REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Muce ifadesini içeren 100 kelime bulundu...

ahmediyye

  • Evliyânın gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bu yola Müceddidiyye-i Ahmediyye de denir.
  • Hindistan'da Gulam Ahmed Kâdiyânî tarafından kurulan sapık bir yol.

atf-ı tefsir

  • Bir mânada olup mücerred tasdik ve te'kid için "ve" ile müteradifine (aynı mânadaki kelimeye) atfolunan kelime. Meselâ: "İhsan ve kerem, hüzün ve keder" ifadesindeki "ve" ler gibi. Diğer bir ifade ile: Aynı olan ayrı iki kelimenin birlikte kullanılması. ("deli divâne"de olduğu gibi.)

atvak

  • (Tekili: Tavk) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler.
  • Tâkatler, kuvvetler.
  • Boyundaki halka çizgiler.

azeb

  • Bekâr. Mücerred. Evlenmemiş. Zevcesi olmayan.

basıt / bâsıt

  • Açan. Yayan. Serici.
  • Ferahlık veren.
  • Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
  • Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
  • Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.

basit

  • Kıymetsiz.
  • Geniş
  • Yaygın olan.
  • Mücerred ve münferid olup, mürekkeb ve müellef olmayan.
  • Neş'eli. Güleryüzlü. Düz, arızasız, engelsiz.
  • Edb: Aruz vezinlerinden biri.

bayezid-i bistami / bayezid-i bistamî

  • (Hi: 188-261) Ehl-i Sünnet ve Cemâatın büyük âlimlerinden ve büyük evliyadandır. İran'ın Bistam şehrinde doğmuştur. Künyesi, Ebu Yezid Tayfur bin İsa El-Bistamî'dir. Cafer-i Sâdık Radıyallahü Anhu'dan kırk sene sonra dünyaya gelmiş ve ondan üveysî olarak feyz almıştır. Mücerret bir hayat geçirmiştir

bedestan

  • Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı. (Farsça)

beyne beyne

  • İkisinin ortası. İkisinin arasında. Mücerred. Ne iyi, ne kötü.

bıhrit

  • Mücerred ve hâlis nesne.

çelenk

  • Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.) (Farsça)

cevahir / cevâhir / جواهر

  • Mücevherler. (Arapça)
  • Mücevher. (Arapça)

cevher / جوهر

  • Mücevher. (Arapça)
  • Öz. (Arapça)
  • Elmas. (Arapça)

cevherbaha / cevherbahâ

  • Mücevher gibi değerli.

cevherfüruş / cevherfürûş / جوهرفروش

  • Mücevherci. (Arapça - Farsça)

cevheri / cevherî / جوهری

  • Mücevherle ilgili. (Arapça)
  • Mücevherli. (Arapça)
  • Öz ile ilgili. (Arapça)

cild-ger

  • Ciltçi, mücellit. (Farsça)

dürc / درج

  • Kutu, kutucuk, küçük kutu.
  • Mücevherat kutusu.
  • Hokka gibi olan ağız, biçimli ağız.
  • Kutu. (Arapça)
  • Mücevher kutusu. (Arapça)
  • Sevgilinin küçük ağzı. (Arapça)

efkar-ı mücerrede / efkâr-ı mücerrede

  • Mücerret fikirler; maddî âlemlerden uzak ve soyutlanmış düşünceler.

eimme-i din

  • Din imamları, müçtehidler, müceddidler.

eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer

  • On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.

eşna

  • Yüzücü, yüzgeç. (Farsça)
  • Kıymeti büyük olan mücevher. (Farsça)

evveliyat

  • Başlangıçlar. Mukaddemat. İlk öndekiler. İbtidaki cihetler.
  • Her akıllının tereddütsüz tasdik ve kabul edeceği hususlar.
  • Man: Mücerred mevzu ve mahmulleri arasındaki nisbet tasavvur edilince aklın kat'iyyetle teslim ve tasdik ettiği kaziyeler.

ganbot

  • Yapısı küçük olmakla beraber, nisbeten ağır toplarla mücehhez harp gemisi.

gevher / گوهر

  • Akıl ve edeb. (Farsça)
  • Asıl ve neseb. (Farsça)
  • Elmas, cevher, mücevher. İnci. (Farsça)
  • Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. (Farsça)
  • Noktalı olan harf. (Farsça)
  • Elmas. (Farsça)
  • Mücevher. (Farsça)
  • Öz. (Farsça)

gevher-paş

  • Mücevher saçan. (Farsça)
  • Mc: Çok güzel ve düzgün konuşan. (Farsça)

gevher-tab

  • Altun ve mücevherlerle işlenmiş kadın eşarbı. (Farsça)

gevheri / gevherî / گوهری

  • Mücevherci. (Farsça)

gevherin / gevherîn

  • Mücevher gibi. (Farsça)
  • Mücevherli. (Farsça)

gıldırgıç

  • Mücellit ıstılahlarındandır. Kitapların kenarlarını kesmeğe mahsus, rende biçiminde bir âlettir.

güher / گهر

  • Elmas. (Farsça)
  • Mücevher. (Farsça)

güher-füruş

  • Mücevher satan. (Farsça)

güher-pare

  • Mücevher parçası. (Farsça)

güherfuruş / güherfurûş / گهرفروش

  • Mücevheratçı. (Farsça)

guş-var

  • Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher. (Farsça)

harekat-ı milliye / harekât-ı milliye

  • Millî mücedele hareketleri.

hazine / hazîne

  • Altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer.

hizane

  • (Hizânet) Hazine, kıymetli mücevheratın saklandığı yer.
  • Hazinedarlık.
  • Mc: Kalb, gönül, hatır.

huliyy

  • (Çoğulu: Huliyyât) Altun, gümüş, elmas, zümrüt, vs. gibi süs eşyası. Mücevher.

hüsn-ü mücerred

  • Gayr olsun olmasın bizzat güzel olan şey. Bazı âza veya çizgilerin mütenasib terkib ve tertibiyle hâsıl olan hüsün, hüsn-ü mücerred değildir. Şartları zâil olsa, hüsün de zâil olur. Fakat, vücud, hayat, iman gibi varlıklar hüsn-ü mücerreddir ve bizzat güzeldirler. Güzellikleri başka şeylere

icaz

  • (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.

ihbar-ı faruki / ihbar-ı fârukî

  • Hicri ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbânî Ahmed el-Fârukî es-Sirhindî'nin (k.s.) bildirdiği, haber verdiği kişi.

ıkd

  • İnci. Gerdanlık. Mücevher, boyuna takılan dizilmiş kıymetli şey.
  • İnci dizecek iplik.
  • Hurma salkımı.

incirad

  • Mücerred olma, tecrid edilme, soyunma.

kamilü't-tarikati'l-aliyye ve'l-müceddidiyye halid-i zülcenaheyn / kâmilü't-tarikati'l-âliyye ve'l-müceddidiyye hâlid-i zülcenâheyn

  • Müceddid ve yüksek tarikat sahibi olan Halid-i Zülcenaheyn.

kaziye-i bedihiyye

  • Man: Delil ile isbata muhtaç olmaksızın, aklın cezmen hüküm ve tasdik eylediği hüküm. Bu iki kısma ayrılır:1- Kaziye-i bedihiyye-i akliyye: Aklın hârice danışmayarak ve havassın (hislerin) tavassut ve yardımına muhtaç olmayarak tasdik eylediği kaziyeye denilir ki; akıl mücerret mevzu ve mahmulünü ta

kaziye-i taklidiyye

  • Man: Mücerred. Başkasından duymakla hükmolunan kaziyye.

kruvazör

  • Daha ziyade toplarla mücehhez açık denizlerde emniyeti te'min etmek ve konvoyları korumakla vazifeli süratli harp gemisi. (Fransızca)

kurut

  • Küpeler. Kadınların kulaklarına taktıkları mücevherler.

lafz-ı muhtemel

  • Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.

manevi / manevî

  • (Ma'nevi) Mânaya âit. Maddî olmayan. Mücerred. Ruhani.

maskul

  • Cilâlanmış, saykal vurulmuş. Mücellâ.

meclüvv

  • Parlak, cilâlı. Mücellâ.

mevlana halid

  • (Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd

müceddeden

  • Yeni baştan. Yeni ve mücedded olarak.

müceddid-i ekber

  • En büyük müceddid, en büyük yenileyen, yenileyici.

müceddid-i elf-i sani / müceddid-i elf-i sâni

  • Hicrî ikinci bin yılının müceddidi, yenileyicisi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.).
  • "İkinci bin senesinin müceddidi" demek olan bu tabir, İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî Hazretlerinin nâmıdır.

müceddid-i kariban hatemi / müceddid-i kâriban hâtemi

  • Müceddid kervanının sonu, sonuncusu.

müceddidane

  • Müceddide yakışır surette. Yenilik yapana yakışır şekilde. (Farsça)

müceddidin / müceddidîn

  • (Tekili: Müceddid) Müceddidler. Yenilik yapanlar.

müceddidiyet

  • Mücedditlik, yenileyicilik.

mücehhelen

  • Bilinmiyerek, mücehhel olarak.

mücelledat / mücelledât

  • (Tekili: Mücelled) Ciltlenmiş kitaplar, ciltli kitaplar.

mücellidin / mücellidîn

  • (Tekili: Mücellid) Ciltçiler. Mücellidler. Kitap ciltleyenler.

mücenned

  • (Mücennet) Sıralanmış asker, saf bağlamış neferler.

mücerreban / mücerrebân

  • (Tekili: Mücerreb) Denenmiş ve tecrübe olunmuşlar. Sınanmış olanlar.

mücerrebat / mücerrebât

  • (Tekili: Mücerreb) Tecrübe olunmuş ve denenmiş şeyler.

mücerred

  • (Çoğulu: Mücerredât) Yalnız, tek.
  • Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına.
  • Çıplak, soyulmuş.
  • Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.
  • Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir.

mücerredat / mücerredât

  • Mücerretler, soyutlar.
  • (Tekili: Mücerred) Mücerred mefhumlar. Mücerredler.

mücerredat-ı sırfa

  • Esas mücerred olan, soyut kavramların ta kendisi.

mücerredat-ı sırfe / mücerredât-ı sırfe

  • Mücerredin ta kendisi, en mücerred olan.

mücerreme

  • Tamam manasına gelir bir isimdir. Meselâ: Sene-i mücerreme, sene-i tâmme demektir.

mücerriban / mücerribân

  • (Tekili: Mücerribîn) (Mücerrib) Deneyenler, sınayanlar, tecrübe edenler.

mücessemat

  • (Tekili: Mücesseme) (Cisim. den) Katı nesneler, cisimler.
  • Geometrik cisimler. Üç boyutlu geometri cisimleri.

mücesseme

  • (Bak: MÜCESSEM)

mücevherat / mücevherât

  • (Tekili: Mücevher) Kıymetli taşlar. Mücevherler. Süs ve zinet için kullanılan kıymetli şeyler.
  • Mücevherler, kıymetli taşlar.

mücevherat-ı maneviye / mücevherat-ı mâneviye

  • Mânevî mücevherler.

mücevherat-ı mütenevvia ve müteaddide

  • Çeşit çeşit ve ve pek çok sayıda mücevherler.

murassa / murassâ

  • Değerli mücevherlerle süslenmiş şey.
  • Süslü, mücevherli.

murassaat / murassâât

  • Süsler, mücevherler.

müşahedat

  • (Tekili: Müşahede) Gözle görülen şeyler.
  • Görüşler.
  • Keşifle seyredilenler.
  • Man: Mücerret his ile kat'iyyetle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.

müşebbihe

  • Fls: İnsan biçiminde ilâh tasavvur edip suretlendiren bâtıl bir inanış. (Antropomorfizm) Mücessime de denir.

mütecehhiz

  • (Cihaz. dan) Donanmış, techizatlı. Mücehhez.

mütecerrid

  • (Mücerred. den) Tek kalmış, tek başına olan.
  • Soyunan, tecerrüd eden, çıplak olan.
  • Bekâr. Evli olmıyan.
  • Tas: Dünya işlerinden vazgeçip Allah'a bağlanan.

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nefs-i natıka / nefs-i nâtıka

  • Akli ve nakli mes'elelerin münasebetlerini hissetmeğe ve anlamağa istidadı olan zâti ve cevheri hassası. Zâtında maddeden mücerred, fiilinde maddeye mukarin olan cevher. İnsan ruhu.

raht-ı hümayun

  • Padişahın mücevherli eyer takımı.

sahib-üz zaman / sâhib-üz zaman

  • Zamânın sahibi. Zamânında İnd-i İlâhide en makbul insan. Müceddid.
  • Mehdi-i zaman.

sandukça-i cevahir

  • Mücevherler kutusu.

sandukça-i cevher

  • Mücevher kutusu.

tac

  • Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık.
  • Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame.
  • Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık.
  • Kuşların başındaki

tahakkümi / tahakkümî

  • Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.

teattul

  • Kadının elinde ve ayağında kınası, saçında boyası, kolunda ve boynunda mücevherleri olmaması.

tecessüm

  • Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek. Cisimleşmek.

tecrid

  • Açıkta bırakmak.
  • Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
  • Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
  • Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi.
  • Soyma, soyulma.

tecriden

  • Tecrid ederek. Tek olarak.
  • Mücerred (soyut) olarak. Tekliyerek.

tersi' / tersî' / ترصيع

  • Oymacılık.
  • Mücevherler takarak süslemek.
  • Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer
  • Mücevher işleme, mücevher kakma. (Arapça)

tevşih

  • (Vişah. dan) (Çoğulu: Tevşihât) Süslü elbise giydirme. Süsleme veya süslendirme.
  • Kur'ân-ı Kerimi usul ve kaidelerine göre okuma.
  • Bir kimseye mücevher gerdanlık takmak.
  • Ist: Bir eseri, büyük bir adamın adıyla süsleme. Eski ilim adamları, bazı kimselerin adına kitap yaz

vazife-i teceddüd-ü din

  • Dini yenileme vazifesi, mücedditlik görevi.

vişah

  • (Vüşâh) Eskiden kadınların mücevherlerle süsleyip boynundan ve koltukları altından bağladıkları enlice bez veya meşin parçası.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın