Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Mani
ifadesini içeren
866
kelime bulundu...
a'lem-i ulema-i zaman / a'lem-i ulemâ-i zaman
Zamanın en iyi bileni, en büyük âlimi.
a'raf / a'râf
Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.
a'vak
(Tekili: Avk) Mani olmalar. Alıkoymalar, durdurmalar. Vazgeçirmeler.
a'zar
(Tekili: Özr) Özürler, mâniler, bahaneler, engeller.
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
adalet-i nisbiye
Zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören göreceli adalet.
adette bid'at / âdette bid'at
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.
adl
Mâni olmak. Men etmek.
adüvv-i can / adüvv-i cân
Can düşmanı.
adüvv-üd din
Din düşmanı.
afv
Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.
ahd-name
Anlaşmanın şartlarını ve anlaşmayı yapanların imzalarını taşıyan kağıt.
(Farsça)
ahir zaman / âhir zaman
Dünyânın son zamânı, son devresi. Genel olarak Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) teşriflerinden, özel olarak hicrî bin senesinden sonraki zaman.
ahirzaman / âhirzaman
Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi.
ahmed-i faruki / ahmed-i fârukî
(Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfı
ahval-i zaman / ahvâl-i zaman / اَحْوَالِ زَمَانْ
Zamanın şartları.
Zamanın halleri.
aik
(Aika ) Mâni'. Alıkoyan. Engel. Meşgale. Bir işten alıkoyup men ve sarfeden.
aika
(Çoğulu: Avâik) Alıkoymaya ve te'hire sebep olan şey, mâni, engel.
akaid-i diniye
Dini akideler. İmâni esaslar.
akd-i zimmet
İslâmlarla muharebe etmiş veya eden bir şahsın veya bir cemaatın İslâm ahd u emânını, yani tâbiiyyetini kabul etmesi.
akıncı
Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır.
aktab / aktâb
Kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler.
akya
Lüfer azmanı denilen iri cins bir balık.
alaik
(Alayık) Münâsebetler. Alâkalar. Mânialar.
alam-ı maziye / âlâm-ı mâziye
Geçmiş zamanın elemleri, acıları.
alay emini
Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askerin hesap işlerine bakan subay ki, binbaşıdan alt derecededir.
alay imamı
Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askere imamlık vazifesini yapan subay.
alem-i cismaniyat / âlem-i cismâniyât
Cismânî varlıkların bulunduğu âlem, varlıklar dünyası.
alem-i kevn ü fesad / âlem-i kevn ü fesad
Cismani âlem. Bir taraftan vücuda gelip, diğer taraftan da harab olan fâni âlem.
alem-i mülk / âlem-i mülk
Görünen maddî ve cismanî âlem.
alem-i mülk ve şehadet / âlem-i mülk ve şehadet
Gözle görünen maddî ve cismanî âlem.
alim / âlim
Bilen, ilim sâhibi.
Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),
allame / allâme
İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.
allame-i vakit / allâme-i vakit
Zamanın en büyük âlimi.
allame-i zaman / allâme-i zaman
Yaşadığı zamanın allâmesi, büyük âlimi.
antikor
Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde.
(Fransızca)
arıza / ârıza
Sonradan olan, noksanlık.
İsabet eden belâ ve keder.
Bozulma.
Gelip geçici.
Hariçten gelen te'sirle olan.
Bir şeyin olmasına veya görülmesine mâni olan birşey.
arş-ı marifetullah
Allah'ı hakkıyla tanımanın ve bilmenin en yüksek derecesi.
arzu
Meşhur halk hikâyelerinden olan Arzu ile Kamber hikâyesinin kadın kahramanı.
asaletlu / asaletlû
Asâletli, soy ve neseb sahibi, necib, asil.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında resmi yazışmalarda büyükelçilere, Hristiyan büyüklerine, devlet adamlarına ve prenslerine denirdi.
ashab-ı keşif
İmanın hakikatlerine ve sırlarına, mânevi terakki ile ulaşan kimseler.
ashame
Peygamberimizin zamanında Müslümanlığı kabul eden Habeş Necaşisinin ismi.
asib-i rüzgar
Zamanın belâsı.
asim
Engel, mâni, muhafaza eden.
asl-ı teşaub
Dallanmanın kaynağı, aslı.
asmani / asmanî
(Çoğulu: Asmâniyân) Gökyüzüne, aya, güneşe mensub.
(Farsça)
Açık mavi.
(Farsça)
asr
(Asır) Bir devrelik zaman.
İkindi vakti.
Zamanın bir cüz'ü.
Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
Yüz yıl.
Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
Gece ve gündüzden
asr-ı evvel
İmâmeyn'e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.
asr-ı sani / asr-ı sânî
İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı.
asran
(Asaran) İki devir. Gece ve gündüz.
İki asır.
Gündüzün zamanı.
avaik / avâik
(Tekili: Âika) Mânialar. Engeller. Müşküller.
Nuh (A.S.) Kavminin sonradan taptıkları bir put ismi.
Maniler, engeller.
avalim-i ulviye ve ruhiye ve cismaniye / avâlim-i ulviye ve ruhiye ve cismâniye
Yüce âlemler, ruh âlemleri, cismânî âlemler.
avarız
Arızalar. Sonradan olan noksanlıklar.
Girinti çıkıntı, noksanlık.
Mânialar. Engeller.
Fevkalâde hallerde ve bilhassa harp sebebi ile geçici olarak alınan vergi.
avk
(Çoğulu: A'vâk) Mâni olma, alıkoyma, durdurma, vazgeçirme, geciktirme.
avniye
Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından ilk olarak, daha sonra da Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında giyilen kolsuz asker kaputu.
Bir nevi yağmurluk.
avrupalılaşmak
Avrupalıların fikirlerini ve yaşayış tarzını benimsemek. Türkiye'de batılılaşma olarak kullanılmaktadır. Avrupa zamanımızda ilim ve teknikte ilerlemiş olmakla beraber inanışları, ahlâkları, felsefeleri ve yaşayış tarzı ile geri bir düşünüşü temsil eder. Avrupaya, batıya özenmek, eşkiyanın gasbettiği
ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn
Görerek bilme.
Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
ayn-ı lika
Kavuşmanın ta kendisi.
ayn-ı visal
Kavuşmanın tâ kendisi.
ayn-üs sevr
Boğa gözü.
Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
azamet-i tevbih
Azarlamanın büyüklüğü.
bade-i ikbal / bâde-i ikbal
İkbal şarabı. Yüksek mevkide bulunmanın verdiği geçici neşe ve keyif.
bahira / bahîra
Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovu
bahv
Hurmanın yaş olanı.
baraj
Bir akarsuyun akışına mâni olmak için yapılan set.
(Fransızca)
barani / bârânî
Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey.
(Farsça)
Yağmurla ilgili.
(Farsça)
baskı
t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik.
Basan, ağırlık veren şey.
Kalıp, damga.
Bir eserin yeni basılışlarının her seferi.
Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.
bast
Genişlemek, açmak, yaymak.
Bir şeye el uzatmak.
Sevindirmek.
Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak.
Özür kabul etmek.
Kaplamak.
Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"
bast-ı zaman / بَسْطِ زَمَانْ
Az bir zaman dilimi içine uzun bir zamanı sığdırmak ve onu yaşamış gibi olmak.
Zamanın genişlemesi.
baştina
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.
bastızaman
Zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.
bayram
İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Cumâ günü.
Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama
bediüzzaman / bedîüzzaman / بديع الزمان
Zamanın bedi'i olan. Zamanında kendisi gibi görülmedik olan. Kimseye benzemiyen ve zamanın garib ve acibi bulunan.
Zamanın, çağın eşsiz güzelliği.
Zamanın harikası ve en mükemmeli
Zamanın harikası.
bel'-i lokma
Lokmanın yutulması.
belkıs
Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir.
Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.
bend-i ahenin / bend-i âhenin
Demir bağ. Demirden mânia.
berahin-i mabudiyet / berâhîn-i mâbûdiyet
İbadet edilmeye lâyık olmanın delilleri.
berat / berât
Nişan, ayrıcalık fermanı.
berzah
İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası.
Perde.
Sıkıntılı yer.
İki yer arasındaki geçit.
Mani'a, engel,. Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âlemin
besmele / بَسْمَلَه
Bismillahirrahmanirrahim'in kısaltılmış ismi. Müslüman her işine Bismillah ile başlar. Yani her işi Allah adına ve Allah için yapar. Atomlardan yıldızlara kadar her varlık da Allah adına ve Allah için hareket eder. İnsan da Bismillah diyemiyeceği, yani Allah'ın emri ve izni olmayan bir işi ve hareke
Bismillâhirrahmânirrahîm'in kısaltılmış ismi.
Bismillâhirrahmânirrahîm sözü.
Bismillahirrahmanirrahim.
Bismillahirrahmanirrahim cümlesinin adı.
besmele-i şerife
Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi.
beyder
Ekin harmanı.
(Farsça)
Doğru lügat.
(Farsça)
bezazet
Bezcilik. Manifaturacılık.
bezzaz / بزبز
Bez satan. Manifaturacı.
Muhaddislerden bir zatın nâmı.
Manifaturacı, kumaşçı.
(Arapça)
bi'set
Gönderilme. İnsanları hak ve doğru yola sevk için gönderilen Cenab-ı Peygamberimiz Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) nübüvvetinin başlangıç zamanı, nübüvvetinin bidayeti.
bid'at-üz zaman
Zamanın bid'ası. Yeni çıkan harikulâde şey. Zamanın acib ve garibi.
bid'atüzzaman
Zamanın bid'ası; zamanın yenilikçi acayip kişisi.
bidatüzzaman / bidâtüzzaman
Zamanın görülmemiş ve harika olanı.
binavend
Mâni, engel.
(Farsça)
binevend
Mâni, engel.
(Farsça)
bintü'l-fikri
"Kıza benzeyen düşünce" mânâsında, Üstadın bazı mahrem fikirleri herkese okutmanın doğru olmadığını belirten bir benzetme.
Bolşevizm
Rusça'da çoğunluk anlamına gelir.
Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP) içindeki ayrılıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kongre çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşleri savunmanın diğer adı Bolşevizim olmuştur. Bu kelimenin Rusça'daki zıddı; Menşevik.
Bu kongrede azınlıkta kalan grup ise Menşevikler olarak adlandırılmıştır. Marksist literatürde menşevik bir hakaret olarak kullanılır.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
brehmen
Brahmanizm denilen bozuk yola mensûb kimse.
buhran
Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.
büllet
(Çoğulu: Bilâl) Hurmanın ıslanıp yaş olması.
bürdi / bürdî
Hurmanın iyisi.
bürhan-ı inni / bürhan-ı innî
Hâdiselerden kanunlarına, neticelerden sebeblerine ve eserden müessire olan delil. Dumanın ateşe delil olması gibi.
Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.
burhan-ı limmi / burhân-ı limmî
Limeli (niçinli) delîl. İlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduğu şeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye götüren delîl. Görülen ateşten dumanın varlığına hükmetmek böyledir.
bürhun
Duvar. Kemer.
(Farsça)
Çember, daire.
(Farsça)
Hâne, ev ve kale kapısı.
(Farsça)
Mâni, engel, çit. Avlu.
(Farsça)
cabir-ül-ensari / câbir-ül-ensarî
Câbir Bin Abdullah El-Ensarî (R.A.) da denir. Meşhur sahabelerdendir. Bizzat Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ilim ve feyiz almış ve zamanında Medine-i Münevvere'nin müftüsü olmuştur. En çok hadis rivayetiyle meşhur olan altı sahabeden biridir. 1540 hadis rivayet etmiştir. 19 gazada hazır bulunmuştur. Hic
cahid
Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.
cair
Mâni, engel.
Eğri.
Çok, kesîr.
Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden.
camit
Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.
çare / çâre
Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
Bir def'a.
(Farsça)
Ayrılık.
(Farsça)
cazibe
Çekme kuvveti.
Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. (Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)
celaleddin-i harzemşah
(Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala
celaleddin-i süyuti / celaleddin-i süyûtî
(Hi: 849 - 911) Abdurrahman bin Ebu Bekir Muhammed adı ile de anılır. Hadis imamı ve müctehid bir zattır. Mısırlıdır. Süyût şehrinde doğdu. Mısır'da vefat etti. Zamanının büyük İslâm allâmelerindendir. Asıl adı: Ebû Bekir oğlu Abdurrahman'dır. Tefsir, fıkıh, hadis ilmine dair eserleri vardır. Celale
cem'
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
cemal-i mücerred / cemâl-i mücerred
Cismânî olmayan, yalın, soyut güzellik.
cenib
Garip.
Hurmanın iyisi.
cereyan-ı imani / cereyan-ı imanî
İmanî cereyan, akım.
cerib
İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü.
Dönüm.
Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.
çeşm-i istikbal-bini / çeşm-i istikbâl-binî
Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.
cevir
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
cihad / cihâd
(Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l
İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.
cilve-i akis
Yansımanın görüntüsü.
cilvezet
Mâni olmak. Men'etmek.
cismani / cismanî
(Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.
cismaniyet
Cismânilik. Maddi beden sahibi olmak hâli.
cizye
Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
cuki / cûkî
Hindistan'da yayılan ve bozuk bir yol olan Brahmanizmin, cûk denilen dört rûhânî sınıfından birine mensûb olan kimse. Hind kâfirlerinin dervişlerine verilen ad.
cum'a hutbesi / cum'â hutbesi
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.
cum'a-i atik
(Eski Cum'a) Osmanlılar zamanında, Bulgaristan'da Şumnu ile Razgrat arasında yer alan meşhur bir bölge.
cumhur-u ulema / cumhur-u ulemâ
Âlimler cemaatı. Âlimler sınıfı. (Bir fikre dâvet cumhur-u ulemânın kabulüne vâbestedir, yoksa dâvet bid'attır, reddedilir. Mek.)
cüneyd-i bağdadi / cüneyd-i bağdadî
(Hicri: 207-298) Şafii Hz.lerinin talebesinden ders almıştır. Zamanın kutbu sayılmıştır. 30 defa yaya olarak hacca gitmiştir. Büyük velilerdendir. (K.S.)
cuur
Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı.
daiye / dâiye
İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu.
Mücib ve sebep.
Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti.
Arzu, hırs.
Dava.
Bahane.
dakal
Hurmanın iyi olmayan cinsi.
Gemi oku.
Boya.
dana-i bi-müdani / dânâ-i bî-müdanî
Eşsiz âlim. Zamanında emsali olmayan âlim.
dar-ı zimmet / dâr-ı zimmet
Müslümanların, ahid ve emânını ve himayesini kabul etmiş oldukları; gayr-i müslimlere mahsus yerler.
dar-ül maarif / dâr-ül maarif
Sultan Mecid zamanında Valide Sultan'ın İstanbul'da Sultan Mahmud türbesi civarında yaptırmış olduğu mekteb.
darbum
Bizanslılar zamanında Eskişehir'in ismi.
darülhikmet / dârülhikmet
Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.
davet-i rahmaniye / davet-i rahmâniye
Rahmânî davet.
dedikodu
Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.
def'
Ortadan kaldırmak, Öteye itmek.
Mâni' olmak. Savmak. Savunmak.
Himaye etmek.
Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak.
deharir
Zamânın şiddetleri.
dehbel
Yemekte lokmanın büyük olması.
Bir kuş adı.
dehriyyun / dehriyyûn
Zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.
delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha
Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).
delalet-i selase / delalet-i selâse
Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas
delil-i iman
İmanın delili.
delil-i inni / delil-i innî
Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.
derecat-ı imaniye / derecât-ı imaniye
Îmanın dereceleri.
derece-i şuhud
İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi.
dergah / dergâh
Makam, kapı girişi, eşik. Tasavvuf mektebi. Tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ zâtlar tarafından, talebelere, tasavvuf, İslâm ahlâkı ve diğer dînî ilimlerin ve zamânın fen ilimlerinin okutulduğu yer.
Cenâb-ı Hakk'ın rahmet kapısı.
devletlü necabetlü / devletlü necâbetlü
Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir.
devletlü semahatlü / devletlü semâhatlü
Zamanında Şeyh-ül İslâmlara verilen bir ünvan.
devr
Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.
devr-i lale / devr-i lâle
Lâle devri, lâle mevsimi, lâle zamanı.
dinde bid'at
Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.
dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.
dirhem-i şer'i / dirhem-i şer'î
Peygamber efendimiz zamânında kullanılan (3,36) üç gram ve otuz altı santigram ağırlığındaki gümüş para.
disiplin
Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar.
(Fransızca)
Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
(Fransızca)
divan-ı harb-i örfi / divan-ı harb-i örfî
İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi.
duha vakti / duhâ vakti
Kuşluk vakti. Oruç zamânının yâni imsak ile iftar vakti arasındaki müddetin dörtte birinin tamam olmasından îtibâren başlayan vakit.
duhan
Duman. Tütün.
Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur. Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler.
Kıtlık ve kuraklık.
duhan-ı ateş
Ateşin dumanı.
düşman-ı islam / düşman-ı islâm
İslâm düşmanı.
düstur-u medeniyet ve muavenet
Yardımlaşmanın ve medeniyetin prensibi.
eacib-i dehr / eâcib-i dehr
Dünyanın ve zamanın çok şaşılacak yerleri, şeyleri.
ebced hesabı / ebced hesâbı
Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.
eber
Hurmanın budaklanması ve ıslah edilmesi.
Akrep sokması.
ebu cehl
"Cehalet babası" demek olan bu kelime, Hazret-i Resul-i Ekrem (A.S.M.) zamanında, mu'cizeleri ve çok delilleri ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gördüğü halde iman etmeyen din düşmanı puta tapan gururlu bir müşrikin lâkabıdır. Bedir Gazasında öldürüldü.
ecel-i inkıraz
Dağılıp yok olma vakti, çökme zamanı.
eda / edâ
Ödeme, verme.
Zamanında yerine getirme.
Tarz, üslûp.
eflak
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)
efsun / efsûn
Fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve Kur'ân-ı kerîmden olmayan, mânâsız yazılar kullanmak. Mânâsı bilinmeyen ve îmânın gitmesine sebeb olan şeyleri okumak.
egarib
Firak anı, ayrılış zamanı. Savaş ânı.
egoizm
Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir.
(Fransızca)
ehadis / ehâdîs
Hadîs-i şerîfler. Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de bir şey demedikleri, mâni olmadıkları şeyler. Hadîs'in çokluk şeklidir.
ehl-i kıble
Kâbeyi kıble edinenler, müslümanım diyenler. İş ve sözünde açıkça küfür görülmeyen dalâlet (sapık) fırkalarında olanlar.
ehl-i tefrit
Tersine aşırı olanlar, bir meselede ortalamanın altında kalanlar.
eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
ekmel-i ahirzaman
Âhirzamanın en mükemmeli.
el-mani' / el-mâni'
(Bak. MÂNİ')
elfaz-ı küfr / elfâz-ı küfr
Söylendiği zaman, îmânı gideren, müslümanlıktan çıkmaya sebeb olan sözler.
elhamdü lillahi ala dini'l-islam ve kemali'l-iman / elhamdü lillâhi alâ dîni'l-islâm ve kemâli'l-îmân
İslâm dinini ve kusursuz bir imanı nasip ettiği için Allah'a hamd olsun.
emperyalizm
Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sins
(Fransızca)
endişe-i istikbal
Gelecek zamanı düşünmekten gelen merak, üzüntü, keder. Geleceği düşünmek.
enkal
İşkence âletleri. Bukağılar, kayıt ve kelepçeler.
Nefsin cismani alâkalara ve bedeni lezzetlere bağlanıp kalması.
envar-ı marifetullah / envâr-ı mârifetullah
Allah'ı bilmenin ve tanımanın nurları.
erkan-ı imaniye / erkân-ı îmâniye
İmanın rükünleri, şartları.
erkan-ı sitte-i iman / erkân-ı sitte-i iman / erkân-ı sitte-i îmân / اَرْكَانِ سِتَّۀِ اِيمَانِيَه
İmanın altı şartı.
Îmânın altı şartı.
erkan-ı sitte-i imaniye / erkân-ı sitte-i imaniye
İmanın altı şartı.
ersusa
Şeair-i İslâmiyeden olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan kavuk, büyük sarık.
eş'iya
(A.S.) Beni-İsrail peygamberlerindendir. (M.Ö. 759-700) tarihlerine kadar Beni-İsrail arasında peygamberlik yapmış, birçok mucizeler göstermiştir. Zamanının padişahı tarafından takib ettirilerek bir ağaç oyuğunda gizli olduğu halde, ağaçla beraber biçki ile kesilerek şehid edilmiştir. 66 babdan ibar
esasat-ı imaniye / esâsât-ı imâniye
İmanın esasları.
esasat-ı imaniye ve kur'aniye / esâsât-ı imaniye ve kur'âniye
İmanın ve Kur'ân'ın esasları, şartları.
eser
Nişan, alâmet. Çoğulu âsârdır.
Haber, hadîs-i şerîf, Eshâb-ı kirâm ve tâbiîne âit iş, söz ve takrirler yâni görüp de mâni olmadıkları hususlar.
eser-i ibda / eser-i ibdâ
Hiçten yaratmanın neticesi, eseri.
eser-i kast ve şuur
Bilerek, isteyerek ve şuurlu bir şekilde yapılmanın izi, işareti.
eşhür-ül hurum
İslâmiyetten evvel Arab kabileleri arasında vuruşmanın ve muharebenin haram kılındığı Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Receb ayları.
eşkal-i zeman / eşkâl-i zeman
Zamanın şekilleri.
Ahmet Rasim'in bir romanı.
esna-i harb
Ask: Savaş anı, harb sırası, ceng zamanı, muharebe esnâsı.
esna-i tesadüm
Ask: Çarpışma anı, müsademe zamanı, vuruşma esnası.
estağfirullah
Cenâb-ı Hak'tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (C.C.) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.)
etraf-ı sema
Semanın çevresi, tarafları, ufukları.
evkat-ı nüzul
İniş zamanı.
ezvak-ı imaniye / ezvâk-ı imaniye
İmanın verdiği zevk ve mânevî lezzetler.
facia-nüvis / fâcia-nüvis
Acıklı ve hazin tiyatro romanı yazan kimse.
(Farsça)
faraziye
(Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu
farmason
Mason, islâm düşmanı.
farz
Her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir.
farz-ı ayn
Her mükellef Müslümanın yerine getirmesi gereken farz.
Her müslümanın yerine getirmesi lâzım olan farz.
farz-ı kifaye / farz-ı kifâye
Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.
fas'
Hurmanın kabuğunu soymak.
fazilet-i imaniye
İmanın kazandırdığı üstünlük.
fecir
Havanın ağarma zamanı.
felak / felâk
Tan zamanı, subh, fecir.
İki tepe arasındaki düzlük.
Bütün mahlukat.
Suçlunun ayağına vurulan tomruk, falaka.
Cehennem.
Tan zamanı.
Sabah aydınlığı.
fen yobazı
Fen bilgisinde mütehassıs (uzman) olmadığı hâlde, kendisini fen adamı ve müslüman olarak gösterip müslümanların dînini, îmânını bozmağa, İslâmiyet'i içerden yıkmağa çalışan kimse.
fenn-i kıraat
Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.
fera'
Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)
ferid
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
ferid-i asru'z-zaman / ferîd-i asru'z-zamân
Asrın ve zamanın biricik, benzersiz insanı, doğrudan Kur'ân'a dayanan büyük kişisi.
ferid-ül-asr
Asrın bir tanesi, zamanın eşsizi.
ferman-ı celil / ferman-ı celîl
Cenab-ı Allah'ın yücelerden gelen fermanı.
ferman-ı ilahi / ferman-ı ilâhî
Allah'ın fermanı.
ferman-ı risalet / fermân-ı risalet
Peygamberlik fermânı, buyruğu; Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bütün cin ve insanlara tebliğ ettiği Kur'ân-ı Kerim.
ferman-ı sübhani / ferman-ı sübhânî
Her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah'ın fermanı, buyruğu.
fesh-i mukavele
Mukavelenin bozulması, anlaşmanın feshedilmesi.
fetk
Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek.
Yaralamak.
İnadetmek.
fetret / فَتْرَتْ
Uyuşukluk, zayıflık.
Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
Karanlık, mânevî buhran zamanı.
İki dönem arasındaki boşluk zamanı.
fetret devri
Karanlık dönem, vahyin kesildiği mânevî buhran zamanı.
fevaid-i tenvir / fevâid-i tenvir
Aydınlatmanın, nurlandırmanın faydaları.
feyz-i iman / feyz-i îmân / فَيِضِ اِيمَانْ
İmanın bereketi, bolluğu.
Îmânın ma'nevî zevk ve bereketi.
feyz-i imani / feyz-i imanî
İmanın bereketi.
fi'l-i mün'akis
Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.
fi'l-i muzari / fi'l-i muzâri
Gr. şimdiki, geniş ve yakın gelecek zamanı gösteren fiil kipi.
fi-zamanina / fî-zamanina
Devrimizde. Zamanımızda.
fiil-i muzari / fiil-i muzâri
Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı ifade eden fiil kipi.
filo
Birkaç savaş gemisinden mürekkep donanma parçası. Donanmanın bir kısım ve bölüğü.
fir'avn
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
fıtra
Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v
gabb
Sıtmanın gün aşırı tutması.
gabe
Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı.
gadat
Sabahın erken zamanı. Sabah vakti.
gallat
(Tekili: Galle) Mahsuller, zahireler.
El emekleri, çalışmanın semereleri.
Ev kirası gelirleri.
garet
(A, uzun okunur) Yağmacılık. Düşmanın malını yağma etmek.
Göbek.
garibüzzaman / garîbüzzaman
Zamanın garibi; zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.
Zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.
gaza / gazâ
İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.
gazi / gâzi
Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve vatanına saldıran düşmanı kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman.
gazve
Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat
gazz
(Gadd) Utancından dolayı önüne bakmak.
Bir şeyin miktarını eksiltmek.
Hurmanın tomurcuğu.
Zerafet sâhibi.
Yeni buzağı.
gem vurmak
Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir.
gerdiş-i zeman / gerdiş-i zemân
Zamânın dönüşü.
güldeste-i marifet
Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.
gulv
Haddini tecavüz etmek, haddini aşmak.
Yiğitlik zamanının evveli ve sür'ati.
güşadname
Padişah fermanı.
(Farsça)
Boşanma vesikası.
(Farsça)
habel
Ana rahmindeki çocuk, cenin.
Gebelik, gebe olma zamanı.
Fls: Musallat fikir.
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
hacc-ı asgar
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun
Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb
hacer-ül-esved
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
hacib / hâcib
Perde.
Perdeci. Kapıcı.
Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Devlet Reisinin en yakın me'muru. Vezirler veya âmirler.
Kaş.
hacz
Men'etmek. Mâni olmak.
İki şeyin arasını ayırmak.
Alacaklı, borçludan alacağını alabilmesi için borçlunun malına el konulmak.
hadd-ı büluğ / hadd-ı bülûğ
Ergenlik çağı; cünüp olup, gusül abdesti almaya başlama zamânı.
haded
Engel, mâni, set.
hades
Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek.
Taze. Yiğit. Genç.
Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal.
Pislik.
hadis / hadîs
Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mani olmadıkları şeyler.
hadis-i cibril / hadîs-i cibrîl
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
hadisat-ı zamaniye / hâdisât-ı zamaniye
Zamanın hâdiseleri, olayları.
hafv
Men etmek, mâni olmak, engel olmak.
hail
Perde. Mânia. İki şey arasını ayıran.
hakaik-i aliye-i imaniye / hakaik-i âliye-i imaniye
İmanın yüce hakikatleri, esasları.
hakaik-ı esasiye-i imaniye ve kur'aniye / hakâik-ı esâsiye-i imâniye ve kur'âniye
İmanın ve Kur'ân'ın temel gerçekleri.
hakaik-i esasiye-i kur'aniye ve imaniye / hakaik-i esasiye-i kur'âniye ve imaniye
Kur'ân ve imânın temel hakikatleri.
hakaik-i imaniyenin tercümanı
İman hakikatlerinin tercümanı.
hakaik-i kudsiye-i imaniye
İmanın kutsal hakikatleri, esasları.
hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'âniye
Kur'ân'ın ve imanın mukaddes ve kutsal hakikatleri.
hakayık-ı seb'a
Yedi hakikat. Fatiha suresinin yedi âyeti. İmanın altı şartı ve İslâmiyet ile yedi olan mühim hakikatlar. Kur'an-ı Kerim'in yedi vechile hârika olması gibi hakikatlar.
hakikat-i din ve dünya ve insan ve iman
Dinin, dünyanın, insanın ve imanın gerçeği.
hakikat-i zaman
Zamanın gerçeği.
hakikatler
İmanî gerçekler.
hakim ebu abdullah
Muhammed bin Abdullah ibn-i Beyyi' (Hi: 321-405) Sâmâniye Devleti Nişabur Kadılığında bulunmuş büyük muhaddislerden, Şafiî fakihlerinden, asrının en büyük din âlimi diye bilinen bir zattır. Bir çok eser te'lif etmiştir. Başlıcaları: El Müstedrek Ale-s Sahihayn, Kitab-ül İlel, El-İklil, El-Emali, Ter
hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed / حَاكِمِ اَزَلْ وَ اَبَدْ
Başlangıç ve sonu olmamanın mutlak hakimi (Allah).
halal / halâl
Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.
halaskar-ı iman / halâskâr-ı iman
İman kurtarıcı, imanın kurtulmasına vesile olan.
halet-i nez' / hâlet-i nez'
Ölüm hâleti. Can verme zamanı. Sekerat vakti.
halid bin sinan
Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.
halif
Karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik.
halvet-i faside / halvet-i fâside
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni olmasına rağmen birleşmeleri.
halvet-i sahiha
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni bulunmaması halinde birleşmeleri.
haman
Peygamber Hz. Musa (A.S.) zamanındaki Mısır Fir'avununun vezirinin ismi.
hamata
Katılık.
Yanmak.
Boğaz ağrısı.
Darı samanı.
Kalbin ortası.
har
Hor, hakir, âdi. Aşağı. (Dinsiz, imansız ve din düşmanı ahlaksızların ve sefihlerin vasıfları.)
(Farsça)
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
hareket-i dahil / hareket-i dâhil
Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.
harem-i şerif / harem-i şerîf
Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın ortasında yeralan etrâfı kubbeli revaklarla çevrili mescid. Kâbe'nin etrâfı.
harf-i ab-dar / harf-i âb-dâr
Güzel ve mânidar söz.
harif
Güz mevsimi, sonbahar.
Meyve toplama zamanı.
harika-i zaman
Zamanın harikası.
harika-i zamani / harika-i zamanî
Zamanın harikası, eşsiz olanı.
haşef
Hurmanın yaramazı.
Eski elbise diken.
Devenin sütünün çok olması.
hasm-ı din
Din düşmanı.
hasmınız
Düşmanınız, rakip.
hasr-ı kelami / hasr-ı kelâmî
Konuşmanın yalnız belli şeyler üzerinde yoğunlaştırılması.
hassas bölgeler
Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsler
(Türkçe)
haşv
Hurmanın kötüsü.
hatem-i tai / hatem-i taî
(Ebu Adi bin Abdullah bin Said) Arab kabile reislerinin büyüklerinden ve şairlerinden olup, cömertliği ile meşhurdur. Adı, cömertlik ve keremde darb-ı mesel halini almıştır. Bazı şiirleri toplanarak bir divan yapılmış ve Londra'da bastırılmıştır. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zamanına yetişmiş ise, de,
hatır-ı nefsani / hatır-ı nefsanî
Tas: Dünya ve nefis muhabbetinin cismanî kuvvete galebesi.
hatırat-ı imaniye
İmanî meselelerle ilgili hatıralar; hatıra gelen ve kaleme alınan meseleler.
hatt-şinas
Yazı uzmanı, yazıdan anlayan.
(Farsça)
havamis-i süleymaniye
Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis med
havan
İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap.
Tütün kesmekte kullanılan makine.
Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık eden kimse.
Elektrikî bir boşalmanın ısı değerini gösteren âlet.
İçine çuku
hayat-ı ihtilal / hayat-ı ihtilâl
Karışıklığın, ayaklanmanın hayatı ve sebebi.
hayil
Kısır olan hayvan.
Engel, mâni.
Hicâb.
hayt-i esved
Siyah iplik, fecir zamanı yavaş yavaş silinen gecenin karanlığı.
haytü'l-ebyaz
Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.
hayz
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
hazar
Sulh zamanı. Barış zamanı.
Bir kimsenin huzuru, yakını.
Mukim olmak. Yolcu olmamak.
Barış zamanı.
hazar ve sefer
Barış ve muharebe zamanı.
Evde mukim olma ve yolculuk.
hazim
Sür'atle kesen.
Çok çabuk yeyip bitiren.
Düşmanı hezimete uğratan.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
hazine-i hassa / hazine-i hâssa
Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.
hedm
Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek.
Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa)
hemgame-i azab / hemgâme-i azab
Azab zamanı.
hendesehane-i bahri / hendesehane-i bahrî
Bahriye Mektebinin ilk adıdır. Abdülhamid zamanında miladi 1773 yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersane içinde açılmıştır. Okulun ilk baş muallimi, Türk riyaziyecisi Gelenbevi İsmail Efendi'dir.Şimdiki ismiyle "Gemi İnşa Mühendisliği" olan Bahriye Mektebi, 1795 senesinde daha muntazam
hengam-ı sabavet / hengâm-ı sabavet
Çocukluk zamanı.
hengam-ı şebab / hengâm-ı şebab
Gençlik zamanı, delikanlılık çağı.
herek
Asmaları, fidanları, fasulye gibi tırmanıcı nebatları bağlamak için yanlarına dikilen sırık, değnek.
herem
Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
Geo: Mahrutî şekil, piramit.
herkül
Cesaret ve kuvvetiyle efsaneleşmiş Yunan mitolojisi kahramanı.
hicaz demiryolu
Şam'dan Hayfa'ya kadar uzanan demiryolu. Yapımına 1900'de başlanan bu demiryolunun uzunluğu 1465 km, genişliği ise 1050 m. idi. Başlıca özelliği tamamıyla İslâm dünyasının yardımı ile yapılmış olmasıdır. II.Abdülhamid zamanında yapılan bu demiryolu 1908 yılında tamamlanmıştır.
hidemat-ı imaniye
İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.
hıdiv / hıdîv
Vezir, âsaf.
(Farsça)
Kral nâibi.
(Farsça)
Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan
(Farsça)
hıdr
Mâni, engel.
Perde, hâil.
hikmet-i bahire / hikmet-i bâhire
Ap açık hikmet; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmanın ap açık oluşu.
hikmet-i efgan
Ağlayıp sızlamanın hikmeti. Feryadın, inleyişin gizli sebebi.
(Farsça)
hikmet-i imhal / hikmet-i imhâl
Zaman tanımanın sebebi.
hikmet-i irşad
Olması gereken keyfiyette doğru yolu gösterme ve yaşatmanın gayesi.
hikmetü'l-istiaze / hikmetü'l-istiâze
Şeytanın şerrinden Allah'a sığınmanın sebepleri ve faydaları; On Üçüncü Lem'a.
hil'at-ı veda / hil'at-ı vedâ
Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.
hile-i batıla / hîle-i bâtıla
Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
Hilal.
Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.
hin-i hacette / hîn-i hacette
Lüzumlu zamanında, ihtiyaç olduğu vakit.
hin-i sefer / hîn-i sefer
Yolculuk.
Ölüm zamanı. Sefer zamanı.
hinoğlu
Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli.
hissiyat-ı imaniye
İmanî hisler, imanın etkisinde olan duygular.
hitabet beratı
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o
hitan / hîtan
(Tekili: Hâit) Duvarlar. Mânialar, hâiller, engeller.
Avlular.
hıyat
(Tekili: Hâit) Perdeler. Mânialar.
huccet-i haşriye / حُجَّتِ حَشْرِيَه
Ölüleri dirilterek toplamanın delili.
hudud-u maziye ve müstakbele / hudud-u mâziye ve müstakbele
Geçmiş ve gelecek zamanın sınırları.
hükm-ü imani / hükm-ü imanî
İmanî hüküm.
hülasa-i meal / hülâsa-i meâl
Açıklamanın özeti.
humanizm
(Bak: Hümanizm)
humbaracı
Ask: Yeniçeri teşkilâtı zamanındaki topçu eri. Bu teşkilâtın mensubları havan toplarıyla humbara attıkları için bu adı almışlardı.
humud / humûd
Durgunluk, uyuşukluk; bir mâni olmadığı halde bekârlığı istemek. Şehvet ve iffetin azlığı.
hurc
Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında
hürriyetin başında
1908'de Hürriyetin ilân edildiği zamanın ilk döneminde.
hüseyin-i cisri / hüseyin-i cisrî
(Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ki
hut
Balık. Büyük balık.
Şubat ayı içinde güneşin girdiği ve semanın cenub yarısındaki burcun ismi.
hüzeyfe
Ensar-ı Kiramdandır. Hüzeyfe-i Yemanî de denir. Hz. Muhammmed (A.S.M.) ona münafıkları bildirdiğinden dolayı, Hz. Ömer (R.A.) onunla istişare eder ve Onun, namazını kılmadığı kimselerin namazında bulunmazdı. Çok takvalı ve istiğna sâhibi bir zat idi. İran'ın fethinde bulundu. (Hi: 35) de Dâr-ı Beka'
hüzn-ü müştakane
Kavuşmanın gecikmesinden doğan hüzün, üzüntü.
huzur-u iman
İmanın verdiği huzur.
i'la-yı kelimetullah
Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.
i'sar
İkindi zamanında bulunmak.
Kızın gelinlik çağına gelmesi.
Kasırga.
i'tiyak
Alıkoymak, engel olmak, mani olmak.
iane-i cihadiye
Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra
ibadette bid'at / ibâdette bid'at
Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler.
ibn-i rüşd
(Kadı Muhammed Bin Ahmed) (Hi: 514-595) Endülüs Devleti zamanında yetişen bir filozoftur. Kurtuba'da doğmuştur.
ibn-i sina
(Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır.
ibn-i vakt
Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.
ibn-üz zaman
Zamanın çocuğu. Devrin adamı.
ibnüzzaman
Zamanın oğlu, devrin adamı.
ibrahim
Halilullah ve Halil-ür Rahman da denir. Peygamberlerden İshak ve İsmâil'in (A.S.) babasıdır. Yirmi sahifelik kitap kendisine nâzil olmuştur. Süryanice konuşurdu. Peygamberimizin de (A.S.V.) ceddi idi. Urfa'da doğduğu da rivayet edilir. Zamanın kralı Nemrud tarafından ateşe atılmak istendi, mu'cize o
iç hazine
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sarayda muhafaza edilen bir kısım paralar.
(Türkçe)
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
icare-i münecceze
Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.
icl-i samiri / icl-i samirî
Musa (A.S.) zamanında Samirî'nin yaptığı buzağı heykeli.
iddihar
Biriktirmek, toplamak, yığmak.
Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.
idhan
(Duhân. dan) Tütme. Yanarak dumanı çıkma.
idman-ı beden
Beden idmanı, jimnastik.
iftariyye
İftarlık. İftar için hususi olarak hazırlanmış nevale. Bunlar oruç bozulduktan sonra yemek yenmeden evvel yendiği için bu ad verilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında padişah sarayında, vüzera, eşraf ve âyân konaklarında, davetlilere iftardan sonra diş kirası namıyle verilen bahşi
ihlal
(Halel. den) Sakatlamak. Bozmak. Halel vermek.
Birini ihtiyaç içinde bırakmak.
Düşmanın haklarına vefa etmeyip gadretmek.
ihram / ihrâm / احرام
Hac zamanı giyilen beyaz giysi.
(Arapça)
ihticab
Örtünme. Saklanma. Gizlenme. Perdelenme.
Doğumun belirli zamanından fazla uzaması.
ihtilaf-ı din
Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.
ihtisas
(Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur'âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san'ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması.
Gr: Mütekellim veya muhatab zamiri olan mübtedanın haberinin hükmünü bir isme âit (mahsus) kılma. Bu isim zamir
ihtiyac-ı zaman
Zamanın, dönemin ihtiyacı.
ıkhar-ı düşmen / ıkhâr-ı düşmen
Düşmanın kahrolması.
ikrar / ikrâr
Îmânını açıkça, dil ile söylemek.
Bir kimsenin kendisiyle alâkalı olup, başkasına âit bulunan bir şeyi haber vermesi, îtirâf etmesi.
ilbas
Durdurma, mâni olma, alıkoyma.
ilcaat-ı zaman
Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
ilham / ilhâm / اِلْهَامْ
Kalbe gelen rahmânî ma'nâ.
ilhami / ilhâmî / اِلْهَام۪ي
Kalbe gelen rahmânî ma'nâya âit.
illet-i zillet / عِلَّتِ ذِلَّتْ
Alçalmışlığın, hor-hakir olmanın hakiki sebebi.
ilm-i hadis / ilm-i hadîs
Peygamber efendimizin mübârek sözlerini, işlerini ve görüp de mâni olmadığı şeylerden bahseden ilim.
ilm-i hal / ilm-i hâl
Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.
ilm-i kelam / ilm-i kelâm
Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.
ilm-ül-yakin / ilm-ül-yakîn
Eserden müessire yol bulmak. İşi görüp yapanı tanımak, bilmek. Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir.
ilyas
Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, ç
imam-ı gazali / imam-ı gazalî
Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
iman-ı kamil / îmân-ı kâmil
Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.
iman-ı ma'sum / îmân-ı ma'sûm
Peygamberlerin aleyhimüsselâm îmânı.
iman-ı makbul / îmân-ı makbûl
Mü'minlerin imanı.
Mü'minlerin (Peygamber efendimizin söylediklerinin hepsini beğenip kalben kabûl edenlerin) îmânı.
iman-ı merdud
Münafık olan kimselerin imanı.
iman-ı metbu / îmân-ı metbû
Meleklerin îmânı.
iman-ı mevkuf / îmân-ı mevkûf
Ehl-i bid'atin (yanlış, bozuk inançta olanların)îmânı.
iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i
iman-ı ye's
Çaresiz kalan, hayatından ümidsiz olan bir kimsenin imanı.
imanın bu sırr-ı hakikati
İmanın bu gerçek esprisi, realitesi.
imanperver / îmânperver
Îmanı seven.
imkan-ı adi / imkân-ı âdî
Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan.
imsak / imsâk
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
Oruca başlama zamanı.
Hapsetmek.
Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
Oruca başlama zamanı.
Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
El çekme, oruca başlama zamanı.
imsak vakti / imsâk vakti
Oruca başlama zamânı. Ufkun bir yerinde beyazlığın başladığı vakit. Bundan (6-10) dakika sonra beyazlık ufk üzerinde ip gibi yayılınca sabah namazının vakti başlar.
in'am
Nimet vermek. İhsan etmek.
Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak.
İyilik etmek, bahşiş vermek.
Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam.
ina'
Yemiş toplama zamanı gelme.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
inde'l-hace / inde'l-hâce
İhtiyaç zamanında.
inkılab-ı zaman / inkılâb-ı zaman
Zamanın değişimi; yönetimdeki değişim süreci.
inkışa'
Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.
inkişaf-ı iman
İmanın gelişmesi, açığa çıkması.
inkıza-yi müddet
Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.
irade-i şahane / irade-i şâhane
Padişahın emri, fermanı, buyruğu.
ırak-ı arab / ırâk-ı arab
Arap Irak. Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan ve Bağdat'ın kuzeyine kadar uzanan topraklara Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen isim.
irtifa almak
Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek.
Yükselmek.
ışa' / ışâ'
Yatsı zamanı. Akşam ile yatsı namazı arasındaki vakit.
Güneş batmasından ertesi günü fecre kadar olan zaman.
ışaeyn
Akşam ile yatsı zamanı.
işgal
Zabtetme, istilâ etme.
Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma.
ısham
Biçim vakti yetişmek, hasat zamanının gelmesi.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
işhas
Gitme zamanı gelip çatma.
Tedirgin ve rahatsız etme.
islam alimi / islâm âlimi
Dînî ilimleri bütün incelikleri ile zamânın fen bilgilerini de lüzûmu kadar bilen âlim.
istihale-i in'ikasiye / istihâle-i in'ikâsiye
Yansımanın başkalaşması, farklı bir keyfiyet alması.
istihaza / istihâza
Kadınlarda âdet ve lohusalık dışında gelen ve oruç ile namaza mânî olmayan kan.
istihsad
Ekinlerin hasad (biçilme) zamanı gelme.
istikla
Te'hir etme. Sonraya bırakma.
Alıkoyma, mâni olma, engel olma.
Veresiye alma, borç olarak alma.
istirca' / istircâ'
Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.
istiva
Müsavi oluş. Temasül.
İ'tidal, istikamet ve karar.
Kemalin sâbit olması.
Kaba kuşluk zamanı.
Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak.
İstila eylemek.
ivar
İkindi vakti, ikindi zamanı.
izaa-i vakt / izâa-i vakt
Zamanını boş yere harcama, vakit kaybetme.
izzet-i iman
İmanın izzet ve şerefi.
izzet-i imaniye
İmanın gerektirdiği vakar ve izzetli davranış.
kabr azabı / kabr azâbı
Îmânsız ölenin ve günahkâr müslümanın kabre konulduktan sonra çektiği, nasıl olduğunu bilemediğimiz azâb, cezâ.
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kafir / kâfir
Hakkı görmeyen ve örten. İyilik bilmeyen. Allah'ı inkâr eden. Dinsiz. İmanın esaslarına veya bunlardan birine inanmayan. Mülhid.
kahr-ı dehr
Dünyânın ve zamanın kahrı.
kahraman-ı islam / kahraman-ı islâm
İslâm kahramanı.
kal'a
Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
Çobanın çantası.
Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.
kalb
Vücudun kan dolaşımı merkezi. Yürek.
Gönül.
Herşeyin ortası.
Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme.
İmanın mahalli.
Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, via-i ilim de denilir. (Dâima değiştiği ve hareket halinde olduğu için kalb i
kalem-i kaza ve kader / kalem-i kazâ ve kader
Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri zamanı gelince meydana getirmesi.
kanaat-ı imaniye
İmanî düşünce, fikir, imanın vermiş olduğu kanaat.
kanaat-i imaniye
İmanî kanaat, iman bakımından tatmin olma.
kane / kâne
(Kevn. den) İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.
karine-i mecaz
Mecaza ait işaret. Kelimenin mecaz olmasını gerektiren, hakiki mânasında alınmasına mâni olan kayıt. Buna Karine-i mânia da denir.
karlayl
(Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.
katı'
(Kat'. dan) Kesen, Kat' eden. Durduran, mâni olan.
Keskin ve iyi bileylenmiş kılıç.
katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî
İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.
kavaid-i imaniye / kavâid-i imanîye
İmanın kaideleri, rükûn ve şartları.
kays
Leylâ ile Mecnun hikâyesinin erkek kahramanı olan Amirinin adı.
Süngü miktarı.
kaza / kazâ
Allah'ı takdir ettiği şeyin zamanı gelince meydana gelmesi; kaderde yazılı olanın meydana gelmesi.
Allahü teâlânın ezelde irâde ve taktir buyurduğu şeyleri, zamânı gelince, ilim ve irâdesine muvâfık (uygun) olarak yaratması. Kazâ gelmez Hak yazmayınca, Belâ gelmez kul azmayınca.
kaza ve kader / kazâ ve kader
Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması ve Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması.
Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et
kaza ve kader kalemi
Cenâb-ı Hakkın plân ve takdirlerini ve zamanı gelen takdirlerin yaratılma kaidelerini yazan kalem.
kaza ve kader-i ezeli / kaza ve kader-i ezelî
Allah'ın ezelî ilmi ile kâinatta olmuş ve olacak herşeyi bilip takdir etmesi ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.
kaza-i ilahi / kazâ-i ilâhi
Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması.
kazan-ı rahmani / kazan-ı rahmânî
Rahmanî kazan.
kazasker
İlmiye mesleğinin en yüksek mertebelerinden biri. Lügat mânası asker kadısı, ordu kadısı demektir. Osmanlılarda Kazaskerliğin ihdası Sultan I.Murat zamanındadır. İlk Kazasker de "Çandarlı Kara Halil"dir.
keb'
Men'etmek, mâni olmak, engellemek.
Dinar. Dirhem.
keffaret-i katl
Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.
keffaret-i savm / keffâret-i savm
Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.
kemal-i uluhiyet / kemâl-i ulûhiyet
İbadete ve itaat edilmeye layık olmanın, ilâhlığın mükemmelliği.
keramet-i iktisadiye
Tutumlu olmanın ortaya çıkardığı keramet.
kıble
Kâbe-i Muazzamanın bulunduğu Mekke-i Mükerreme ciheti. Kıble tarafı, güney.
Cenubdan esen rüzgâr.
kinin
Ateşli hastalıkların ve özellikle sıtmanın tedavisinde kullanılan bir tür bitki.
kıraat
Okuma. Düzgün ve çabuk okuma.
Okuma kitabı.
Fık: Namazda Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumak.İnsan bir yazıyı ya kendi kendine yahut başkasına dinletmek üzere okur. Hususi mütâlaa nasıl olsa olur. Fakat dinletmekten maksad, anlatmak olduğu için o yolda okumanın dikkat edilec
kırat-ı şer'i / kırât-ı şer'î
Peygamber efendimiz zamânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismi geçen bir ağırlık birimi.
kısas
Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.
klasik / klâsik
Zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.
köhne
Eski, eskimiş.
(Farsça)
Zamanı geçmiş. Demode olmuş.
(Farsça)
kötü arkadaş
İnsanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını ahlâkını bozan, dünyâ ve âhiret seâdetini kaybettiren arkadaş.
kritik
yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.
küfr-i mutlak
Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.
küfr-i nifaki / küfr-i nifakî
Dil ile imanı ikrar edip kalb ile itikad etmemektir.
kühen
Eski, zamanı geçmiş. Demode olmuş. Yıpranmış.
(Farsça)
külliye
(Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik.
Bolluk, çokluk, ziyadelik.
Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.
kurbiyet-i zaman / قُرْبِيَتِ زَمَانْ
Zamanın yakınlığı.
kürsüf
Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk.
kurun-u ula / kurun-u ulâ
Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılması zamanına kadar olan eski devir. İlk çağ.
kuşluk vakti
Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.
kutb
(Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın
kutb-u azam / kutb-u âzam
En büyük kutup; birçok Müslüman'ın kendisine bağlandıkları büyük evliyadan zamanın en büyük mürşidi.
kutb-u iman
İmanın kutbu.
kutb-u imani / kutb-u imanî
İmanın kutbu, esası.
kutb-uz zaman
Zamanın en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi.
kutbuazam / kutbuâzam
En büyük kutub, zamanın en büyük velîsi.
kutr
Taraf. Canib.
Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
Çap.
Bölük. Bölge.
Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.
kuvve-i an-il-merkeziye
Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
kuvve-i kudsiye
Evliyâ kuvveti. Cenab-ı Hakk'ın yardımına mazhar olan kuvvet. Hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeyi gayet ince ve derin bir firaset ve dirayetle anlayabilme kuvveti.
kuvve-i maneviye-i imaniye / kuvve-i mâneviye-i imaniye
İmanın mânevî kuvveti.
kuvvet ve vüs'at-i iman
İmanın kuvveti ve genişliği.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
lazistan
Lazlar'ın oturduğu bölge olan Rize dolayları. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Rize sancağına verilen ad.
lemeat-ı meşveret / lemeât-ı meşveret
Fikir alışverişi yapmanın parıltıları.
levha-i imaniye
Üzerinde imanî bilgiler yazılan tablo.
leyla / leylâ
Çok karanlık gece.
Arabi ayların son gecesi.
Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramânı.
Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramanı.
leyla-yı zaman / leylâ-yı zaman
Zamanın Leylâ'sı, çağın Leylâ'sı.
lezzet-i hürriyet
Hür olmanın verdiği lezzet.
lezzet-i ma'rifet / لَذَّتِ مَعْرِفَتْ
(Allah'ı) tanımanın lezzeti.
lıkve
Cimanın evvelinde gebe olan kadın.
Tez yüklü olan deve.
Kova.
lokman hakim / lokman hakîm
Allahü teâlâ tarafından kendisine ilim ve hikmet; akıl, anlayış, idrâk verilen peygamber veya velî. Kur'ân-ı kerîmde ismi zikr edildi. Dâvûd aleyhisselâm zamânında Arabistan Yarımadası'nın Umman taraflarında yaşadı. Uzun bir ömür yaşadıktan sonra ibâ det hâlindeyken Kudüs ile Remle arasında vefât et
lokman hekim / lokman hekîm
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.
ma'nevi hastalık / ma'nevî hastalık
Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce. Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı.
maaş
Kazanma yeri ve zamanı; dünya hayatı.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
maddi / maddî
(Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
Paraca ve malca.
Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
maddiyat
(Tekili: Maddiyet) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.
maddiyet
(Çoğulu: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.
maden-i iman / mâden-i iman
İmanın, inancın kaynağı.
mahall-i iman
İmanın yeri.
mahazir
(Tekili: Mahzur) Korkulacak ve sakınılacak şeyler. Maniler, engeller.
mahbel
Hayvanın gebelik zamanı.
mahitab-ı ahirzaman / mâhitab-ı âhirzaman
Âhirzamanın mehtabı.
mahiyet-i ameliye
Tatbik ve uygulamanın mahiyeti, özelliği.
mahiz / mahîz
Hayız hali zamanı.
mahkiyyun anh
Kendisinden söz edilen; hikâye kahramanı.
mahluk / mahlûk
Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.
mahmudiye
Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi.
Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın.
Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.
mahz-ı tahkik
Hakikati araştırmanın ta kendisi, sırf araştırarak.
mahzur
Hazer edilecek şey. Özür. Korkulacak şey. Müsaade olmayan. Mâni. Çekinilecek şey.
mahzurat
Yasaklar. Mâniler. Haram şeyler.
manevra
Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli.
(Fransızca)
Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir biçimde düzenlenmesini te'min eden bütün hareketler.
(Fransızca)
Barış zamanında kıt'alara ve kurmay hey'etle
(Fransızca)
mani / معنى
Engel.
(Arapça)
Mani olmak:
Engel olmak.
(Arapça)
mani-i şer'i / mâni-i şer'î
Şeriatça kabule engel olan, mâni' olan hâl.
marifet-i imaniye / mârifet-i imaniye
İmanî bilgi.
masır
Mâni, engel.
mason
"Masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı.
mebde'-i te'lif / mebde'-i te'lîf / مَبْدَأِ تَأْل۪يفْ
Eser yazmanın başlangıcı.
mebde-i cihad
Allah yolunda girişilen cihadın başlama zamanı.
mebde-i infilak / mebde-i infilâk
Patlamanın başlangıcı.
mebde-i intişar
Yayılmanın başlangıcı.
mecidiye
Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.
meclis-i a'yan / meclis-i a'yân
Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)
meclis-i ruhani / meclis-i ruhanî
Ruhanîler meclisi, meleklerin ve ruhların toplanma yer ve zamanı.
medain
(Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm
medar-ı şekavet ve hasaret ve elem / medar-ı şekavet ve hasâret ve elem
Her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı.
medar-ı sıhhat
Sağlıklı olmanın kaynağı.
medeniyetperver
Medeniyeti seven; toplu yaşamanın gerektirdiği şartları dikkate alarak hareket eden.
mehdi-i al-i resul / mehdî-i âl-i resul
Resulullah'ın neslinden gelen, âhir zamanın en büyük mürşidi, hidâyete sevk edicisi.
mehdi-i resul / mehdî-i resul
Resulullah'ın neslinden gelen, âhirzamanın en büyük mürşidi, hidâyet edicisi.
mehdi-yi abbasi / mehdi-yi abbasî
(Hi: 120-163) Abbâsi Halifesidir. Ebu Abdullah Muhammed diye de anılır. Halife Mansurun oğludur. Meşhur ve iyiliği ile umumi kabul gören bir zat olup hususan sulh zamanında imparatorluğun inkişafı için çok çalışmıştır. Yeni yollar yaptırmış, postayı ıslâh etmiş ve Abbâsi Sülâlesinin en iyi hükümdarı
mekke-i mükerreme
Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i muazzamanın bulunduğu, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem doğduğu mübârek şehir.
memnu'
Yasak. Menedilmiş. Mâni olunmuş.
menam
Uyku. Uyku zamanı.
Rüya. Düş.
Uyunacak yer, yatak odası.
menea
(Tekili: Mâni) Engeller, mâniler, özürler.
Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar.
Kuvvet ve cemâat.
menhat
Mâni, nehyedici, engel.
menna' / mennâ'
(Men'. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan.
Önleyici, men'edici.
menna-ul hayr / mennâ-ul hayr
Hayır ve iyiliğe mâni olan. Hayrı önleyen.
menşur
(Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş.
İşleri dağınık. Perişan.
Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı.
Bayrak.
Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri b
mersa-yı kostantiniyye
İstanbul limanı.
merve
Kâbe-i muazzamanın yakınında bulunan ve hacda, aralarında sa'y denilen ibâdetin yapıldığı iki tepeden biri.
meş'ar-ül haram
Hac zamanında ziyaret edilecek muayyen yer. Cebel-i Kuzah, Müzdelife'de bir yerin ismi.
mesai
Çalışma. Çalışmalar.
İş zamanı.
mesaib-i dehr / mesâib-i dehr
Zamanın musibetleri, felâket ve güçlükleri.
mesail-i imaniye
İmanî mes'eleler.
mesail-i imaniye-i kelamiye / mesâil-i imaniye-i kelâmiye
Kelâm ilmindeki imanî meseleler.
mescid-i dırar / mescid-i dırâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid.
mescid-i haram / mescid-i harâm
Ka'be-i muazzamanın etrâfında üstü açık olan câmi.
mesele-i sırr-ı iman
İmanın ince meselesi.
mevani / mevâni
Mâniler, engeller.
Maniler, engeller.
mevani'
Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.
mevcudat-ı hariciye
Maddî ve cismanî varlıklar.
mevkute
Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.
mevlel-muvalat / mevlel-muvâlât
Bir zımmînin yâni gayr-i müslim (müslüman olmayan vatandaşın) veya harbî yâni vatandaş olmayan pasaportlu bir kâfirin bir müslümanın yardımı ile îmâna gelerek, bu müslümanı velî kabûl edip ona; "Sen benim mevlâmsın (velîmsin), şâyet ben bir cinâyet(suç) işlersem diyetini (borcunu) sen ver, ben ölünc
mevlid
Dünyâya gelme; doğum yeri ve zamânı. Peygamber efendimizin dünyâya gelişini, mi'râcını ve mübârek hayâtını anlatan eser.
mevsim be mevsim
Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.
mey'a
(Mey'at) Yiğitlik başlangıcı.
Atı koşuya alıştırmak.
Erimiş sıvı madde.
Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi.
Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.
meyve-i imaniye
İmanın meyvesi.
mikat / mîkat / ميقات
Buluşma yeri.
(Arapça)
Buluşma zamanı.
(Arapça)
mikdar-ı kamet
Namaza başlamak için okunan kamet zamanı kadar.
mirazza
Harmanı sürecek döven.
mirfak
Dirsek.
Mutfak. Kiler.
Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi.
mirkatü's-sünnet
Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uymanın dereceleri, basamakları; On Birinci Lem'a.
misbah-ı iman
Allah'a imanın lâmbası.
mü'min-i gayr-ı müslim
Müslüman olmadığı halde mü'min gibi bazı imanî değerlere sahip olanlar.
mu'sırat
Sıkım zamanı gelmiş üsâreliler. (Üzüm gibi)
Bora ve kasırgalar.
Yetişkin kızlar.
muamele-i imani / muamele-i imanî
İmânı temel alarak yapılan uygulama.
muasker
(Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer.
mücahede / mücâhede
(Çoğulu: Mücahedât) Cihad etme.
Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma.
Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.İslâmiyette mücahedenin ehemmiyeti hakkında Deylemî'den (R.A.) mervi Hadis-i Şerif meâli: "Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu
Cihad etme, din düşmanına karşı mücadele yapma.
mücavir / mücâvir
Komşu.
Bir mâbed veya tekke yakınında çekilip oturan.
Yurdunu terkederek zamanını Haremeyn-i Şerifeyn'de ibadetle geçiren.
Komşu. Memleketini ve yurdunu terk ederek, zamânını Haremeyn-i şerîfeynde yâni Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Harâm'da ve Medîne-i münevverede ise Mescid-i Nebî'de (Peygamber efendimizin mescidinde) ibâdetle geçiren kimse.
müctehid
İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.
müdahene / müdâhene
Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek. Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak.
müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb
Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı
müellefe-i kulüb
Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.
müfid / müfîd
İfâde eden, meramı güzel anlatan.
Mânalı, mânidâr.
Faydalı, faydayı mucib olan.
Mütâlâsından istifade olunan.
muhasara
Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.
muhasırun / muhasırûn
(Muhasırîn) Düşmanı etraftan kuşatanlar. Muhasara edenler.
muhayyire
Âdet zamânını unutan kadın.
mukabele
Karşılık, karşılamak.
Mücadele.
Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
Yüz yüze olmak.
Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm
mükellef
Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.
mukınun / mûkınûn
Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar.
mukteza-yı beşeriyet / muktezâ-yı beşeriyet
İnsanlık gereği, insan olmanın icabı.
mülhid
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vererek dinden çıkan, yâni îmânı bozuk olan, Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) söğen.
mülk suresi
Kur'an-ı Kerim'in 67. suresidir. Tebâreke, Münciye, Mücâdele, Mânia, Vakiye, Mennea Suresi gibi isimleri de vardır. Mekkîdir.
mülk ve melekut / mülk ve melekût
Görünen cismânî ve görünmeyen mânevî âlemler.
mültezem
Kâbe-i muazzamanın kapısı ile Hacer-ül-esved denilen mübârek siyah taş arasında kalan Kâbe duvarı.
mümanaat / mümânaat / mümânaât / مُمَانَعَاتْ / مُمَانَعَتْ
(Mümâneat) Mâni olma. Set çekme. Önleme. Muhâlefet.
Mani olma, engel olma.
Mani olma.
Mâni' olma.
mümanaatsız / mümânaatsız
Manisiz, engelsiz.
münevver
(Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı.
Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş.
Parlatılmış.
münevvir
Mc: Hakaik-ı Kur'âniye, hakaik-ı imâniye, ibâdet ve tâat gibi nurlarla nurlandıran.
Nur veren, aydınlatan.
münzecir
Yasak edilmiş, men edilmiş, yapılmaması emredilmiş, alıkonulmuş, mâni olunmuş.
mürur-i zaman / mürûr-i zaman / مرور زمان
Zamanın akışı.
mürur-u zaman / mürûr-u zaman / مُرُورِ زَمَانْ
Zamanın geçmesi.
Zamanın geçmesi.
Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi.
Zamanın geçmesi.
Zamanın geçmesi.
müsafeha / müsâfeha
İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması.
müselleman
(Selm. den) Tar: Yeniçeri zamanında yol işleriyle vazifeli asker kısmı.
müşir
Emreden, işaret eden, bildiren.
Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife
müsrif
Boş yere malını harcayan, tutumsuz, Allah'ın (C.C.) razı olmayacağı şeylere parasını, malını ve zamanını harcayan.
mütedafi'
Düşmanı defeden.
İtişen, kakışan.
mütedafian
Düşmanı defederek.
İtişerek, kakışarak.
mütedafiane / mütedafiâne
Düşmanı defedercesine. İtişir kakışırcasına.
(Farsça)
mütesalik
Uçucu, uçan.
Tırmanan, tırmanıcı.
muzari / muzâri
Arapçada hem şimdiki zamanı hem de geniş zamanı ihtiva eden fiil kipi.
Arapçada şimdiki ve geniş zamanı ifade eden fiil kipi.
muzari sigası / muzâri sigası
Gr. Arapçada şimdiki, geniş ve yakın gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi, kalıbı.
muzari'
Ortak. Arkadaş.Benzer, müşabih.
Gr: Geniş zamanı ifade eden fiil hali. "Yazar, okur, görür, gelir" gibi.
Edb: Aruz kalıplarından birisinin ismi.
na-mahrem
Aralarında evlenmeğe mâni olacak kadar yakınlık bulunmayan. Şer'an evlenmeğe mâni akrabalığı olmayan erkek veya kadın.
(Farsça)
Yabancı.
(Farsça)
nahvi / nahvî / نحوی
Gramerci, nahiv uzmanı.
(Arapça)
nakş-bendi / nakş-bendî
Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha
(Farsça)
nasreddin hoca
(Mi: 1208 -1284) Mizahlı, güldürücü sözleri ile meşhur bir zâttır. Akşehir, Sivrihisar Medreselerinde okumuş, Selçuklular zamanında yaşamıştır.
nazc-ı kabl-el vakt
Zamanından önce büluğa erme.
necaset / necâset
Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
necaset-i kalile
Katı şeylerden ise miskalden; sıvı ise el ayası sahasından geniş olan necaset, namaza mânidir. Bu miktardan fazlası necaset-i galizadır.
nefeza
(Çoğulu: Nefâyız) Düşmanın ahvâlini bilmek için dolaşan kavim.
nemrud
Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb
Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.
nesh
Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.
neşr-i suhuf
Haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi.
netice-i hilkat
Yaratılışın sonu, gayesi. Yaratılmanın neticesi.
netice-i sa'y
Çalışmanın neticesi.
neuzü billah / neûzü billah
"Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.
nezib
Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses.
nihayet-i tahkik
Araştırmanın sonucu.
nikayet / nikâyet
Düşmanı kılıçtan geçirme.
nizam-ı cedid
Yeni nizam. Osmanlı Devletinde III. Sultan Selim zamanında yeni nizamla yetiştirilen bir askerî teşkilât.
nokta-i imaniye
İmanî nokta.
nur-i iman
İman nuru. Kur'an ve kâinat hakikatlarının görünmesine ve bulunmasına vesile olan imanın mânevi nuru.
nur-u timsal / nur-u timsâl
Yansımanın nuru, aydınlığı.
nüsha-i nadire-i zaman / nüsha-i nâdire-i zaman
Zamanın nadir bulunan bir nüshası, örneği.
obüs
Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.
ömer
Resül-ü Ekrem'in (A.S.M.) ikinci halifesi, Aşere-i Mübeşşere'den ve sahabenin en büyüklerindendir. Çok âdil, âbid, zâhid ve merhametli idi. Fakirce yaşadı. Adaleti, şecaat ve cesareti, İlâ-yı Kelimetullah için fedakârlığı meşhurdur. Çok Hadis-i Şeriflerle medhedildi. Zamanında çok fütühat ve ilerlem
oruç keffareti / oruç keffâreti
Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı.
osmani / osmanî
(Osmaniye) Osman'a ait, mensup.
Osmanlı devletine mensup. Osmanlılarla alâkalı. Osman oğullarına ait.
osmaniyan / osmaniyân
(Tekili: Osmanî) Osmanlılar.
osmanlıca
Osmanlılar zamanındaki Türkçe.
otuz üç farz
Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.
özür
Bir kusurun afvı için gösterilen sebep.
Bahane, sebep.
Mâni, engel. Kusur, nakise, sakatlık.
Fevz. Zafer.
Bir adamın kusur ve kabahatinin çok olması.
Fık: Abdesti bozucu ve devamlı olan şey.
pa-bend / pâ-bend
Ayak bağı. Köstek. Ayağa vurulan zincir.
Engel, mâni.
pa-bend-i terakki / pâ-bend-i terakki
İlerlemeğe mâni olan zincir, köstek.
patriklik
Osmanlı saltanatı zamanında muhtelif gayr-i müslimlerin dinî ve medenî bazı işlerini idare eden makamlar.
paybend
Ayakbağı.
(Farsça)
Mani, engel.
(Farsça)
Köstek.
(Farsça)
pedagog
Eğitim bilimi uzmanı, eğitimci.
perde
Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey.
(Farsça)
Mc: Irz, namus, iffet.
(Farsça)
Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi.
(Farsça)
Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri.
(Farsça)
Ekran,
(Farsça)
perdedar / perdedâr
Perdeci, kapıcı, odacı. Bir şeyin görünmesine ve bilinmesine mâni ve perde olan.
(Farsça)
perdekeş
Perde çekici, örtücü. Engel, mâni.
(Farsça)
rahimiyyet
(Bk: Rahmaniyet)
rahmaniyyet
Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu. (Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıym
rakis
Yol gösteren, kılavuz.
Harman yerinde harmanı döğerken öküzün dönmesi.
rayb-el menun
Zamanın hâdiseleri.
Ölüm.
Iztırab veren hâdiseler.
ref'-i imtiyaz
İmtiyazın, sınıflamanın kalkması. Aynı hakka sahip herkese aynı muâmele yapılması.
resul / resûl
Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
Elçi, haberci.
reyean
Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme.
Her şeyin evveli, tazelik zamanı.
rib'
Sıtmanın bir gün tutup iki gün tutmaması ve dördüncü gün yine tutması.
rikaz
Yer altında bulunan madenler.
Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.
rükn-ü imani / rükn-ü imanî
İmanın şartı, esası.
rükn-ü imaniye
İmanın şartı; imanın altı şartı.
rüstem
Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem, İran'ın efsanevî ünlü kahramanı.
Kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı.
sa'd bin ebi vakkas
Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş
sa'di-i şirazi / sa'di-i şirazî
(Hicrî: 587-691) Şiraz'da doğdu. 30 yıl ilme, 30 yıl seyahate, 30 yıl da inzivada ibadetle çalıştı. En meşhur eserleri Bostan ve Gülistan adındaki ahlâkî ve imanî kitaplarıdır.
sabihat / sâbihât
Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler.
Ehl-i imânın ruhları.
Yıldızlar.
sadaka-i fıtır
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v
sadaka-i fıtr
Ramazan bayramından evvel fıtra olarak verilen sadaka. Zengin (nisaba mâlik) her müslümanın (ihtiyar, genç, çocuk ve hattâ bunak da olsa) fakirlere vermeye mükellef olduğu sadakadır, vâcibdir. Nisaba mâlik olan bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de çocukları, hizmetçisi için sadaka-i fıtır veri
sadaret
Vezirlik, başvezirlik. Osmanlı Devleti zamanında Başvekillik makamına verilen isim.
Öne geçme, başta bulunma.
sadd
(Sedd. den) Örten, kapıyan, mâni olan engel olan.
safa ve merve / safâ ve merve
Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı. Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir.
şafak
Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
Nahiye. Cânib.
Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
Merhamet.
Harf.
Tan zamanı.
sahib-üz zaman / sâhib-üz zaman
Zamânın sahibi. Zamânında İnd-i İlâhide en makbul insan. Müceddid.
Mehdi-i zaman.
sahibüzzaman
Yaşadığı zamanın manevî sahibi.
sahih kan / sahîh kan
Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka
sahih temizlik / sahîh temizlik
Ergenlik çağına erişmiş bir kızda veya kadında, âdet zamânından sonra başlayan ve içinde hiç kan görülmeyen, öncesi ve sonrası hayız günleri olan on beş veya daha fazla sayıdaki temiz gün.
şahıs
(Çoğulu: Eşhâs) Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey'eti.
İnsanın uzaktan görülen karaltısı.
sahur / sahûr
Güneşin batmasından imsak vaktine kadar olan zamânın son altıda biri, seher vakti; oruç tutmak için yemeğe kalkılan vakit.
salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî
(Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye
salif-ül arz
Dünyanın ve arzın evveli veya geçmiş zamanı.
Evvelce arz olunan.
samiri / samirî
Hz. Musa Peygamber zamanında Yahudileri şirke sevk eden. Hz. Musa'nın (A.S.) bulunmadığı yerde kavmini yaptığı buzağı heykeline taptırmağa çalışan bir yahudi.
sebeb-i devam
Davamın sebebi; sürekli olmanın nedeni.
sebeb-i istimrar-ı zaman
Zamanın sürekliliğinin sebebi.
sebeb-i mahrumiyet
Yoksun kalmanın sebebi.
sebeb-i vücud
Varlık sebebi. Var olmanın sebebi ve gayesi.
secis
Yılın ve zamanın sonu.
sed-i rah / sed-i râh
Yol kapayan, yola mâni olan.
sedd
Tıkamak, kapamak, mâni olmak.
Baraj.
Perde, Mânia.
Rıhtım.
Set, tümsek.
şeffaf
Işığa mâni olmayan, ışık geçiren parlak cisim. Saydam.
şehd-i şehadet
İmanın, şehadetin verdiği saadet, tatlılık ve huzur. Şehadet balı.
seher vakti
Duâların kabûl olduğunun bildirildiği, gecenin (güneşin batmasından imsâk vaktine kadar olan zamânın) son altıda biri.
sehergah / sehergâh
Sabahlık. Sabah zamanı. Sabah vaktine âit.
(Farsça)
Seher zamanı, yeri.
selamet-i iman / selâmet-i iman / selâmet-i îmân / سَلَامَتِ ا۪يمَانْ
İmanın esenliği, güvenliği.
Îmânın emniyette olması.
selamün aleyküm / selâmün aleyküm
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.
sema' / semâ'
Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.
semere-i ittiba / semere-i ittibâ
Tâbi olmanın meyvesi.
şerait-i hilafet / şerâit-i hilâfet / شَرَائِطِ خِلَافَتْ
Halîfe olmanın şartları.
serdar-ı ulema
Zamanın en bilgili ve en yaşlı âlimi.
severan
Tozun, dumanın kalkması.
şeyh-ül islam
Osmanlı Devleti zamanında din işlerine bakan ve sadrazamdan sonra gelen en yüksek vazifeli şahıs. Âlimlerin reisi.
şeyhülislam / şeyhülislâm
Osmanlı Devleti zamanında dînî meselelerle şerîat mahkemelerine bakan en yüksek rütbeli din adamı.
İslâm devletinde en yüksek dînî yetkili. Dînî işlerde zamânın en yetkili ve söz sâhibi âlimi.
seyl-i huruşan-ı zaman / seyl-i huruşân-ı zaman / seyl-i hurûşân-ı zaman
Zamanın gürültü ve coşkunluklarının seli.
Zamanın çağlayarak akan seli.
seyl-i zaman
Zamanın akışı.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.
şi'ra-ül yemani / şi'ra-ül yemanî
Semanın güney yarım küresinde bulunan "Kelb-i Ekber" denilen burcun ve bütün semanın görünen en parlak yıldızı. (Sirius)
sıbga-i rahmani / sıbga-i rahmânî
Rahmânî boya, san'at.
şiddet-i beyan
Açıklamanın şiddeti.
şiddet-i mevani / şiddet-i mevâni
Mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu.
sıfat-ı sübutiye / sıfât-ı sübutiye
Cenab-ı Hakk'ın sıfatları: Hayat, İlim, Sem', Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin sıfatları. Bunlara "Sıfât-ı semaniye" de denir.
siga-i muzari / siga-i muzâri
Gr. Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi.
sima' / simâ'
Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.
sinn-i iyas
(Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.
siper
Arkasına saklanılacak şey. Koruyan.
(Farsça)
Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler.
(Farsça)
Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet.
(Farsça)
Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan
(Farsça)
sırr-ı dekaik
İnceliklerin sırrı; Kur'ân ve imanın ince hakikatlerinin sırrı.
sırr-ı teklif
İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı.
siyonist
Yahudilerin ülküsüne inanan, islâm düşmanı.
sohbet-i imaniye
İmanî sohbet etmek.
sosyolog
Toplum bilimi uzmanı, toplum bilimci.
su'-i hal / sû'-i hâl
Kötü hal. Birini tezlîl için zahmetle etme iştigâl, Arkadaş kazanmaya, mâni sû'i hâl.
su'ban
(Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)
sübat
Dalgınlık.
Uzun dinlenme.
İstirahat zamanı.
Uzun uyku şeklinde olan baygınlık. Koma.
Dehir, zaman.
subh
Sabah vakti. Sabah. Tan vakti. Şafak zamanı.
südd
Dağ.
Bulut.
Mâni, engel.
süheyl
Kolay, uygun ve yumuşak.
Semânın güney tarafında ve Yemenden daha iyi görülen bir yıldız adı. (Bunun için buna Süheyl-i Yemâni denir. Kuzey kutup yıldızının naziri, benzeridir.)
sühre
Seher vaktinin evveli.
Fecr-i kâzib zamanı.
sukut etme
Düşme, düşmanın eline geçme.
sulfato-misal / sulfato-misâl
Sulfato gibi; kınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit (kinin) gibi.
sümanat
(Çoğulu: Sümâni-Sümâniyât) Bıldırcın kuşu.
sünnet
Yol, kânun, âdet.
Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadığı şeyler.
Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört temel delîlden biri. Hadîs-i şerîfler.
Şerîat yâni İslâm dîni.
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
sünnet-i seyyie
İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.
surre
(Çoğulu: Surer) Para kesesi, para çıkını.
Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.
sutur-u hadisat / sutur-u hâdisat
Hâdiselerin satırları. Mânidar hâdiseler.
sutur-u hadisat-ı dehr / sutûr-u hâdisât-ı dehr
Zamanın hâdiselerinin satırları.
sütur-u hadisat-ı dehr / sütûr-u hâdisat-ı dehr
Zamanın, çağın olaylarının satırları.
şuur-u imani / şuur-u imanî
İmanî şuûr, imana dayalı bilinç.
ta'şiş
Hurmanın yaprağının az olması.
Kuşun yuva yapması.
ta'vik
İlerlemesine mâni olmak. Geciktirmek.
İşinden alıkoymak.
Geciktirme, ilerlemesine mâni olma.
taallukat-ı imaniye / taallûkat-ı imaniye
İmanla ilgili olanlar; imanî bağlar.
tahaddi vakti / tahaddî vakti
Meydan okuma ve ihtiyaç vakti (inanmayanlara peygamberliğin ispatı, inananlar için imanın güçlendirilmesi vaktinde gösterilen mu'cizeler).
taharet
Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.
Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
tahkimat / tahkimât
Bir yeri düşmanın hücumuna karşı savunmak maksadıyla yapılmış düzenlemeler ve tesisler.
Ask: Bir yeri düşmanın hücumuna karşı sağlamlaştırmak.
tahsis-i hikmet
Has kılınmanın hikmeti, namaza ait olmasının sırrı.
takarrüb
Yakınlaşmak. Yaklaşmak.
Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak.
takriri sünnet / takrîrî sünnet
Peygamber efendimizin, görüp de mâni olmadığı şeyler.
taktik
Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim.
(Fransızca)
Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.
(Fransızca)
takvim / takvîm
Zamânı; sene, ay, hafta, gün ve saat gibi sâbit bölümlere ayıran, dînî-millî gün ve bayramları gösteren cetveller.
takviye-i iman
İmanı takviye etme, kuvvetlendirme.
tam temizlik
Sıhhatli bir kadının âdet zamânından sonra başlayan, on beş gün veya daha fazla devâm eden temizlik.
tamam tasfiye
Tasfiyenin tamamlanması, arındırmanın bitmesi.
tamam-ı aks
Yansımanın tamamı.
tanzimat-ı hayriye
Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kuru
tartib
Islatma, rutubetlendirme. Islatılma.
Tâzelik verme.
Hoşlandırılma.
Hurmanın rutubetli olması.
tasavvuf
Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ
tasavvur-u zeval / tasavvur-u zevâl / تَصَوُّرُزَوَالْ
Son bulmanın zihinde canlanması.
tavaf / tavâf
Kâbe-i muazzamanın etrâfında Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlamak sûretiyle Kâbe sola alınarak yedi defâ dolaşmak. Tavâf edene tâif; Kâbe etrâfında tavâfa mahsûs mahalle (yere) metâf denir.
tayy-ı zaman
Zamanı aşma; çok uzun zamanı pek kısa bir sürede görme ve yaşama.
Zamanı ortadan kaldırmak. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamak. Meselâ: Kur'an-ı Kerimde beyan edilen "Ashab-ı Kehf" mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün veya bir gün kadar kaldıklarını söylemişlerdir.
tayy-i zeman / tayy-i zemân
Zamânın dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle uzun zamanda yapılacak bir işi çok az zamanda yapma.
tebaşir
Müjde.
Her şeyin öncesi, ilk zamanı.
tecdid-i iman / tecdîd-i îmân
İmanı yenileme, tazeleme.
Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.
tecelli-i aks / tecellî-i aks
Yansımanın görüntüsü.
tefekkür-ü imaniye
İmanî meselelerin düşünülmesi, tefekkür edilmesi.
tefekkürat-ı imaniye
İmanî tefekkürler, düşünceler.
tefrit
Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)
tegabün
(Gabn. dan) Karşılıklı aldatma. Aldanma veya aldanmanın zuhuru.
tehevvür
Çok kızmak, çok öfkelenmek, sertlik; hilmin (yumuşaklığın) zıddı. Gadabın, kızmanın aşırısı. Atılganlık.
tehlike-i maneviye / tehlike-i mâneviye
Mânevî tehlikeler; imanî noktalarda oluşacak kayıplar.
tekaddüm
Geçmiş bulunma.
Öne geçme. İlerleme.
Birine gelmesi muhtemel bir zararın def'i için evvelceden iş'ar ve tenbih eylemek.
Fık: Mürur-u zaman olmak. Zamanı geçmiş bulunmak.
tekerrür-ü zaman
Zamanın tekrarlanması.
tekrar-ı tilavet / tekrar-ı tilâvet
Okumanın tekrarı.
temanü'
Çatışma ve birbirine mani olma. İhraç. Adem-i kabul. Tard.
temime / temîme
Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak.
tensib-i fazılane / tensib-i fâzılâne
Sizin uygun görmeniz, münâsip bulmanız.
terai / teraî
Aynaya bakma.
Birbirini görmek ve görüşmek. Bir fikir hakkında mukabil görüş, endişe mülâhaza eylemek.
Hurmanın kuruyup renginin belli olması.
terakkiyat-ı hazıra / terakkiyat-ı hâzıra
Zamanımızdaki ilmî ve teknik ilerlemeler.
tercüman-ı ayat / tercüman-ı âyât
Âyetlerin, delillerin tercümanı.
tercüman-ı evamir / tercüman-ı evâmir
Emir ve buyrukların tercümanı.
tercüman-ı kelam-ı ezeli / tercüman-ı kelâm-ı ezelî
Allah'ın ezelî kelâmının tercümanı, Hz. Muhammed.
tercüman-ı kenz ü vahdet
Allah'ın birliğinin ve hazinesinin tercümanı.
teşbit
Bir kimseyi işinden geciktirme, mani olma.
tesir-i zaman ve mekan / tesir-i zaman ve mekân
Yer ve zamanın tesiri, etkisi.
tevarih
(Tekili: Târih) Tarihler. Hâdiselerin zuhur zamanını kaydeden kitaplar.
tevhid-i zahiri / tevhid-i zâhirî
Yüzeysel bir bakış açısıyla "Allah'ın ortağı yok ve bu kâinat Onun mülküdür" şeklindeki îmânî tasdik.
tevkit
Hurmanın kararmaya başlaması.
tevrih
Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. Vakit bildirmek.
tevsim
Hacıların hac zamanı toplanmaları.
Dağlamak sureti ile ten üzerine işaret koyma, döğme yapma.
İsimlendirme, ad verme.
teza'zu'
Mâni olma, önleme, engel olma.
tilavet secdesi / tilâvet secdesi
Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Ala
tılsım
Herkesin bilip çözemediği gizli şey.
Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey.
Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.
timsal-i aks
Yansımanın görüntüsü.
tinnin / tinnîn
Büyük yılan, ejder, ejderha.
Koz: Gökte yedi burc boyunca uzanan hafif beyazlık.
Ejderha burcu. Semânın şimal yarım küresinde Küçük Ayı burcunu etrafından saran, kıvrılıp bir yıldız dörtgeni ile nihayet bulan bir burç.
tübba'
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bi'setten evvel geleceğini haber veren ve şiiri ile imanını ilân eden bir Yemen Meliki.
Câhiliyetten evvel Yemen Padişahlarının nâmı.
Bir kuş cinsi.
tufan
Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
Nuh Peygamber (A.S.) zamanındaki büyük su baskını hâdisesi.
uddet
Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat.
İstidad.
Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
ulema / ulemâ
Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i
ülkü
Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.
umre
Ziyâret etmek. Hac zamânı olan beş günü yâni Arefe ve Kurban bayramının dört günü dışında, istenildiği zaman ihrâma girip Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek ve Safâ ile Merve arasında sa'y etmek (yürümek), saçı kazımak veya kesmekten ibâret olan ibâdet. Umreye Hacc-ı asgar (küçük hac) da denir.
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.
unfuvan
Gençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı.
Parlaklık, tazelik.
uruz
(Tekili: A'raz) Fık: Nakit para, hayvan ve yenecek şeylerden olmayıp, kitap, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar.
urz
Mania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran.
Hâcet, ihtiyaç.
Taraf, nâhiye, cânip.
Vasat, orta.
usul ve erkan-ı imaniye / usul ve erkân-ı imaniye
İmanın esasları ve temelleri.
usul-i imani / usul-i imanî
İmanın esasları, şartları.
usul-ü imaniye
İmanın esasları.
üveys-el karani / üveys-el karanî
Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u
vahdet mertebesi
Bir ve tek olmanın zarurî olduğu derece.
vahid-üd dehr / vahîd-üd dehr
(Vahîd-üz zaman) Zamanın, devrin eşi bulunmaz tek insanı.
vak'a-nüvis
Osmanlı İmparatorluğu devrinde, zamanın hâdiselerini kaydetmekle vazifeli olan resmi devlet tarihçisi.
(Farsça)
vakt-i hacet / vakt-i hâcet
İhtiyaç zamanı.
vakt-i hazar
Barış zamanı.
vakt-i kerahet / vakt-i kerâhet / وَقْتِ كَرَاهَتْ
Namaz kılmanın mekrûh olduğu vakit.
vakt-i kıraat
Okuma zamanı.
vakt-i nüzul
İnme zamanı, yağmurun yağma zamanı.
varaka
Tek yaprak hâlindeki kâğıt.
Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı.
Hasis kimse.
Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı.
vasati saat / vasatî saat
Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.
vazife-i kudsiye-i imaniye
Mukaddes iman vazifesi, kutsal imanî görev.
velvele-i naz ü niyaz / velvele-i nâz ü niyaz
Allah'a yalvarıp yakarmanın heyecanlı, coşkun sesi.
vezani / vezanî
Esinti zamanı.
(Farsça)
vezir
Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.
vücud-u harici / vücud-u hâricî
Zâhir, ademden çıkmış olan. İlmî vücuddan âlem-i şehadete gelmiş olan. Maddî varlık, cismanî eşya.
vücuh-u i'caz
Mu'ciz olmanın yolları. İ'caz nevileri ve vecihleri.
vukuat-ı zamaniye
Zamanın olayları.
yad-ı daşt / yâd-ı daşt
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.
yakin-i imaniye / yakîn-i imanîye
İmanî kesinlik; kesin olan inanç. Gözle görür derecesinde kesin iman.
yemin yümn-ü iman / yemîn yümn-ü îmân / يَم۪ينِ يُمْنِ ا۪يمَانْ
Îmânın bereketli sağ eli.
yemin-i yümn-ü iman
İmanın bereketli sağ eli.
yevm-i ahir / yevm-i âhir
Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür.
yevmiye
Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret.
Günlük hadiseleri günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete.
yezid
(Hi: 26-64) Hz. Muaviye'nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.
yezid bin ebi süfyan
Ebu Süfyan'ın oğlu. Hz. Muaviye'nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme'nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh'ın Şam'a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vef
yılbaşı
Sene başı. Yeni bir senenin başlaması. Başlangıç zamânına göre iki çeşit sene vardır. Mîlâdî ve hicrî sene.
yümn-ü iman / yümn-ü îmân / يُمْنُ اِيمَانْ
İnanmanın getirdiği bereket ve uğur.
İmanın bereketi, uğuru.
zacir
Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.
zafer
Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme.
Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.
zaifü'l-akide
İmanı zayıf.
zaman-ı adem / zamân-ı âdem
Hz. Âdem zamanı, insanlığın ilk devresi.
zaman-ı cahiliyet
İslâmdan önceki küfür ve cehalet zamanı, dönemi.
zaman-ı esaret
Esirlik zamanı.
zaman-ı hilafet / zaman-ı hilâfet
Halifelik zamanı.
zaman-ı imtihan
İmtihan zamanı.
zaman-ı isa / zaman-ı isâ
Hz. İsâ'nın zamanı.
zaman-ı istimdad
Yardım dileme zamanı.
zaman-ı medeniyet
Medeniyet zamanı.
zaman-ı nüzul
İnme zamanı.
zaman-ı saadet / zaman-ı saâdet
Saadet zamanı, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem olan asr-ı saadet dönemi.
zaman-ı telif
Yazılış zamanı.
zaman-ı veladet / zaman-ı velâdet
Doğum zamanı.
zaman-ı zuhur
Ortaya çıkma zamanı.
zat-ı nakkad / zât-ı nakkad
Ehl-i tahkik; kiritik uzmanı, eleştirmen.
zeamet / zeâmet
Osmanlılar zamânında subaylara verilen ve geliri en az yirmi bin ve en çok 99.999 akçe olan toprak.
zekat / zekât
Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
Temizlik. Taharet.
Belli bir mal varlığına sahip olan Müslümanın, her yıl şeriat tarafından belirlenen miktarını tayin edilen yerlere vermesi.
İslâm'ın beş şartından biri. Dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesi.
zeman-ı vusul / zeman-ı vusûl
Varma zamanı.
zemberekvari / zemberekvâri
Bir mekanizmanın güç merkezi gibi.
zemzem
Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.
zemzem kuyusu
Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.
zemzeme-i ezkar / zemzeme-i ezkâr
Allah'ı anmanın hoş, güzel nağmeleri.
zeval
Zail olma, sona erme.
Aşağılama, inme.
Güneşin başucunda, tam tepeden bulunma zamanı zeval vakti, öğle vakti.
zevk-i tevhidi / zevk-i tevhidî
Allah'ı bilmenin ve Ona inanmanın verdiği mânevî zevk, lezzet.
zıll-i tecelli / zıll-i tecellî
Yansımanın gölgesi.
zındık
Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
efkar
Lıkin
çüvalduz
bad-ı saba
Bahr-ı muhit
Bad-ı
Hikemi
Hefafe
Yorumlamak
makule
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Mani
Birinin adına
Rezil olma
osmaniye
Hilal
Oksije
işi
suhuletli
hafif olan
salkım