilimler.

ulüvv-ü nazm

  • Nazmının yüceliği.

ünvan / ünvân

  • Nam, lâkap.

unzur

  • Nazar et, bak!

vacibü'l-vücud teala ve tekaddes hazretleri / vâcibü'l-vücud tealâ ve tekaddes hazretleri

  • Namı ve şerefi yüksek olan, her türlü kusur ve eksikliklerden münezzeh olan, varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah.

vaiz / vâiz

  • Nasihat veren. Dinî mes'eleler üzerinde öğüt veren.

vakt-i kerahet / vakt-i kerâhet / وَقْتِ كَرَاهَتْ

  • Namaz kılmanın mekrûh olduğu vakit.

vasıta-i nakliyat / vasıta-i nakliyât

  • Nakletme vasıtası.

vaye / vâye

  • Nasib, kısmet, behre.

vesait-i nakliyye

  • Nakil vasıtaları. Taşıtlar. (Vapur, tren, otomobil gibi)

vezin

  • Nazmın belli kalıplarından her biri; ölçü, tartı.

vird

  • Nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Çoğulu evrâddır.

vukuf-i adedi / vukûf-i adedî

  • Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

yad-ı daşt / yâd-ı daşt

  • Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.

zarif / zarîf / ظَر۪يفْ

  • Nârin, ince.

zavarib

  • Nabız damarları.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın