REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Mus kelimesini içeren 201 kelime bulundu...

ahali-i islamiye / ahali-i islâmiye

  • Müslüman halk.

ahali-i müslime

  • Müslüman ahalî, halk.

akliyyat

  • Müşahedeye ve tecrübeye girmeyen ve sadece akıl ile düşünülen şeyler ve hususlar. Nazarî meseleler.

akvam-ı islamiye / akvam-ı islâmiye

  • Müslüman kavimler, milletler.

anasır-ı gayr-ı müslime / anâsır-ı gayr-ı müslime

  • Müslüman olmayan unsurlar (azınlıklar).

anasır-ı islamiye / anâsır-ı islâmiye

  • Müslüman unsurlar, milletler.

arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye

  • Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.

avam-ı müslimin / avâm-ı müslimîn

  • Müslüman halk tabakası.

ayne'l-yakin / ayne'l-yakîn

  • Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.

bahiza / bâhiza

  • Musibet. Belâ.

baht-ı islam / baht-ı islâm

  • Müslümanların talihi.

behailik / behâîlik

  • Müslüman görünüp İslâmiyet'i içerden yıkmak için çalışan El-Bâb Ali Muhammed ismindeki bir acemin talebesi olan Behâullah'ın, kurduğu bozuk yol.

bela / belâ

  • Musibet, sıkıntı.

benat-ı bi'se / benât-ı bi'se

  • Musibetler, belâlar, felâketler, âfetler.

bevahid

  • Musibetler, felâketler, âfetler, belâlar.

beyne'l-islam / beyne'l-islâm

  • Müslümanlar arasında.

beynelislam / beynelislâm

  • Müslümanlar arasında.

bılgın

  • Musibet, belâ, felâket, âfet.

bücriyy

  • Musibet, belâ, felâket, âfet.

bukkari / bukkarî

  • Musibet, belâ, âfet, felâket.

cemaat-ı müslimin / cemaat-ı müslimîn

  • Müslümanlar topluluğu.

cemaat-i müslimin / cemaat-i müslimîn / cemâat-i müslimîn / جَمَاعَتِ مسلمين

  • Müslüman cemaat.
  • Müslümanlar topluluğu.

cemel vak'ası

  • Müslümanlar arasında vuku bulan elem verici ilk muharebedir. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zevcesi Hz. Aişe (R.A.) ile Aşere-i Mübeşşereden Talha ve Zübeyr'in (R.A.) Hz. Ali'ye (R.A.) karşı kıyamlarından doğmuştur. Bu harpte Hz. Aişe ile Talha ve Zübeyr'in maiyetinde otuzbin; ve Hz. Ali'nin refakat

ceraim-i müştereke

  • Müşterek işlenen suçlar. Ortak kabahatlar.

ceramika

  • Musul yakınında Acem asıllı bir kavmin adı.

cizye

  • Müslüman olmayan teb'a-dan alınan vergi.
  • Müslüman olmayanlardan alınan vergi.

cum'a

  • Müslümanlara mahsûs mübârek, kıymetli bir gün.

dar-ı eman / dâr-ı emân

  • Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi.

dar-ı harp / dâr-ı harp

  • Müslümanlarla savaş halinde olan gayri müslim ülke.

dar-ı zimmet / dâr-ı zimmet

  • Müslümanların, ahid ve emânını ve himayesini kabul etmiş oldukları; gayr-i müslimlere mahsus yerler.

dar-ün nedve / dâr-ün nedve

  • Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)

darülislam / dârülislâm

  • Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.

diskalifiye

  • Müsabaka dışı bırakılmış. (Fransızca)

düşvar

  • Müşkil. Güç. Zor. (Farsça)

ehl-i islam / ehl-i islâm

  • Müslümanlar.
  • Müslümanlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsini beğenen, kalbiyle inanıp, diliyle söyleyen müslüman.

ehl-i kıble

  • Müslüman, kıble ehli.

ehliislam / ehliislâm

  • Müslümanlar.

emir-ül-mü'minin / emîr-ül-mü'minîn

  • Müslümanların reîsi, devlet başkanı.

erendiz

  • Müşteri gezegeni. Jüpiter yıldızı.

eymen vadisi / eymen vâdisi

  • Musa'nın (A.S.) tecelliye mazhar olduğu Tûr Dağı'ndaki vadi.

facia

  • Musibet, çok acı veren olay.

farz-ı kifaye / farz-ı kifâye

  • Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz.

farz-ı kifaye-i cihad

  • Müslümanların bir kısmının mutlaka yapması gereken cihat görevi.

ferd-i müslüman

  • Müslüman fert, birey.

fıtr bayramı

  • Müslümanların iki dînî bayramından birisi olan Ramazan bayramı.

fukara-i müslimin / fukara-i müslimîn

  • Müslüman fakirler.

fünun-u müsbete

  • Müsbet ilimler, fen ilimleri.

fursat

  • Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.

gavur

  • Müslüman olmayan, îmânsız.

gayr-ı müslim

  • Müslüman olmayanlar. İslâmiyete girmeyenler.
  • Müslüman olmayan.

gayr-i müslim / غير مسلم

  • Müslüman olmayan.
  • Müslüman olmayan.
  • Müslüman olmayan.
  • Müslüman olmayan.

gayrımüslim

  • Müslüman olmayan.

gayrimüslim

  • Müslüman olmayan.

hadis-i müftera / hadîs-i müfterâ

  • Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.

haham

  • Mûsevilerin dinî reisi, râhibi, âlimi.

hahambaşı

  • Musevîlerin dînî lideri.
  • Musevîlerin dinî lideri.

hall-i müşkilat / hall-i müşkilât

  • Müşkilâtın yenilmesi, zorlukların çözülmesi.

hanifen müslimen

  • Müslim ve hanif olarak.

harac

  • Müslüman olmayanlardan alınan vergi.

harbi / harbî

  • Müslüman olmayan, İslamî devletle de anlaşması bulunmayan bir devletin Müslüman olmayan mensubu.

harekat-ı müştereke / harekât-ı müştereke

  • Müşterek hareketler, beraber davranışlar.

harem-i şerif / harem-i şerîf

  • Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın ortasında yeralan etrâfı kubbeli revaklarla çevrili mescid. Kâbe'nin etrâfı.

hari / harî

  • Müstehak, lâyık.

haridar / harîdâr / خریدار

  • Müşteri, alıcı. (Farsça)

harun / hârûn

  • Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber.

hazret-i musa / hazret-i mûsâ

  • Mûsâ (a.s.).

heyet-i içtimaiye-i islamiye / heyet-i içtimaiye-i islâmiye

  • Müslümanların sosyal hayatı, konumu, yapısı.

hile-i şer'iye

  • Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu

hükema-i islamiye / hükema-i islâmiye

  • Müslüman felsefe âlimleri, filozofları.

hükema-i mü'minin / hükema-i mü'minîn

  • Müslüman âlimler, iman etmiş filozoflar.

hüsn-i ta'bir

  • Müstehcen veya soğuk bir şeyin güzel ve edebe uygun bir tarzda ifade edilmesi.

icl-i samiri / icl-i samirî

  • Musa (A.S.) zamanında Samirî'nin yaptığı buzağı heykeli.

igmaz

  • Müsamaha etmek. Görmemezliğe gelmek.

ihlas

  • Müşteriyi aldatmak. Müflis olmak.

ihvan-ı müslimin / ihvân-ı müslimîn

  • Müslüman kardeşler.

ilahe

  • Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.

insan-ı müslim

  • Müslüman insan.

iskat ve devr / iskât ve devr

  • Müslüman bir kimsenin ölünce, namaz, oruç ve diğer bâzı borçlarından kurtulması için yapılan muâmele.

islam olma / islâm olma

  • Müslüman olma.

islama şamil / islâma şâmil

  • Müslümanları içine alan, onları kuşatan.

islamilaisen sevrakume / islâmilaisen sevrakume

  • Müslüman mahallesi, Müslümanların oturduğu bölge, yer.

islamiyyet / islâmiyyet / اسلاميت

  • Müslümanlık. (Arapça)

islamlar / islâmlar

  • Müslümanlar.

istidad-ı tabii / istidad-ı tabiî

  • Müsait olan doğal gelişim.

istişare / istişâre

  • Müşavere etme, danışma.

ittihadıislam / ittihâdıislâm

  • Müslümanların birlik olması.

kabail-i islamiye / kabâil-i islâmiye

  • Müslüman kabileler.

kabe-i mükerreme / kâbe-i mükerreme

  • Müslümanların kıblesi olan kutsal yapı.

kadd-i müstesna

  • Müstesna boy. Güzellikte emsalsiz ve benzeri olmayan endam.

kahiz

  • Müşkil, zor nesne.

kayyime

  • Müstakim, âdil. Çok değerli.

kerem etmek

  • Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.

kıble

  • Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf; Kâbe tarafı. Mekke-i mükerreme şehrindeki Kâbe-i muazzama.

kıraathane

  • Müşterilerine gazete, mecmua ve kitap gibi şeyleri bulunduran geniş ve içi döşenmiş kahvehane.

kur'a çekmek

  • Müşterek malın ortaklar arasında çekim yoluyla taksîm edilmesine verilen isim.

kürt

  • Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi.

laci / lacî

  • Muslih, ıslah eden, terbiye eden.

maziz / mazîz

  • Musibet ve belâya uğramış. Felâket acısına giriftar olmuş.

mekke-i mükerreme

  • Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın bulunduğu, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu mübârek şehir.

men ve selva / men ve selvâ

  • Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile Allahü teâlânın İsrâiloğullarına gökten yağdırdığı kudret helvası (men) ve bıldırcın eti (selvâ).

mesahif / mesâhif

  • Mushaflar, Kurânlar.

mesaib / mesâib / مصائب

  • Musibetler, felâketler.
  • Musibetler.
  • Musibetler. (Arapça)

mescid

  • Müslümanların ibâdet yaptıkları yer.

meşfu'

  • Müşterek sınırlı gayrimenkul.

meşüvv

  • Müshil.

mihnetdide

  • Musibete uğramış. Keder ve mihnet görmüş. (Farsça)

millet-i merhume

  • Müslümanlar, İslâm Milleti. (Allah'a ve onları ebedi saadete sevkeden emirlerine itaat ettiklerinden, kendileri rahmete mazhar olmuşlardır.)

mü'min-i gayr-ı müslim

  • Müslüman olmadığı halde mü'min gibi bazı imanî değerlere sahip olanlar.

muadelet

  • Müsâvilik, denklik. Karşılıklı uygunluk. Eşitlik.

mübeyyiz

  • Müsveddeleri temize çeken kimse.

müellif-i islam / müellif-i islâm

  • Müslüman yazar; İslâmiyet ile ilgili eserleri olan.

muhammediler / muhammedîler

  • Müslümanlar; Muhammed Aleyhisselâma tabi olanlar.

muhammediyyun

  • Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.

muhaverat-ı ehl-i islam / muhaverât-ı ehl-i islâm

  • Müslümanların fikir, görüş alış-verişleri, birbiriyle konuşmaları.

mühayee / mühâyee

  • Müşterek (ortak) bir mal, bâki (sâbit) kalmak üzere bu malın menfeatini taksim etmek.

münadale

  • Müsabaka yarışına girmek. Atışma. Atış müsabakası.

mürted

  • Müslüman iken dinden çıkan, kâfir olan kimse.

musa / mûsâ

  • Mûsâ (a.s.).

musa aleyhisselam / musa aleyhisselâm

  • Mûsâ (a.s.).

musa peygamber / mûsâ peygamber

  • Mûsâ (a.s.).

müsaadekar / müsâadekâr

  • Müsaade eden, izin veren.

müsaadekarane / müsaadekârane

  • Müsaade edici olarak, izin verici olarak.

musabe

  • Musibet, belâ, âfet.

musafih

  • Musâfaha edenlerden veya el sıkışanlardan herbiri.

müsafirperver

  • Müsafire çok hürmet eden, müsafiri iyi ağırlayan, kıymet veren. (Farsça)

müşahat

  • Müşabehet. Bir şeye benzemek.

müsahil

  • Müsâhele eden. İşi sıkı tutmayıp gevşeklik gösteren.

müşahin / müşâhin

  • Müslümanların cemâatini terk eden, bid'at sâhibi, mezhebsiz kimse.

müsamahakarane / müsamahakârâne

  • Müsamaha gösterircesine, göz yumarak.

muşamma / مشمع

  • Muşamba. (Arapça)

müsavaten

  • Müsavi ve eşit olarak.

müselhab

  • Müstakim, doğru.

müselman / müselmân / مسلمان

  • Müslüman. (Arapça)

musevi / musevî / mûsevî

  • Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi.
  • Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak dîne inanan ve bu dîne tâbi olan kimse.

müsevvid / مُسَوِّدْ

  • Müsveddeyi yazan.
  • Müsveddeyi yazan.
  • Müsvedde yazan.

musibat / musîbât

  • Musibetler.

musibetzede / musîbetzede / مُص۪يبَتْزَدَه

  • Musibete uğrayan.
  • Musibet gören.
  • Musibete uğrayan.
  • Musîbete uğrayan.

musıka

  • Musıki, müzik.

musikişinas

  • Musikici, müzikçi. (Farsça)

müşirane

  • Müşire yakışır surette. Mareşala has bir tavırla. (Farsça)

müşiriyyet

  • Müşirlik. Mareşal makamı.

müşkilat / müşkilât

  • Müşkiller, zorluklar.

müslim / مسلم / مُسْلِمْ

  • Müslüman.
  • Müslüman. (Arapça)
  • Müslüman.

müslimanan

  • Müslümanlar. İslâm olanlar.

müslime

  • Müslüman kadın veya kız. İslâm olan kadın.

müslimun / müslimûn

  • Müslümanlar. Erkek müslümanlar. Müslimîn.

müşrikin / müşrikîn

  • Müşrikler, Allah'a ortak koşanlar.

müstagniyane

  • Müstağni olanlara yakışır surette. (Farsça)

müstağniyane

  • Müstağnice

müste'min kafir / müste'min kâfir

  • Müslüman bir memlekete onların izni ile giren müslüman olmayan kimse.

müstemlekat / müstemlekât

  • Müstemlekeler. Başka devletlerin emri ve idaresi altında olan yerler. Memleketler.

müstenife

  • Müstakil olan ara cümle.

mütesafih

  • Musafaha eden. Dostluk ve selâm için elele veren.

mütesallitane / mütesallitâne

  • Musallat olarak, sırnaşarak, tasallut edercesine. (Farsça)

mütesamih

  • Müsamaha eden, göz yuman, görmemezlikten gelen, hoş gören.

müvamere

  • Müşavere etmek, istişarede bulunmak.

na-müstaid

  • Müstaid olmayan. Olgunlaşma kabiliyeti olmayan. İstidatsız. (Farsça)

neceş

  • Müşteri kızıştırmak, bir malı satın almaya niyeti olmadığı hâlde alacakmış gibi malın fiyatını yükseltmek.

nüfus-u islamiye / nüfus-u islâmiye

  • Müslümanların nefisleri, kendileri.

nurşin-i süfla / nurşin-i süflâ

  • Muş ili sınırları içerisinde yer alan bir köy.

nusha

  • Muska; büyü ve tılsım gibi hastalıkve âfetlerden korunmaya vesile olması için yazılan ve üste asılan veya suyu içilen veya tütsülenen dua.

pozitif

  • Müsbet, ispatlı.

recez

  • Müstef'ilün müstef'ilün, müstef'ilün müstef'ilün vezninin bahri.

şefik / شفيق

  • Müşfik, şefkatli. (Arapça)

selva / selvâ

  • Mûsâ aleyhisselâma îmân eden İsrâiloğullarına Allahü teâlânın ihsân ettiği bıldırcın eti.

seng-i musalla / seng-i musallâ

  • Musallâ taşı. Namaz kılınmak için cenaze konan taş.

sevad-ı a'zam / sevâd-ı a'zam

  • Müslümanların çoğunluğu.

seviyyen

  • Müsavi olarak. Bir düziye. Eşit olarak.

süfyan / süfyân / سُفْيَانْ

  • Müslümanlar içinde çıkacak yalancı dinsiz şahıs.

süfyani deccal / süfyanî deccal

  • Müslümanlar arasında çıkacak olan İslâm Deccalı.

ta'viz / ta'vîz / تعویذ

  • Muska. (Arapça)

taazi

  • Musibet vaktinde" İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek.

tasafüh

  • Musafaha edişmek.

tasallut / تسلط

  • Musallat olma, sataşma.
  • Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkümane hareket etmek.
  • Musallat olma. (Arapça)

tasalluten

  • Musallat olarak, tasallut ederek, sataşarak.

taslit

  • Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak.
  • Musallat olma, sataşma.
  • Musallat etme, sataştırma.

teassüf

  • Müstakim yoldan çıkmak. İ'tisaf.

tebyiz etmek

  • Müsveddeyi temize çekmek.

tefarüt

  • Müsabaka etmek, yarışmak.

tel-i musiki / tel-i musikî

  • Musiki teli.

terhis / terhîs / تَرْخ۪يصْ

  • Müsâade etme.

terkipsiz

  • Müstakil, birkaç şeyin bileşiminden oluşmayan.

tesadüm / tesâdüm

  • Müsademe, şiddetli çarpışma, savaşmak.

tesvid

  • Müsvedde yazma.

teşyid

  • Müşeyyed etmek. Binayı yükseltip sağlamlaştırmak.

tetkik-i mesahif / tetkik-i mesâhif

  • Mushafların incelenmesi.

tevekkün

  • Musibet anında yüksek sesle bağırıp feryad etmek.

tevrat

  • Musa aleyhisselâma inen ilâhî kitap.

tezkir-i müsellemat / tezkir-i müsellemât

  • Müsellematı, hakikat olduğu aşikâr bilinen şeyleri, hususları hatırlatmak, tekrar etmek.

ukdegüşa

  • Müşkilleri yenen. (Farsça)

ulü-l emr

  • Müslümanları şeriat nâmına idare eden (Halife, kadı, İslâm reisi, pâdişah, sultan, reis-i cumhur, reis, müdür gibi) zâtlar.

ulülemr

  • Müslümanların idarecisi.

ulum-u müsbete / ulûm-u müsbete

  • Müsbet ilimler, pozitif ilimler.

ulum-u müsbete ve fenniye / ulûm-u müsbete ve fenniye

  • Müsbet bilimler ve fenler; ispata dayalı pozitif ilimler ve fenler.

urbun

  • Müşterinin bâyie verdiği pey.

üsküdar

  • Mushaf cildi.

vekayi-i müsbete

  • Müsbet, olumlu olaylar.

vücud-u müstesna

  • Müstesna, seçkin varlık.

yed-i beyza / yed-i beyzâ

  • Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.

yunus aleyhisselam / yûnus aleyhisselâm

  • Musul yakınındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babasının ismi Metâ'dır. Yûnus aleyhisselâm Âsûr Devleti'nin başşehri ve önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu.

zevabi'

  • Musibetler. Büyük belâlar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın