REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Meni ifadesini içeren 215 kelime bulundu...

a / â / آ

  • Nida edatı olup, kelimenin sonuna gelir "ey" mânası verir. Aynı veya farklı iki kelime arasına gelirse, sözün mânasını kuvvetlendirir. "rengârenk, lebaleb" gibi.
  • Ünlem edatı ey, hey. (Farsça)
  • İki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek. (Farsça)

ab-ı abisteni / ab-ı âbistenî / âb-ı âbistenî / آب آبستنى

  • Nebatların beslenip büyümesi için zaruri olan su ve yağmur.
  • Gebeliğe sebep olan su, meni.
  • Meni.
  • Bitkilerin yetişmesine neden olan su.

aheng-i terakki / âheng-i terakkî

  • İlerleme ve gelişmenin ahengi, uyumu.

ala / alâ

  • Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc

alabanda

  • İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası.
  • Mc:Şiddetle kınama ve azarlama.

alaka / alâka

  • İlişik, rabıta, merbutiyet.
  • Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse.
  • Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına nakledilmesinin sebebidir. (Temiz ahlâklı, güzel huylu kimselere melek denildiği gibi.)

an / ân

  • Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
  • Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. (Farsça)
  • Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. (Farsça)
  • Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. (Farsça)

antranik

  • Ermeni örgütünün liderlerinden biri.

arş-ı hayat ve ihya

  • Hayatın ve hayat verip diriltmenin tecellî ettiği yer, makam.

arş-ı marifetullah

  • Allah'ı hakkıyla tanımanın ve bilmenin en yüksek derecesi.

arube

  • Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur.
  • Cuma günü.

asiya / âsiyâ

  • Su değirmeni. (Farsça)

atf-ı tefsir

  • Bir mânada olup mücerred tasdik ve te'kid için "ve" ile müteradifine (aynı mânadaki kelimeye) atfolunan kelime. Meselâ: "İhsan ve kerem, hüzün ve keder" ifadesindeki "ve" ler gibi. Diğer bir ifade ile: Aynı olan ayrı iki kelimenin birlikte kullanılması. ("deli divâne"de olduğu gibi.)

ayn-ı marifetullah ve zikrullah / ayn-ı mârifetullah ve zikrullah

  • Allah'ı bilmenin ve zikretmenin tâ kendisi.

ayn-ı şükran / ayn-ı şükrân / عَيْنِ شُكْرَانْ

  • İyilik bilmenin, minnetdârlığın ta kendisi.

ays

  • Cimâ etmek.
  • Meni denilen su.

azizan / azîzan

  • Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.
  • "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
  • Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini s

batarya

  • İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
  • Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.

baz

  • Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan. (Farsça)

ber

  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)

bi / bî

  • Kelimenin başına getirilerek o kelime menfi yapılır.Misâlleri için, "BİA" kelimesinden sonraki kelimelere bakınız. (Farsça)

bila / bilâ

  • Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.

Bolşevizm

  • Rusça'da çoğunluk anlamına gelir.

    Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP) içindeki ayrılıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kongre çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşleri savunmanın diğer adı Bolşevizim olmuştur. Bu kelimenin Rusça'daki zıddı; Menşevik.

    Bu kongrede azınlıkta kalan grup ise Menşevikler olarak adlandırılmıştır. Marksist literatürde menşevik bir hakaret olarak kullanılır.

burak

  • Binek. Cennet'e mahsus bir binek vâsıtası. (Kelimenin kökü; (Berk) dir. Burak'ın Hadis-i Şerife göre ta'rifi: "Merkepten büyük, katırdan küçük hacimde bir dâbbe ki; ayağını gözünün müntehasına basar." Bu ise bir berk ve elektrik sür'atini anlatır. (E.T. sh: 3150)

cazim

  • Kat'i karar veren.
  • Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de "câzim" denir. Meselâ "Lem yezuk" aslında (Yezuku) idi. Başına "lem" harfi geldiğinden " Yezuk" diye sâkin okundu.)

cem-ül cem

  • Gr: Bir defa cemi'olan kelimenin tekrar bir defa daha cemi olması. (Evliya; Evliyalar gibi.)
  • Tas: Vahdet-i vücuda dalmak. Bekabillah, Cenab-ı Hak'ta fâni olmak.

çenber

  • Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. (Farsça)
  • Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. (Farsça)
  • Başa ve boyna bağlanan yemeni. (Farsça)
  • Esirlik, bağlılık, kölelik. (Farsça)
  • Geo: Bir düz (Farsça)

cihet-ül vahdet-i ittihad

  • Birleşmenin birlik ciheti. Yani birleştiren temel unsur. Birleştiren ve birleşilen esas.

demdeme-i tesbih

  • Allah'ı tesbih etmenin coşkulu sesleri.

dereziler / derezîler

  • Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte

devam-ı tena'um

  • Nimetlenmenin devamı.

eblağ

  • Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.

eglal

  • (Tekili: Gull) Halkalar. Kelepçeler. Mahkemenin cezaya müstehak kılıp mahkum ettiği kimselerin boyun ve ayaklarına vurulan zincirler.
  • (Galel) Ağaçlar arasında korulukta akan sular.

egosantrizm

  • Psk: Benmerkezcilik. Zihnî gelişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayırmaya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile düşünür. Sanki dünyada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve isteğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve (Fransızca)

el-aks-ül müstevi / el-aks-ül müstevî

  • Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.

elest

  • Rabbiniz değil miyim? (meâlinde olan âyet-i kerimenin kısaltılmış işaretidir.)

encümen-i daniş / encümen-i dâniş

  • Akademi. İlim encümeni.

enne

  • Gr: Kat'iyyet bildirir ve kelimenin başına getirilir.

enva-ı tesbihat-ı rabbaniye / envâ-ı tesbihat-ı rabbâniye

  • Allah'ı tesbih etmenin çeşitleri.

envar-ı marifetullah / envâr-ı mârifetullah

  • Allah'ı bilmenin ve tanımanın nurları.

faziz / fazîz

  • Meni denilen sıvı.

fe'fe'

  • Bir söz söylerken, dile "fe" harfi gelip, her kelimenin başına "fe" getirerek söylemek.

felyun

  • Ermeni kili.

fem

  • Ağız. Dihen. (Kelimenin aslı: "Feveh" veya "Fâh" dır.)

füraga

  • Nutfe, meni.

füru

  • Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır. (Farsça)

galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî

  • Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi

gan / gân

  • Cemi' yapmak için, sonu "e" sesi ile biten kelimenin sonuna gelir bir "ek" tir. Meselâ: Bendegân : f. Hizmetçiler, bendeler. (Farsça)

geh

  • Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder. (Farsça)

gir / gîr

  • (Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir. (Farsça)

haç

  • (Ermeniceden) Put. Haç. İstavroz.

haço

  • Ermeni isimlerinden biri.
  • Ermeniler tarafından kulanılan bir isim.

hafz

  • Aşırı olmama hali.
  • Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
  • Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
  • Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
  • Sözü boğaz içinden söylemek.

hah

  • (Hasten : "İstemek" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen. (Farsça)

halaşe

  • Gemi dümeni. (Farsça)
  • Çörçöp. (Farsça)

hamdele

  • "Elhamdülillah" demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması.

harf-i asli / harf-i aslî

  • Gr: Arabça bir kelimenin kökünü teşkil eden harften olan. (Ekserisi üç harften ibaret olur.)

harf-i cerr

  • Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem)

harf-i zaid / harf-i zâid

  • Gr: Kelimenin bazı tasrifinde düşen harf. Fazla, zâid harf. Te'kid için yazılan harf. Sonradan ilâve olan harf.

harre

  • (Çoğulu: Hurer) Değirmenin buğday konulan deliği.

haysefuce

  • Gemi dümeni.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

hıbre

  • (Çoğulu: Hıber-Hıberât) Yemeni, alaca renkli bez.

hikmet-i iman

  • İman etmenin ardındaki hikmet, gaye.

hikmet-i ipham

  • Bir şeyi gizlemenin hikmeti.

hilal

  • Sâfi ve halis.
  • Sıdk ile dostluk etmek.
  • Ara. Aralık.
  • Zaman ve vakit.
  • İki şey arasına sokulmuş olan.
  • Buluttan yağmurun çıktığı yer.
  • Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
  • Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull

hıms

  • Üç gün deveyi susuz bırakıp, dördüncü günü su vermek.
  • Alaca yemeni bez.

hıyar

  • Hayırlılar.
  • (Çoğulu: Hıyârât) Huk: Bir işi yapıp yapmamada serbestlik. Genel olarak bir anlaşmadan vaz geçme. Hususi bir sözleşmenin fesh veya tasdiki. Muhayyerlik. Kendisinde böyle muhayyerlik bulunan kimse, yaptığı bir akdi diğer tarafın rızasına hâcet kalmaksızın bozabilir.

hubb-u lafz / hubb-u lâfz

  • Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.

huruf-u kameriye

  • Gr: Arapçada kelimenin başında harf-i tarif olduğu vakit, harf-i tarifin lâmı okunan harfler. Meselâ: El-Kamer, El-İnsân, El-Bedi' kelimelerinde olduğu gibi. Burada kelime başında "kaf, elif, bâ" harfleri kameriyeden olduğu için aynen okunuyor. (Bunlar: Elif, bâ, cim, hı, hâ, ayın, gayn, fe, kaf, ke

hüsn-ü makta'

  • Edb: Bir manzumenin, bilhassa gazellerin son beyti demek olan "makta" dan evvelki beyit.

iham / îhâm / ایهام

  • İki anlama gelen kelimenin uzak anlamını kasdetme. (Arapça)

ilm-i sarf

  • Kelime bilgisi. Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim. Morfoloji.

incizam

  • (Kemik) Kırılma.
  • Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.

inkar-ı haşir mefkuresi / inkâr-ı haşir mefkûresi

  • Öldükten sonra âhirette tekrar dirilmenin inkâr edilmesi fikri.

insan

  • (Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denil

intisab

  • (Nasb. dan) Dikilip durmak.
  • Yükseğe kaldırmak.
  • Bir mansaba tayin olunmak.
  • Gr: Kelimenin mansub olması

inzal

  • (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme.
  • Tenasül âletinden meninin çıkması.

inzal-i meni / inzâl-i menî

  • Üreme organından meni çıkması.

ism-i mensub

  • Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî

isparçene

  • İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip.
  • Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri.

ispirtizma

  • Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler. (Fransızca)

ispritizma

  • Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler.

ispritizmacı

  • Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deneyler yapan kişi.

istiarat / istiârât

  • İstiareler; hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı.

istiare / istiâre

  • Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
  • Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl
  • Hakiki mânâ ile mecâzi mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san'atı; "arslan" kelimesini "cesur adam" için kullanmak gibi.
  • Ödünç alma.
  • Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir kelime hakkında kullanma.

istibdal / istibdâl

  • Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.

istihdam

  • Bir hizmette kullanmak, hizmete almak, hizmet ettirmek.
  • Edb: Bir çok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvâfık kelime söylemek. Meselâ: "Avcınızın attığı da, sözleri de saçma idi" cümlesinde olduğu gibi.

ıstılah / ıstılâh

  • Bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim.

istimna / istimnâ

  • El ile menîyi dökme, masturbasyon.

istinabe / istinâbe / اِسْتِنَابَه

  • Niyabet istemek.
  • Huk: Başka bir tarafta görülen bir muhakeme için, şahid veya maznunun yazılı ifadesinin alınması. Muhakemenin icab ettirdiği muameleleri yapması için bir mahkeme tarafından başka bir mahkemeye veya kendi âzâsından birisine salâhiyet verilmesi.
  • Başka bir mahkemenin muâmeleye yetkili kılınması.

istinaf / istînâf / استيناف

  • Üst mahkemeye başvurarak alt mahkemenin kararının feshini isteme. (Arapça)

istinca

  • Birisinden maksadını istihsal etmek.
  • İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni' gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.

itba'

  • Tâbi' kılmak. Ardına katmak.
  • Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.)

ızmar-ı kabl-ez zikr

  • Edb: Bir kelimenin zikrinden önce ona âit zamiri kullanmak.

karine-i mania / karine-i mânia / karîne-i mania

  • Bir kelimenin asıl mânâda anlaşılmasına engel olan nokta ki, o sözün mecaz mânâda kullanıldığını gösterir.
  • Kelimenin gerçek anlamında alınmasına engel olan ipucu.

karine-i mecaz

  • Mecaza ait işaret. Kelimenin mecaz olmasını gerektiren, hakiki mânasında alınmasına mâni olan kayıt. Buna Karine-i mânia da denir.

kaza / kazâ

  • Allah'ın ezeldeki hükmü
  • Kadılık (ilçe) merkezi.
  • Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü.
  • Yapma, yapılma, işleme.
  • İstemeden yapılmış bir kötülük.

kaziye-i mevhume

  • Man: Mâkul işler üzerine kuvve-i vâhimenin hükmeylediği kâzib kaziyyedir.

ke

  • "Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
  • Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)

kiraz

  • Rahmin, kabul ettikten sonra yine dışarı döktüğü meni.

kısas

  • Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

la / lâ

  • Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
  • Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve

lafızperest / lâfızperest

  • Kelimenin mânâsından çok, sözlerine önem veren ve kelimenin dış şekliyle çok meşgul olan kimse.

lafzi / lafzî

  • Lafza ait ve müteallik.
  • Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.

lafziye / lâfziye

  • Kelimenin söylenişine ve yapısına ait.

lah

  • Kelimenin sonuna ilâve olunarak "yer" mânâsını verir. Meselâ: (Senglâh: Taşlık yer.) (Farsça)

lam-ı asli / lâm-ı aslî

  • Kelimenin aslında olan Arapça "lam" harfi.

lam-ı cer / lâm-ı cer

  • Kelimeyi cerreden lâm harfi. Kelimenin sonunu "i" diye okutur. Lillâhi, Lieclillâhi'de olduğu gibi. İstihkak ve ihtisas, has ve müstehak ve zarfiyyet, illet mânâsını verir.

lam-ı ta'rif veya lam-ı istiğrak / lâm-ı ta'rif veya lâm-ı istiğrak

  • Kelimenin mânâsını umuma teşmil ettiği için, istiğrak mânâsı verilir. El-i istiğrak veya harf-i ta'rif de denir. Meselâ: Hamd kelimesi herhangi bir hamdi ifâde ettiği halde; El-Hamd dediğimiz zaman her ne kadar hamd varsa, bütün hamd ve senâlar mânâsına gelir. Bu, harf-i ta'rif ile olur. Harf-i ta'r

li

  • Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.

lüfaze

  • Değirmenin öğüttüğü un.
  • Ağızdan çıkan söz.

lühve

  • (Çoğulu: Lühâ-Lühât) Değirmencinin, eliyle değirmenin ağzına döktüğü tane. (Daha çok hediye, atâ ve hibe mânasına kullanılmıştır.)

lüzum-u beyyin

  • İspata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir.

ma-i istifhamiyye / mâ-i istifhamiyye

  • Sual için kullanılan kelimenin başında gelir. (Mâhâzâ: Bu nedir? Mâindek: Yanındaki nedir?) suallerinde olduğu gibi.

maani-i mütezahime / maanî-i mütezahime

  • Bir kelimenin çok mânaya gelip birbiri ile yarışma hâli.

maariz / maarîz

  • (Tekili: Mi'raz) Kapalı mânâlar.
  • Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.

mahall-i tevarüd

  • Bir olay veya gelişmenin meydana geldiği yer.

mahmud şevket paşa

  • 31 Mart Hâdisesi patlak verdiği sırada Selânik'te bulunan Redif Tümeninin kumandanı.

mahmuz

  • (Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet.
  • Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik.
  • Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan dest

main mehin

  • Zayıf, hakir su.
  • Meni.

makta'

  • Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri.
  • Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü.
  • Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', son beytine makta' denir; makta'da şâirin ismi bulunur.

mana-yı asli / mânâ-yı aslî

  • Asıl anlam, kelimenin kendi anlamı.

mana-yı asliye / mânâ-yı asliye

  • Asıl anlam, kelimenin kendi anlamı.

masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî

  • (Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme

maslahat-ı irşad-ı umumi / maslahat-ı irşad-ı umumî

  • Herkese doğru yolu göstermenin gerektirdiği hikmet.

me'haz-ı iştikak

  • Bir kelimenin türetildiği asıl kök ve kaynak (Yahudiyet, Nasraniyet gibi).

mebde-i mücahede

  • Cihad etmenin başlangıcı.

mecaz-ı mürsel

  • Edb: Kelimenin asıl mânâsıyla mecazî mânâsı arasında benzerlik bulunmasından başka bir alâka bulunmasıyla olan mecazdır.

menaya

  • (Tekili: Meniyye) Ölümler.
  • Maksatlar. Gâyeler.

meny

  • Meniyi dışarı getirmek.
  • Takdir etmek.
  • Okumak.
  • Hükmetmek.

miceşş

  • El değirmeni.

miltan

  • Yağ değirmeni.

mimha

  • Meni silmeye mahsus bez parçası.

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

mirades

  • (Çoğulu: Merâdis) Kuyu içinde su var mıdır diye bilmek için bıraktıkları taş.
  • El değirmeni.

muahede-name

  • Ahdleşmenin yazıldığı ve imzalandığı kâğıt. (Farsça)

muallim-i hikmet

  • Hikmet öğretmeni; varlıklardaki hikmetleri, gaye ve sırları insanlara ders veren öğretmen.

muallim-i ukul / muallim-i ukûl

  • Akılların öğretmeni.
  • Akılların öğretmeni.

muallime-i sefahet

  • Sefahetin öğretmeni.

müdarre

  • El değirmeni.

müennes

  • Dişi. Müzekkerin mukabili.
  • Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir

müennes-i semai / müennes-i semaî

  • Gr: Kelimenin kendisinde müenneslik edatı olmadığı halde, müennes sayılan ve öyle kullanılagelen kelime. Yed, şems... gibi.

muhkem kaziye

  • Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil

mukaddemat-ı isna aşer / mukaddemat-ı isnâ aşer

  • Muhakemat isimli eserin ilk bölümünde yer alan ve on iki mukaddemenin bulunduğu "Birinci Makale" bölümü.

muktezay-ı rahmet / muktezây-ı rahmet / مُقْتَضَايِ رَحْمَتْ

  • Bağışlama, şefkat etme, lutfetmenin gereği.

müradefe

  • Müradiflik. İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
  • Arkadaşlık, beraber yolculuk.

murahhasa

  • Ermeni piskoposu.

mürtecel

  • Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
  • Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
  • Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese

müşarata / müşârata

  • Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesâba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakınma ve âhirete hazırlanma husûsunda nefsle sözleşme.

müvarre

  • El değirmeni.

na

  • Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.
  • Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil : Ehliyetsiz, ehil olmayan.

nalçe

  • Küçük nal.
  • Yemeni, çizme gibi ayakkabılara vurulan hafif demir parçaları.

nasb

  • Dikme. Bir rütbe alma. Bir memurluğa tayin edilme.
  • Gr: Arapçada kelimenin i'rabının mensub ( üstün) olması, yani; (e, a) diye okunuşu.

nasbetmek

  • Kelimenin son harfinin harekesini diye okutmak.
  • Tâyin etmek.

nefs-i hidayet

  • Hidayetin kendisi; doğru ve hak yola erişmenin kendisi.

nefs-i ihbar / nefs-i ihbâr / نَفْسِ اِخْبَارْ

  • Haber vermenin kendisi.

nefs-i zeval / nefs-i zevâl

  • Sona ermenin kendisi.

nehel

  • Susuz olmak.
  • İçmenin evveli.
  • Yaşlı, ihtiyar.
  • Semiz etli deve.

nukuş-u tecelliyat / nukuş-u tecelliyât

  • İlâhî yansımaların ve görünmenin nakışları.

nutfe / نُطْفَه

  • Duru ve sâfi su.
  • Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi.
  • Taşmış, dökülmüş su.
  • Deniz.
  • Meni.
  • Bel suyu, meni, insan ve hayvan tohumu.
  • Döl suyu, meni.
  • Meni.

nüvaz

  • "Okşayıcı, taltif edici, iyi edici" mânâsına kelimenin sonuna gelebilir. (Farsça)

pan

  • Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir : Zehire karşı ilâç.

patrik

  • Yun. Rum ve Ermeni kiliselerinin ruhâni reislerine verilen isim.

raid

  • Konaklanacak yeri görmek için önceden gönderilen kimse.
  • El değirmeni.

ran

  • Bacağın uyluk kısmı. Uyluk. (Farsça)
  • Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren. (Farsça)

ref'

  • Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma.
  • Lağvetme, hükümsüz bırakma.
  • Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.

reform

  • Düzeltme, tanzim. Asıl şeklini verme. Islah etme. Avrupa'da başlayan dinde reform hareketini, İslâm dinine tatbik etmenin yeri yoktur. Çünkü İslâm dini, bütün zaman ve mekânların insanlarına her cihetle cevap verecek câmiiyette olduğundan ve ilmi esaslara dayanmış olarak asliyetini muhafaza ettiğind (Fransızca)

reml

  • Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.

retl

  • (Diş) seyrek olmak.
  • Bir şeyi okurken her kelimenin arasını ayırıp açıklamak.

reviy

  • Edb: Kafiye olan kelimenin son harfi. Şiirde kafiye harfi.

rüşd ü irşad

  • Rüşd ve irşad. Doğru yola sevketmenin mükemmeliyeti. İslâmiyeti en mükemmel şekilde öğretmek.

sahih

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y

sala / salâ

  • Namaza davet için çağırmak. Minarede okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)

sedene

  • (Tekili: Sâdin) Kapıcılar. Perdedarlar. Kâbe-i Mükerremenin kapıcıları.

şehd-i şehadet

  • Şehadet balı; İlâhî hakikatleri bilmenin ve idrak etmenin dünyadaki lezzeti.

semai müennes / semaî müennes

  • Bir kaideye bağlı olarak müennes işareti olmayıp kelimenin aslında müenneslik var gibi kabul edilen ve işitilmekle öğrenilen müennes kelime.

şevk-i tenzili / şevk-i tenzilî

  • Kur'an-ı Kerim'in ilk önceki mânâsıyla Sahabelere verdiği sevgi ve iştiyak. Kur'an-ı Kerim'in tenzil mertebesindeki mânâsının verdiği şevk. İlâhî bir makamdan inmenin verdiği şevk.

şezre

  • Bir kimseye yüz yüze bakmayıp şiddet ve öfke ile yandan bakış. Hasmâne bakış. Dargın bakışı gibi bakma. Göz değdirme.
  • İpi soluna bükme.
  • Tersine bükülmüş ip, urgan.
  • El değirmenini sola doğru çevirme.
  • Şiddet, suubet, zorluk.

sırr-ı teslimiyet

  • Allah'ın kanunlarına teslim olma ve boyun eğmenin içindeki gizli sır.

sülale

  • Sıkınca parmakların arasından dışarı çıkan safi balçık.
  • Meni akıntısı.

tahun

  • (Çoğulu: Tavâhin) Su değirmeni.

taşnak

  • Bir Ermeni komitesi.
  • Ermenilerin kurduğu bir örgüt.

tasrif

  • İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak.
  • Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek.
  • Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimele

te'nis

  • Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.

te'vil

  • (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "Evl: " den alınmıştır. Müfessirlerce: Bir âyet-i kerimenin mânasını bir nesneye irca' ile beyan etmektir. Bazılarınca da (Evvel: ) lâfzından alınmış olup kelâmı evveline sa

tensib-i fazılane / tensib-i fâzılâne

  • Sizin uygun görmeniz, münâsip bulmanız.

tenvin

  • Gr: Kelimenin sonunu "en, in, ün" diye okumak. Veya öyle okutan işaretin adı.
  • Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hali.

tenvin-i tenkir

  • Kelimenin belirsizliğine işaret olan tenvin işareti. Harf-i tarifsiz kelime tenvin kabul ettiğinden yani, nekre olduğundan tenvinli olan harfin durumu.

tenvin-i tenkiri / tenvin-i tenkirî

  • Kelimenin belirsizliğini gösteren tenvin işareti; harf-i tarifsiz ("el" takısız) olduğu için tenvinli olan ve nekra denen kelime.

teradüf

  • Birbiri peşinden gitmek.
  • Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
  • İki veya daha fazla kelimenin aynı mânâda olması.

terkib-i bend

  • Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.

teshil-i muhabere

  • Haberleşmenin kolaylaşması.

tesnim

  • Hörgüçleyerek yukarı yükseltmek, terfi etmek mânasına masdar olup, yükseklik mânasıyla Cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismidir. İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cennet meşrubatının en yükseğidir.

tesniye

  • Vasıflandırma.
  • Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir.

tetabu-u izafat

  • Bir çok kelimenin birbirine muzaf ve muzafün ileyh olması. Zincirleme isim takımı. (İhtizazat-ı esvat-ı beşeriye misalinde olduğu gibi.)

tevhid-i kelime

  • Kelimenin birliği, söz birliği.

tevriye

  • Örtüp gizlemek.
  • Sözünü veya bir haberi izah etmeyip gizlemek.
  • Edb: Birkaç mânası olan bir kelimenin en uzak mânasını kasdetmek.

tıhane

  • At değirmeni.

üstad-ı ihtiyaç

  • İhtiyaç öğretmeni; insanı bir hoca gibi öğretip eğiten ihtiyaç.

vakf

  • Arapça bir kelimenin sonunun harekesiz okunması.

vasl

  • Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak.
  • Birleştirmek, ulaştırmak.
  • Gr: Ulama, ekleme.
  • Edb: Sözü teşkil eden cümlelerin atıf ve rabt suretiyle birbirine bağlı olarak yazılması usulü ki, buna Sebk-i Mevsul da ta'bir edilir.
  • Bir kelimenin sonundaki harfi, bir sonrak

vav-ı kasem

  • Gr: Herhangi bir kelimenin, çok defa Allah isminin evveline gelerek, yemin için kullanılan vav harfi. Vallahi, Veşşemsi, Velfecri kelimelerinde olduğu gibi.

velvele-i istihsan / وَلْوَلَۀِ اِسْتِحْسَانْ

  • Beğenmenin yüksek sesle ifadesi.

vezn-i mahsus

  • Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı.
  • Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.

vücud-u üstad

  • Âlim öğretmenin varlığı.

ya

  • "Hey, ey!" mânasında nida olarak kullanılır. Arapçada başına geldiği kelimenin i'rabını ötre okutur. "Yâ-Halimu, Yâ-Rahimu" da olduğu gibi. Yâ, terkibli kelimelerin başına gelirse; baştaki kelimeyi "üstün" meftuh okutur. "Yâ Rabbe-l Âlemîn" de olduğu gibi."Yâ" üç şekilde kullanılır:1- Müennes zamiri

yakin / yakîn

  • Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman

yümn-ü iman ve emanet

  • İman etmenin ve emanete riayet etmenin verdiği bereket ve güven.

zangoç

  • (Ermenice) Kilisenin hizmetlerini gören ve çan çalan kimse.

zar

  • Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar : Lâle bahçesi. (Farsça)

zarfiyyet

  • Gr: Kelimenin zarf olması hâli, bir kelimenin zarf olarak kullanılması.

zemzem

  • Çok mübarek bir su.
  • Kâbe-i Mükerreme'nin yanındaki maruf kuyu.
  • Kelimenin lügat manası: Yavaş yavaş teganni ve terennüm eylemek, hafif ve yavaş yavaş türkü söylemek.
  • Çok bol.

zevk-i tevhidi / zevk-i tevhidî

  • Allah'ı bilmenin ve Ona inanmanın verdiği mânevî zevk, lezzet.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın