Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
Manalar
ifadesini içeren
265
kelime bulundu...
ab-ı hayat
Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle
ahfa / ahfâ
Kalbe bağlı duyguların en gizli, en kapalı olanıdır ki, Cenâb-ı Hak sıfat, şuûnat ve Zât'ına ait en gizli, en mahrem mânâları izin verdiği ölçüde bu duyguya hissettirir.
alb
Yiğit, kahraman, bahadır, cesur gibi manalara gelen bir sıfattır.
asa / asâ
(Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. Şek ve yakin manalarına delalet eder; (ola ki, şayet ki, meğer ki, olur, gerektir) manalarına gelir. Ekseri, (lâkin) (leyte) mânasına temenni için kullanılır. Hitab-ı İlahî kısmında yakîn ve vücubu ifade eder.
aşık / âşık
Çok fazla seven. Mübtelâ. Birisine tutkun.
Saz şairi.
(Cümledeki yerine göre) : Ahbab, hazret, ma'hut, seninki gibi mânâlara gelir. (Müennesi: Aşıka)
aşub / aşûb
Karıştırıcı, karıştıran mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
aver
Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur.
(Farsça)
ayat-ı azime / âyât-ı azîme
Büyük mânâlar ihtiva eden âyetler.
ba-i kasem / bâ-i kasem
Arabçada yemin maksadı ile kelime başına getirilen bâ. "Billâhi" gibi.
Farsçada: Bâ diye yazılırsa; ile, beraber, birlikte, sâhip mânalarına gelir. Arapçadaki Zû gibidir.
banyol
Bu kelime; zindan, hapishâne mânâlarında kullanılırdı. Buraya katiller, hırsızlar ve beylik esirlerin satışa yaramıyanları konurdu.
batıniyye / bâtıniyye
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.
batıniyyun / bâtıniyyûn
Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.
baz
Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan.
(Farsça)
be
Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır.
(Farsça)
be's
Azab, şiddet. Korku.
Zarar, ziyan.
Zorluk, meşakkat, zahmet.
Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)
bedi-i pür-maani / bedi-i pür-maânî
Çok mânâları bulunup bedi' olan. Çok mânaların bedi' ve güzel oluşu.
berahihte
Daha ziyade silâh hakkında kullanılan bir tâbirdir. Çıkarılmış, çekilmiş mânâlarına gelir.
(Farsça)
berzah-ı esma / berzah-ı esmâ
Allah'ın güzel isimlerinin tecellîsindeki ara bölgeler, isimler arasındaki mânâlar.
beşel
İki kimsenin birbiriyle tutuşması. İki şeyin birbirine sarılması.
(Farsça)
Beşelîden masdarından emir ki; asıl, sarıl, mânâlarına gelir.
(Farsça)
bi'se
Ne fena, ne kötü, ne çirkin mânâlarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır.
bi-
Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.
bih
O, onu, ona, ondan, onunla mânâlarına gelir.
bihim
O, onları, onlara, onlardan, onlarla mânâlarına gelir ve zamirdir.
bihima
O ikisi, o ikisine, o ikisinden, o ikisiyle mânâlarına gelir ve zamirdir.
bila / bilâ
Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.
bin / bîn
Kelime sonuna ilâve ile "gören, görücü" mânalarına gelir. Meselâ:
(Farsça)
camiiyet-i lafziye / câmiiyet-i lâfziye
Sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması.
camiiyyet
Câmi'lik, toplayıcılık.
Çok şeylerle alâkalılık.
Pek ziyâde mânâları ve şeyleri hâvi olmak.
camiü'l-kelim / câmiü'l-kelim
Vecize, kısa olmasına rağmen çok mânâları içine alan söz söyleyen.
cefakar
Eziyet eden, cefa eden.
(Farsça)
Halk arasında: Eziyet çeken, cefa çekmiş mânalarında da kullanılır.
(Farsça)
cifir
Harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi.
çin
"Derleyen, toplayan" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
cinas / cinâs
Münasebet, benzeyiş. Birçok mânâlara yorulabilen söz. İmalı, telmihli söz. Telaffuzu aynı anlamı ayrı olan kelimelerin bir söz içinde kullanılması.
çun
(Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir.
(Farsça)
cünban / cünbân
"kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket eden" mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar. Dünbâle-cünbân : Kuyruk sallayan.
(Farsça)
dakik
(Ekseri mânevi mânalar için) Pek ince. Nâzik. Ufak.
dek
Edat olup zaman ve mekân için kullanılır. "Hatta, tâ, kadar" mânalarına gelir. Meselâ: Akşama dek çalıştım.
(Türkçe)
dih
"Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Meselâ: Ârâm-dih : Rahatlık veren.
(Farsça)
dik-ul elfaz / dîk-ul elfaz
İfade zorluğu. Gayet ince ve derin ve ruhen hissedilen bazı mânaların ifade edilemeyişi.
dürer-i semavi / dürer-i semavî
Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar. Semâvi inciler.
efrad-ı kesire / efrad-ı kesîre
Birçok fertler; birçok mânâlar.
ehadis-i müteşabihe / ehâdîs-i müteşabihe
Çok mânâlara gelebilen ve bu mânâların arasında benzerlik olduğu için mânâları birbirine karıştırılan hadisler.
ehl-i batın / ehl-i bâtın
Görünürdeki eşyanın bize görünmeyen mânâlarına vakıf olanlar.
ehl-i zahir / ehl-i zâhir
Âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm veren âlimler.
ehlihal / ehlihâl
İnandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar.
el-i istiğrak
Tanımlama edatı olup başına geldiği isim, kendisiyle ilgili bütün mânâları içerir, örneğin el- insan = bütün insanlık.
elf
1000 Bin sayısının ismi. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek (mânâlarına gelir).
enduz
Kazanan, elde eden, biriktiren, toplıyan mânalarına gelir ve kelimeleri sıfat yapar.
(Farsça)
er
Eğer, şâyet, ise, olsa, olur ise... mânalarına gelir.
(Farsça)
esrar / esrâr
(Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
Elinde ve el ayasında olan hatlar.
Sırlar, gizli mânâlar.
ey
(Arabçada) "Bak, dinle, dikkat et, yahut, demektir ki" mânalarına gelir. Bir ibareyi tefsir için kulanılır. Türkçede: Yakın nidâ içindir.
eyyü
Sual sormak için "Hangi? Ne? Ne vakit?" mânalarına kullanılır.
faraklit
İncilde mezkur olan Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ismidir. El-Faraklit, El-Baraklit de hamdeden, hak ile bâtılı birbirinden ayıran, fâruk, hakperest mânalarına gelir.
fe
(Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.
fe-illa
Eğer olmazsa. Olmadığı takdirde (gibi mânalara gelir.)
fehava
(Tekili: Fehavi) (Fehvâ) Mefhumlar, kavramlar, anlamlar, mânâlar.
fela / felâ
Öyleyse. O zaman. O halde... (gibi mânalara gelir.)
fely
Bit toplamak.
Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
Kesmek.
Kılıç ile vurmak.
feza
(Efzâ) Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza : Can verici. Hayret-feza : Çok hayret verici. Ruh-feza : Ruh verici.
(Farsça)
figar / figâr
Ceriha, yara.
(Farsça)
İncinmiş, yaralı, müteessir manalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-figâr : Yüreği yaralı.
(Farsça)
fiil-i mazinin hey'eti / fiil-i mazînin hey'eti
Gr. geçmiş zaman fiiline ait mânâlar.
füru
Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
(Farsça)
galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi
gaybet
Tasavvufta, kalbin kendisine gelen mânâlarla meşgul ve onlara dalmış olarak, kendisinden ve halkın işlerinden, etrâfında olan şeylerden habersiz olması.
gıbb
Nihayet, son, netice.
İki günde bir. Gün aşırı.
-den, -dan, sonra mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
gir / gîr
(Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.
(Farsça)
güdaz
Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz : Takati mahveden.
(Farsça)
gunm
Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile al
güsar
Yiyen, yiyici. İçen, içici manalarına birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Gam-güsar : Dert ortağı, arkadaş.
(Farsça)
guy
"Diyen, söyleyen" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu(y) : Doğru söyleyen. Suhan-gu(y) : Söz söyleyen, konuşan.
güzar
Geçiş, geçme.
(Farsça)
Beceren, halleden, yapan.
(Farsça)
Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar : Zaman geçiren, vakit öldüren.
(Farsça)
hafıza / hâfıza
Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.
hakaik-i maani / hakaik-i maânî
Mânâlara ait hakikatler.
hakikat-i camia / hakikat-i câmia
Çok mânâları içinde toplayan hakikat.
hal / hâl
Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
haşmetmeab
Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.
hatırat-ı kalb
Kalbe gelen hatıralar ve mânâlar.
hatta
Harf-i atıftır, gaye bildirir. Ve (fazla olarak, kadar, bile, dahi, hem de...) mânalarına gelir.
hayhay
Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.)
(Türkçe)
hel min mezid
Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.
hevaiye / hevâiye
Hava gibi hafif ve lâtif karakterde olan mânâlar.
hey'at
Hey'etler. Ayrı ayrı mânalar. Kısımlar.
heyhat
Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
huruf-ul mukattaa
Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.
hurufiye
Fazlullah-ı Hurufi adında birinin kurduğu bâtıl bir meslektir. Harflerden kendilerince manalar çıkarıp, dine aykırı iddiaları olan bir dalâlet fırkasıdır.
hutuvat-ı sitte
Altı adım. (Kur'an-ı Kerim'deki "Hutuvat-üş şeytan" tabirinden istifaze ile, şeytanların ve onların insî mümessilleri olan şerir insanların fitnekâr ve dalâlete sevkedici adımları, izleri ve desiseleri gibi mânalarla alâkalı olarak "bir mühim eser"e verilen isim) Şeytanın altı desisesi.
ibcal
Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)
ibrahim
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B
icaz / îcâz
Vecizlik, az sözle çok mânâlar ifade etme.
icaz-ı bittakdir
Maksadı az sözle ifade etmekle beraber fazla olan etraflı mânaların zuhurudur.
icaz-ı kur'ani / îcâz-ı kur'ânî
Kur'ân'ın vecizliği, az sözle çok mânâlar anlatması.
icaz-ı mu'ciz / îcâz-ı mu'ciz
Mu'cizeli vecizlik; mu'cizeli bir şekilde az sözle çok mânâlar ifade etme.
icaz-ı mutneb / îcâz-ı mutneb
Az sözle çok mânâlar ifade etme; bir kelime veya sözün çağrıştırdığı bütün mânâları, açıklama yapmamak sûretiyle kastetme.
icazkar / îcazkâr
Îcazlı, az sözle çok mânâlar anlatan, veciz.
icazkarane / îcazkârâne
Vecizeli bir şekilde, az sözle çok mânâlar ifade ederek.
icazlı / îcazlı
Az sözle çok mânâlar anlatarak, özlü sözlü.
iktibas
Ödünç almak.
Bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi alma, aktarma.
ila
Son, nihâyet, dek, değin,...ye,...ye kadar (mânâlarına gelir, harf-i cerdir.)
ila-ahir / ilâ-âhir
Sona kadar, diğerleri de böyledir ve başkaları... (manalarına gelir.)
ilham / ilhâm
Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.
ilhamat / ilhâmât
İlhamlar. Allah tarafından kalbe gelen mânalar.
İlhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar.
İlhamlar, kalbe gelen mânâlar.
ilka-ı külli / ilka-ı küllî
Allah tarafından bir kişinin kalbine geniş mânâların verilmesi.
ill
Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir.
illa / illâ
(İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
imma
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
ind
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Baz
ism-i a'zam
Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.
ism-i cami' / ism-i câmi'
Bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim.
ism-i mevsule
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
ism-i tafdil
Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdil
işrak
Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak.
Güneşlik yere dahil olmak.
Mc: Kalbe mânaların doğması.
istiarat-ı kesire / istiârât-ı kesire
Birçok istiare; kelimelerin kendi mânâsının dışında başka mânâlarda kullanmalar.
istihracat
Çıkarımlar; ilmî ve mânevî güçle Kur'ân-ı Kerimden çıkartılan mânâlar.
iştirak
Ortak olmak. Ortaklık etmek. Bir işde yer almak. Hissedâr olmak.
Bir lâfızda çok mânalar müşterek olması. Meselâ: "Ayn" kelimesi. Hem göz, hem de kaynak mânasına gelir.
istiva / istivâ
Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih, yâni görülen, ilk anlaşılan mânâların verilmesi akla ve dîne uygun olmayıp günâh olan ve bu sebeble tevîl etmek yâni uygun olan mânâları vermek îcâb eden kapalı sözlerden biri.
iza
Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur.
kar / kâr
(Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi.
(Farsça)
kelime-i aliye / kelime-i âliye
Yüce mânâlar ifade eden cümle.
keşende
"Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.)
(Farsça)
Dayanan, tahammül eden, mütehammil.
(Farsça)
keyfe
Arabçada sual cümlesinin başına gelir. "Nasıl? Nice?" mânalarınadır.
kila / kilâ
Her ikisi, her iki (mânalarında olup dâima izâfet olur).
kıs
"Kıyas et, buna benzet, bununla ölç!" mânalarına gelir ve bazı tâbirlerde geçer. Meselâ: (Ve kıs ala hâzâ: Bunun üzerine kıyas et.)
kub
"Vuran, vurucu, döven" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: (Leked-kub: Tekme vuran)
(Farsça)
kuban
(Tekili: Kub) Vurucular, dövücüler.
(Farsça)
Vurarak, döverek mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
künan
"Ederek, yaparak, eden, yapan" manâlarına gelerek kelimelere eklenir. Meselâ: (Hande-künân: Gülerek)
(Farsça)
künende
"Edici, yapıcı" mânâlarına gelerek kelimelere eklenir.
(Farsça)
kur'an-ı azim-i kainat / kur'ân-ı azîm-i kâinat
Büyük bir Kur'ân gibi ince ve derin mânâlar ifade eden kâinat.
kur'an-ı hakim / kur'an-ı hakîm
Hakim olan Kur'an-ı Kerim. Hakim: Hikmetli, hikmet sâhibi, yahut çok hâkim ve muhkem mânalarına gelir.
küş
"Öldüren, öldürücü" mânalarına gelerek tamlama yapmada kullanılır. Meselâ: Düşman-küş: Düşman öldüren.
(Farsça)
küşa
"Açan, açıcı" mânâlarına gelerek tamlama yapımında kullanılır. Meselâ: Dil-küşâ : Gönül açan, gönül açıcı, ferahlık veren.
(Farsça)
laalle
Arabçada olması mümkün şeyler için kullanılır. Ola ki, umulur, ümid edilir, umulur ki mânâlarınadır. Ümide veya endişeye delâlet eder.
latif tevafuk
İnce mânâlar içeren hoş, güzel uygunluk.
lebbeyk
Buyurunuz. Emredersiniz.
Benim muhabbet ve incizâbım dâim sanadır, başkasına değildir, sıdk ve ubudiyyetim dâim sanadır (gibi mânâlar ifâde eder.)
levaih-i kur'aniye / levâih-i kur'âniye
Kur'ân'ın gerçekleri gösteren mânâları ve tasvirleri.
li
Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.
lügat
Bir dilin kelimelerini belli bir sıralama içinde, mânâlarıyla beraber ihtiva eden kitap, sözlük.
ma / mâ
Biz mânasınadır.
(Farsça)
Mim ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir. Meselâ: (Mâ-ba'd: Sondaki, alttaki.)
(Farsça)
maani / maanî / maânî / معاني
(Tekili: Mâna) Mânalar.
Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı.
Mânâlar.
Mânâlar, anlamlar.
Manalar.
maani-i amika / maanî-i amîka
Derin ve ince mânâlar.
maani-i amika veya müteferrika / maânî-i amîka veya müteferrika
Derin veya birbirinden farklı mânâlar.
maani-i ayat / maânî-i âyât
Âyetlerin mânâları, anlamları.
maani-i cemile / maânî-i cemîle
Güzel mânâlar, anlamlar.
maani-i cifriye
Bir ifadenin cifir ilmine göre taşıdığı mânâlar.
maani-i kudsiyye / maanî-i kudsiyye
Kudsi mânâlar.
maani-i kur'an / maânî-i kur'ân
Kur'ân'ın mânâları.
maani-i lüğaviye / maâni-i lüğaviye
Lügat mânâları, kelimelerin sözlük anlamları.
maani-i medlule / maanî-i medlule
Anlaşılan mânâlar.
maani-i mensusa / maânî-i mensûsa
Âyet ve hadis ile sabit, tesbit edilmiş kesin mânâlar.
maani-i muallak / maâni-i muallâk
Boşlukta kalmış mânâlar.
maani-i mukaddese / maanî-i mukaddese / maânî-i mukaddese
Mukaddes mânâlar.
Her türlü kusur ve noksandan yüce, mukaddes mânâlar.
maani-i mukaddese-i muhabbet / maânî-i mukaddese-i muhabbet
Sevgi ile ilgili mukaddes mânâları.
maani-i müteaddid / maâni-i müteaddid
Birden fazla mânâlar.
maani-i mütefavite / maâni-i mütefavite
Birbirinden farklı mânâlar.
maani-i müteselsile / maâni-i müteselsile
Zincirleme, peş peşe gelen mânâlar.
maani-i mütezahime / maâni-i mütezahime
Birbiriyle yarışan izdiham oluşturan mânâlar.
maani-i sanevi / maanî-i sânevi
İkinci derecedeki mânâlar. İşarî, mecazî, remzî mânâlar gibi.
maani-i sariha / maânî-i sariha
Açık mânâlar.
maani-i ula / maanî-i ûlâ / maânî-i ûlâ
Evvelki mânâlar, vesileler.
İlk mânâlar.
maani-i ulviye / maânî-i ulviye
Yüce mânâlar, anlamlar.
maani-yi işari / maânî-yi işari
İşaret edilen mânâlar.
maariz / maarîz / maâriz
(Tekili: Mi'raz) Kapalı mânâlar.
Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.
Sözün gizli mânâları.
maariz-ül kelam / maarîz-ül kelâm
Kelâmda irad olunan kapalı mânâlar. Bir sözün asıl mânâsından başka mânâyı istemeler.
maarizu'l-kelam / maârîzu'l-kelâm
Sözün katmanları arasından çıkan ince mânâlar.
maarizü'l-kelam / maarîzü'l-kelâm
Kapalı mânâlar; birden fazla anlamlı kelimelerin en uzak mânâsı.
mahamil-i sahiha
Bir söze yüklenen sahih, doğru ve güvenilir mânâlar.
mahmil
Bir söze yüklenen muhtemel mânâlardan her birisi.
mana mertebeleri
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin anlaşılmasında bilinen muhtelif ma'nâlar. Zâhirî, bâtınî, sarihî, harfî, ismî, işarî, remzî, mecazî, mefhumî, riyazî mânâlar gibi.
mana-yı işari-i külli / mânâ-yı işârî-i küllî
Kur'ân'ın işaretlerle ifade ettiği mânâların tümü.
mana-yı kelimat / mânâ-yı kelimat
Kelimelerin ve sözlerin mânâları.
manay-ı zımni / mânây-ı zımnî
Bir lafzın konulduğu mânânın tamâmının içerisindeki cüz'î, husûsî mânâlardan herbiri.
maneviyat-ı kalbiye / mâneviyat-ı kalbiye
Kalpteki mânevî lâtifeler, mânâlar.
masadak
Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. "Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı" gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.
mazamin / mazamîn
(Tekili: Mazmun) Mânâlar, mefhumlar, kavramlar.
Ödenmesi gereken şeyler.
Cinaslı, nükteli sözler.
meani / meânî
Mânâlar.
meani-i elfaz / meâni-i elfaz
Sözlerin ve ifadelerin mânâları.
mektub-u azimü'l-mefhum / mektub-u azîmü'l-mefhum
Büyük mânâları ve kavramları içine alan mektup; Yirminci Mektup.
mektub-u rahmani / mektub-u rahmânî
Sonsuz rahmet sahibi Allah'a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar.
men
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
mezaya-yı maani / mezâyâ-yı maânî
Mânâlardaki meziyetler, üstünlükler.
muallakat / muallâkat
Asılı, takılı olan şeyler (mânâlar).
Câhiliye döneminde meşhur Arap şâirlerinin Kâbe'nin duvarına asılan meşhur şiirleri.
muamma-yı tılsım / muammâ-yı tılsım
Anlaşılması zor sır; gizli mânâlar.
muhyi / muhyî
Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga
müstetbeat / müstetbeât
Edb: Söze, kelâma tâbi olan mânalar. Sözdeki telvihat ve telmihat. Söz söylerken arasında işaretle anlatmalar.
Söze tabi olan mânâlar; telvih ve telmih yoluyla işaret edilen mânâlar gibi çağrışımlar.
Sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar.
müstetbeat-üt terakib
Sözdeki birbirine bağlı, işaretli mânalar.
müstetbeatü't-terakib / müstetbeâtü't-terâkib
Üslup içindeki cümle ve kelimelerin çağrıştırdıkları mânâlar.
müstetbeü't-terakip / müstetbeü't-terâkip
İşaret, telmih, remiz gibi asıl sözün etrafında bulunan birbirine bağlı ikinci derecedeki mânâlar; çağrışımlar.
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
mütehallil
Araya sokulan, araya giren.
Bozulan.
Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.
müteşabih
Birbirine benzeyenler.
Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.
Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
mütevatir-i bilmana / mütevatir-i bilmânâ
Nakledilen bir haberin başka ifade ve kelimelerle, başka başka şekilde ifade edilerek tevatür hâle gelmesi. Mânaların çok insanlarca başka başka kelimelerle nakledilmesi. Bir haberin veya hâdisenin farklı ifadelerle, başka başka şahıs veya topluluklar tarafından nakledilmiş olması.
nakur
Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâk
name-i nur
Nurun mektubu. Saadet verici mânâlar yazılı kâğıt.
nane molla
Mc: Beceriksiz, işe yaramaz, ağır hareketli mânalarında kullanılan bir tâbirdir.
nass-ı azim / nass-ı azîm
Büyük mânâlar taşıyan âyet-i kerime.
nass-ı celil / nass-ı celîl
Yüksek mânâları olan âyet-i kerime.
neam
"Evet, olur" mânâsında cevap edâtıdır.
Pek iyi, âferin mânâlarında tasdik ve tahsin kelimesidir.
At, deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvana da denir.
nerbdan
Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm yerine hafifletilmişi olan nerdbân denilmiştir.)
(Farsça)
nikat / nikât
(Tekili: Nükte) Nükteler. İnce mânâlar.
İnce mânâlı, şakalı ve zarif sözler.
nükat / nükât
Nükteler; ince mânâlar.
nüket
Nükteler, ince mânâlar.
nuşiden
"İçmek" mastarındandır. İçen ve içiçi gibi mânâlara gelir.
pa-berca / pâ-bercâ
Ayağı yerde demek olan bu tâbir, mecaz yoliyle kaim, sabit, berkarar, daim, bâki mânâlarında da kullanılır.
pervaz
Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu.
(Farsça)
Nur.
(Farsça)
Karargâh.
(Farsça)
Saçmak.
(Farsça)
Hücre.
(Farsça)
Saçak.
(Farsça)
Ayna. Dolap.
(Farsça)
İnce, uzun tahta.
(Farsça)
Uçan, uçucu gibi mânâlara gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
pür
Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır)
(Farsça)
Sâhib, mâlik.
(Farsça)
rasih alim / râsih âlim
Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan büyük din âlimi.
resan
(Residen mastarından) "Yetişenler, ulaşanlar, getirenler" mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
risale-i esma / risale-i esmâ
Allah'ın altı isminde bulunan bazı ince mânâları anlatan risale; Otuzuncu Lem'a.
ru
Olan, biten manalarında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hod-ru: Kendiliğinden.
(Farsça)
rumuzat / rumûzât
Remizler, gizli mânâlar.
sade
(Sayd. dan) Mâzi fiilidir. "Avlandı" mânâsındadır. ( dan) "Bağır, ilân et" mânâsına emirdir. Meydan okumak, âciz bırakmak mealinde ve i'caz yoluna işaret eder "sâd" diye okunur.
Sadakat, sıdk gibi mânâlara da gelir.
san
"Benzer, andırır" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
sarih-i ayat / sarîh-i âyât
Âyetlerin mânâlarının açıklığı.
saz
(Sâhten: Yapmak mastarından emir köküdür) Eden, yapan, uyduran, düzen mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Evham-saz : Evham veren.
(Farsça)
selb
Ayıp.
"Noksan etmek ve çekmek" mânalarına da mastardır.
şevketlu / şevketlû
Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.
sıfat-ı selbiye / sıfât-ı selbiye
Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi.
silsile-i tefekkür
Tefekkür mânâları ve ifadeleri bulunan ve günlük olarak tekrarlanan bölümlerin zincirleme devam etmesi.
subbuhun kuddusün / subbûhun kuddûsün
"Allah (C.C.) subbûhtur, kuddûstür. Zâtına ve sıfatına fena, noksan ve kusur yanaşamaz. Her zaman ve her dilde, her mahluk onu tesbih ve takdis eder." gibi mânâları ifade eder.
sümme
Sonra, ba'dehu gibi mânalara gelen bir zarftır. Bazan istiâre olarak "vav" mânâsına da kullanılır.
Harf-i atıftır. Sonraki mânayı evvelkiyle bağlar veya tertib, mühlet iktizasını ifade eder.
sünuhat / sünûhat
(Tekili: Sünuh) Kalbe gelen mânalar, doğuşlar.
Allah'ın lütfuyla kalbe gelen mânâlar.
Kalbe gelen mânâlar, doğuşlar.
sünuhat kabilinde
Kalbe gelen mânâlar şeklinde.
sünuhat-ı kalbiye
Allah'ın yardımıyla kalbe gelen mânâlar.
sünuhat-ı kur'aniye / sünuhat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın nuruyla kalbe gelen mânâlar, hakikatler.
sutur-u kainat / sutur-u kâinat
Âlemdeki mânalar, kâinat satırları.
sutur-ül gayb
Bizce bilinmeyen işler ve hâdiseler, mânalar.
suz
(Suhten: Yanmak mastarından) "Yakan, yakıcı, yanmak, tutuşmak" mânâlarına gelerek mürekkeb kelimeler yapar.
(Farsça)
ta
Kat. Kıvrım. Büklüm. Misil, mânend. Nihayet. Gayet. Kadar, beri, dek. (mânalarına gelir) Meselâ :
(Farsça)
ta'zir
Siyaset.
Tehdit etmek.
Tazim ve tathir. Temizlemek ve hürmet etmek.
Lügatta red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tevkif mânalarına gelen bu tabir, İslâm hukukunda: Hakkında muayyen bir şer'î ceza olmayan suçlardan dolayı ulülemr (hükümdar, padişah) veya vekili tarafı
talikat / tâlikât
Kitap okurken hatıra gelen mânâları not ederek yazılan eser.
tayyibat / tayyibât
(Tekili: Tayyibe) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller.
Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.
tecessüm-ü maani / tecessüm-ü maânî
Mânâların cisimleşmesi, somutlaşması.
tereşşuhat-ı kitab-ı mübin / tereşşuhat-ı kitab-ı mübîn
Herşeyi açıkça beyan eden Kur'ân'dan sızan feyizler, mânâlar.
tertib-i maani / tertib-i maâni
Mânâların tertip, diziliş ve düzeni.
tevcihat / tevcihât
(Tekili: Tevcih) Verilmiş rütbeler. Tevcihler.
İşaret eden mânalar.
tılsım-ı müşkilküşa / tılsım-ı müşkilküşâ
Açılması ve anlaşılması zor olan İlâhî gizli mânaları, hakikatları açan tılsım.
tuluat / tulûât
(Tekili: Tulu') Hazırlıksız olarak birden kalbe gelen mânalar, ilhamlar. Doğuşlar.
Doğuşlar, kalbe doğan mânâlar.
tuluat-ı kalbiye / tulûât-ı kalbiye
Kalbe gelen ilham ve mânâlar.
ulema-i rasihin / ulemâ-i râsihîn
Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan yüksek din âlimlerine verilen isim. Bunlar; Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiîn ve her bakımdan onlara tâbi olan müctehidler, tefsîr ve hadîs âlimleri ve tasavvuf büyükleridir.
ulema-i zahir ve batın / ulema-i zâhir ve bâtın
Dinin hem açık hükümlerini hemde sırlarını ve mânâlarını bilen büyük âlimler.
ulema-yı ehl-i zahir / ulemâ-yı ehl-i zâhir / عُلَمَايِ اَهْلِ ظَاهِرْ
Kur'an ve hadislerin sadece zahirî manalarıyla hükmeden âlimler.
üslub-u bedi-i pür-maani / üslûb-u bedî-i pür-maânî
Çok mânâları bulunan güzel ifade tarzı.
va
"Arkada, geri" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.
(Farsça)
vahdaniyet
Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
vahime kuvveti / vâhime kuvveti
His organları ile anlaşılamayan, fakat duyulanlardan çıkarılabilen mânâları anlayan iç kuvvet.
vahiy
Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi.
Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir.
Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve
vahy
Vahiy, ilâhî makamdan peygambere inen yüce mânâlar.
ve
Gr: "Dahi, de, hem, ile, berâber" mânâlarına bağlama edâtı.
vehm
(Vehim) Mübhem ve mânasız korku.
Belirsiz fikir ve düşünce.
Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.
voyvoda
Reis, subaşı, ağa gibi çeşitli mânalara gelen bir tabirdir.Voyvodalık Osmanlılarda Milâdi onyedinci asırda başlamıştır. Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan eyalet ve sancakların mülhak kazalarına halkın isteğiyle yerlilerin ileri gelenlerinden birini voyvoda tayin ederl
vücuh-u sahiha
Doğru olan yönler, mânâlar.
yafte
"Bulunmuş, bulmuş, bulunan" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeref-yafte : f. Şeref bulmuş.
(Farsça)
yasin
Yâ Seyyid yâ insan gibi muhtelif manalar rivayet edilir. Şifredir Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) fıtraten, hilkaten, edeben ve ahlâken en yüksek olduğu herkesçe bilindiğinden bu isim kendisine verilmiştir.
za
"Bu, şu" mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.
Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)
zad
"Doğma, doğmuş, evlâd" mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş.
(Farsça)
zahir ulema
Dinin sırlarından, gizli mânâlarından çok, açık hükümlerini bilen âlimler.
zahir ve batın hocası / zahir ve bâtın hocası
Dinin hem açık hükümlerini hem de sırlarını ve mânâlarını bilen büyük âlim.
zahiri ulema / zâhirî ulema
Âyet ve hadislerin maksatlarına ulaşamayan ve sadece dış mânâlarına bağlı kalan âlimler.
zahiriyye / zâhiriyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.
zahiriyyun / zâhiriyyun
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar.
İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
zede
(Zed) Birleşik kelimeler yapılarak, "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede : Musibete uğramış.
(Farsça)
zedegan / zedegân
(Tekili: -zede) Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
zen
Vuran, kesen, atan mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Zeden: Vurmak mastarında emir köküdür) Lâf-zen : Söz atan, lâf atan.
(Farsça)
zevahir / zevâhir
Dış görünüş; dış görünüşten anlaşılan mânâlar.
zevahir-i ehadis / zevâhir-i ehâdis
Hadislerin görünen zahirî, açık mânâları.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Bet
iltica
Yâre
tevdi
Kerşa
hakika
tuhfe
siyahpuş
mesele-i kudsiye
Mulazim-ı evvel
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Manalar
beytl
Meyus
öldür
Köstü
Ceza
gurur
Sur
Pers
zâru